“Ey gönül! Sen güzelsin, o Hüsrev’in yüzünden büsbütün güzelleş, eğer hoş bir Hüsrev isen, o güzel Şirin’in Hüsrev’i isen gerçek aşka düş de Ferhat ol!”🌹
Kerem ile Aslı’ya bak, Ferhat ile Şirin’e bak.
O zamanlarda, Ferhat ile Şirin aynı sarayda yaşamaktaydı. Ferhat da sarayda hizmetli olarak çalışmaktaydı. Bir gün aşk çıkageldi ve Ferhat’la Şirin’i âşık etti. Bunun üzerine Ferhat babasından padişahın huzûruna çıkıp Şirin’i ondan istemesini rica etti. Padişah, Ferhat’ı kızına lâyık bulmadı, ama istemedi gönüller kırılsın, işi zora koşmak için;
“Şu dağı delip su çıkarırsan, Şirin’i sana veririm” dedi.
Ferhat aşkı uğruna, gece gün dağı delmeye başladı. En sonunda su fışkırdı. Su, Ferhat’ı altına alıp boğdu. Şirin, Ferhat’ın onun uğruna rûhunu verdiğini öğrenince, o da hançerini çıkarıp kalbine sapladı.
İşte aşk neler yaptırıyor.
Bu yoldaki Dedeler, biri Mevlevî canı olmak için geldiği zaman, “Hiç âşık oldun mu?” diye sorarlarmış. Eğer, “Olmadım” derse, “Ben seni nasıl derviş alacağım? Sana aşktan sevgiden nasıl söz edeceğim? Git bir şeyi sev, öyle gel” derlermiş.
“Birisinin destanı, aşk hikâyesi beni coşturdu, bana el çırptırdı. Beni canımdan etti, beni utanmaz, göremez, düşünemez bir hâlde yollara düşürdü. Hâsılı onun gönlü, benim gönlümü evirdi, çevirdi, istediği hâle, istediği şekle soktu.”🌹
Bir gün Abbasî Padişahı Harun-u Raşid, kendi soyundan olan Mecnûn’u aşk yüzünden düştüğü hâllerden kurtarmak için bir çare düşündü ve Mecnûn’u saraya çağırttı. Aynı zamanda Leylâ’yı da saraya getirtti ve bir odada bekletti.
Padişah Mecnûn’a sordu;
“Yâ Kays (Efendi), nedir senin bu hâlin? Şimdi sana bir sürü güzel kızlar göstereceğim, onlardan birini seç ve evlen, Leylâ’dan da vazgeç.”
Birbirinden güzel kızlar Mecnûn’a sunuldu. Mecnûn hepsini gözden geçirdikten sonra, çekildi kenara ve eğdi başını önüne;
“Ben yine Leylâ’mı isterim” dedi sessizce iç geçirerek.
Harun-u Raşid bu cevap karşısında şaşırdı kaldı. Hizmetlilerine seslendi ve;
“Getirin Leylâ’yı buraya” diye emir buyurdu.
Biraz sonra içeri kara kuru, pek de güzel olmayan, hattâ bir kömür sopasını andıran Leylâ girdi.
Padişah hayretle sordu;
“Yâ Mecnûn” dedi, “sen bunun neresine âşık oldun?”
Mecnûn kaldırdı başını, padişahın gözlerinin içine baktı ve dedi ki;
“Şevketli padişahım, sen senin gözlerinle göremezsin Leylâ’nın güzelliğini. Eğer ki benim gözlerimle bakabilsen, görürsün Leylâ’nın gerçek yüzünü. Âşık olursun da o zaman hak verirsin bana.”
Mecnûn, Leylâ’nın aşkına dalmış ve bu hâle gelmiş. Başkalarında da göz vardı, yüz vardı, dudak vardı, burun vardı; onda ne görmüştü de bu hâle gelmişti?
Güzellik gözdedir, nesnede değil.. Bir şeyi güzel gösteren istektir, aşktır. İsteksiz bakışa güzel de çirkin görünür. Bu yüzden Leylâ’yı sen başka görürsün Mecnûn başka görür. O hâlde güzele kendi aşksız gözünle bakmayı bırak, Mecnûn’un tutuşmuş gözleriyle bak.
(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)
Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…