MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (171)

Hazreti Peygamber Efendimizin biz sözü vardır: “Namazı terkedenin İslam’dan nasibi yoktur.” Bununla ilgili bize ne söylemek istersiniz Hasan Dede?

Eskiden büyüklerimiz namaz kılmaya gidiyorum demezlerdi, huzura çıkmaya gidiyorum derlerdi. Kimin huzuruna çıkıyorlardı? Hazreti Muhammed’in… Namaz kılmak, kabullenmektir, “Seni kendime mihrab kıldım” demektir. Huzurda duran kişinin gönlünde Hazreti Muhammed Efendimiz yok ise, onun kıldığı namaz boş sayılır. Peygamber Efendimizin bu sözü söylemesindeki sebep hakikatte bu idi. Bir namaz var, bir de namazın namazı var, o da aşıkların namazıdır. Bakın Hazreti Mevlana, “Mihrabı dost cemali olan kimse için, yüz çeşit namaz, yüz çeşit rüku ve secde vardır” der. Bu konuda Cenab-ı Hakk: “Ne yana dönerseniz Allah oradadır” buyurmuştur. Hazreti Resulullah da: “Namaz müminin miracıdır” buyurmuştur.

“Ey Meryem! Rabbine divan dur, secde et ve O’nun huzurunda rüku edenlerle beraber rüku et.” (Al-i İmran, 43)

“Bizim ayetlerimize ancak, kendilerine bu ayetlerle öğüt verildiği zaman secdeye kapanan, kibirlenmeksizin Rablerine hamd ederek tesbih edenler inanırlar.” (Secde, 15)

Hazreti Peygamber Efendimiz, sadece Müslüman olanların Peygamberi değildir. O, hakikatte bütün alemin Peygamberidir. O, Rahmetellil Alemin’dir. Bundan dolayı bizler hangi milletten olurlarsa olsunlar hiç kimseyi ayrı görmeyiz. Bizde ikiliğe hiç yer yoktur. Fakat malesef bugün Tekbir getirerek kardeş kardeşi öldürmektedirler. Bunlara Müslüman diyebilirler, çünkü şehadet getirmiş ama İslam olmamış. Barışçı değil, kavgacı… İslam olmak ne demektir? Muhammed’leşmek demektir.

“Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun varlığının ve kudretinin delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.” (Rum, 22)

Ben her zaman şunu derim: İnsanın ölümsüzlüğe yola çıkabilmesi için kendisine bir ölümsüzü bende etmesi lazımdır. Misal olarak, başta Abdülkadir Geylani, Seyyid Ahmed Rıfai, Hoca Ahmet Yesevi gibi bütün evliyalar, Hazreti Muhammed Efendimizin manevi kardeşleridirler. Kim bu Evliyalardan birine bağlanırsa, Hazreti Muhammed Efendimizin büyüklüğünü, güzelliklerini ve gerçek kimliğini onlardan öğrenirler. Şimdi Abdülkadir Geylani ve Seyyid Ahmet Rufai Hazretleri aynı devirde yaşamışlardır ama bu zamanda kendi cemaatleri vasıtasıyla zikredilmektedirler. Onlar zikredildikçe Hazreti Muhammed Efendimiz de zikredilmektedir. Hazreti Mevlana da bundan 800 sene önce yaşamış olmasına rağmen O da bugün hala sevenleriyle zikredilmektedir ve zikredilecektir.

İşte bu yüzden bizler ölümsüzleri kendimize dost edindik ki, onlarla birlikte dünya durdukça yaşayalım ve onları yaşatalım.

Hazreti Mevlana diyor Kİ: “Benim bir manevi evladım, bana münacatta bulunursa ben onun yedi sülalesine şefaatçi olurum.” Çünkü şefaat Hazreti Muhammed’e aittir, bizler de O’nun bendesiyiz.

“O gün, Rahman’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez.” (Ta Ha, 109)

“Rahman’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır.” (Meryem, 87)

Bizler sizleri bu manevi sohbetlerle devamlı irşad etmekteyiz. İrşad ne demektir? Sizi size söylüyoruz. İnsanın ne kadar mukaddes bir varlık olduğunu, Allah’ın katında ne kadar güzel bir kimliğe sahip olduğunu anlatıyoruz. Hakikatte insan, Allah’ın temsilcisidir; paranın pulun temsilcisi değildir. O Allah, güneşle dile gelmedi; o Allah, ayla yıldızlarla dile gelmedi; o Allah hayvanatta dile gelmedi; ancak insan sıfatıyla dile geldi. Bu nedenle, Hazreti Muhammed’i sevmek Allah’ı sevmektir, Hazreti Ali’yi sevmek Allah’ı sevmektir, Piran Efendilerimizi sevmek Allah’ı sevmektir. Piran Efendilerimiz belki kalabalık görünürler ama hakikatte hepsi birdirler. Bakın Şems Hazretleri şöyle buyurur: “Üzümler gibi hepimiz bağda kalabalık görünürüz ama tavada hepimiz biriz. Sayı ortadan kalkar, pekmez oluruz.”

 

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (96)

Osmanlıların ataları Orta Asya’da kadına büyük değer verirlerdi. Neden bugün böyle değil?

Osmanlı’nın ataları Türk’tür. Ancak, Osmanlı’da bir dönemden sonra Sultan Vahdettin’e kadar kadına değer verilmedi. Biraz hakikati görselerdi bu değişmezdi. Misal olarak; Galata Mevlevihanesi’nde kadın mahfilde sema etmiş. Neden? Şeyhülislamın hükmü. Şeyhülislam nereye bağlı? Padişaha. Artık sık sık tartışılıp, bazı hakikatler sunulmasına rağmen, bugün hala bu önyargılar devam ediyor.
Malesef, bazı kişiler kendi kültürüne sahip çıkacağı yerde, Arap kültürüne özeniyorlar. Türk’ün kendine göre bir kültürü vardır, ne Arap’a uyar, ne Acem’e. Kişi başka kültürlere ayak uydurmaya kalkarsa, özünü kaybeder.
Yüce Mevlana diyor ki: “Ey insan, ne gördüysen bu alemde senden dışarı değil, ne istersen iste kendinde iste, çünkü sen her şeysin.”
Hacı Bektaş Veli de, “Allah’ı Mekke’de, Medine’de, Yemen’de, Kudüs’te arama. O can içinde Canandır. Bütün kainat O’nunla diridir” der. Hepsi bu kadar açık konuştular.
İmam Hüseyin, Kerbela’da şehit olmasaydı, tüm İslam alemi maddeye yönelecekti. Ehlibeyt daima manaya yönelmiştir.
Hoca Ahmet Yesevi Hazretleri, Hüdavendigar Mevlana, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, insana bakışları, birlikçi sözleri ile topluma tanıtılsa toplum çok çabuk aydınlanır. Hazreti Mevlana’yı tüm dünya tanıyor. Bugün dünyada birçok kişi Mesnevi okuyor. II. Dünya Savaşı’nda kiliselerde İncil’den teselli bulamadılar, Nicholson’ın çevirisi Mesnevi’yi okudular, onunla teselli buldular.

 

Mevlana, “Dünya benim tekkem, alemler medresem” derken neyi anlatmak istedi?

Her varlığa bakıyorum, oradan ilim tahsil ediyorum, demek istedi. Hazreti Muhammed, anne karnındayken babası Hakk’a yürüdü. Dedesi Abdülmuttalib’in himayesinde büyüdü. Daha dört yaşındayken Mekke’de susuzluk olmuştu, yağmur yağmamıştı. Kuarklık nedeniyle ekinler kuruduğu için yağmur çıktılar. Dedesi ona, “Sen de dua et” dedi.
Hazreti Muhammed, başını kaldırıp göğe nazar edince gökyüzünü bulutlar kapladı, öyle bir yağış oldu ki yedi sene Mekke ve Medine’de bereket oldu.
Hazreti Muhammed’e dediler ki: “Sen anasız, babasız büyüdün, seni okutacak bir ağabeyin de yoktu. bu güzel sözleri, bu güzel bilgileri nereden öğrenip sunuyorsun?”
Hazreti Muhammed, “Okula gitseydim ancak sizin gibi konuşabilirdim. Benim öğretmenim Allah, ilmim sevgidir” diye cevap verdi. Allah, ümmiliğini Hazreti Muhammed’den gösterdi.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (67)

Veliler kaç kısımdır?

Veliler üç kısımdır. Birinci kısım Veli; kendini ne kendi bilir, ne de halk bilir. Bu yola sadakatle bağlanmıştır. Güzel güzel hizmetlerini yapar, hizmette kusur etmez ama kim olduğunu bilmez. Son nefeste perde kalkar, o güzel hizmetinin mükafatını alır.
İkinci kısım Veli; kendini bilir ama halk bilmez. Hakk’ı güzel tanıtamamış fakat bilmiş, bilinçli yaşamıştır.
Üçüncü kısım Veli; kendini hem kendi bilir, hem halk bilir. Kimler bunlar? Hazreti Mevlana, Hacı Bektaş Veli, Ahmed Yesevi, Abdülkadir Geylani gibi Veliler. Zaten kendilerini tanımışlar, halk da onları tanıyor. İnsanı bu güzel derecelere getiren aşktır.
Hazreti Mevlana aşkı söyledi ve sevenlerini aşkta tutmak istedi. Kırksekizbin beyit, akılla yazılamaz, büyük aşk gerek. Hazreti Mevlana (selam olsun üzerine) bütün o kasideleri, şiirleri, rubaileri, hepsini Efendisine yazdı. Hakk’ı mürşidinde gördü, mürşidinin dışına hiç çıkmadı.
Hazreti Mevlana’ya, “Mürşidini niye bu kadar büyütüyorsun, putlaştırıyorsun? Dinde insanı bu kadar putlaştırma yoktur” dediler.
“Şükürler olsun o puta! O put olmasaydı, bu güzelliklere kavuşamazdım. Allah’ın nurunu o putta gördüm” dedi.
Bunu söyleyen Hazreti Mevlana, hep korkusuz konuştu.

Yine, Efendisi Şems-i Tebrizi’ye hitaben söylediği bir kasidesinde bakın nasıl buyuruyor ve diyor ki:
“Bugün seher vaktinden beri perişanız, mestiz. Mademki perişan olmuşuz, biz de halimize uygun olarak perişan sözler söyleyelim.
O şarabı ki sen verdin ve bu akıl ki bizdedir. Eğer biz bu akılla kadeh kırarsak bizi mazur gör!
Harabatın rindleri, üzüm suyu şarabını içtiler ve sızdılar. Bizse içtikçe içtik, sızmadık, oturduk kaldık.
Biz bir an kadim olan aşkın belasını içmedeyiz. Bir anda elest münacatına ‘Bela – Evet’ demedeyiz.
Yukarısı tamamıyla bağ, bahçe olmuş, aşağısı baştan başa define kesilmiş, biz de öyle şaşılacak kişileriz ki, ne yukardanız, ne de aşağıdan!
Sus, onun varlığı tecelli edince öyle bir var oluruz ki varlığımızı, var oluşumuzu biz de bilemeyiz.
Ey bilgin kişi! Nabzımıza bir el at! Biz elden çıkmışız, ama hangi elin yüzünden çıkmışız? Bunu bir anla!
Puta tapmak kafirliğin temelidir. Ama bu canlı puta tapmasak biz kafir oluruz…”