MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 23

🌹“Zülfünün yüzünden gönlümün ayağı çukurdadır. Çünkü zincir gibi halka halka birbirine girmiştir. Zülfünü yakalayınca hemen elime sarıldı, bırak dedi. Sus, dedim, bugün tutunacak gündür.”

O açıklayıcı imam, o Tanrı velîsi safâ ehlinin vücut güneşidir. Yerde, gökte, mekânda, zamanda Hakk’la duran o imamın zâtî, iç ve dış temizliğiyle vasıflanmak vâciptir. Çünkü küfürden, ikiyüzlülükten kurtulmuştur, temizdir…

Onun konağı birlik âlemidir. Dünyevî ve beşerî sıfatlardan dışarıdır. O, insanın hakîkati ve canı gibiydi. Her şey fânîdir, fakat can yaşar, ölmez. Onun hareketi kendinden diri olan ezelî varlıktandır. Bekâ çevresinde döner dolaşır, yaratıkları yaratanın zâtı gibi o bâkîdir. Hakk’ın yüksek sıfatları Ali’nin vasfıdır. Hakk’ın sıfatları zaten ayrı değildir. O, Tanrı’nın zâtine yapışmış o olmuştur. Hani duyduğun lâhutun o gizli hazinesi yok mu; işte o odur. Çünkü o, Hakk’tan Hakk’la görünmüştür. O hazinenin nakdi, tükenmez ilimdi. İşte o ilimden maksûd, yüce Ali’dir. Hakk’ın hikmetini ondan başka kimse bilmez. Zîrâ o hâkimdir, her şeyin bilginidir.

İbtidâsız evvel o idi, sonsuz âhir de o olur. Peygamberlere yardım eden o idi, velîlerin gören gözü de hakîkaten odur. Yüzünün nûrlu parıltısı, kendi ziyâsından bir güneş yarattı. O, Hakk iledir; Hakk ondan görünür. Hakk’a ki, o Hakk ile ebedîdir.

Âdemin toprağı onun nûrundan idi. O sebeple meleklerin tacı oldu; Allah’ın isimleri ondan belirdi. O temiz ve yüce imamın ilmi sayesinde, Âdem, her şeyi anladı. O nûr tek olan yaradanın nûru olduğu içindir ki, melekût onun huzûrunda secde ettiler. Evet, muhakkak ki, Âdem, o imamın nûriyle bütün ilâhî isimleri bildi…

Şit, kendinde Ali’nin nûrunu gördü ve yüksek âlemi öğrendi. Nuh, kendini yüksek menzîle ulaştırıncaya kadar, istediğini hep ondan buldu. Yine ondandır ki kurtuluşa eren Nuh, dehirde gayret tufanını buldu da belâdan kurtulmuş oldu. Halil Peygamber, dostlukla onu andı da, ateş ona al lâle oldu. Nemrud’un ateşi, o Allah’ın dostuna hep gül, nesrin, lâle oldu. Yine o idi ki, keyfiyle kendi koyununu İsmail’e kurban etti. Yusuf, kuyuda onu andı da o saltanât mülkünü süsleyen tahtı buldu. Yakup, onun önünde birçok inledi de Yusuf’un kokusunu alıp gözleri açıldı. İmran’ın oğlu Musa, onun nûrunu gördü de uzun geceler hayran kaldı. Kırk gece kendinden geçti; kavuşma ve görüşme zevkine daldı. Sonra dedi ki: Yâ Rabbi! Bana bu lütfundan bir alâmet ver.

Hakk ona işte sana (Yed-i Beyzâ) nûrlu eli verdim; dedi.

Yine Ali’nin vergisidir ki, Meryem’e arkadaş oldu da İsa vücuda geldi…

O şerîatte ilim şehrinin kapısıdır. Hakîkatte ise iki cihanın beyidir. İki cihanın sultanı Muhammed, Hakk’a yakınlık gecesinde, Allah’a kavuşmanın harem yerinde onun sırrını gördü. Ali’nin nutkunu, Ali’den dinledi. Ali ile birleşilen o yerde Ali’den başka bulunmaz.

Allah yolunda gidenler isteyicidirler; Ali istenilendir. Söyleyenler söylerler, susarlar. O, susmaz, söyler. Ebedî ilim, onun göğsünde parlayıp göründü. Vahyolunanların sırlarını, o hakîkat olarak bildi ve bildirdi. Ümmetlere haykırdı:

– Allah yolunda Ali, sizin kılavuzunuzdur.

Allah’a içi doğru olanlar yüzlerini ona çevirmişlerdir. Zîrâ o şâhtır, doğru yolu gösterendir, efendidir…

O, bütün Peygamberlerin sırrında idi. Cenâb-ı Mustafa: – Benimle açıkça beraber bulundu, dedi.

Dinde evvel, âhir o idi. Allah ile içli, dışlı o idi…

İşte bunları söyledim ki, bu yüksek mânânın nüktesini öğrensin de yüksek velâyete eresin. Sence apaçık bilinsin ki, hakkiyle yüce olan odur.

Ey efendi! Benimle boşuna kavga etme. Bu böyledir. Hakîkat budur ki, biz hepimiz zerreyiz, güneş odur. Biz hepimiz damlayız, deniz odur.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 22

🌹“Başımı, senin eşiğinin toprağına koyarım; gönlümü, senin gönüller alan saçlarının büklümlerine veririm… Canım dudağıma gelmiş; tez dudağını getir de bahaneyle canımı ağzına vereyim gitsin.”

Ben, Muhammed’in nûru sırrına dayanarak derim ki, Tanrı tamamiyle zevktir, tatmayan anlamaz. Ben, o zevkim ve o zevke baştan ayağa gömülmüşüm. İman, tamamiyle zevk ve şevktir.

Aşkın dudakları şiir, dili mûsikîdir.

Ah, yine benim içime bir ateş düştü; bu dîvâne gönlüm, gene sahrâlara doğru yollandı…

Ey özü, sözü nûr olan; ey bütün yüreklere hükmeden gönül! Sen aşkı kendine seçtin de canın her dileğine erdi…

Yaş, kuru herkesin gözü birbirine bakmış kalmıştır; fakat senin gözün öyle değildir, o gözün bakışı yalnız Allah’adır. Herkesin gözü de isterim ki, senin üzerinde olsun. Zîrâ senin elin Allah’ın elidir. Senin gözün Allah’ın mestidir. Allah’ın gölgesi, herkesin üzerinde ebedîyyen kalsın.

Halkın iştiyâk inlemeleri sizdendir. Peki, sizinki kimdendir? Bunların hepsi aşktan doğdu. Aşk acaba neden doğdu? Ey Hakk’ın ve dinin Sevgilisi! Sen vücut mülkünün mâlikisin. Aşk, senin gibi bir Keykûbad daha âlemde görmedi.

Allah’ın Kur’ân’da ‘Nûn vel kalemi ve ma yesturûn’ diye yemin ettiği kalem, Muhammed’in yüce vasıflarını ve Kur’ân’ın öz mânâlarını yazmış olan onun kalemidir.

O kalemin gölgelerinde, bir güzelin yanaklarına düşen siyah saçlarının parlak akisleri gibi, gönülleri aydınlatan ve daima süsleyen ilâhî bir nûr vardır. Karanlıklara, mehtaptan yapılmış selsebillerden kevserler akıtan ve hayat suyu ile kupkuru çölleri, çoraklıkları sulayan hep o kalemdir. İrfân vadileri o kalemden gelen tazelikle, nûrla yeşillenir ve ışıklanır. O kalemden hep aşk şarabı akar, neş’e nûru damlar. İnsanlar için o kalem bir sûrdur, onları diriltir, aşk mahşerine toplar. Onun bir nafhâsı vardır ki, her nefesinden Allah’ın güzel kokusu gelir. Onun çizdiği yollar o kadar parlaktır ki, o yolda yürüyenleri, Allah’ın gözler kamaştıran cemâline ulaştırır.

Gönüller için o kalem, aşk Cebrâilinin ilham şehperidir, her kımıldayışında başka bir can âleminin havası gelir, başka bir safâ ve hayat göklerinin parlak maanî yıldızları görünür. O kalemden çıkan şiirler, aşkın en mûnis, en sevimli sesidir. O kalem, yâ Rabbi! Ne mûciz, ne rûhanî bir kalemdir…

Bir ucu Hakk’ın dudaklarını öper bir ney midir? Yoksa o, yüzü Hakk’ın parmaklarını okşar bir çeng midir? Bilmem… Daima şen ve neş’eler serpen o kalem, bazen bir mûsikî ahengi belâgatiyle inler, bazen bir bülbülün terennümlerindeki sevimli feryâdlarla söyler. Ah, onun inleyişlerinde, feryâdlarında bile aşkın, visâlin en güzel kokusu, en tatlı ve en heyecanlı lezzeti vardır.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 21

🌹“Yâ Rab aşk belâsıyla içli dışlı kıl beni, bir an bile ayırma aşk belâsından beni. Az eyleme yardımını dertlilerden, çok aşk belâları ver bana. Gittikçe artır sevgilimin güzelliğini, bana gelince onun derdine daha çok müptelâ et beni.”

Yine huzûrunda ölmek için salına salına geldim ey defalarca beni gamdan, gussadan, sıkıntıdan kurtaran güzel.

Ben kupkuru, şahrem şahrem yarılmış yeryüzü gibiyim, bulutum da lütfundan, miskim de; gök gürültüsünden başka bir ses istemem, elime kıvrım kıvrım siyah saçlarından başka bir şey almam, başka bir şeye sarılmam.

Sana tutsak olmak, beylikten, hürlükten yüz kat iyi, hele, ey gönlü hasta tutsağım benim, dediğin zaman.

Sana gelen, sana ulaşan bir avuç toprak, senden kaçan, senden uzak bulunan altından yeğdir; hele bir, a benim azıksız yoksulum, dediğin an yok mu?

Macerayı bırak artık, nerde akıl ki olanla, bitenle uğraşacak; virdim de çeng, zikrim de; şeyhim de şarap, pîrim de.

Ey sarhoşların canlarına can, ey eli darların definesi, güzelliğin cennetinde bala, süte gark oldum ben.

Kıyâmeti gördüm, kendimi kaybettim, varlığım görünmez oldu; yay gibi ikiye büküldüm amma ok gibi de uçup gidiyorum.

Ey kendisinden ayrılmama imkân bulunmayan dost, bir avuç topraktım ben, senden esip gelen yel tozuttu, havalara kaldırdı, yüceltti beni, fakat sensiz nerelere gideyim?

Ey göz nûru, din nûru, akıllıca otur dedin, ey perdelerimi yırtan, beni kendi hâlime mi bırakıyorsun ki?

Elest kuluyum, o zamandan seninim, sonra da o zâlim, o gaddar ayrılığın beni tutmuş, pervâsızca sürüp duruyor.

Yüzünün ilkbaharı olmadıkça şu ağacım, nasıl güler, hamurumu sen yoğurmazsan mayam nasıl tutar?

Sofranı, nimetlerini göreli tiritten kurtuldum; varlığını gördüm de o andan beri varlığımdan kaçıyorum.

Benden kaçtın, vazgeçtin mi akıldan da geçerim, candan da; benimle oldun, bana tecellî kıldın mı esir kubbesinden ta üstüne çıkarım.

Oturdum mu ey can, bir selâmcık ver bana, selâmımı al; çünkü bu son oturumum selâmsız olmaz.

Nasıl el çırpmayayım ki, güzelim elimde benim; nasıl ayak vurmayayım ki zir perdem bem oldu, altüst olmuşum zaten.

O sevgiliye bizden selâm götür, öylesine bir doğuya tapı kılmak iyi, çünkü ben de onun yüzüyle nûrlanmışım, onun yüzünden nûr istiyorum.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 20

🌹“Geç ey seçilmiş dost; çünkü nurun ateşimi söndürdü.”

Hazreti Muhammed’in hadîsini duymadın mı; o serverin ne dediğini işitmedin mi?

Cehennem mümine böyle der buyurdu: Geç ey seçilmiş dost; çünkü nûrun ateşimi söndürdü; işimi gücümü yele verdi.

Cehennem, müminin yüzünden tümden söner, ölür giderse, parça-buçuk nefis ne hâle girer? Artık sen söyle.

Şeyhe sarıl da kötülüklerden kurtul, iyiliklere yüz tut. İşin gücün, çalışıp çabalamakla değil, onunla iyileşir; o senin zehirini giderir; sana şekerler verir.

Kılavuzla varılacak yere, kavuşulacak ere varıp kavuştuktan sonra delilden bahsetme; bilinecek şeyi bildikten sonra bilgiden hiç söz açma, kavuştuktan sonra artık ayrılıktan söz etme; iyi değildir bu; sözden geç artık, çünkü ulaştıktan sonra araman, âdetâ ırmak içinde su aramaktır.

Bilinen şey hakkında tam bilgi elde ettikten sonra, gene bilmeye çalışmak, anlamsız bir şeydir. Delâlet edilen şeyi elde ettikten sonra delili anmazsın artık.

Maksada ulaştıktan sonra gene de onu araman, dilemen, bir şeyi bulduktan sonra onu bir daha aramaktır; onu tekrar aramaya kalkışma.

Ona kavuştun, bir oldun mu, sende senlikten eser kalmaz ki, kalan O’dur, O’ndan başkası yiter gider; O’nun dilemediği her şey ortadan kalkar. Artık sen, Allah’a kavuştun, ebedî oldun; O’nun şarabını içtin, neşeyle kandın demektir.

Şeyhin bağışını ebedî rûh bil; öylesi rûhu da şarap say, sâkî tanı. O’nun bağışı, güzeldir, mumdur, şaraptır; ama bunların üçü de birdir, ayrı sanma. Zevki bir gör, iki görme; cevizle kuru üzüm gibi onları birbirinden ayırma, çünkü o yola ikilik sığmaz; sen kalma, çünkü senlik o durağa sığışmaz. Birde yok ol, sayıdan geç ki Allah’dan binlerce yardıma nâil olasın. Addan geç, ad sahibine yürü; adı bırak, gel de ad sahibi ol.

Katreydin, coş köpür, deniz kesil; aşağılığı bırak, yüceye ağ. Kendine gel, aslından ayrılma, gel beri; O’nun aslı da sendedir, faslı da. Çünkü öz-özet sensin; âlemse tortudur. Sen, pek, hem de pek büyüksün; âlemse küçücük bir şey. Sen tek bir şeysin, dağlarsa yüzlerce; o kadar da ağır, ama onları yerlerinden kaldırıveren sen değil misin?

Bu dünyanın sonu sınırı var; o âleminse ne kıyısı var, ne sonu. Bunu gören göğe ağdı; Hakk’ın verdiği zevkle, şevkle perdeleri yırttı gitti.

O aşkın derdi, perdeleri yırtar; hattâ yen, göğü bile deler geçer. Sen yok oldun, kalmadın mı, o vakit O gelir, görünür; o zaman anlarsın ki ortada senden başka kimsecik yok; değil mi ki sen şeyhine itaat ediyorsun, hem rûh kesildin hem beden, ikiniz de zevkle dopdolu bir hâle geldiniz demektir, ikiniz de şevkle dirildiniz artık. Bütün bedenlerdeki şevk birdir; sen bedenleri bırak da zevki şevki bir bil.

Şevk şüphe yok ki seni cennetlere götürür; hem de öyle cennetlere ki gönüllerden, öz arılığından var olmuşlardır.

Ben bu aşağılık âlemden feryâd etmedeyim; çünkü herkesi her solukta kendine meftûn etmede, aldatmada; gözünün önüne güzeli diker, bağı bahçeyi getirir; tatlı içinler sunar, oysa zehirdir, zakkumdur onlar.

Dünyanın bezentileri, gönül perdesidir; çünkü hepsi de sudan topraktan var olmuştur.

Beden bakımından altı yönle beş duygudan ibaretiz ama, her birimiz, yüzlerce defineyiz. Melek gibi göğe uçmadayız, arılık-duruluk göğüne yücelip durmadayız.

Can gibi başsız-ayaksız gidiyoruz; yuvar-teker, yerden, yersizlik, mekânsızlık âlemine yürüyoruz.

Beden hapishânesinde dört mıhla çakılmışız, çarmıha gerilmişiz ama şüphe yok ki hepimiz de O’nun nûruyuz.

Aşk dünyasında ikilik yoktur; geç ikilikten; hepsi de tümden, sensin, sen…

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 19

🌹“Can kimdir ki, gözlere senin gibi şirin görünsün? O, gözüyle, gönlüyle seni avlamaktadır sanki. Mezarımın üstünde bir diken bile bitse, o diken aşk ile feryâda gelir.”

Bilmem işittin mi? Akıllı, bir adam, Hindistan’da dostlarından iki üç kişinin uzak bir seferden geldiklerini, aç ve çıplak bir hâlde bulunduklarını gördü.

Bilgiden doğma merhameti coşup “Hoş geldiniz” dedi, güller gibi açıldı.

“Biliyorum… Karnınız bomboş, pek açsınız. Açlıktan adeta Kerbelâ’ya düşmüşsünüz, bu yüzden bütün mihnetlere uğramışsınız.

Fakat dostlar, aman Allah için olsun sakın fil yavrusu yemeyin.

Şimdi gideceğiniz yolda filler vardır… Benim öğüdümü can-ı gönülden dinleyin.

Yolunuzdaki fil yavrularını avlamak istersiniz. Bu, gönlünüze pek hoş gelir.

Onlar pek kuvvetsiz, pek lâtif ve semizdir. Fakat anaları pusudadır, onları korur.

Yavrusunun ardından feryâd-ü figân ederek yüz fersah yol yürür, evlâdını arar durur.

Hortumundan ateşler saçar, dumanlar savurur. Yavrularına merhameti çoktur. Sakın ha yavrularını avlamayın” dedi.

Yavrum velîler de Tanrı çocuklarıdır. Onlar ortada olsun, olmasın… Tanrı, mallarını, canlarını korur, onların ahvâlinden haberdârdır.

Sakın noksanlarını bulup aleyhlerine gıybet etme. Onlar için kin güden, onların öcünü alan Tanrı’dır.

Tanrı dedi ki: Bu velîler benim çocuklarımdır. Gariplik âlemindedirler, eşleri yoktur. Ne işleri vardır, ne güçleri.

Halkı imtihan için hor ve yetim görünürler. Fakat hakîkatte dostları da benim, nedîmleri de.

Hepsi de benim korumama arka vermiştir. Sanki onlar, benim cüz’ülerimdir.

Sakın, sakın! Bunlar benim hırka giyenlerimdir. Binlerce kişi arasında yüz binlerce kişidirler, fakat yine de hepsi bir vücuttur.”

Öyle olmasaydı bir tek Musa, bir tek sopa ile Firavun’un altını üstüne getirebilir miydi?

Öyle olmasaydı Nuh, bir beddua ile doğuyu batıyı sulara gark edebilir miydi?

İhsân ve kerem sahibi Lut, zâlimlerin şehirlerini perişan eyleyebilir, yerlere batırabilir miydi?

Cennete benzeyen şehirleri Karasu Diclesi oldu. Git de gör.

Bu Karasu Şam tarafındadır. Kudüs’e giderken yolda görürsün.

Hakk’a tapan yüz binlerce peygamber yüzünden her devirde nice azaplar oldu.

Söylesem uzun sürer. Ciğer de ne oluyor ki? Dağlar bile kan kesilir.

Dağlar kan kesilir de sonra yine donar, kalır. Sen bu kan oluşu görmezsin, çünkü körsün, kötüsün… Bu görüşten ne kadar uzaksın!

Bu kör, ne şaşılacak kördür; uzağı görür, gözü de keskin. Fakat yalnız devedeki yükü görür.

İnsan, hırsından her şeyi kıldan kıla görür, bilir ama oynayıp salınmasında hayır yoktur, bu oynayış şerle doludur.

Benliğini kıracak yerde oyna, salında şehvet yarasının üstündeki pamuğu çek, kopar.

Erler, meydanda oynar, dolanır, kendi kanları içinde raks ederler.

Varlıklarından kurtuldular mı ellerini çarpar… Noksanlarından ayrıldılar mı raksa girerler.

Çalgıcıları, içlerinden def çalar… Denizler, onların coşkunluğunu görüp köpürür.

Sen görmezsin ama onların gayretinden yapraklar bile dalların üstünde el çırpar.

Dalların el çırpışını görmüyorsun değil mi? Buna can kulağı gerek… Ten kulağıyla duyulmaz ki.

Baş kulağını alaya, yalana, dolana kapa da aydın can şehrini gör.

Muhammed’in kulağı, sözlerin içyüzünü duyar. Tanrı, ona Kur’ân’da “Kulağın ta kendisi” der.

Bu peygamber baştanbaşa kulaktır, gözdür. Onun merhameti süt ninedir, biz de onun süt emer çocuklarıyız.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 18

🌹“Bağı çöz hür ol. Ne vakte kadar altın ve gümüş kaydıyla bağlanıp kalacaksın?..”

Aşk ile kanat aç da can doğanı lâmekâna uçsun. Aşağılık dünyanın Hakk’dan gaflet veren ve gönül aldatan alâyişinden temizlen ki şeytanın tuzağına tutulup acze düşmeyesin. Aşkından esvâbını yırtan bir mest olursan insana yaraşmayan vasıflardan kurtulur, temizlenirsin. Gönül kuşunu aşk tuzağında rahat ettirmeye bak, aşk şarabı kadehinden sermest olmaya bak.

🌹“Bütün mâşuktur, âşık perdedir. Diri mâşuktur, âşık ölüdür…”

Sevgili ışık gibi yüzünü parıldatınca, âşık kendini pervâne gibi yaktı. Mâşukun işi görünerek cömertlik etmek, lütfeylemektir. Âşıkın işi yokluktur, kendindeki varlığı gidermektir. Mâşukun işi cefâ ile âşık öldürmektir. Âşıkın işi kendinden geçmek, bihûş olmaktır. Aşkta, mâşuku istemek yolunda, âşık doğru davranmak, edebi korumak yolunda da can fedâ etmektedir.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 17

🌹“O’nun Kibriyâsının çatısının altında öyle Allah dostları vardır ki, melekleri avlarlar, Peygamberleri ganîmet alır, tuzaklarında Allah’ı tutarlar…”

Hazreti Ahmet’in bedeni ve bedenine ait sıfatları şu an Medine toprakları altında uyumakta fakat onun doğruluk makâmındaki o ulu huyu, ve bâkî olan rûhu apaydın bir güneş gibidir! O bâkî rûh hiç değişmez, hiç başka bir hâle gelmez. O uykuya ihtiyacı olmayan bir arslandır, fakat kendini öylece uyur gösterir… Hayvanî duyguyla bakanlar, sahîden uyuyor, hattâ ölmüş sanırlar!

Pak ve tertemiz aşk, Muhammed’le eşti. Tanrı aşk yüzünden O’na “Sen olmasaydın, gökleri yaratmazdım…” dedi. Çünkü O aşkta tekti. Onun için, Tanrı O’nu peygamberler içinden seçti.

Senin nûrun olmadıkça aydın gün bile gecedir… Sana sığınmadıkça arslan bile tavşan kesilir! Ey Mustafa, bu nûr denizinde bizlere kaptanlık et… Akıllılara bir yol gösterici lâzım… Hele yol, deniz yolu olursa!

Doğru yolu gösterenin işi budur; sen de doğru yolu gösterensin… Âhir zamanın yasına neşesin sen!

Ey benim ulu peygamberim, sen vaktin İsrâfil’isin; kim kıyâmet nerde derse a güzelim, kendini göster, işte kıyâmet benim de! Bu kıyâmetten yüzlerce âlem kopmada!

🌹“Zülfünün uçları gibi perişanız elinden. Hem güzelsin, hem de öyle zülfün var… Biz artık senin olduk. Her nerede bulunsak sofrandayız. Senin yolcun, senin konuğun, yalnız senin konuğun olduk…”

Allah’ın armağanları olan rûhlar, peygamberler şâhının yoluna toprak kesilmişlerdir.

Tahtı, mekânsızlık âlemi olan o padişâhın süpürgecileridir Hakk’a en yakın olan melekler bile.

Öyle bir padişâhtır ki Ay bile ayağını öpmek için parçalanmıştır, yıldıza dönmüştür.

Cebrâil, onun nimetinin bir habercisidir; Mikâil, onun vekîlharcıdır.

Tertemiz zâtı, “Sen olmasaydın” sözüyle övülmüştür; sıfatları, Kur’ân’a zarf ve mazrûf olmuştur; Kur’ân, onun sıfatlarını bildirir; sıfatlarıysa Kur’ân’da mevcuttur.

Sayvanının kapısı, “Kâbe kavseyn”dir; iki âlemin bilgileri, ayağının altına döşenmiştir.

Mertebesi arş gibi yüce olan Melekût padişâhıdır; derecesi ferş olan Ceberût ayıdır.

Yaratılışı, varlık âleminin yaratılışına sebep; ümmeti, ilim sırrının mirasçısı.

Allah’ın birlik aynası, tümden, olduğu gibi, onun vücudunun aynasıdır. Gerçek inançtan haberin olsun; sana bir Allah’la bir peygamber yeter.

Misk gibi simsiyah olan İsrâ gecesi, onun peygamberlik fermânındaki tuğradır, Tanrı mühürüdür, Tanrı tasdîki.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 16

🌹“Senin aşkınla âlemin Erganun’u olmuşum. Senin mızrabınla her hâlimi açığa vurdum… Şimdi kılığım bir saza döndü. Hangi perdeme dokunsan oradan inliyorum.”

Rûhun rengi yoktur. Fakat renkli camlardan görünen ışık, renklenir.

Tanrı, kendi zâtında suretsizdir. Fakat kâinatta ve Âyân-ı Sabite’de dilediği surette görünür.

Tanrı’nın âlemi yaratması, birçok değişik suretlerde Hakîkat-i Mutlak nûrunun görünmesidir. Varlığı kendinden olan Hâlik’in aynasıdır.

Bütün varlıklar o bahçeden otlarlar. İster burak olsun, ister cinsi güzel atlar, ister eşek…

Fakat kör at, körce otlar da onun için red ve inkârdadır.

Yeryüzünde ne varsa hepsi fânîdir, ancak ululuk ve kerem sahibi Rabbin cemâli bâkîdir.

Çünkü her şeyin asıl hakîkati, ezelî ve ebedî varlığı kendinden ve daima var olan görünüşleri ise, göklerin ve yerin nûru olan Allah’ın nûrunun gösteriş gölgesidir.

Hakk, Kur’ân’da, kâinatta görünen maddîyata ve rûhlar, gaybî suretler gibi görünmeyen mânevîyata and içmektedir. Bu ilâhî bir işaret ve nüktedir. Her şey hadd-i zâtında kutsal, her şey aslında temizdir, mübarek ve güzeldir. Çünkü her biri Hakk’ın esmâ ve sıfatlarına, sanat ve kudretine aynadır. Hepsi de Allah’ın nûruyla görünmüştür. Bunların bir kısmında çirkinlik, kötülük, sapıklık varsa, hepsi de görünüştedir. Surî, arizîdir; hakîkatte değildir.

İnsan, kendindeki iğreti benlik perdesini, eşya ve esmâ gölgesini, gözünün önünden kaldırıncadır ki, mânânın yüzü, müsemmânın nûru görünür.

Rabb-ül âleminin mânâlar denizi olan dinin Şeyhi: “Mânâ yok mu? İşte O, Allah’tır” dedi.

Ey Allah’ım! Yüz binlerce tuzak ve yem var; bizler de aç kuşlar gibiyiz. Her birimiz birer doğan olsak da, her an yeni bir tuzağa tutuluyoruz.

Sen bizi her zaman tuzaktan kurtarıyorsun. Ey ganî ve müstağnî olan Allah’ım! Biz yine bir tuzağa doğru gidiyoruz.

Ama her adımda binlerce tuzak olsa, sen bizimle oldukça hiç gam yok! Biz çenk gibiyiz, sen mızrap vurmaktasın; inleme bizden değil, senden!

Biz ney gibiyiz, bizdeki nağme senden. Biz dağ gibiyiz, bizdeki sadâ senden.

Kazanıp kaybetme de olan satranç gibiyiz; ey huyları güzel! Bizim kazanıp kaybetmemiz sendendir.

Biz yokuz. Varlıklarımızı, fânî suretle gösteren, vücûd-ı mutlak olan sensin.

Biz arslanlarız; ama bayrak üstüne resmedilmiş arslanlar! Onların zaman zaman hareketleri, hamleleri rüzgârdandır.

Hareketimiz de varlığımız da senin vergindir. Varlığımız senin îcadındır.

İn’âm ve ihsân lezzetini bizden esirgeme!

Bize, bizim işlerimize bakma; kendi ikrâmına, kendi cömertliğine bak!

Sen bize bu isteği, biz istemeksizin verdin; hadsiz, hesapsız ihsânlarda bulundun.

Ezelde bağışladığın şu irfân damlasını, denizlerine ulaştır.

Ey yardım dileyenlerin yardımcısı, bize hidâyet ver. Bilgilerle zenginlikle övünmeye imkân yok.

Kerem ederek hidâyet ettiğin kalbi azdırma; takdîr ettiğin kötülükleri bizden defet.

Kötü kazaları üstümüzden esirge; bizi sana razı olan kardeşlerden ayırma!

Senin ayrılığından daha acı bir şey yok; sana sığınmazsak, sen esirgemezsen işimiz gücümüz ancak kargaşalıktır.

Allah’ım, gözlerimiz sarhoş bir hâle geldi. Yüklerimiz sırtımızı ağırlaştırdı, büktü. Sen bizi affet!

Ey gizli olan Allah’ım! O âleme de doldun, bu âleme de. Doğu nûrunun üstüne de yüceldin, batı nûrunun üstüne de.

Ey zâtı gizli, ihsânı açık Allah’ım! Sen su gibisin, biz ise değirmen taşı. Sen yel gibisin, biz toz. Yeli gizlersin; tozu ise meydandadır.

Sen can gibisin, biz de el ve ayağa benzeriz. Elin hareketi de can vasıtasıyladır.

Sen akıl gibisin, biz şu dile benzeriz. Bu dil, şu anlatışı akıldan alır, akıldan beller.

Rabb’imiz, biz nefsimize zulmettik, bir hatada bulunduk. Ey merhameti bol Allah’ım, bize acı!

Ey suçluların feryadına yetişen! Ayrılık acısını erkeklerden de uzaklaştır, kadınlardan da.

Senin vuslatını umarak ölmek hoştur; fakat ayrılığının acısı yok mu, ateşin de üstündedir o.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 15

🌹“Ben ölürsem siz beni geri getirin, ölü bedenimi sevgilime teslîm edin! Eğer o solmuş dudaklarıma bir öpücük kondurur, ben de hemen dirilirsem buna hayret etmeyin!”

Söylemiyeyim, demiştim. Fakat söyliyeceğim. Ben nerede, sözünde durmak nerede?.. Yeryüzü baştan başa tövbe bitirse, onun hepsini aşk bir anda ot gibi biçer gider… O sebepten ki, tövbe hûrî gibidir; aşk ise kükremiş deniz gibidir, dağ gibi yükselen coşkun dalgaları durdurulmaz.

Allah, her derdin yanısıra bir ilacını vermiştir. Aşk derdi de eskidir ama ilaçsız kaldı…

Eğer aşk derdinin devâsı varsa, bu devâ senindir ve senden olur. Zîrâ on kat damı olan semâyı saman ve çöplere kim kapayabilir?

Her kimin rûhu, Allah’a karşı, “Yokluk iftihârımdır.” nevbetini çalarsa o kimse tâca, tahta, gösterişe ne diye iltifat etsin?..

Hakîkatlerin bağı ve çimenliği cihanı tutmuşken, neden birkaç panzehir otu arasında otlar dururlar? Neden?

Bugün ben âşıklar terzisinin dükkânına gidiyorum ki, bin arşın sevdâdan bana bir esvap yapsın. O, istediğim gibi bol bol keser ve yakışıklı esvap diker. Öyle bir esvap diker ki, seni Azrâ, o esvapta görünce beğenir; sen bir iken seni onunla çift eder. O tek güzelle seni öyle birleştirip diker, öyle uzlaştırır ki, bütün ömrünce gönlünü ona verirsin. Ondaki o ne ibrişimdir, o ne sağlam bir sanat inceliğidir, o ne parlak eldir!..

Sen gönlünü bütün bütün ona verince, mekânsızlık ve birlik makâmından ininiz; emrinin, eşi görülmemiş makas yarasının yarığı kavuşur ve sağlaşır…

Ben onun parça parça şeyleri biraraya toplaması sanatına hayran oldum. Çılgın bir âşıkın renkten renge değişen hatırı gibi, yok ve var ederek ayrı ayrı şeyleri birleştirmesine, düzeltmesine derin hayranlığım vardır…

Gönül topraktan yapılmış bir yazar bozar tahtasıdır; o da gönül mühendisidir. Eşyanın hakîkat rakamlarını, resimlerini onda ne güzel gösteriyor…

Gönül tahtasında seni, sayılar gibi, bir başkasına çarparcasına o Mimar kendine çarpsa, ne çıkar?.. İşte çarpmanın hasılını gördün ya; şimdi gel kıymeti de gör: bir damlayı o, denize nasıl akıttı ve deniz yaptı!.. Bütün birbirine zıt olanları biraraya toplamakla ve uzlaştırmakla karşıladı… 

Sükût et; bu eşsiz şaşılacak kudretlerden fikrin parmağı ağzında kaldı!.. Ben, binlerce geniş kırba, binlerce geniş karın isterim. Zîrâ âb-ı hayat lezzetlidir ve ben susuzum, kana kana su istiyorum…

Gönlünü kaptıran âşıktan ne diye vefâ istiyorsun? Gönül gidince vefâ da arkasından gitti… Dün gece, yalvarış zamanında, canların tarafsızlık yönünden gelen iniltileri ve feryâdı beni uykudan uyandırdı…

Ben yüzlerce çomak arasında kalmış bir top gibiyim. Öyle bir top ki, meydandan ve dağdan bir taştan öbür taşa zıplar, yuvarlanır. Yuvarlanır, ama Şâhın niyeti nerede, topun niyeti nerede? Yârin boyu nerede, Sâlâ haykırışı nerede?…

Ben sana olan şevkimin taşmasından deniz gibi coştum. Ey her şeyi bilen Şâh! Ey konuşan inci! Sen söyle…

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 14

🌹“Sende bir güzellik var ki, büyüsü cihanı sarmıştır. Seni kıskanan hayırsız kıskanç o güzelliği nasıl anlayabilir. Yanağının kırmızılığı ateşinden yahut kuruluğundan değil, belki uğrunda ölen âşıkların kanlarının rengidir.”

Gidelim, deniz kıyısında bir ev tutalım. Çünkü deniz cömerttir, inciler verir. Bil ki, canla sohbet, kişiyi canla renk yapar. Tıpkı gökle sohbetten yıldızlar güzelleştiği gibi…

Meselâ elin vücuduna yapışıkken birçok hüneri vardır; fakat cisimden ayrılınca denizden ayrı düşmüştür. Ten canla sohbette oldukça güzeldir, güzel işler yapar. Ya can gibi (Azrâ) sevgili olursa, zavallı ten ne olmaz?… Ama elsiz olsan, senin hünerin nerede kalır?… Çünkü o zaman buluşma zamanı değil, ayrılık zamanıdır.

Allah Allah… Haydi yârin nazını çek, sakın bıkma. Yârin nazı binlerce helvadan tatlıdır. Ayrılığı görmedin, Allah sana göstermesin…

Bu bir duadır ki, bundan güzel hiçbir dua olmaz.

Bizim cüzî olan rûhumuz, küllî olan rûhtan ayrılınca:

“İhbitu!” (Aşağı ininiz!) emriyle öyle bir yüksekten indi ki, kesik el gibi işinden kaldı, kediye azık oldu. Bu ne büyük bir belânın delilidir… O kedinin elinden nice arslanların pençesi faydasız kaldı. Çünkü kedi onu içten gizli gizli çekiyor. Ne yaparsın, hüküm böyle!

Eğer o elin bir damarı oynuyorsa kavuşmak ümidi vardır; vücudun binlerce cüzü, o elin kavuşma devletine ermiştir.

Hoş huylu şehriyârın bu kudretine şaşma. Gök parça parça el gibi iken, onun avucunda bir parça oldu.

Evet, ey şehriyâr! Sen cihanın şâhısın, parçaları birleştiren bir üstâdsın. Bizim parça parça olan vücudumuzun her cüzüne bak, acı; çengimizi kırdın, düzelt, sağlaştır ve kendi tarafına doğru çek. Elest zevkinden çadır kuruver ve “Evet, sen Rabbimizsin!” sözümüzü de kabul ediver.

Şimdi de, “Evet, sen Rabbimizsin!” diyoruz ama o ilk “Evet!” diyişimizdeki duygu, o tad nerede… Zîrâ o, rûhun nârâsıydı bu ise dağdan sadâdır…

Ey şehriyâr! Benim ney’imi kırdın, kırığı sarıp düzelt ve ney’imizin bu yalvarışını, rûhun o nârâsındaki seslerle bir gör, ta ki, bizim neypâremiz, yüzlerce taze rûhun sesini versin ve ben üflediğim zaman, o ses versin ki, ben de hoş edâlı olayım.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…