İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 96

“Dünyanın bütün varlıkları fanidir; tıpkı bir örümcek ağı gibi, bir anda var olurlar, bir anda yok olurlar.”

Kur’an-ı Natık olan Hazreti Ali Efendimizin bu sözü, Kur’an-ı Kerim’deki şu ayete işaret etmektedir: “Allah’tan başkalarını dost edinenlerin durumu, kendine bir ev edinen örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümcek evidir. Keşke bilselerdi.” (Ankebut, 41)

Cenab-ı Mevlana, bir kasidesinde buyuruyor ki: “Can konağını aramada isen, sen cansın. Bir lokma ekmek arıyorsan, sen ekmeksin.”

Hazreti Ali Efendimiz gibi Cenab-ı Mevlana’nın da bu sözleri çok doğru ve yerindedir. Biz can konağını aramazsak, onu kendimizde var etmezsek, demek ki biz hiçbir işe yaramıyoruz.

Hazreti Mevlana’nın çok büyük bir hayranı olan İbrahim Gülşeni de şöyle buyuruyor: “Biz, Cenab-ı Allah’ın ailesi mesabesindeyiz. Sütümüzü, rızkımızı O’ndan isteriz. Peygamber, ‘Halk, Tanrı’nın ailesidir’ buyurdu. Her ne istersek, Allah-u Zülcelal, biz ailesine bir baba gibi rızık verir. Eğer tenin gıdasıyla kanaat edersek, eşek gibi arpa ve samana yaraşırız. Ulu Tanrı’dan ruhumuzun gıdasını istersek, bize Cebrail’in gıdasını gönderir. Mademki ne istersek onu ihsan ediyor, şu halde Tanrı’dan yalnız Tanrı’yı isteyelim. Evet, en iyisi, iman ve taat yolunda yürüyerek, daima O’nu isteyelim.”

Evet, bizler de Allah’ı isteyelim, bu evi O’nun konağı yapalım, O da bizlerde can olsun. Eğer bu evi O’nun konağı yapmazsak, Allah’ı can kılmazsak, biz demek ki boşuz, boşuna yaşıyoruz. Allah’ın konuk olmadığı ev cansızdır ve yıkılmaya mahkumdur.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 95

“Tatlı dilli olanların dostları biraz daha artar.”

Aşık, maşukuyla bu aleme nazar kıldığı zaman, hiç ayrım yapmaz ve bütün bu alemde ne varsa hepsini bir görür. Bu sebeple dili hep tatlı olur, yüzü hep güleç olur ve sözleri sevgi dolu olur.

Bakın ne güzel buyuruyor Hüdavendigar Mevlana: “Bu ahlak, ona ezelden verilmiştir; gözü de Sevgilinin cemalinin güzelliğiyle dolmuş, aydın olmuştur. Bu çeşit kul, Allah rızasını görünce güler, neşelenir. Kaza, bela dahi ona şekerle yapılmış helva gibi gelir. Bu kulun huyu ve yaradılışı böyle olursa alem, onun emrine, onun fermanına tabi değil de nedir?”

İnsan, isterse Allah’ı konuşturur, isterse İblis’i konuşturur. İkisi de insana ait. Peki bunlardan hangisi huzur verir? Elbette Allah’ıı konuşturmak huzur verir.

Allah, güler yüzde, tatlı dilde, merhamet, şefkat bulunan yerdedir. Hakk yüzünü bütün insanları bir görüp hiç ayırım yapmayarak sevgisini sunandan gösterir. Tatlı dille, güler yüzle, sevgi sözleriyle topluma kendimizi sevdirir, bizlerle hasbihale girenlere doğru yolu gösterir, aydınlığa götürürsek, onları Hakk canları ile kardeş edebilirsek kendimizi kazandırmış oluruz.

Işık eken, nur bulur; hakikat eken de hakikatin hakikatini bulur. Her şey Allah’tandır ve O’ndan olana güler yüzlü ve tebessümlü olmak esastır.


İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 94

“Sesini meleklerim özler, onlara sesini duyursan, günahların o an bağışlanmıştır.”

İnsan, melekleri aramasın kendi dışında. Peki neden aramayacağız kendi dışımızda? Çünkü Cebrail insanın emrinde, Mikail insanın emrinde, İsrafil insanın emrinde, Azrail insanın emrinde; e diğer melekler de çoktan bizim emrimizde.

Burada Cenab-ı Ali, selam olsun üzerine, diyor ki: Bütün kötü duygulardan arın, kendini güzelliklere ver ve öyle konuş, melekler o sesi özlemiştir, diyor. Güzel konuş ki onlar da huzur bulsun, senden de günahlar gitsin.

Misal olarak secdeye vardığımızda da, secde tamamen yokluk alemidir, ben yokum sen varsın demektir. Secdeye vardığımızda ne diyoruz? Sübhâne Rabbiyel alâ, Sübhâne Rabbiyel alâ, Sübhâne Rabbiyel alâ… Bu sözü söylediğin zaman kulakların işitiyor; Sübhâne Rabbiyel alâ derken Allah’a sesleniyorsun, diyorsun ki: Allah’ım ne kadar güzelsin, ne kadar alâsın, ne kadar temizsin, senin güzelliğini tarife imkan yok, sonsuz güzelliklere sahipsin. Allah da sana yine senin dilinden diyor ki: O sensin… Ona göre artık topluma bak ve konuş, o güzellikleri ben sana verdim.

Ama maalesef bu güzel sözlerin manasına inilmediği için ve sahiplenilmediği için insanlar kimliklerinden habersiz bir şekilde yaşayıp gidiyorlar. Allah insandan dile geliyor, insandan konuşuyor, senden yine sana sesleniyor; yok ki insandan başka biri Allah’ı dile getiren. Ama sen yine onu bırakıp başka yerlerde arıyorsun.

Cenab-ı Mevlana’ya bir gün soruyorlar: “Allah ne kadar büyüktür?” Mevlana şöyle cevap veriyor: “Allah’ın büyüklüğü insanın boyu kadardır.” Bu yanıtı alanlar: “Aman ya Mevlana, sen insanın Hakk olduğunu mu söylüyorsun?” diye soruyorlar. Mevlana yine cevap veriyor: “Evet, öyle söylüyorum. İnsan olmasaydı, Allah bilinmeyecekti. Allah, kainatı yarattı, en son insanı yarattı ve insanda kendini yarattı. İnsan ile hem semâvattaki varlıkları, hem yeryüzündeki varlıkları isimlendirdi ve kendi büyüklüğünü de yine insanla dile getirdi.”

Arif olana aşıklar defterinden bir harf bile kâfidir.


İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 92

“Aslı iyi olmayan kimseden iyilik bekleme, zira zehir ağacı tatlı meyva vermez.”

İnsanı bütün güzelliklerden uzak eden küçük aklıdır. Böyle bir kişi kendi aklını beğenir ve başkalarını hor görür. İnsan olabilmek için de bir İnsan-ı Kamil’i kendine ayna etmek gerektir, ayna ile yola çıkan kişi güzel konuşur. Eskiler güzel konuşan bir insan gördüklerinde, “Maşallah, ne güzel konuşuyor, aynaya yüz tutmuş” derlerdi. Bu ne demektir? Güzel konuşuyor, çünkü bir mürşidi var. Mürşidini ayna etmiş kendine, ondan yansıyan güzelliklerle konuşuyor, etrafına güzellik sunuyor. Bazı kişileri de duyarsınız devamlı küfürlü konuşur, onun için de derler, “Aynasız!” Yani, bir aynaya yüz tutmamış, mürşidi yok, kendi aklıyla yola çıkıyor, kendini beğeniyor, kötü konuşuyor, işte o kişiden her şey beklenir. Böyle bir kişi için hidayet dilemek gerekir ki, bir mürşide ulaşsın da, insanlığa kavuşsun.

Adem sıfatında hem Hazreti Muhammed, hem Ebu Cehil var. Nasıl belli olacak? Biri benlikte, küfürde; öbürü hep tevazuda, lütufda, oradan anlarsın. Allah erleri daima tevazudadır, yokluktadır. Onların her sözü bilinçlidir, irşattır.

Her insan hem iyilik, hem de kötülük kaynağıdır. Aklı nerede ise kendisi de odur. Her zaman söylüyoruz, yine söyleyelim: Bizim yolumuz sevgi yoludur; bu yolda incineceksin, incitmeyeceksin. Dilini daima tatlı tutmaya çalışacaksın ki bu yolda ayağın sürçmesin. Birisi sana karşı kötü bir söz sarf ettiğinde sen beş sözle karşılık verirsen, onun kisvesine girmiş olursun. Hiçbir zaman Hakk’a yakın olamazsın.

Allah’tan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Allah’ın lütfundan mahrumdur. Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 91

“Kur’an-ı Kerim okurken, zikrinde cenneti ve kademelerini bildiren ayetler geçer.”

Kuran’ı Kerim’i okurken biraz sesli okuman lazım ki kulakların işitsin ve okurken düşünmelisin ki sanki sana Hazreti Muhammed hitap ediyor. Çünkü O’nun dilidir o sözler. O’nun her sözü mana doludur, cenneti andırır.

Cennetten maksat ormanlık, yeşillik, ağaçlık değil; insandır. Biz her zaman ne diyoruz… İnsan insanın cenneti, insan insanın cehennemidir. Eğer güzel bir insanla karşılaşırsan, o sana ikram ettiği güzel sözlerle, seni güzel yerlere, güzel duygulara götürürse, işte sen cennette sayılırsın.

Hazreti Mevlana çok güzel buyurur, der ki: “Cenneti görmek istersen aşıkların sohbetine karış. Onlar hep sevgiden hep aşktan konuşurlar. Cehennemi de görmek istersen git küfürbazların sohbetine karış. Onlardan da isyanlar küfürler çıkar, senin gönlün kırılır, incinir.”

Cehennem ateşi insanı bir dakikada yakar, ama acı bir sözün ateşi seni saatlerce yakar.

Yine ne güzel buyurur Mevlana, der ki: “Cennet baharla yaza benzer, cehennem de sonbaharla kışa benzer.”

Allah aşıklarının cenneti manevi zevktir, yani aşk cennetidir ki, insanı buraya erdiren tek bir yol vardır ki, o da ahlaktır.

Her şey bu dünyada gözlerimizin önündedir. Cennet de buradadır, cehennem de. Sen Hakk muhabbetleri yapılan bir yerde isen, sana yol gösteren kamil bir mürşidin varsa ve senden sevgi tohumları çiçek vermeye başlamışsa, işte sen cennettesin.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 90

“Ey oğlum, zikirde öğütler var, öğütleri izleyenler terbiye ve eğitim görmüş olur.”

İmam Ali Efendimiz Allah’ın bütün güzelliklerini görüyordu. Allah, nur ala nurdur. O’nun nurunu seyretmeye kimsenin gücü yetmez.

İmam Ali Efendimiz bu sözleriyle, Allah’ı zikreden kişiden edeb istiyor. Nasıl bir edeb istiyor? Misal olarak; bir oğlan ve bir kız birbirlerini çok seviyorlar, buluşacaklar diyelim. Daha buluşmaya gitmeden evvel, o akşam oğlan, buluştuklarında sevgilisine ikram etmek için bir sürü şiirler yazıyor. Fakat buluştuklarında sevgilisi, bir bakışıyla onun yazmış olduğu bütün şiirleri sönük bırakıyor, oğlan söyleyemiyor. Neden söyleyemiyor? Çünkü korkuyor yazmış olduğu şiirlerle sevgilisini incitmesin. Peki ya şimdi o cihan güzeli Allah, nereden gösterdi yüzünü? Hazreti Muhammed’den… Şimdi Hazreti Muhammed bizler gibi beşer görünürdü ama, O’nun o öbür yüzü dünyayı yerinden oynatır. Bunu Hazreti Ali Efendimiz biliyordu. Biz de burada diyoruz ki: Allah için Allah diyelim. Çünkü O’ndan daha güzel yok bu alemde. Allah’ın ismi kamufledir, örtüdür; hakikatte ise Resulallah’tır. İşte Cenab-ı Mevlana şöyle buyurur: “Hazreti Muhammed’in dışında bir Allah aramaya kalkarsan, sen boşlukta kalırsın.”

Bugün Amerikalılar 34.000 kilometrekare alanı sessizlik alanı olarak belirlemiş, burada Allah’ın sesini duymayı bekliyorlar. Amerikalıların çoğu İsevi, neden dinlemiyorsun Hazreti İsa’yı, Museviler neden dinlemiyor Hazreti Musa’yı, Allah onlardan dile geldi. Ama daha güzel sözler istersen dinle Hazreti Muhammed’i, çünkü Allah en güzel yüzünü, bütün güzelliklerini Hazreti Muhammed’den gösterdi. Aslına bakarsanız bütün Peygamberler İslam’dır; İslam’ın kemalatı da Hazreti Muhammed’de tecellisini göstermiştir. O’nun her sözü Hakk’ın sözüdür, nur ala nurdur. Hazreti Muhammed, Allah’ın dışında hiçbir şeyi zikretmedi. Hazreti Muhammed, edebin kaynağıdır. O’nu bilenler de daima edepte dururlar.



İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 89

“Öfkeli olan çok vakit muzdarip ve rahatsız olur.”

Cenab-ı Mevlana buyuruyor ki: “Yiğit kişi, şehvetine ve öfkesine hakim olandır.”

Tasavvufta bir tabir vardır: Eline, beline, diline sahip ol… Bunu yapabilen bir kişi, misal olarak, güvenli bir gemi içinde seyahat eden bir yolcu gibidir. Onun bulunduğu gemi, ne kadar kuvvetli fırtınalar görse, ne kadar büyük dalgalar içinde kalsa dahi, kesinlikle batmaz. Fakat bu üçünden herhangi birisine uymadığı takdirde yolcu, kendi içinde bulunduğu o gemiye torpido açmış gibi olur ve gece gündüz Allah’a yalvarsa dahi artık güvenilirliğini kaybetmiş sayılır. Geminin güvenliğini sağlamanın tek yolu insanın nefsani duygulardan uzak durmasıdır.

Seyyid Burhaneddin Efendi şöyle der: “Kim nefsiyle barışık ise, bilsin ki o, Allah ile savaştadır.” Ve yine şöyle buyurur: “Denizdeki canavardan korkmayın, nefsinizdeki canavardan korkun.” Yani nefs, insanın en büyük düşmanıdır.

Peygamber Efendimiz, Uhud Savaşı’ndan döndükten sonra sahabesine şöyle seslenmiştir: “Bu savaş küçük bir savaştı; asıl büyük savaş bundan sonra başlayacak.” “Nedir o büyük savaş?” diye sorduklarında da şu cevabı vermiştir: “Bu savaşta görünen düşmanla savaşıyorduk, fakat bundan sonra görünmeyen düşman olan nefsinizle savaşacaksınız.” İnsana, nefsi her an tuzaklar kurmaktadır ve bu tuzaklardan kurtulmanın yolu ise aşk ve riyazattır.


İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 88

“Kibir ve gurur rezaletin anasıdır.”

Hüdavendigar Mevlana, “Akıllı kişi, bu varlığı, bu kibir ve gururu terkeder; çünkü Firavun’un halini hatıra getirir. Eğer ululanmayı bırakmaz, ibret almazsa onun azgınlığından başkaları ibret alır!” diye buyurur.

Ve yine şöyle der: “Mutlu olmak, manen yükselmek istiyorsan, gönüller almaya, gurur ve kibiri bırakmaya bak! Kazandığın gönüllerin yardımı seninle beraber olursa, kalbinden hikmet kaynakları fışkırır, akar. Dilinden sel gibi ab-ı hayat akar; nefesin, Hazreti İsa’nın nefesi gibi, hastalıklara deva olur!”

Bir insanın mutlu ve huzurlu bir halde yaşaması için, kibirden, benlikten, isyanlardan, hor görmelerden, dedikodulardan kurtulması gerek ve bunun için de Hazreti Muhammed’i örnek alması, Hazreti Ali’yi örnek alması, Hazreti Mevlana’yı, Evliyaullah’ı örnek alması lazım. Çünkü onların sözlerinde, hareketlerinde daima sevgi, sabır, hoşgörü, merhamet, tevazu, fedakarlık, adalet ve cömertlik vardır. Edep vardır! O halde gönlümüze onları yerleştirip, bir nebze olsun onlar gibi olmaya çalışarak yaşayalım. Aynaya baktığımız zaman aynada görünen de insan olsun, suret bulan da!


İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 87

“Kör söz söyleme, sözünle Allah’ı razı etmelisin.”

Burada Hazreti Ali Efendimiz, çirkin sözler konuşmayın, insanlara üzücü söz sarfetmeyin, diyor. Öyle bir sözler söyleyin ki Allah’ı razı edesiniz. Yani yapıcı konuşun, birleyici konuşun, onları da Allah’ın rızasına getirin.

İmam Ali Efendimiz zaten canlı Kur’an’dır. Anlayana, O’nun her sözü adalettir.

Bir insan, ehli iman, Resulüne ve kitabına bağlı ise Kur’an onunla dile geldiği için o insan canlı Kur’an’dır. Kur’an-ı Kerim rafta durursa sen onun ehli değilsen, ona da Kur’an-ı Sabit derler. O, insanla dile geldiği için, güzel bir insan ele alırsa orada ortalığa can verir, güzellikler meydana gelir, Kur’an orada canlanır. İşte o güzellik Hazreti Ali’ye verilmiştir, selam olsun üzerine.

Kur’an-ı Kerim, en büyük zikirdir. Bütün bu kainatta ne varsa, hepsi Hazreti Muhammed Efendimizin dilinden, Kur’an-ı Kerim’de insanlık alemine sunulmuştur. Bu nedenle bir mana ehli, Kur’an-ı Kerim’i ne kadar tefsir etmeye çalışırsa çalışsın, sonunu getiremez. Çünkü ne kadar varlık varsa bu alemde hepsini yazması gerekir.

Hazreti Mevlana’mız da, Kur’an-ı Kerim’den çok derin manalar çıkarmış ve demiştir ki: “Bendeniz, Kur’an-ı Kerim’in bir ayetine mana vermeye kalktım; denizler mürekkep oldu, ağaçlar kalem oldu, yapraklar kağıt oldu. Ben manayı yazmaya başladım; denizler kurudu, ağaçlar tükendi, yapraklar bitti, fakat mana bitmedi…”

Mesnevi-i Şerif’inde, Kur’an hakkında yine şöyle buyurur: “Bil ki Kur’an’ın bir zahiri var… zahirin de gizli ve pek kuvvetli bir de içyüzü var. O batının bir batını, onun da bir üçüncü batını var ki onu akıllar anlayamaz, hayran kalır. Kur’an’ın dördüncü batınıysa eşsiz, örneksiz Allah’dan başka kimse görmemiş, kimse bilmemiştir. Oğul, sen Kur’an’ın dış yüzüne bakma… Şeytan da Adem’in topraktan ibaret gördü, hakikatine eremedi! Kur’an’ın zahiri, insana benzer… sureti görünür, meydandadır da canı gizli!..”

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 86

“Yaşam, uyumakla uyku arası kadar kısa sürelidir, gecesi olan gün gibi.”

Hazreti Ali Efendimizin hiç uyku ile pazarı yoktu. Güneş O’ndan önce doğmazdı. O, sabahlara kadar omuzlarında yoksul insanlara erzak taşırdı. Bir kılıç darbesiyle şehit edildiğinde üç gün yatakta yattı. Hazreti Ali Efendimiz; birinci gün sabah olunca güneş yüzünü tuttu; Hazreti Ali Efendimiz güneşin doğuşunu görür görmez başladı ağlamaya ve şehadet parmağını güneşe doğru uzatarak, “Ey güneş” dedi, “sen şahitsin, sen beni hiç yatakta görmüş müsün? Seni edebe davet ediyorum, doğma.” Ve güneş bir bulut arkasına gizlendi, üç gün doğmadı. Üç günün sonunda Hazreti Ali Efendimiz şehadete erdi. Onlar insan sıfatında ama aslında Hakk, her yere sözleri geçiyor.

İnsan, hakikatte çok mukaddes bir varlıktır, Hakk’ın temsilcisidir.

Çok çalışmamız, uykudan uyanmamız lazım. Gözler açık ama malesef uyuyoruz. Hazreti Muhammed, Ehlibeyt Efendilerimiz, Evliyaullah, bizim gözümüzü açmaya, bizleri uyandırmaya, aydınlığa sürüklemeye geldiler.

Bu devirde, bir saat bir dakika oldu, o kadar hızlı geçiyor ki hayat, gün adeta saat oldu. Gününü nasıl yaşıyorsun, temeli maneviyat olan bir yere bağlılığın, sevgin var mı? Maddeye ait her şey fanidir. Kişi bir Hakk ehline yüz tutup, oraya gönlünü bağlar, orayla yaşamını sürdürürse, onun yaşamı boşa gitmemiş olur. Hakk’la yola çıkmış, Hakk’la yürüyor, Hakk’la konuşuyor. Onun her şeyi maneviyat zenginliği ile doludur, ama maddeyi gönlüne koyarsa, o anda sıkıntı, gam, kasavet, hüzün başlar. Çünkü Allah’ın dışında her şey fani. Bütün amaç, biraz edeb’iyata yönelmek, insanlık terbiyesi alarak, insan gibi yaşamak, insan gibi konuşmak, insan gibi bu alemden göç ettikten sonra rahmetle anılır olmaktır.