HAZRETİ MEVLÂNA’DA GÖNÜL VE MÂNÂ – 3

Hazreti Mevlâna, suret hakkında der ki:

“Dostlar, suretten geçerseniz, her yer sizin için cennettir. Gül bahçesidir. Suretini kırdın, yaktın mı her şeyin suretini kırdın demektir. Her sureti kırar, Haydâr gibi Hayber kapısını çekip koparırsın.”

Sultan Veled Hazretleri, Maarif’te şöyle söyler:

“Tanrı, surete, hırkaya ve şekile bakmaz. Gönüle bakar.”

“Yokluk esastır” diyen Sultan Veled, “Surî varlığı olan şeye meyletme, gönül bağlama! Çünkü onun sonu yok olmaktır. Yok olanı elde et. Varlık arada eğreti ve ölümlüdür” buyurur.

“Her şey aslına döneceği gibi, varlığın da aslı yokluktur. İşte bunun için varlık yine yokluğa döner. Bu sebepten yokluğa göz açmalısın, yokluğun yüzünü görmeye çalışmalısın ve varlığın, yokluk denizinden bir köpük olduğunu bilmelisin.

Aşk ile, bu varlık köpüğünden geçip, kendi ihtiyârın ve aşkın vasıtasıyla yokluk denizine, kendi aslına kavuşmaya çalışmalısın.

Eğer bu mânâdan ‘Bana ne!’ der ve surete aşık olursan, bu deniz seni tamamiyle yok eder. Yok olup gider ve gerçek dirilikten ebedîyen yoksun kalırsın!”

Sultan Veled Hazretleri, suretlerin fânî oluşunu yine şöyle açıklar:

“Bilmeliyiz ki, suretler fânîdir, sonu yok olmaktır. Dünyanın güzelliği, çirkinliği geçicidir. Çünkü suret âlemindedir. Dünya da bu suretlerin evidir, o da bir gül gibi fânîdir. Bekâ, mânâya mahsustur.”

İbtidânâme’de görünüşten geçmemizi isteyen Sultan Veled der ki:

“Sen görünüşten geç de mânâyı ara; aslı ele al, ona yapış da dâvâyı bırak. Aklın varsa anla; gönüldeki bağı çöz, ne diye bağlanıp kalırsın? Bilgisizler gibi görünüşte kalma, nasîbin varsa, gizli âleme doğru yürü.”

Rubaî:

“Ey gönül, sen gül bahçesinin güzelliğine mi hayrân oldun da gülüyorsun? Veya aşk bülbüllerinin ötüşleri mi seni güldürüyor? 

Yâhut gizli sevgilinin yanağındaki gül gibi mi açılıyor ve gülüyorsun? Galiba sende ona benzer bir şey var. Bu yüzden neşeleniyor, bu yüzden gülüyorsun.”

AŞK VE İMAN – 8

Hazreti Mevlâna, aşığın sarhoşluğunu yüce bir doğan kuşuna benzetir, fakat sarhoşlukla da yetinmemizi istemez. Bizlere Mesnevî’de şunları söyler:

“Bu sarhoşluk, yüce bir doğan kuşuna benzer, ama kutluluk mekânında ondan da yüceleri vardır. Yücelere çık, çünkü Allah’ın yarattığı bu geniş yeryüzü sana teslim olmuştur.”

Hazreti Mevlâna, bizleri bir İsrâfil gibi görmek ister ve şöyle buyurur:

“Herkesten seçilmiş olmada, ruh bağışlamada, sarhoşlukta ve sarhoş etmede bir İsrâfil ol.”

Maarif’te, Tanrı’nın velîsinden bir rahmet madeni olarak söz eden Hazreti Mevlâna der ki:

“Tanrı’nın velîsi bir rahmet madenidir. Herkes onun görünen varlığından zevk bulur, rahata kavuşur. Onun nurundan canlanır. O nur ile hiç eksilmez.”

Yine Maarif’te, âriflerden her şeyi kendilerinde bulan kişiler olarak bahseden Hazreti Mevlâna, ârifler hakkında da şunları dile getirir:

“Âriflerin sevgilileri de, mânevî aydınlıkları da gönüllerinin dışında değildir. Onlar, üzüm suyundan yapılmış şarabı içmezler, onlar mânâ şarabını kendi damarlarında dolaşan kanda bulurlar. Dünyada herkes bir Leylâ’ya Mecnûn olmuştur. Âriflerin her an Leylâ’ları da kendileridir, Mecnûn’ları da!..”

Rubâi:

“Kendi Leylâ’mdan, bende bulunan Leylâ’nın aşkından Mecnûn oldum; yüzlerce Mecnûn’dan daha deli, divâne bir hâle geldim! 

Ey beni hoşlukla, rahatlıkla terbiye eden, yetiştiren; ey bana mükerrem, üstün bir varlık olduğum müjdesini veren Allah’ım!

Aşkınla beni öldürürsen, ey benim katilim; benim diyetim Sen’sin!”

AŞK VE İMAN – 5

Dîvân-ı Kebîr’de, “Senin önün sonun, ezelî aşk olacaktır” diyerek gönül gözüne ışıklar saçan Hazreti Mevlâna, yine Dîvân-ı Kebîr’de aşıkların nasıl bir yaşam içinde olduklarını dile getirir ve akıllılarla aşıklar arasındaki hâlleri şöyle açıklar:

“Akıllı, her zaman kendini göstermek arzusundadır. Aşık, her zaman kendinden geçmek, divâne olmak sevdasındadır.

Akıllılar, batmaktan kaçar, sakınırlar. Aşıkların işi gücü, denize batmaktır.

Akıllılara rahat, rahata ermekten gelir. Aşıklar, rahata ermek düşüncesinden utanırlar.

Aşık, nerde olsa herkesten uzak ve yârin halkası içindedir. Halk içinde ve halktan ayrı kalması tıpkı zeytinyağı ve suyun birarada kalması gibidir.”

“Hakk’a karşı toprak olana, melek secde eder” diye buyuran Hazreti Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr’inde der ki:

“Ey Şems-i Tebriz’i! Senin aşkına karşı kendini alçaltan kimse, aşkın gibi yüceldi…”

Maarif’te de, aşkın öğrenilecek bir ders olmadığını şu sözleriyle anlatır:

“Aşk öğrenilmez, kendiliğinden doğar… Gönül, kendi mânevî lezzetini bulunca, artık hiçbir şeye bakmak lüzumunu hissetmez.”

Ve âriflerin Menkîbeleri’nde de şöyle seslenir:

“Ben aşıkların nazârında bakılan cisim değilim. Belki ben sözümüz ve ismimizi işitince müridin hissettiği o zevk ve hoşluğum. Allah! Allah! O ânı bulduğun ve o zevki canında duyduğun zaman bunu bir ganîmet bil ve şükürler et. Çünkü ben o zevkim.”

Rubâi:

“Gönülde binlerce kilit olsa bile korkma! Sen aşk dükkanını araştır, bul! Orada gönüller anahtarı vardır!”

AŞK VE İMAN – 4

Hazreti Mevlâna, Maarif’de buyurur ki:

“Göz onu görünce Tanrı olur. Zîrâ, Tanrı Tanrı’yı görmüştür. O, kendi nurundan onlara bir nur bağışlamazsa, gözler O’nu göremezler. Ancak bağışladığı bu nurla O’nu görebilirler. Bu durumda Tanrı’yı gören, kendi kendini görmüş olur.”

Hazreti Mevlâna, Fihî Mâ-Fîh’de, Hakk’ı talep eden kişinin aşık olması gerektiğini buyurur ve şöyle söyler:

“Hakk’ı talep etmekte aşk ve üzerine titreme lâzımdır. Her kim titremezse, ona, titreyenlere hizmet etmesi vâcib olur.”

Yine Fihî Mâ-Fîh’de buyurur, der ki: 

“Aşk odur ki, aşık gıdasını ve tadını, anne, baba ve kardeş sevgisini, evlât muhabbetini ve her türlü lezzetini O’ndan alır.” 

Ve iman eden kişinin fedâkârlıktan kaçmaması gerektiği şöyle dile getirilir:

“Dostluğun şartı, kendini Dost uğruna fedâ etmek, Dost için mücâdeleye atılmaktır. İmanın eseri ve İslâm’ın şartı da budur. Mümin, mâdemki kendisini Hakk’a fedâ ediyor, o hâlde belâya uğradığı, tehlikeyle karşılaştığı zaman elini ve ayağını fedâ etmekten çekinmemeli.

Zehir, Sevgilinin elinden içilebilir. O’nun acı sözü de şeker gibi yenilebilir. Sevgili, çok tatlı, pek çok tatlıdır.”

Rubâi:

“Ben olunca, senden senlik gider; yakînen sen senden fânî olursun. Bunun sebebi şudur: Ben kimse ile büyük bir çadıra sığmam. 

Benim sarhoşum olana her cihanda, cihan cihan kerem vardır. Lâkin; çalış, sabret, saflaşınca bu nimete erersin.”

AŞK VE İMAN – 3

İnsanın benliğinden boşalıp Dostla dolmasının yolu aşktır.

Maarif’de bu hâl şöyle anlatılır:

“Aşk geldi ve damarlarımın, derimin içindeki kanım gibi oldu. Beni benliğimden boşaltıp Dostla doldurdu. Vücudumda en ufak zerreye varıncaya kadar hepsini Dost aldı. Benden bana kalan şey, yalnızca bir isimdir. Geri kalan ne varsa hepsi O’dur.”

Aşkla benliğinden boşalıp, Dostla dolmuş olan, böyle bir mertebeye ermiş bir kimse, iyi ve kötünün de üzerindedir. Ortaksız bir tektir. Sayılı şeylerin dışındadır. Sanki teklik bir tuzladır ve o da o tuzlaya düşmüş ve yok olmuştur da, onda ikilikten eser kalmamıştır.

Maarif’de, Leyla ile Mecnun hikâyesinde bu birlik şöyle dile getirilir:

“Ey benim Rabbim! Senin arayıcın benim veya beni arayan bizzât sensin. Eğer talep hakîki olursa, talep eden kişi ile talep edilen birdir.

Mecnun’a ‘Baş ağrından kurtulmak için kan aldır’ dediler. O da mest bir hâlde olduğundan buna razı oldu. Damarlarından kan alınacağı sırada: Hey! Ne yapıyorsun? Leyla’nın kanını niçin akıtıyorsun? Ben, her ne kadar ismim Mecnun ise de Leyla’nın aşk tuzlasında Leyla oldum ve bende Leyla’dan başka bir şey kalmamıştır, diye bağırdı.”

Kasîde:

“Aşk, benim kadehimle şarap içer, kederlerden kurtulur.

Benim yüksek yardımımın kol ve kanadı olmadıkça, hiçbir gönül tenden yukarıya uçamaz.

Benim inâyet ipim olmadıkça, kimse kuyudan dışarıya çıkamaz.

Anladın ya; mürid için benim yanımdan başka bir emel tarafı, bir yardım kapısı yoktur.

Ölü benim kokumdan dirilir ve ölmez bir devlet bulur.”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (94)

Cehalet okumamaktan mı kaynaklanıyor?

Okuyacak, öğreneceksin. Zaten Hazreti Muhammed’in ilk sözü, “Oku!” Neyi okuyacaksın? Sana yararı dokunacak, faydalı olacak şeyi okuyacaksın yoksa zamanın boşuna geçer. Eğitimini aldığın konudaki kitaplar sana fayda vereceği için o konu ile ilgili eserleri okuyacaksın. Mustafa Kemal Atatürk, “Hakiki mürşid ilimdir” diyor. İlimsiz bir yere varamazsın. Ayrıca, tarihini de okuyacaksın, nereden geldik bilmemiz lazım.
Ruhuna temel atacak kitaplar ise tasavvufi kitaplardır. Hazreti Mevlana’nın Fihi Ma-Fih’ini, Mecalis-i Seba’sını, Mektubat’ını, Sultan Veled’in Maarif’ini, Ahmet Eflaki Dede’nin Ariflerin Menkıbeleri’ni okursan temelin sağlamlaşır, dünya sende küçülür. Temelin sağlamsa bir gökdelen çıkabilirsin. Böyle bir temel atmadan sırf maddeyle yola çıkan gecekondudur, yıkılmaya mahkumdur. Bir ata sözü var, “Karun kadar malın olsa ne fayda!” Neden? Çünkü bir yere imanın, bir yere bağlılığın yok.
Hazreti Muhammed, ilim tahsil etmemiş, eline kitap, kalem almamış ama Allah, Hazreti Muhammed’de ümmi sıfatıyla çıktı. Hazreti Muhammed, sayısız bilgiye sahipti. Nereye baktıysa sevgiyle baktığı için her varlığı dile getirdi. Hazreti Muhammed’de sevgi ilmi vardı.
Hazreti Mevlana, Şems’le buluştuktan sonra zahir ilimleri bıraktı, kendini aşka verdi. “Cihan benim tekkem, alemler medresem” diyerek bütün varlıkları tahsil etmeye çıktı. Buna ömür yetmez.
Kur’an-ı Kerim kadar manalı sözler (ayetler) yazan kitap yok. Hazreti Mevlana, yediyüz sene önce Yasin suresini tefsir etti, insaların aya çıkacağını bildirdi. “Bir gün gelecek Ademoğlu aya çıkacak, aydan dünyaya menzil kuracak” dedi. Yasin semavattaki varlıkları dile getirir. Kur’an-ı Kerim’i okurken, bütün ayetlerinin manasına inecek, Kur’an’ı anlayacaksın.Kur’an-ı Kerim, insana gelmiştir. Yaşarken okuyup öğrenmemiz lazım, yoksa öldükten sonra bir fayda sağlamaz.
Ehl-i iman kişi ölmez. Bütün dostları tarafından en güzel dille anılır. Hazreti Muhammed’in, selam olsun üzerine, ne Yasin-i Şerif’e, ne İhlas-ı Şerif’e, ne Fatiha’ya ihtiyacı yok. Hazreti Mevlana’nın ve diğer Velilerin de yok. Onlar hayattayken canlı Fatiha idiler. Hakk’la Hakk oldular, hep Hakk’ı yad ettiler, gönüllerde yer aldılar. Biz onlara okurken, düşünelim; onları yüklenelim de toplumu aydın kılalım, kişiliklerini vererek güzel işlere sürükleyelim, güzel hizmetlere bulunsunlar, güler yüzlü, tatlı dilli olsunlar, kimseyi hor görmesinler, nefslerine hakim olsunlar, kırıcı konuşmasınlar.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (40)

Maarif’in birkaç yerinde altı yönden bahsediyor ama açıklama getirmiyor. Anlatır mısınız?

Ön, arka, sağ, sol, yukarı, aşağı altı yöndür. Altı yönden görünen hep benim, nereye baksan, hangi yöne dönsen hep benim der, Cenab-ı Hakk. Bir insan Rabbine aşık olursa, nereye baksa onun gözü ile bakar. Suya, dağa nereye baksa onun hayali, güzelliği çıkar. Çünkü onu gönlüne koymuş.
Biri, dağ eteğindeyim, önümde dağ var, Hakk’ı göremiyorum derse, aşık değildir. Aşık olmayan bir insan altı yönde nereye baksa, o yöndeki nesneleri görür, Hakk’ı göremez.
Melekler saf nurdan olup, dört unsur ve altı yönün dışında, yerin ve göğün ötesindedirler.
Dört unsur ateş, su, hava, topraktır. Bunlar da bizim vücudumuzdadır. Vücuttaki hararet (ateş), güneşten bir parça; nefes (hava), semavattan bir parça; vücudun dörtte üçü su, okyanustan bir parça; deri ile kemik, o da topraktan bir parçadır.

 

“Din güzel ahlaktır” tanımı çok güzel; bu tanımı açıklar mısınız?

Hazreti Mevlana’nın diliyle anlatalım. Mevlana’mız buyurur:
Bir gün Salih kavminin uluları içlerinden bir kişiyi, Hazreti Muhammed’e “Dinin nedir?” diye sorması için gönderirler.
Adam huzura gelir.
“Ya Resulallah, bir sorum var.”
“Buyur, sorun nedir?”
“Senin dinin nedir bu alemde?”
Hazreti Muhammed, “Benim dinim ahlaktır” der.
Cevabı alır almaz, kendisini gönderen kişilere gidip, “Sordum, benim dinim ahlaktır, dedi” der.
Salih kavmi, ahlakın manasını çözmeye çalışırlar, ancak kendi çözümleriyle ikna olamadıklarından aynı kişiyi tekrar Hazreti Muhammed’e ahlakın manasını öğrenmeye gönderirler. Bu zat gelir gelmez selam verir;
“Ya Muhammed, dinin nedir?” diye tekrara sorar.
Hazreti Muhammed, daha önce işitmedi sanarak, üç sefer, “Ahlak, ahlak, ahlak” der demez, “Bunu işittim. Bunun manasını öğrenmeye geldim” der.
“Bir insan, hiçbir ilme sahip olmasa bile, insan toplumu için yararlı fikirler üretirse, bu kişi ahlak sahibidir, bendendir. Bir kişi, ne kadar bilgi sahibi olursa olsun, insanlığı ikiliğe, fesada, kavgaya sürüklerse, o benden değildir.”
Hazreti Muhammed’in dini, yüksek ahlak üzerine kurulmuştur. Yüksek ahlak, güzel fikirler üretmek, insanları birliğe, kardeşliğe davet etmek, birlikte tutmaktır.