🌹“Gayb âleminin suvârisi geçip gitti, bir toz kalktı; o yerinden gitti ama kopardığı toz hâlâ yerinde. Sen dosdoğru bak, sağa sola dönüp bakma! Onun tozu burada, fakat kendisi ölümsüzlük âlemindedir.”
Âgâh ol ki, velîler zamanın İsrâfilidirler. Ölüler, onlardan can bulur, gelişirler.
Ölü canlar, ten kefenlerine bürünmüş yatarlarken onların sesinden sıçrayıp kalkarlar.
Derler ki, bu ses, öbür seslerden başkadır. Çünkü diriltmek Allah sesinin işidir.
Biz öldük, tamamiyle çürüdük. Fakat Allah’ın sesi gelince hepimiz dirildik, kalktık.
Allah sesi ister örtü ardından, ister örtüsüz gelsin, Cibril vasıtasıyla Meryem’e yakasından üfleyerek ne verdiyse, insana onu verir.
Ey derileri altında yokluğun çürütüp yok ettiği kimseler! Sevgilinin sesiyle yokluktan dönüp tekrar varolun.
O ses, Allah kulunun boğazından çıksa da mutlaka Padişahtan gelmektedir.
Allah ona dedi ki; “Ben senin dilin ve gözünüm, ben senin hislerin, memnûniyet ve öfkenim.
Yürü! Benimle işiten, benimle gören sensin. Sır sahibi olmak da ne demek. Sen sırrın ta kendisisin…
Sen madem ki hayret âleminde Allah için olmak sırrına erdin, ben de senin olurum. Çünkü, ‘Kim Allah’ın olursa, Allah da onun olur.’
Sana bazen sensin derim, bazen de benim derim. Ne dersem diyeyim, ben parlak bir Güneşim…
Her nerede bir çırağlıktan parlasam, orada bütün bir âlemin müşkülleri çözülür.
Güneşin bile gideremediği, aydınlatamadığı karanlık, bizim nefesimizle kuşluk vakti gibi aydınlanır.
Her nereye hoşa gitmez bir karanlık çöktüyse, bizim parıltımızla orası kuşluk vaktinin Güneşi gibi olur.
Âdem evlâdına, isimlerini bizzat gösterdi. Diğer varlıklara, isimler Âdem’den açıldı.
Nûrunu, istersen Âdem’den al, istersen O’ndan; şarabı dilersen küpten al, dilersen testiden.
Çünkü bu testi, küple adamakıllı birleşmiştir. O iyi talihli testi, senin gibi görünüş zevkleriyle değil, hakîki neşe ile safâlanmıştır.
Cenâb-ı Mustafa: “Beni görene ve benim yüzümü gören kişiyi görene ne mutlu” dedi.
Bir mumdan yanmış olan çırağı gören, yakînen o mumu görmüştür.
Böylece o mumdan yakılan çırağdan başka bir çırağ, ondan da diğer bir mum yakılsa ve ta yüzüncü muma kadar, hep o ilk mumun nûru intikâl etse, sonuncu mumu görmek, hepsinin aslı olan o ilk mumu görmektir.
İstersen o nûru, son çırağdan al, istersen can çırağı olan ilk çırağdan, hiç farkı yoktur.
Nûru, dilersen son gelenlerin mumundan gör, dilersen geçmişlerin mumundan…
(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)
Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…