İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 85

“Benim hayalimde, bağlılığını sürdürecek ve sırlarımı kalbinde -benden başkasına yer olmaksızın- saklayacak dosta yer var ancak.”

Eğer sen benim bilgilerimi, beni kalbinde yaşatırsan, benimle yola koyulursan; o zaman ben de seni kalbimde taşırım, kalbimde sana çok yer var, diyor Hazreti Ali Efendimiz. Kalp kalbe köprüdür, birbirini birleştirir. Hazreti Ali Efendimiz daima akla uygun sözler söyler.

Hüdavendigar Mevlana’mız da, Mesnevi-i Şerif’inin ilk 18 beyitinde, “Ayrılıktan parça parça olmuş, kalb isterim ki, iştiyak derdini açayım. Aslından uzak düşen kişi, yine vuslat zamanını arar. Ben her cemiyette ağladım, inledim. Fena hallilerle de eş oldum, iyi hallilerle de. Herkes kendi zannınca benim dostum oldu ama kimse içimdeki sırları araştırmadı. Benim esrarım feryadımdan uzak değildir, ancak her gözde, kulakta o nur yok. Ten candan, can da tenden gizli kapaklı değildir, lâkin canı görmek için kimseye izin yok. Bu neyin sesi ateştir, hava değil; kimde bu ateş yoksa yok olsun!..” diye buyurmuyor mu?

Hakk’ın sırlarına büyük bir aşkla ve sevgiyle erilir. Hakk her şeyin üstünde tutulur, gün gelir, hiç akıl girmez tereddütler olmazsa, o kendiliğinden ikrama çıkar.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 84

“Akıl sahibi olup bilgi toplamamışsan, ayağına nal takılmamış bir at gibi olursun.”

Allah, insana nimetlerin en üstünü akılı vermiştir. Sen eğer o aklı boş şeylerde kullanmış isen, kendine hiçbir şey edinmemişsen, hatta en başta kendini arayıp kim olduğunu bulmamışsan, insanlara layık olanı güzellikleri bilmemişsen; sen o zaman nalsız bir ata benzersin, uzun yol yürüyemezsin, yük de taşıyamazsın üstünde, ayağın yara olur. Bu sözleriyle bunu söylemek istiyor Hazreti Ali Efendimiz.

İnsanın en önemli görevi, hatta insanın yaratılmasındaki sebep, kim olduğunu bilmesidir. İnsanın kimliğini bulmak için çıktığı yol ise uzun bir yoldur. Ne diyor Pirimiz Mevlana… “Piri bul ki bu yolculuk, Pirsiz pek tehlikeli, pek korkuludur, afetlerle doludur. Bildiğin ve defalarca gittiğin yolda bile kılavuz olmazsa şaşırırsın.”

Ve yine şöyle buyuruyor: “Hain değilseniz onun huzuruna gelin… boş kamışsanız bile onun himmetiyle şeker kamışı olun! O kılavuz, senin toprağından yeşillikler bitirir… bu, Cebrail’in atının nalından uzak bir iş değil! Bir Cebrail’in atının ayağına toprak olursan yeşillik kesilir, yenilenir tazelenirsin!..”


İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 83

“Gıybet acizlerin işidir.”

Kin, inat, onun bunun arkasından konuşmak, bunlar insana yakışmayan şeylerdir. Pekala insana yakışan şeyler nedir? Hazreti Muhammed’i örnek alın; nasıl konuşmuş, nasıl yaşamış? Diğer Peygamberlere, Velilere bakın. Onların dilinde, isyan, küfür, benlik, onu bunu hakir görme, onun bunun arkasından konuşma var mı? Hiçbiri yok.

Size bir hikaye anlatayım: Davutpaşa’da bir camii inşa etmişler. Adını Etyemez Camii koymuşlar. O devrin padişahı merak ederek, “Bu adam hayat boyu et yemedi mi, et paralarını toplayıp camii mi inşa ettirdi? Bu camiinin adını neden et yemez koydu? Bunu öğrenelim” demiş.

Bu efendiyi saraya davet etmişler. Sofra kurulmuş, çorba da dahil olmak üzere yemeklerin hepsinde et varmış. Bu zat bütün yemeklerden yemiş. Bunu görünce, “Sen et yiyorsun, camiinin adını neden et yemez koydun?” diye sormuşlar. “Ben et yerim… Ben adem eti yemiyorum. Yani hiçbir konuda onun bunun aleyhinde konuşmadığım için bu camiiye et yemez ismini verdim” demiş.

Birinin arkasından konuşan en büyük günahı işliyor demektir. Bizlerin bütün amacımız gıybetten kaçınmak, Hazreti Muhammed’i, Hazreti Mevlana’yı güzel tahsil etmek, onların ahlakı ile ahlaklanmak, onların haline bürünmek, onların güzelliklerini benimsemek, kişiliğinden ayrılıp sevdiğin yeri kendinde kişilik kılmak olmalıdır. Eğer böyle davranırsak Allah katında iyi bir yere sahip oluruz.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 82

“Bir düşmanı gördüğün vakit daima güler yüzlülük göster zira bu muamele düşmanı gama gasabete sürükler.”

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “Eğer bir iyilikle karşılaşırsanız bu onları üzer; başınıza bir kötülük gelince de memnun olurlar. Ama eğer zorluklara karşı sabreder ve takvalı davranırsanız (ruh olgunluğu gösterirseniz), onların hileleri size hiçbir zaman zarar vermez. Zira Allah onların tüm yaptıklarını kuşatıcıdır.” (Al-i İmran 120)

“Sen o kötülüğü en güzel olan şey ile defet. Biz onların neler ile vasfeder olduklarını daha iyi biliriz.” (Müminun, 96)

Hazreti Ali Efendimizin seyisi bir gün onu kızdırmak istemiş. Hazreti Ali, ondan atları hazırlaması için seslenerek, “Atları hazırla filan yere gideceğiz” demiş, seyis onu duymamazlıktan gelip cevap vermemiş. Hazreti Ali, onu hazırlık yapıyor sanmış. Yine seslenmiş, yine cevap yok. Hazreti Ali, Allah Allah ben boşuna mı sesleniyorum, diye düşünmüş. Bir de bakmış ki, arkasında duruyor.

“Neden cevap vermiyor, beni bağırtıyorsun?”

“Efendi Hazretleri, seni kızdırmak için cevap vermedim.”

Bu cevap üzerine, Hazreti Ali gülmüş.

“Niye gülüyorsun Efendi Hazretleri?”

“Senin içinde beni kızdırmak isteyen biri var ya, onu kızdırmak için gülüyorum.”

Hazreti Ali Efendimiz kızmamış, hatta mükafatlandırıp göndermiş.

Bir gün de yine İmam Ali Efendimiz, arkadaşı ile yolda giderken, karşıdan gelen kendini beğenmiş biri ona, “Esselamu aleyküm Allah’ın ayısı” demiş.

İmam Ali Efendimiz de hiç kızmadan ve bozuntuya vermeden, “Ve aleyküm selam Allah’ın Ali’si” diye cevap vermiş.

Yanında bulunan arkadaşı susmuş ve Allah Allah, Ali hiç kimseden korkmazdı, neden bu adama haddini bildirmedi, diye düşünmüş.

İmam Ali Efendimiz, “Karşıdaki bana hakarette bulundu, onun için mi sustun?” diye sormuş.

“Evet ya Ali.”

“İnsan insanın aynasıdır. O ayı olduğunu bende gördü, ben de Ali olduğumu onda gördüm. Bunda kızacak bir şey yok.”


İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 81

“Ben ki edeple eğitim görmüş, doğruluğun vaiziyim. Anlıyorum ki akla, ancak edeple eğitim görmüşler ulaşır. Başkalarına sevgi ve yumuşak yüreklilikle yaklaşmış bir babanın oğlu olarak, bunu ezberle ve aklından çıkarma. O, sana terbiye eğitimini bir gıda gibi verdi. Ayakta kalıp, yok olup helak olmayasın diye.”

Edep güzel ahlak ve güzel hizmet demektir. Bunlar sende suret bulursa; topluma güler yüz, tatlı dil, birleyici konuşmalar, şifai konuşmalarla çıkarsan, gün gelir bu kalıp ortadan kalkar ve sen bu yaptığın hizmetlerle anılırsın, yaşarsın.

Zaten biz her zaman ne diyoruz: Biz ölümsüzleri kendimize dost edindik. En başta Hazreti Muhammed Efendimizi, İmam Ali Efendimizi, Ehli Beyt Efendilerimizi, Pirimiz Mevlana’yı ve şeyhimi. En başta şeyhimi, çünkü şeyhim vasıtasıyla vardım onlara, şeyhim bana rehberlik yaptı. Onun vasıtasıyla buldum Mevlana’yı, Mevlana’nın vasıtasıyla buldum geçmiş Hazreti Muhammed’i, geçmiş Ali’yi buldum, geçmiş İmam Hasan’ı İmam Hüseyin’i buldum, geçmiş Evliyaları buldum; rehberimle buldum. Ne annem ne babam bana rehberlik yapamadılar. Beni büyüttüler yetiştirdiler, sonra hadi çalış evlat getir bir şeyler dediler. Evet şefkatleri merhametleri çoktu, fakat manevi anlamda sahip olduklarımı şeyhim sayesinde elde ettim.

Herkes dünyaya geliyor, yaşıyor ve ölüyor, ama Hazreti Muhammed öyle değil; O, sevenleriyle yaşıyor, her dakika ismi zikrediliyor. Hazreti Ali Efendimiz de keza öyledir; O da sevenleri ile anılır. Önemli olan onları kendinde ruh etmektir, onlarla yaşamaktır ve yaşatmaktır.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 80

“Şahsın kişiliği birlikte yürüdüğünün kişiliğiyle ölçülür. Bir şeyin başka şeylerle aranması gibi. Kalb kalple buluştuğunda biri diğerine yön verir.”

Hazreti Ali Efendimiz zaten hem söylüyor hem de cevabını veriyor. Bir kişi kafa dengi birini bulursa, onunla güzel anlaşırsa, kalpleri de birbirine uyarsa; e haliyle biri susar öbürü konuşur. Tut ki kendisi konuşmuştur. Onun için rahat rahat dinler ve alır içindeki sesi. Onlar böyle güzelce arkadaşlıklarını sürdürürler. Ama şimdi senin kafa dengin değil, kalbin uymuyor; onunla her dakika uğraşırsın. Yapma, etme, yok oraya çekersin, yok buraya çekersin, ama olmaz. Başına işler gelir; yaramaz arkadaş bu… Ama dengini bulduğun zaman, sizi bir tek uyku ayırır, yemek de ayırmaz. Yemeği de beraber paylaşırsınız, beraber yersiniz. Bunları da hep sevgi yaptırır.

Hazreti Mevlana bir rubaisinde şöyle sesleniyor: “İnsanlar sayılıdır, çoktur amma iman birdir. Cisimleri çoktur ama canları birdir. İnsanda, eşeğin anlayışından başka bir akıl, başka bir can vardır. O dem’e erişen, o makamda Tanrı velisi olan kişilere insandaki candan, akıldan başka ve ayrı bir can ve akıl vardır. Hayvani canlarda birlik yoktur. Sen bu birliği dışarda arama. Bu hayvani can ekmek yese, insani ruhun karnı doymaz. Bu yük çekse o kırıntı çekmez. Hatta onun ölümüyle bu hayvani can sevinir, neşelenir. İnsani ruhun bir şey elde ettiğini görünce de kıskançlığından ölür. Kurtların köpeklerin canı hep ayrı ayrıdır. Bir olan ise Tanrı aslanlarının canlarıdır.”

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 79

“Layık olmayan kimselere yüz suyu dökme, beyhude yere kendini rezil etmiş olursun.”

Hüdavendigar Mevlana, “Kim fere ve boğazına düşmüş, bu düşkünlüğünü kendisine adet ve huy edinmişse ona denecek söz, ancak ‘Sizin dininiz sizin, benimki benim’ sözünden ibarettir” der ve yine şöyle buyurur: “Herzevekillerin herzelerini, manasız sözlerini saçma gururlarını az dinle, bu çeşit adamlarla savaş safına girme. Allah, bunlar hakkında ‘Onlar size uyunca sayınızı çoğaltmazlar, ancak aranıza nifak sokar, hile ve fesadı çoğaltırlar’ dedi. Er olmayan kaypak arkadaşlara uyma, çevir onların yaprağını! Çünkü onlar sizinle yoldaş olurlarsa gaziler de saman gibi içsiz bir hale düşerler. Size uymuş görünür, sizinle beraber safa girerler ama sonra kaçarlar, safı da bozar perişan ederler. Bu çeşit adamdansa… münafıklardan pek kalabalık kişinin size uymasındansa azlık asker daha iyi.”

İnsan, insanın rahmanıdır. İnsan, insanın şeytanıdır. Bir arkadaş, bir arkadaşı doğru yola götürmeye çalışırsa, o arkadaş rahman sıfatını taşır, arkadaşını da rahmaniyete çeker. Bir arkadaş, arkadaşını kötü yollara çekmeye kalkarsa, o şeytandır. Ona uydun mu şeytana uymuş olursun.

Nitekim Kur’an-ı Kerim’de de, “Biz sana onların haberlerini gerçek olarak anlatıyoruz. Şüphesiz onlar Rablerine inanmış birkaç genç yiğitti. Biz de onların hidayetlerini artırmıştık” (Kehf, 13) diye buyrulmaktadır.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 77

“Müşavereyi terkeden hakikati bulamaz.”

Mevlana’mız, bir iş yapmaya kalkıştığın zaman, istersen bin kişiye danış, işi yapacağın an kalbine danış, diyor. Kalpteki ses üstündür. Oradan güzel bir ses gelirse o sese uy. Akıl yenilebilir ama kalb yenilmez, orası tevhid yeridir. Oraya biraz kulak verirsen; Allah, Allah, Allah… diye daima tevhidde olduğunu duyarsın. Akıl her yerde gezer, kalb ise bir yerde durmuş, zikrini yapar. Hele o kalbe güzel bir Dost koymuşsan, hiç yenilmezsin.

Kalbinin sesini dinleyeceksin. Hazreti Muhammed, kimsenin aklıyla yola çıkmadı. Misal olarak, bir iş yapılacağı zaman sahabeye anlatır, fikirlerini dinlerdi. Daha sonra kendi düşüncesini söylediği zaman sahabe onun parlak düşüncesine hayran olur, o yönde hareket ederdi. Çünkü Hazreti Muhammed hep tefekkürdeydi, hep kalbinin sesini dinlerdi.

Hazreti Muhammed’e Nebi olmadan önce toplum tarafından Emin ismi verildi. Yani onun söylediği bütün sözler suret bulacaktır, emin olun, demek istediler. Hazreti Muhammed’in o güzel aklı, Cebrail (as) ismini almıştır. En büyük melek Cebrail, insanın başındaki akıldır. Eğer akıl, güzel bir yerden aşı almışsa, insanı çok güzel yerlere götürür, almamışsa neuzübillah isyanlara düşürür.

Allah, insanı bu kadar mukaddes kılmış, cihana hakim kılmış, kendisine temsilci seçmiş. İnsan kişiliğini bulursa hatalara düşmez. Çünkü o Yaratıcıyı, o Allah’ı, kendi dışında aramaz. O, senin içinde…

Ne güzel buyuruyor Yüce Mevlana ve diyor ki: “Senin yanındayım, beni uzak görme! Benim yanımdasın, benden ayrılma! Kendini yaratandan uzak düşen kişinin işi yolunda, uygun olur mu? Benim gözümle neşelenen göz parlar, keskinleşir, öteleri, gaybı görür. Duyduğu manevi zevkden ötürü mahmurlaşır. İçinde benim rüzgarımın estiği, sevgimin dolaştığı gönülde, manevi güller açar, nurlarla dolu gül bahçesi olur…”

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 75

“Başa gelen felaketlerde sabır göstermek zor, ne var ki yapılan iyilikleri yitirmek daha da zor.”

Bakın burada Hazreti Ali Efendimiz, her sabırı zor görüyor; ama çok da iyilikler de yapmışsın, şimdi sen o iyiliklerden biraz küfüre düşersen, yaptığın iyiliklerin hepsi de elinden gidecek, en iyisi şimdi sen tekrar sabıra dön, diyor; ki yaptığın iyilikler boşa gitmesin. Zor olanı yap, diyor; şifreli konuşuyor, ama güzel konuşuyor.

Çünkü bu yolun başı da sonu da sabırdır.

Ne güzel buyuruyor Peygamber Efendimiz, diyor ki: “İmanın en makbulü, zor zamanlarda sabretmek, semih ve sahi olmaktır.”

Evet, Allah bizden sabırlı davranmamızı ve O’ndan başkasından medet ummamamızı istiyor. Her kim başına gelen sıkıntılara sabır gösterir ve her ne olursa olsun Hakk’tan yüz çevirmezse, sonunda mutlaka refaha erer.

Hüdavendigar Mevlana’mızın buyurduğu gibi… “Sabır ve sükut, Allah rahmetine sebep olur. ‘Susun, dinleyin’ emrini canla, başla kabul et de Sevgilinin mükafatına eriş, rahmetine nail ol.”

Yeter ki sabredenlerden olalım, başımıza gelen felaketlere daima sabır gösterelim, isyanlara küfürlere düşmeyelim. Bu dünya bir anlık bir zamandan başka bir şey değildir, daima Allah’a yönelelim.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 74

“Kendini beğenme; yüzüne karşı methi olunacağı da isteme.”

İnsanoğlu, varlığa sevinir, bilgisine güvenir ve bunlarla gururlanır. Oysa varlık olan tek Allah’tır, makbul olan bilgi de yokluk bilgisidir.

Yunus Emre ne güzel der: “Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim. Aşkın ile avunurum, bana seni gerek seni…”

Hüdavendigar Mevlana’mız da Mesnevi-i Şerif’inde, aslolanın aşk olduğunu şu beyitleriyle dile getirir: “Avlamaya değen şey ancak aşktır. Fakat o da öyle herkesin tuzağına düşer mi ya? Meğer ki sen gelesin de ona av olasın… Meğer ki sen, tuzağı bırakasın da onun tuzağına gidip düşesin. Aşk der ki: Ben yavaş yavaş çalışmasaydım; bana avlanmak av tutmadan yeğdir. Benim hayranım ol da övün. Güneşi bırak da zerre ol! Kapımda otur. Evsiz barksız kal. Mumluk davasına kalkışma, pervane ol. Bu suretle dirilik sultanlığını bulur, kullukta gizli olan padişahlığı görürsün. Alemde tersine çakılmış nallar görür, esirlere padişah adı verildiğini duyarsın. Boğazına ipler takılmış, kendisi dar ağacının tacı olmuştur da kalabalık bir halk güruhu ona, işte padişah derler. Kafirlerin mezarları gibi dışı süslü, içinde ulu Tanrı’nın kahır ve azabı! Onlar kabirleri kireçle örmüşler, bezemişler, zan perdesini yüzlerine örtmüşlerdir. Senin de yoksul tabiatın hünerlerle kireçlenmiş, bezenmiştir ama mumdan yapılan nahle benzer; ne yaprağı vardır, ne meyva verir!”

Hüdavendigar Mevlana, ilim ve irfan konularındaki üstün mizacını daima tevazu ile süslemiştir. Bütün halka aynı dille hitap etmiş, hareketlerinde zerre kadar kibir, kendini beğenmişlik barındırmamıştır. Çünkü tevazu ve alçak gönüllülük müminlere, Hazreti Muhammed Efendimizden miras kalmıştır.

Bizim Peygamberimiz “El-fakru fahri – Fakirlik (yokluk) benim iftiharımdır” demiştir ve yüceliğini böylece ortaya koymuştur.

Hayatın gayesi Hakk’ın muhabbetidir. Buna da tevazu ve yoklukta kalmakla erişilebilir. Kibirden, gurur ve kendini beğenmişlikten arınmış, kalbinde Allah aşkıyla yaşamaya koyulmuş kişi; yaptığı iyiliklere de, gördüğü kötülüklere de kalbinde yer vermez. Kendini methetmez. Ondan meydana çıkan güzelliklerin Allah’tan kaynaklandığını hatırında tutar, kendisine mal etmez ve böylece yoklukta durduğu müddetçe Hakk’ın güzellikleriyle şereflenir, Hakk’ın nuru o kişiden yansımaya başlar.

Mevlana’ya, “Allah katına nasıl çıkılır?” diye sorduklarında, onlara şu cevabı vermiş: “Yoklukla çıkılır.”

Bizlerdeki bütün varlık, dirilik hepsi Allah’a aittir. Bize ait hiçbir şey yoktur. Kimliğine eren kişi, kendine ait hiçbir şeyin olmadığını bilir. Kendindeki her şeyin Yaratıcıya ait olduğunu bilir. Yoklukta durup O’nun varlığını kendi vücudunda seyreder. Allah bize hem dünyayı hem de kendini verdi. Bundan daha büyük güç daha büyük zenginlik olur mu?..