MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 25

🌹“Gayb âleminin suvârisi geçip gitti, bir toz kalktı; o yerinden gitti ama kopardığı toz hâlâ yerinde. Sen dosdoğru bak, sağa sola dönüp bakma! Onun tozu burada, fakat kendisi ölümsüzlük âlemindedir.”

Âgâh ol ki, velîler zamanın İsrâfilidirler. Ölüler, onlardan can bulur, gelişirler.

Ölü canlar, ten kefenlerine bürünmüş yatarlarken onların sesinden sıçrayıp kalkarlar.

Derler ki, bu ses, öbür seslerden başkadır. Çünkü diriltmek Allah sesinin işidir.

Biz öldük, tamamiyle çürüdük. Fakat Allah’ın sesi gelince hepimiz dirildik, kalktık.

Allah sesi ister örtü ardından, ister örtüsüz gelsin, Cibril vasıtasıyla Meryem’e yakasından üfleyerek ne verdiyse, insana onu verir.

Ey derileri altında yokluğun çürütüp yok ettiği kimseler! Sevgilinin sesiyle yokluktan dönüp tekrar varolun.

O ses, Allah kulunun boğazından çıksa da mutlaka Padişahtan gelmektedir.

Allah ona dedi ki; “Ben senin dilin ve gözünüm, ben senin hislerin, memnûniyet ve öfkenim.

Yürü! Benimle işiten, benimle gören sensin. Sır sahibi olmak da ne demek. Sen sırrın ta kendisisin…

Sen madem ki hayret âleminde Allah için olmak sırrına erdin, ben de senin olurum. Çünkü, ‘Kim Allah’ın olursa, Allah da onun olur.’

Sana bazen sensin derim, bazen de benim derim. Ne dersem diyeyim, ben parlak bir Güneşim…

Her nerede bir çırağlıktan parlasam, orada bütün bir âlemin müşkülleri çözülür.

Güneşin bile gideremediği, aydınlatamadığı karanlık, bizim nefesimizle kuşluk vakti gibi aydınlanır.

Her nereye hoşa gitmez bir karanlık çöktüyse, bizim parıltımızla orası kuşluk vaktinin Güneşi gibi olur.

Âdem evlâdına, isimlerini bizzat gösterdi. Diğer varlıklara, isimler Âdem’den açıldı.

Nûrunu, istersen Âdem’den al, istersen O’ndan; şarabı dilersen küpten al, dilersen testiden.

Çünkü bu testi, küple adamakıllı birleşmiştir. O iyi talihli testi, senin gibi görünüş zevkleriyle değil, hakîki neşe ile safâlanmıştır.

Cenâb-ı Mustafa: “Beni görene ve benim yüzümü gören kişiyi görene ne mutlu” dedi.

Bir mumdan yanmış olan çırağı gören, yakînen o mumu görmüştür.

Böylece o mumdan yakılan çırağdan başka bir çırağ, ondan da diğer bir mum yakılsa ve ta yüzüncü muma kadar, hep o ilk mumun nûru intikâl etse, sonuncu mumu görmek, hepsinin aslı olan o ilk mumu görmektir.

İstersen o nûru, son çırağdan al, istersen can çırağı olan ilk çırağdan, hiç farkı yoktur.

Nûru, dilersen son gelenlerin mumundan gör, dilersen geçmişlerin mumundan…

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 24

🌹“Akıl, fen öğrenmek ister. Aşk, şevk meşk ister. Akıl, namus vakar ister. Aşk, âşıkları perişan hâl etmek ister. Akıllılar, şöhret ve nâm peşindedirler. Âşıklar, olan biten âleminden yücedirler. Akıllılar, rütbe ve mal kaygısındadırlar. Âşıklar, Allah şarabı kadehinin sarhoşudurlar. Aklı bırak, aşkın istediği üzere yürü. Aklının iki gözüne toprak saç… Âşık Hasan Tanrı nûrunda yok olmuş, o nûr ile kendini donatmış, sevenlerine canân olmuştur.”

Şu aşk, başına bir tabla almış, sokak sokak geziyor; nerde bir ölü varsa hilesiz, düzensiz diriltivereyim onu diye bağırıyordu.

Diyordu ki: Keremimden, lütfumdan gezip duran, akan, fakat tükenmeyen bir sofra kesildim; nerde bir yüzsüz dilenci ki gelsin, soframdan çıkınını doldursun.

Seni gâh incilere gark ederim, gâh zehirlere; tanı beni, bil beni artık, elimde âdetâ bir kilesin sen.

Bana bir habbe gelse de teslîm olsa onu altınlarla dolu yüzlerce maden hâline getiririm; yalçın bir tepe olsa tutar, uçsuz bucaksız bir deniz yaparım onu.

Senden yokluk, benden kerem. Senden razı olmak, benden kısmet vermek. İpekböceğinin bile önüne yüzlerce atlas korum, ona bile yüzlerce ağır kumaşlar ihsân ederim.

Her an ümitsiz bir hâle düşene öylesine bir harman veririm ki ne ekmiştir, ne biçmiş. Her an dervişe öylesine bir yakınlık ihsân ederim ki bunu elde etmek için ne savaşmıştır, ne çileye girmiş.

Şekerkamışının daracık gönlüne şeker kaynağını akıtırım; akla fikre güzel, hoş düşünceler getiririm.

Din yolunda at süredur, fakat atın sakatlandı mı meraklanma; arık bir at yerine her yanda bir yılkı bulursun.

Sus, böyle değildir deme, Tanrı’nın ihsânından başka bir şey arama; razılık helvası, helva kazanından coşup ateşlere dökülüyor.

Sevgilinin nûruyla her zerreyi yakîyn nûru gör; eğer söylemede bir zevk olsaydı her zerre söze gelirdi, söyler dururdu.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 22

🌹“Başımı, senin eşiğinin toprağına koyarım; gönlümü, senin gönüller alan saçlarının büklümlerine veririm… Canım dudağıma gelmiş; tez dudağını getir de bahaneyle canımı ağzına vereyim gitsin.”

Ben, Muhammed’in nûru sırrına dayanarak derim ki, Tanrı tamamiyle zevktir, tatmayan anlamaz. Ben, o zevkim ve o zevke baştan ayağa gömülmüşüm. İman, tamamiyle zevk ve şevktir.

Aşkın dudakları şiir, dili mûsikîdir.

Ah, yine benim içime bir ateş düştü; bu dîvâne gönlüm, gene sahrâlara doğru yollandı…

Ey özü, sözü nûr olan; ey bütün yüreklere hükmeden gönül! Sen aşkı kendine seçtin de canın her dileğine erdi…

Yaş, kuru herkesin gözü birbirine bakmış kalmıştır; fakat senin gözün öyle değildir, o gözün bakışı yalnız Allah’adır. Herkesin gözü de isterim ki, senin üzerinde olsun. Zîrâ senin elin Allah’ın elidir. Senin gözün Allah’ın mestidir. Allah’ın gölgesi, herkesin üzerinde ebedîyyen kalsın.

Halkın iştiyâk inlemeleri sizdendir. Peki, sizinki kimdendir? Bunların hepsi aşktan doğdu. Aşk acaba neden doğdu? Ey Hakk’ın ve dinin Sevgilisi! Sen vücut mülkünün mâlikisin. Aşk, senin gibi bir Keykûbad daha âlemde görmedi.

Allah’ın Kur’ân’da ‘Nûn vel kalemi ve ma yesturûn’ diye yemin ettiği kalem, Muhammed’in yüce vasıflarını ve Kur’ân’ın öz mânâlarını yazmış olan onun kalemidir.

O kalemin gölgelerinde, bir güzelin yanaklarına düşen siyah saçlarının parlak akisleri gibi, gönülleri aydınlatan ve daima süsleyen ilâhî bir nûr vardır. Karanlıklara, mehtaptan yapılmış selsebillerden kevserler akıtan ve hayat suyu ile kupkuru çölleri, çoraklıkları sulayan hep o kalemdir. İrfân vadileri o kalemden gelen tazelikle, nûrla yeşillenir ve ışıklanır. O kalemden hep aşk şarabı akar, neş’e nûru damlar. İnsanlar için o kalem bir sûrdur, onları diriltir, aşk mahşerine toplar. Onun bir nafhâsı vardır ki, her nefesinden Allah’ın güzel kokusu gelir. Onun çizdiği yollar o kadar parlaktır ki, o yolda yürüyenleri, Allah’ın gözler kamaştıran cemâline ulaştırır.

Gönüller için o kalem, aşk Cebrâilinin ilham şehperidir, her kımıldayışında başka bir can âleminin havası gelir, başka bir safâ ve hayat göklerinin parlak maanî yıldızları görünür. O kalemden çıkan şiirler, aşkın en mûnis, en sevimli sesidir. O kalem, yâ Rabbi! Ne mûciz, ne rûhanî bir kalemdir…

Bir ucu Hakk’ın dudaklarını öper bir ney midir? Yoksa o, yüzü Hakk’ın parmaklarını okşar bir çeng midir? Bilmem… Daima şen ve neş’eler serpen o kalem, bazen bir mûsikî ahengi belâgatiyle inler, bazen bir bülbülün terennümlerindeki sevimli feryâdlarla söyler. Ah, onun inleyişlerinde, feryâdlarında bile aşkın, visâlin en güzel kokusu, en tatlı ve en heyecanlı lezzeti vardır.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 21

🌹“Yâ Rab aşk belâsıyla içli dışlı kıl beni, bir an bile ayırma aşk belâsından beni. Az eyleme yardımını dertlilerden, çok aşk belâları ver bana. Gittikçe artır sevgilimin güzelliğini, bana gelince onun derdine daha çok müptelâ et beni.”

Yine huzûrunda ölmek için salına salına geldim ey defalarca beni gamdan, gussadan, sıkıntıdan kurtaran güzel.

Ben kupkuru, şahrem şahrem yarılmış yeryüzü gibiyim, bulutum da lütfundan, miskim de; gök gürültüsünden başka bir ses istemem, elime kıvrım kıvrım siyah saçlarından başka bir şey almam, başka bir şeye sarılmam.

Sana tutsak olmak, beylikten, hürlükten yüz kat iyi, hele, ey gönlü hasta tutsağım benim, dediğin zaman.

Sana gelen, sana ulaşan bir avuç toprak, senden kaçan, senden uzak bulunan altından yeğdir; hele bir, a benim azıksız yoksulum, dediğin an yok mu?

Macerayı bırak artık, nerde akıl ki olanla, bitenle uğraşacak; virdim de çeng, zikrim de; şeyhim de şarap, pîrim de.

Ey sarhoşların canlarına can, ey eli darların definesi, güzelliğin cennetinde bala, süte gark oldum ben.

Kıyâmeti gördüm, kendimi kaybettim, varlığım görünmez oldu; yay gibi ikiye büküldüm amma ok gibi de uçup gidiyorum.

Ey kendisinden ayrılmama imkân bulunmayan dost, bir avuç topraktım ben, senden esip gelen yel tozuttu, havalara kaldırdı, yüceltti beni, fakat sensiz nerelere gideyim?

Ey göz nûru, din nûru, akıllıca otur dedin, ey perdelerimi yırtan, beni kendi hâlime mi bırakıyorsun ki?

Elest kuluyum, o zamandan seninim, sonra da o zâlim, o gaddar ayrılığın beni tutmuş, pervâsızca sürüp duruyor.

Yüzünün ilkbaharı olmadıkça şu ağacım, nasıl güler, hamurumu sen yoğurmazsan mayam nasıl tutar?

Sofranı, nimetlerini göreli tiritten kurtuldum; varlığını gördüm de o andan beri varlığımdan kaçıyorum.

Benden kaçtın, vazgeçtin mi akıldan da geçerim, candan da; benimle oldun, bana tecellî kıldın mı esir kubbesinden ta üstüne çıkarım.

Oturdum mu ey can, bir selâmcık ver bana, selâmımı al; çünkü bu son oturumum selâmsız olmaz.

Nasıl el çırpmayayım ki, güzelim elimde benim; nasıl ayak vurmayayım ki zir perdem bem oldu, altüst olmuşum zaten.

O sevgiliye bizden selâm götür, öylesine bir doğuya tapı kılmak iyi, çünkü ben de onun yüzüyle nûrlanmışım, onun yüzünden nûr istiyorum.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 18

🌹“Bağı çöz hür ol. Ne vakte kadar altın ve gümüş kaydıyla bağlanıp kalacaksın?..”

Aşk ile kanat aç da can doğanı lâmekâna uçsun. Aşağılık dünyanın Hakk’dan gaflet veren ve gönül aldatan alâyişinden temizlen ki şeytanın tuzağına tutulup acze düşmeyesin. Aşkından esvâbını yırtan bir mest olursan insana yaraşmayan vasıflardan kurtulur, temizlenirsin. Gönül kuşunu aşk tuzağında rahat ettirmeye bak, aşk şarabı kadehinden sermest olmaya bak.

🌹“Bütün mâşuktur, âşık perdedir. Diri mâşuktur, âşık ölüdür…”

Sevgili ışık gibi yüzünü parıldatınca, âşık kendini pervâne gibi yaktı. Mâşukun işi görünerek cömertlik etmek, lütfeylemektir. Âşıkın işi yokluktur, kendindeki varlığı gidermektir. Mâşukun işi cefâ ile âşık öldürmektir. Âşıkın işi kendinden geçmek, bihûş olmaktır. Aşkta, mâşuku istemek yolunda, âşık doğru davranmak, edebi korumak yolunda da can fedâ etmektedir.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 17

🌹“O’nun Kibriyâsının çatısının altında öyle Allah dostları vardır ki, melekleri avlarlar, Peygamberleri ganîmet alır, tuzaklarında Allah’ı tutarlar…”

Hazreti Ahmet’in bedeni ve bedenine ait sıfatları şu an Medine toprakları altında uyumakta fakat onun doğruluk makâmındaki o ulu huyu, ve bâkî olan rûhu apaydın bir güneş gibidir! O bâkî rûh hiç değişmez, hiç başka bir hâle gelmez. O uykuya ihtiyacı olmayan bir arslandır, fakat kendini öylece uyur gösterir… Hayvanî duyguyla bakanlar, sahîden uyuyor, hattâ ölmüş sanırlar!

Pak ve tertemiz aşk, Muhammed’le eşti. Tanrı aşk yüzünden O’na “Sen olmasaydın, gökleri yaratmazdım…” dedi. Çünkü O aşkta tekti. Onun için, Tanrı O’nu peygamberler içinden seçti.

Senin nûrun olmadıkça aydın gün bile gecedir… Sana sığınmadıkça arslan bile tavşan kesilir! Ey Mustafa, bu nûr denizinde bizlere kaptanlık et… Akıllılara bir yol gösterici lâzım… Hele yol, deniz yolu olursa!

Doğru yolu gösterenin işi budur; sen de doğru yolu gösterensin… Âhir zamanın yasına neşesin sen!

Ey benim ulu peygamberim, sen vaktin İsrâfil’isin; kim kıyâmet nerde derse a güzelim, kendini göster, işte kıyâmet benim de! Bu kıyâmetten yüzlerce âlem kopmada!

🌹“Zülfünün uçları gibi perişanız elinden. Hem güzelsin, hem de öyle zülfün var… Biz artık senin olduk. Her nerede bulunsak sofrandayız. Senin yolcun, senin konuğun, yalnız senin konuğun olduk…”

Allah’ın armağanları olan rûhlar, peygamberler şâhının yoluna toprak kesilmişlerdir.

Tahtı, mekânsızlık âlemi olan o padişâhın süpürgecileridir Hakk’a en yakın olan melekler bile.

Öyle bir padişâhtır ki Ay bile ayağını öpmek için parçalanmıştır, yıldıza dönmüştür.

Cebrâil, onun nimetinin bir habercisidir; Mikâil, onun vekîlharcıdır.

Tertemiz zâtı, “Sen olmasaydın” sözüyle övülmüştür; sıfatları, Kur’ân’a zarf ve mazrûf olmuştur; Kur’ân, onun sıfatlarını bildirir; sıfatlarıysa Kur’ân’da mevcuttur.

Sayvanının kapısı, “Kâbe kavseyn”dir; iki âlemin bilgileri, ayağının altına döşenmiştir.

Mertebesi arş gibi yüce olan Melekût padişâhıdır; derecesi ferş olan Ceberût ayıdır.

Yaratılışı, varlık âleminin yaratılışına sebep; ümmeti, ilim sırrının mirasçısı.

Allah’ın birlik aynası, tümden, olduğu gibi, onun vücudunun aynasıdır. Gerçek inançtan haberin olsun; sana bir Allah’la bir peygamber yeter.

Misk gibi simsiyah olan İsrâ gecesi, onun peygamberlik fermânındaki tuğradır, Tanrı mühürüdür, Tanrı tasdîki.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 8

“Ey Sevgilim, seninle kol kola gül bahçesinde dolaşırken, bir gül yaprağının gölgesi yanağına düşse, seni o yaprağın gölgesinden kıskanırım.”🌹

Aşkın olduğu yerde, kin, nefret, öfke, haset barınamaz. Aşkın olduğu yerde, her zaman güzellikler, hoşluklar ve Hakk’ın nûru vardır.

Aşk okyanus gibidir. Hiç karşı koymadan hareketsizce durduğunda, o zaman aşk seni alır, seni senle tanıştırır, sana kimliğini kazandırır. Senden yepyeni bir insan yaratır. Seni kendine katar. O andan itibaren artık okyanusla bir olursun. O okyanus artık sensindir, sen yoksundur artık, var olan okyanusdur.

Sen sevgiline Rabbim, dinim, imanım diyemezsen, senin aşkın sahî değildir.

Âşıkları görmek istersen, sararmış yüzlere, kurumuş dudaklara bak. Binlerce kişi arasından kendini gösterir.

“Ey güzel yüzüne cihan güzelleri hasret çeken! Ey iki kaşları âşıklara kıble olan! Senin güzellik ırmağında çırçıplak dalmak için, ben bütün kendi sıfatlarımdan soyundum.”🌹

Gönülden feryâd et de, yâ Rabbi de, gece gündüz benimlesin, bana onlardan yüz göstermedesin; hem de soluktan soluğa, gizli ve açık. Yine de lütfet de büyük velîlere gösterdiğin yüzü göster, bizi de onlara kat; bizi de dervişler bölüğüne ver de, onlar gibi has olalım, o büyük kavuşma sarayında oturalım.

Bize kendini, aşk ehline, tertemiz kullarına gösterdiğin gibi göster. Göster de o kavuşmaya şükredelim; o zan, o şüphe perdesinden çıkalım, tam inanç dünyasında yürüyelim. Köksüz-yersiz âlemde koşalım, hepimiz de can olalım, can bağışlayalım; yoksula paha biçilmez defineler ihsân edelim.

Kulluğu bırakalım da padişah olalım; el tutar bir hâle gelip düşenlere yardım edelim, cihanın sığındığı kişiler olalım. Felek hükmümüzde dönsün; erlerin padişahlığı bunun da yüzlerce mislidir.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 6

“Her zerrenin gönlünde bir saray var, fakat kapısını açmadıkça kapalı kalır sana.”🌹

Cenâb-ı Mevlâna, “İnsan insanın cennetidir, insan insanın cehennemidir” der. Hazreti Mevlâna bir aşk peygamberidir. Çünkü aşkı onun kadar güzel anlatan biri daha gelmemiştir bu âleme. “Sevgisiz ve aşksız geçen ömrü, ömür sayma”, diye söylerken, mecâzı buraya katmamıştır. Bir kızın bir erkeğe, bir erkeğin bir kıza duyduğu aşkı, muhabbeti, buraya sokmamıştır.

Mecâz dediğimiz geçici aşk, Hazreti Mevlâna’nın söylediği o güzel aşka gelmek için bir köprüdür. O aşkta yaşadığımız tutkuyla Hakk’a yüz tutmamız gerekir.

İnsanı Rabbine en kısa yoldan ulaştıracak vasıta aşktır.

Mevlâna diyor ki: “Ben, aşkı durmadan öğsem, yüzlerce kıyâmet gelir geçer de onun vasfı bitmez. Çünkü kıyâmet tarihi için sınır vardır. Allah’ın vasfı için ise sınır ne gezer.”

Mevlâna’nın bu sözünden anlıyoruz ki, aşk ve âşıklık Allah’ın vasfıdır. Onun için Hakk Kur’ân’da sevgiyi, kendine ve sevgili kullarına izâfe etmek suretiyle vasfetti.

Mevlâna, Peygamberimizin yolu, izi aşktır, diyor.

Hazreti Muhammed, aşkta ve âşıklıkta tek olduğu için aşk âleminin Sultanı oldu. Peygamberlerin Peygamberi, bütün insanlığın, bütün beşerîyetin Efendisi oldu.

Mevlâna, Hazreti Muhammed’in gerek feyiz yönünden ve gerek aşk yönünden tam vârisi olduğu içindir ki, Şems-i Tebrizî’nin sohbetiyle beliren gönlündeki hakîki, ilâhî ve Muhammedi aşkı dâima kendinde devam etti. Gün geçtikçe arttı, sevgili Allah’ının ta hâriminin aşkına ulaştı ve orada onunla birleşti de aşk, âşık ve mâşuk bir oldu.

Mevlâna, kendindeki hakîki aşkı beyânda diyor ki: “Allah’ım! Beni ezelde yarattığın zaman, aşkım kemâlde idi. Ne yer vardı, ne gök vardı, ne güneş vardı, ne ay vardı, ne bir insan başı ne de onun bir serpuşu vardı. Ta o zaman, benim duamı işittin de beni seçkinlerinin içinden kendi aşkın için seçtin.”

Mevlâna ile Şems-i Tebrizî, hakîki aşkın kemâlinde, Hazreti Muhammed’in sevgisinde ve ilâhî maarif ve hakîkatlerin telekkîsinde, aynı meşrebde idiler. Onun için birbirleriyle can ve gönülden enîs ve hemsohbet oldular. Biz, Şems’in Muhammedî neş’esi içinde, Mevlâna’nın, rûhumuza sinen feyizkâr aynı neş’esini, hissediyoruz.

Şems-i Tebrizî, Tekvîr Sûresindeki, ‘Vemâ teşâune illâ en yeşâ Allahû Rabb-ül âlemin’ âyetini, Makalât’ında şöyle tefsîr ediyor.

“Hakk buyuruyor ki: Ey benim Peygamberim, Mustafa! Sen ne ki istersen o, âlemlerin Rabbi olan Allah’ın isteğidir. Nefsin, hevâ ve hevesin isteği değildir.”

Allah’ın sırlar hazinesine ait her işin hall-ü akdi, düzenlenmesi yalnız Hazreti Muhammed’in irâde eline ve gönlüne verilmiştir.

Aşk, Allah’ın ismidir. Hazreti Muhammed, cismidir. Hakîkat-i Muhammedîye, tek olan Kibriyâ-i Zât-ı Mahbûbiyetidir.

Mevlâna, bir şiirinde aşk için bakınız ne diyor:

“Ben aşkı gördüm,

Ne söylediğini bilmez bir hâlde mest olmuş şöyle diyordu, 

Ben belâyım, ben belâyım, belâ…

Hayır ben o nûrum ki Tûvâ vadisinde,

Musa Peygamber’e: ‘Ben Allah’ım, ben Allah’ım, Allah’ım dedi.”

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 5

“Hayalin gözümde, adın ağzımda, anışın gönlümde; söyle ben nereye mektup yazayım?”🌹

Madem ki hayalin gözü durak edinmiş, adın ağızdan gitmiyor; anışın can evinde; peki, mektubu kime yazayım; buralarda dolaşıp duruyorsun sen dedi de kalemi kırdı, kağıdı yırttı.

Ben kendimden boşaldım, Mevlâna ile doldum. Sedef gibi onun incisiyle doldum.

Ey çılgın âşık! Gel, bu güzel lezzetli şarabı iç de coşmaya bak. Sen bu şarabı içtin mi, adamakıllı mest olursun ve mâşukun yüzünden nikâbı açarsın. Mâşukun yüzünde asla nikâb yoktur ama sen, mest olmadıkça perde içindesin. Can gözüne aklın perdedir de onun için mâşuk senden gizlidir. Evet, can gözüne aklın perde oldu. Yoksa mâşuk güneşten daha parlaktır.

Bu akıl perdesi ne vakit açılır biliyor musun? Can, aşk şarabının kadehinden sarhoş ve âşık olduğu zaman. Aşk şarabıyla can mest oldu mu, âşık, akıl perdesinden kurtulur. Akıl perdesi kara bulut gibidir. Onun arkasından mâşuk ay gibi parlar.

Tanrı’nın aşkı fırtınalı bir rüzgâr hâlinde esti mi, akıl bulutunu aradan sıyırır. Sen yakînen bil ki, o zaman canın mâşuku gökte parıldayan ay gibi görünür. Hakk’ın aşk rüzgârı eğer sana eserse akıl bulutu ortada görünmez.

Haydi gel, sen o rüzgârın isteklisi ol da akıl perdesinden kurtul, sevin. Yoksa mâşuk parlak aydan açıktır ama, aklını Hakk yolunda kendine rehber sayan akıllılar, akıl bulutunun altında kalmışlardır.

Tanrı’nın velîlerinden aşk ilmini öğrenirsen, Hakk sana o rüzgârları gönderir. Aşk ilmiyle meşgûl ol ki, o rüzgârlar sana essin. Aşk ilmi senin can gözünü açar, aşk ilmi seni altın madeni yapar. Âşıklardan aşk ilmini okursan, ebedî hayatla dirilirsin.

Bu dünyada herkes bir defa doğar; Hakk erleri ise iki defa. İlk doğum için sebepler vesîleler lâzım. Anasız babasız doğum olmaz. Lâkin bu doğum sanki bir hapishâneye doğmaktır. Bu sebep-sonuç âleminde insanı iç içe  kuşatan binbir kafes vardır. Sonra bazı Hakk erleri maddî âlemden yeni bir âleme doğar da bütün bu zarûrî bağlardan kurtulur, hepsini ayaklarının altına alırlar.

Aslında bu ikinci doğuş Yunus’un: “Her dem yeni doğarız, bizden kim usanas” diye tarif ettiği dâimî bir doğuştur. Doğuşun gerçekleştiği âşıkların gönlü bir süt gölüdür. Bu yeni âlem çekişmelerden, zıtlıklardan uzaktır; orada güller solmaz, bülbüller susmaz, baharlar kışa dönmez. Bu ikinci doğuştan sonra kişinin eski kimliğinden geriye sadece bir gölge kalır.

Gece ve gündüz gönül doğruluğuyla meşgûl ol. Tanrı’nın ârifi ve makbûlü ol. Bu, irfân denizidir. Bu denizin yüzgeci ol. Zîrâ bu deniz kıymetli incilerle doludur.

Ey Hakk’ın sırlarını öğrenmek isteyen! Haydi gel, bu aşk bahçesinde gezinmeye bak ki, aşk sırlarıyle sevinesin. Bizim gül bahçemiz şarap kadehleri devreden bir aşk bahçesidir. Bu gül bahçesi, bülbüllerin yuvasıdır, cihan farelerine lâyık bir yer değildir.

Burada tûtî kuşlarına şekerler, susayanlara âb-ı hayat vardır. Sanki bu, nisan yağmurudur. Bazen zehir gibi acı, bazen kıymetli inci olur. Müttekîler sedef gibi inci ile dolarlar. Şakîler yılan gibi zehirle dolarlar.

Tevhid ilmi tasavvuf ehline, hâl ehline nasîptir, fıskdan, fücûrdan uzaklaşmayan kimse, mürşitlerin sözlerinden uzak kalır…

Kendinden ve âlemin dedikodusundan geçmiş olan kimsedir ki, Tevhid ilminin meyvesini yer. Hakk âşıklarının hâli Tevhid ilmidir. Hevâ ve heves ehlinden olan, Tevhid sırrını nereden anlayacak. Nakil ilminin hakîkatine akıl ulaşamaz. Tevhidin nüktesini akıl anlayamaz.

Her ne kadar Tevhid, güneşten daha parlaktır ama, zekâsına ve aklına güvenene perdedir. Aşk şarabıyla mest olmayan, aklın sersemliğinden asla kurtulamaz. Öyle bir kimse âşıklara nereden mahrem olacak. Akıl aşka ulaşamaz.

Âşıkın önünde evvel ve âhir birdir. Âşıkın gözünde zâhir ve bâtın birdir. Aşk kadehinin devamlı sarhoşu olan kimse, aşkın tuzağına tutulmuş, aşkın isteğine râm olmuştur.

Âşıklar, adsız, sansızdırlar, dostun cemâlinden aldıkları zevk ile hayrandırlar. Âşıkların gözünde, iki cihanın zerre kadar değeri yoktur.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 4

“Bana aşktan başkası yoldaş olmadı. Ne dünyaya gelmeden önce, ne de daha sonra aşksız yaşadım. İçimden bir ses bana can verir ve der ki; ey aşk yolunun olgun yolcusu bana kapıyı aç!”🌹

Bir sevgi var, bir de aşk var. Hazreti Mevlâna, “Aşk okullarda öğrenilmez” der, “Aşk gözden doğar.”

Bir kişi aşka düştü mü, gece gün hep sevgilisini düşünür. Aşk insanı deli eder, akıl bırakmaz. Akılsızı da akıllı yapar. Bütün benliğini sevgilisi sarar, artık kendi irâdesi kalmaz. Aşk padişahı köle yapar.

Hakk’ı dünyadaki bütün güzelliklerin üstünde tasavvur ederek mânevîyata yönelinirse, o güzelliğini sevenine gösterir. Yolları kısaltan, insanı birdenbire menzile ulaştıran aşktır. Menzile ulaştığı zaman âşıkta kişilik kalmaz, sevgili vücuda hâkimdir, başa akıldır, hüküm de onundur. Hüküm onun olunca, artık âşığa ait bir şey kalmamıştır, âşıkta irâde kalmaz. Akılla, irâdeyle âşık olunmaz. Aşkı ancak tadan anlar.

Hazreti Mevlâna’ya sormuşlar, “Âşıklık nedir?”

Demiş ki: “Ben ol da bil. Sen âşıklığı nasıl bilebilirsin ki; o bilgi kitaptan defterden öğrenilmez. Ateşi mangalda balı da kavanozda görmek bilmek değildir. Çünkü bu bilgi zevk bilgisidir; onu tatmayan bilmez. Bildim diyenin bilgisi sadece zandır. Madem öyle sen düşmeyi düşenden öğren, yanmayı pişmişten sor. Aşkın kokusunu da âşığın yanık nefesinden kokla. Bu işaretlerden yola çık ve aşkı bilmek için âşık ol.”

Yine bir gün Mevlâna’ya, “Aşk nedir?” diye sorduklarında, şu cevabı almışlar; “Aşk Allah’ın elidir. Kim aşka tutulmuşsa o Allah’a tutulmuştur.”

Peki demişler, “Aşkın ağzı var mı?”

“Aşkın ağzı olsaydı, bu koskoca cihan, o aşkın ağzında ancak zerre görünürdü.”

“Aşkın kapısı var mı?”

“Aşkın kapısı görünseydi, bu âlemde padişahlık taslayanlar o kapıda ancak bekçilik yaparlardı.”

Bir insan aşka düştü mü, sevgilisinden başka bir şey görmez.

Nerde olursan ol, ne hâlde bulunursan bulun; sevmeye, âşık olmaya çalış. Sevgi mülkün, ülken oldu mu, boyuna âşık olursun; mezarda da, mahşerde de, cennette de âşık olursun; sonu gelmez ya; boyuna âşık olursun. Madem ki buğday ektin, kesin olarak buğday biter; ambardaki buğday da o biten buğdaydır. Mecnûn, Leylâ’ya bir mektup yazmak istedi; eline kalemi aldı, şu beyti söyledi:

“Hayalin gözümde, adın ağzımda, anışın gönlümde; söyle ben nereye mektup yazayım?..”

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…