Bir akşam Peygamber Efendimiz eve geliyor, o esnada Ayşe yengemiz dikiş iğnesini düşürmüş , yakmış yağdanlığı yerde onu arıyor. Hazreti Resulallah onu böyle görünce ne aradığını soruyor, o da cevap veriyor. Hazreti Muhammed Efendimiz bunu duyunca hemen bir yüz tutuyor, oda nurla doluyor, onun yüzünün ışığıyla yerdeki iğne parıldıyor ve Ayşe yengemiz iğneyi böyle buluyor.
“Ey Peygamber, mühürleri kaldırmak, kapalı kapıları açmaktasın, Hatem’sin; bu iş, seninle ve sende bitmiştir. Can bağışlayanlar aleminde bir Hatem’sin sen. Hasılı mühürleri kaldırma ve kapıları açmada Muhammed’in işaretleri, tamamiyle açıklık içinde açıklıktır, açıklık içinde açıklıktır, açıklık içinde açıklık.” (Mesnevi, VI/174)
Veysel Karani Hazretleri de Hazreti Peygamberin diğer yüzünü gördü ve o yüzde yandı. Uhud Savaşı’nda Peygamber Efendimizin bir dişi kırıldı. Veysel Karani Hazretleri, O’nun hangi dişinin kırıldığını bilmediği için otuziki dişini birden çekti çıkardı ağzından. Bugün kullanılan otuzüçlük tesbihler Veysel Karani’yi temsil eder, otuziki tesbihin otuzüçüncüsü Veysel Karani’dir. Annesi çok hasta idi, ona Veysel Karani Hazretleri bakmaktaydı. Fakat Peygamber Efendimize olan sevgisi ve aşkı haddi aşınca O’nun yüzünü görmek istedi ve kalktı annesinden izin isteyerek Hazreti Peygamberi görmek üzere Medine’ye gitti. Peygamber Efendimizin evine varınca, kapısını çaldı, kapıyı Fatma annemiz açtı. Hazreti Resulallah o sırada mescitte sahabesiyle muhabbetteydi, evde yoktu. Fatma annemiz ona kim olduğunu sorduğunda, ona “Ben Üveysiyim, Resullah’ı görmeye geldim, acaba evde midir?” diye yanıtladı. Fatma annemiz Peygamber Efendimizin birazdan eve geleceğini söyledi, fakat Veysel Karani O’nu bekleyecek kadar vakti olmadığını söyleyerek, üzgün bir şekilde oradan ayrıldı. Rivayete göre, bir zaman sonra Hazreti Resulallah eve geliyor, fakat daha eve varmadan, otuz-kırk metre öteden, Veysel Karani’nin kokusunu alıyor. Kapıyı çalıyor, Fatma annemiz açıyor. Daha Fatma annemiz, Veysel Karani’nin geldiğini söylemesine fırsat kalmadan Peygamber Efendimiz ona dönüp, “Ben evde yokken Veysel Karani beni görmeye geldi değil mi, Ciğerparem?” diye soruyor.
“Muhammed demiştir ki: Seher yelinin eliyle bana Yemen’den Allah kokusu gelmekte. Vise’nin ruhuna Rahim’in kokusu geldiği gibi Üveys’ten de Allah kokusu geliyor. Üveys’ten, Karen kabilesinden garip bir koku geldi de Peygamberi sarhoş etti, neşelendirdi! Üveys kendinden geçmiş, yere mensupken göklere mensup olmuştu! Heliyle, şekerle karışmış, halli hamur olmuş, acı tadı kalmamıştı artık! Heliyle, varlığından tamamıyla geçmişti… yalnız heliyle şeklindeydi ama lezzeti kalmamıştı ki!” (Mesnevi, IV/1827)
Aslında Peygamber Efendimiz kendisini Veysel Karani’ye gösterirdi, ama göstermedi. Neden? Çünkü eğer ona dış yüzünü gösterecek olsaydı, Veysel Karani O’nun iç yüzünden soğuyabilirdi. Bu yüzden yüzünü göstermemiş ve onu o iç yüzünde yanmaya bırakmıştır.
“Bir zaman seni toprak gibi yeşertir…bir zaman seni sevgilinin havasıyla doldurur, şişirir! Ârifin bedenine cemad vasfını verir de orada neşeli güller, nesrinler bitirir! Fakat bunları o görür, başkası değil…temiz içten başka hiçbir şey cennetin kokusunu alamaz! İçini, sevgiyi inkârdan arıt da orada onun gül bahçesindeki reyhanlar bitsin! İçini arıt da Muhammed’in Yemen ülkesinde Rahman kokusunu aldığı gibi sende benim sevgilimin ebedîlik kokusunu bul!” (Mesnevi, IV/547)
Hazreti Muhammed Efendimizin hakikatları Hazreti Ali Efendimizle bilinmiştir ve Evliyaullah’a yansımıştır. Bu hakikatleri tasavvuf ehli dışında bir yerden öğrenemezsiniz, hatta gece gün sorsanız bir nebzesini bulamazsınız. Size derler, fazla ileri gitme, günahtır, haramdır. Peki neden böyle söylerler? Çünkü nakilcidirler, derinini bilmezler. Bizlere sayısız nimet verilmiştir, bu nimetlerden en üstünü olarak da akıl verilmiştir. Eğer bizler o aklı kullanmasını bilmezsek ne kadar arayışlara düşsek de bu hakikatlere eremeyiz. Belki meyvenin kabuğuna ereriz ama meyvenin tadına varamayız.
“Harf kaptır ondaki mâna su gibidir. Mâna denizi de ‘Ümm-ül-Kitap’ yanında bulunan, kendisinde olan zattır. Dünyada acı ve tatlı deniz var. Aralarında bir perde var ki birbirine taşmaz karışmazlar. Fakat şu var ki bu iki denizin her ikisi de bir asıldan akar. Bu ikisinden de geç, tâ… onun aslına kadar yürü! Kalp altınla halis altın ayarda belli olur. Kalpla halisi, mehenge vurmadıkça tahmini olarak bilemezsin. Allah kimin ruhuna meheng korsa ancak o kişi, yakini şüpheden ayırdedebilir.” (Mesnevi, I/296)