MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (15)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

İnsanın nefsi hem maddi hem manevi çok şey istiyor. Bunu dizginlemek için kendimizle kavgadayız. Bu kavga hiç bitmeyecek gibi görünüyor. Bu savaş ne zaman biter, ölünce mi?

Hayır. Hazreti Muhammed, en büyük savaş görülmeyen düşmanla savaşmaktır, dedi. Görünmeyen düşman nefstir, onun doyumu yoktur, arzuları hiç bitmez. O nefs, kişiyi hep hüzünlere mahkum eder. İnsan devamlı nefsine hizmet ederse onu ölüm kurtarmaz, ameli neyse onunla yola çıkar.
Nefis nasıl tarif edeceğiz?..
Nefsinin bilen Rabbini bilir. Nefsinin her istediğine boyun eğmeyen Allah’ını bulur, rahata kavuşur. Demek ki Rabbini biliyor ve onunla yaşayıp, onunla bütün güzelliklere sahip oluyor. Boşver, düştüm nefsime tövbe ederim, diyerek hayat geçirenler kolay kolay bunalımdan kurtulamazlar.
Hazreti Muhammed, Hazreti Mevlana da bizler gibi beşerdiler. Onlar da bizler gibi yediler, içtiler, evlilik yaptılar. Yalnız onlar dürüstlüğü elden bırakmayıp, dünya varlıklarına tamah etmediler, yalandan, hırstan kaçınarak, helal işlerin peşinde koştular. Hayatlarını hep Allah’la huzur içinde geçirdiler.
Hazreti Muhammed, bütün dünyaya rahmetti, ayırım yapmadan Hıristiyan, Musevi, hatta ateist olsun hepsine aynı doğrulukla, aynı güzellikle çıktı. Menfaatlerinin elden gitmesini, toplumun gözünün açılmasını istemeyenler, bazı kişileri kendi taraflarına çekerek, ona cephe aldılar., bir sürü hakaret yaptılar. O, hiçbirinin hakaretine karşı katı bir dil sarfetmedi, hep hidayet isteyerek, “Benim kim olduğumu, onlara ne kadar dost olduğumu bilselerdi, bana bu çirkinlikleri yapmazlardı, bilmedikleri için yapıyorlar” dedi.
Neden Hazreti Muhammed’in, Hazreti Mevlana’nın hayatı gözden geçirilsin diyoruz? Çünkü onlar insanlara en güzel yaşam örneğidir. İçindeki bu düşmanı, sevgin, aşkın ve bakışın daima Hazreti Muhammed’e, Hazreti Mevlana’ya yöneldiği zaman yenebilirsin. Onlar insanı nefsinden arındırır.
Şems-i Tebrizi Hazretleri, “Nefsin kaesini yıkan tevhiddir” diyor. Bir bilinçli tevhid, bir de hayali tevhid var. Allah bütün güzel sıfatlarını Hazreti Muhammed’de, Hazreti Mevlana’da gösterdi. Hazreti Muhammed’in dışına çıkarsan boşlukta kalırsın. Ona yüz tutar, O’na büyük bir sevgi verirsen, anında düzelirsin.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (14)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Allah, kendini insanda yarattı. Niçin perde arkasında, niçin bizi bu kadar uğraştırıyor?

Allah, kimseyi zorlamıyor. Kişi nefsinde yaşadığı, nefsinin isteklerinden vazgeçemediği için hakikatlere ulaşamıyor.

Allah, insanlara perde koymadı. İnsanlardaki o perdeler kendi egolarıdır. Burada bir ilahi var… Hakk’ın huzurunda mevtalar gibi teslim olacak, zerre kadar canlılık göstermeyeceksin. Onu gösterdiğin zaman ona perde diyorsun, O sana perde olmuyor. O, apaçık yüzünü gösterdi. Hazreti Muhammed’den, Hazreti Mevlana’dan, bütün Peygamber ve Velilerden işleyen bütün o güzellikler içlerindeki Allah’tı. Onlardaki o yüz, o beden örtüydü. Hakk’ın güzelliklerinin çoğuna ve hakikatine varan Hazreti Muhammed’dir. O, kavminden en çok cefa çeken Peygamber olmasına rağmen onların cezalandırılması için Allah’a münacatta bulunmayıp, hep sabır gösterdi. Taif halkı Hazreti Muhammed’i taşladı, O da onlara Allah’tan hidayet isteyerek, “Onların kalplerine hidayet ver, benim kim olduğumu anlasınlar, ben onları yok etmek için gelmedim” dedi.

Misal verelim; ateşe ateşle gidersen daha fazla parlar, her iki tarafa da zarar verir, ama suyla gidersen söndürürsün, ateş sana yansımaz. İşte Hazreti Muhammed bu sıfatı taşıdı.

Önemli olan insan sevgisidir, gönlüdür, teferruat değil. İster Muhammediye’de, ister İseviye’de, ister Museviye’de teferruatta bulunan fakat gönlü, aklı başka yerde olan kişiye nasıl dindar denilebilir ki, ama gönül o yolun sahibinde ise mesele yok.

Allah, güler yüzde, tatlı dilde, merhamet ve şefkat bulunan yerdedir. Hakk, yüzünü bütün insanları bir görüp hiç ayrım yapmayarak sevgisini sunandan gösterir.

Peygamberler ve Evliyalar, her zaman hem dış hem iç temizliği istemiştir. Kişinin ne içi, ne dışı temiz değilse, din sahibine nasıl kavuşacak? Hazreti Muhammed’in güzelliklerine kavuşmak için onları incelememiz lazım. Onun konuşma tarzını, yaşayışını, insan toplumuna bakışını inceleyip onun gibi olmaya çalışırsak, yavaş yavaş perdeler kalkar.

Allah, yüzünü açık tutmuştur. İnsan nefsinde yaşadığı için, Allah’a varamıyor…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (13)

Takdir, tedbirle bozulur mu?

Takdir-i İlahi, diyoruz… Cenab-ı Allah, bir şey takdir etti mi, o yerine gelir ama tedbirde kusur etmemek lazım. Tedbirde kusur edersen, başına bir kaza gelebilir.

Hazreti Ali’ye sormuşlar: “Dünyada senden yiğit var mı?”
“Var” demiş, “Ayakkabısını silkelemden giyen, evinin kapısını kilitlemeden uyuyan, köprünün ayaklarına bakmadan atla geçen, benden yiğittir.”

O devirlerde binalar tek katlıymış ve çok akrep bulunurmuş. Sabah ayakkabısını silkelemeden giymişse, içinde akrep varsa, sokar öldürür. Kapısını kilitlememişse, evine hırsız girip başına bir taşla vurursa, bi gayri hak gider. Yine köprünün ayaklarını kontrol etmeden atla geçmişse, eğer köprü onu zor taşıyacak durumdaysa ve bir de atla geçmeye kalkmışsa, kazaya atla gider. Bu yüzden tedbir şarttır.

Diğer taraftan, tedbirini bozacak takdiri ilahi var ya, o Allah ne işlerse, o tedbir işinde de güzel işler. Allah’ın çirkin işi yoktur.

Yunus’un dediği gibi, “Deme bu niçin böyle, o yerindedir öyle.”

Birinin başına çirkin bir şey gelirse onu Allah’tan değil, kendi nefsinden bilsin. Allah bütün kötülüklerden münezzehtir. Bunu sık sık söylüyoruz, Allah bela vermez. Kişi çirkin işlerde bulunur, büyüklerin sözünü dinlemezse, başına kaza, bela gelir, kişi belaya kendi gider. Gençlerimiz tecrübe sahiplerinin sözlerini dinlerlerse kazanca giderler.

Anne babalar, evlatlarından hiçbir menfaat beklemeyen, rüşvetsiz dostlardır. Sadece bir güler yüz, tatlı dil isterler. Daima çocuklarının aydın ve iyi olmalarını dilerler ama malesef çocuklar ana babaya çirkin hitaplarda, davranışlarda bulunurlar. Bir gün gelir iş işten geçer, çok pişman olurlar. Pişman olmadan her şeyi düşünerek yapmak lazım.

Zamanın birinde adamın çok asi bir oğlu varmış. Adam oğluna, “Sen adam olmazsın” demiş.
Çocuk tahsilini tamamlamış, gün gelmiş şehrin valisi olmuş. Babasını huzuruna çağırtıp. “Bak baba, adam olmazsın demiştin, ben vali oldum” demiş.
Babası, “Evet” demiş, “Vali olursun ama adam olamazsın. Senin büyüklere saygın yok.”

Bütün amaç, biraz edebiyata yönelmek, insanlık terbiyesi alarak, insan gibi yaşamak, insan gibi konuşmak, insan gibi bu alemden göç ettikten sonra rahmetle anılır olmaktır.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (12)

Her hal kendi içinde başka halleri barındırıyorsa ve her şeyin tek bir varlık olduğunu farz edersek; geçmişi ve geleceğiyle çok hızlı akıp giden bu zaman için, sadece bir yanılsamadan ibarettir, diyebilir miyiz?

Bu devirde, bir saat bir dakika oldu, o kadar hızlı geçiyor ki hayat, gün adeta saat oldu. Gününü nasıl yaşıyorsun, temeli maneviyat olan bir yere bağlılığın, sevgin var mı? Maddeye ait her şey fanidir. Kişi bir Hakk ehline yüz tutup, oaraya gönlünü bağlar, orayala yaşamını sürdürürse, onun yaşamı boşa gitmemiş olur. Hakk’la yola çıkmış, Hakk’la yürüyor, Hakk’la konuşuyor. Onun her şeyi maneviyat zenginliği ile doludur ama maddeyi gönlüne koyarsa, o anda sıkıntı, gam, kasavet, hüzün başlar. Çünkü Allah’ın dışında her şey fani.

Misal olarak, bin kişi olsak, hepimiz sıdkı bütün imanla bir yere bağlanırsak, sayıda kalabalık görünürüz ama manada bir sayılırız. Çay demlikte bir kapta idi, bardaklara konulunca çok görülür. Her birine sorsak, ne içiyorsun? diye “çay” der. Yani gönlün nerede? Hakk’ta, demektir bu… Sonuç nedir? Hepimizin gönlü Hakk’ta, hepimiz Hakk olduk.

Bu beden bir testidir, yolun sonunda da sonsuz güzelliklerle dolu bir okyanus var. Testi kırılınca, vücuttaki ruh, su misali, gider hedefine ulaşır. Fakat hiç Allah’ı zikretmeden, hep dünya muhabbetleri ile ömür geçirilirse, testi kırılınca, o su toprağa gider. Toprağa gidince ayak altı olur, yani bütün ömrü zayi olmuş olur.

Hazreti Mevlana, şöyle buyurur ve bizlere sorar: “Ey insan! Sen dört anasırın sahibisin. Birincisi anasır, vücudundaki hararet, güneşe ait. İkinci anasır, vücudundaki hava, semavata ait. Üçüncü anasır, vücudundaki su, okyanusa ait. Dördücü anasır, deri ile kemik, o da toprağa ait. Bir gün gelecek bu dördü aslına gidecek, peki sen nereye gideceksin?”
Bu alemde neyi temsil ettiysen, gidişin de orayadır. Hakk’ı temsil edersen, gam yeme, dünya durdukça bakisin. Hazreti Muhammed, Hazreti Mevlana gibi diğer bütün üstadlar hepsi sevenlerine gittiler. Kendilerini insanlara kazandırmak için çalıştılar ve ölüm onlardan gitti. Aklını kullanmayıp, kendini insanlara kazandırmayanlar, ömürlerini boşa geçirirler. Her şeyi kusursuz yapmaya çalış, sonra iman ettiğin yere teslim ol. Seni nereye götüreceğini artık o bilir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (11)

Bizim bir müşkülümüz olduğunda size danışırız. Bize çeşitli yollar gösterirsiniz ve sonra da dersiniz ki: “Allah gönlüne göre versin.” Dualarımız kabul olmadığı zaman Allah gönlümüze göre vermiyor mu? Yoksa gönlümüzün ne istediğini biz mi bilmiyoruz?

Bu sözü her zaman söyler, Allah gönlünüze göre versin, derim. Gönül tam manasıyla, sıdkı bütün imanla bağlı ise o kişi yavaş yavaş muradına erer. Verdiğimiz reçete bir kenara atılır, gönül de başka yerdeyse, muradı da başka yere gider. Gönül temizse kişi muradına erer.

Şimdi duaya gelelim… Duanın kabul olması için temiz bir kalb lazım.
Bir gün miskinin biri Hazreti Ali’nin yanına gelerek: “Ya Ali, çoluk çocuğum üç gündür aç, ne olur bana bir yardımda bulun” der.
Hazreti Ali, yerden bir avuç toprak alınca miskin, Ali beni boş çevirmemek için toprak ikram edecek, diye düşünür. Hazreti Ali içinden duada bulunarak elini uzatır, toprak miskinin eline düşer düşmez altın olur. Miskinin gözleri fal taşı gibi açılır.
“Ya Ali, ilerde yine böyle bir sıkıntıya düşersem seni rahatsız etmeyeyim, bir avuç toprak alıp okuyayım, altın olsun. Bana o duaları söyler misin?”
“Tabi söylerim, üç İhlas bir Fatiha okudum, sonra da Hu çektim.”
Miskin, “Aaa! Ne kadar kolay duaymış” der ve hemen yerden bir avuç toprak alarak, üç İhlas bir Fatiha okur ve Hu çeker, fakat toprak altın olmaz.
“Ya Ali, okudum, Hu da çektim, ama toprak altın olmadı.”
“Olmaz kardeşim, olması için gerek ki sana kalbimi de vereyim…”

Duanın kabul olması için, kalb temizliği ister, Onun kapısında ağlamak sızlamak ister; yalnız dille söylemekle olmaz. Allah, diye içten bir bağırsan, O duymaz mı? Gönüllerimizde temizlik yok ki, istekler olmuyor. Ehli değil ise vermiyor.

Allah’tan ümit kesilmez, O’na isyanla çıkılmaz. Gönüller temiz ve saf olursa, istekler olur. Kendimizi temizlemek için çok çalışmamız lazım ki, o güzellikler bizlerden de tecelli etsin. Bazıları bir sürü karmakarışık işlerdedir. Bir şey söylersen, “Onun kalbini Allah bilir, kulla Allah’ın arasına girilmez” derler. Kişilerin yaşamı, hareketi görünüyor. Haksız kişiler, kulla Allah’ın işine karışılmaz, diyemez. Eğer hiçbir menfaat beklemeden bütün insanlara hizmet ediyorsa onun işine karışma, onunla Hakk arasında bir iş vardır. Kendini en güzel yine kişi kendisi bilir. Kendi hatamızı yine kendimiz biliriz, bu beden örtüdür.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (10)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Mesnevi’de bir hikayede, “Allah erleri bize benzerler ama onları tanımak zordur” diyor. Bir Allah erini gördüğümüzde nasıl tanıyacağız?

Adem sıfatında hem Hazreti Muhammed, hem Ebu Cehil var. Nasıl belli olacak? Biri benlikte, küfürde; öbürü hep tevazuda, lütufda, oradan anlarız. Allah erleri daima tevazudadır, yokluktadır. Onların her sözü bilinçlidir, irşattır. Allah’ı insanın dışında uzakta tutmaz, daima birleştirir. Buradan belli olur.

1987’de acizane Konya’da Hazreti Mevlana’yı temsil etmek fakire nasib oldu. Günde iki defa, kalabalık bir mutrib ve çok sayıda semazen ile Şeb-i Arus’da ayin açtık. Her taraftan gönüllüleri çağırdık. Türkler de dahil olmak üzere her milletten insanı misafir ettik. Ayin sonrasında da konakladığımız otelin lobisinde geç saatlere kadar oturduk, onların sorularını cevapladık.
“Ne yaparsak yapalım, beş vakit namaz da kılsak, tam manasıyla ibadet edemiyoruz. Düşününce sırat köprüsünden düşüyoruz, hatalardan kurtulamıyoruz. Bunun çözümü nedir, Allah insanlara ceza verir mi?” diye sordular.
Camiye, kiliseye göre mi, yoksa Mevlana’ya göre mi cevap vermemi istersiniz? dedim. “Mevlana’nın dilinden cevap istiyoruz” dediler.
Mevlana diyor ki: “Allah, kulunun bir kılı ağarsa, Allah onu cezalamaktan münezzehtir. Çünkü ceddim Hazreti Muhammed, Miraç ettiği zaman Cenab-ı Allah’ı onyedi yaşında Şabb-u Emre sıfatında gördü. Allah, onyedi yaşında namütenahi güzellikte bir ben-i adem sıfatında göründü. Ceza vermekten münezzehtir!” diyor.
Misal olarak; kişi doksan yıl yaşadı, son nefesine kadar nefsi arzularından hiç nadim olamadan o hali ile vefat etti ise, ibtidada hocaların söylediği gibi, esafiline gider. Yani kendi kendini ruhi cezaya, cehenneme atar. Burada Hakk üzülür. O kendi kendini cezaya attı. Bu neye benzer? Ana-baba, evladından şefkatini esirgemez, hep nadim olmasını bekler. Ana-babada bu şefkat, bu rahmet varsa, Allah baştan aşağı hep rahmettir. Onun rahmeti Hazreti Muhammed’de tecelli etmiştir. Siz düşünün, eğer kötü huylarınız varsa, onları yavaş yavaş Hakk’ın bir dostuyla, onun güzel huylarıyla güzelleştirin.

Sizlere yine Hazreti Muhammed Efendimizden bir misal vereyim: Bir gün Hazreti Muhammed, sahabesi ile otururken içlerinden biri, “Ya Resulallah, dünya ateşinin, cehennemin ancak bir zerresi olduğunu buyuruyorsunuz. Ne kadar dikkat edersek edelim hatasız zamanımız geçmiyor. Bizim halimiz ne olacak?” diye sormuş.
O sırada bir hanım dört yaşında çocuğuyla oradan geçiyormuş.
“Efendi, bu kadın çocuğunun ateşte yanmasına razı mıdır?”
“Hayır.”
“Neden?”
“Ana şefkat doludur. Çocuğu ateşe düşerse kurtarmak için kendini ateşe atar.”
“Annede bu kadar şefkat varsa, Allah baştan aşağı şefkattir. Kişi Allah’a uymazsa, kendini ateşlere atar.”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (9)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Bazen aklımızla bazen de kalbimizle kararlar alıyoruz. Her hangi bir karar alırken aklımızla mı, kalbimizle mi almalıyız?

Mevlana’mız, bir iş yapmaya kalkıştığın zaman, istersen bin kiiye danış, işi yapacağın an kalbine danış, diyor. Kalpteki ses üstündür. Oradan güzel bir ses gelirse o sese uy. Akıl yenilebilir ama kalb yenilmez, orası tevhid yeridir. Oraya biraz kulak verirsen; Allah, Allah, Allah… diye daima tevhidde olduğunu duyarsın. Akıl her yerde gezer, kalb ise bir yerde durmuş, zikrini yapar. Hele o kalbe güzel bir Dost koymuşsan, hiç yenilmezsin.
Kalbinin sesini dinleyeceksin. Hazreti Muhammed, kimsenin aklıyla yola çıkmadı.
Misal, bir iş yapılacağı zaman sahabeye anlatır, fikirlerini dinlerdi. Daha sonra kendi düşüncesini söylediği zaman sahabe onun parlak düşüncesine hayran olur, o yönde hareket ederdi. Çünkü Hazreti Muhammed hep tefekkürdeydi, hep kalbinin sesini dinlerdi.
Hazreti Muhammed’e Nebi olmadan önce toplum tarafından Emin ismi verildi. Yani onun söylediği bütün sözler suret bulacaktır, emin olun, demek istediler. Hazreti Muhammed’in o güzel aklı, Cebrail (as) ismini almıştır. Hocalarımızın, “Hazreti Muhammed’e Cebrail vasıtasıyla, Cenab-ı Allah Kur’an-ın Kerim’i indirdi” diye anlattıkları, o en büyük melek Cebrail, insanın başındaki akıldır. Eğer akıl, güzel bir yerden aşı almışsa, insanı çok güzel yerlere götürür, almamışsa neuzübillah isyanlara düşürür. Onun için Hazreti Muhammed kimsenin eserini okumadı, kimseden akıl almadı, kendi iç duygularıyla Yaratıcıyı kendinde buldu ve hep oradan söz etti.
Allah, insanı bu kadar mukaddes kılmış, cihana hakim kılmış, kendisine temsilci seçmiş. İnsan kişiliğini bulursa hatalara düşmez. Çünkü o Yaratıcı, o Allah, kendi dışında aramaz. O, senin içinde…

Ne güzel buyuruyor Yüce Mevlana ve diyor ki:

“Senin yanındayım, beni uzak görme! Benim yanımdasın, benden ayrılma!
Kendini yaratandan uzak düşen kişinin işi yolunda, uygun olur mu?
Benim gözümle neşelenen göz parlar, keskinleşir, öteleri, gaybı görür. Duyduğu manevi zevkden ötürü mahmurlaşır.
İçinde benim rüzgarımın estiği, sevgimin dolaştığı gönülde, manevi güller açar, nurlarla dolu gül bahçesi olur…”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (8)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Kader nedir?

Bir insan bilinçsiz hizmetlere kalkışır, o hizmetler suret bulmaz da kayba giderse, “Şans yaver gitmedi, kader böyleymiş kaybettim” diyerek kadere yükler ve oradan teselli bulur.
Bir Veliye kader işlemez. Çünkü o Hakk’la Hakk olmuştur. Allah’a kanun, kader işlemez. O, her yerde özgür, her yerde galiptir. Kişi batıl inançlarla yola çıktı mı en sonunda kaderi ortaya çıkarır. Kader toplumda geçerli ama maneviyatta geçerli değildir. Allah sayısız nimet ihsan etti. Bütün nimetlerden en üstün nimet olarak akıl verdi, onu da başa koydu. Bir insan cüz’i akılla yola çıkarsa her zaman hüzünlere, kaygılara düşebilir. Fakat araştırır, Allah’ın bir dostuna el uzatır, onu etüd ederek onun kişiliğini öğrenip oraya gönül verir, orayla aklını büyütürse, bu kişinin hayatı daima huzur içinde geçer. Bir yere muhabbet vermek, oraya kendini bırakmak lazım. Eğer öyle güzel bir yer bulur da oraya temiz bir gönülle bağlanmazsa, ömrünün sonuna kadar oraya gitse de yararlanamaz, boşuna gelip, gider. Bu yol, hırkada taçta değildir. Kişinin temiz gönlüne bakar. Kişi kendi benliğinde, küçük akılda kalırsa, her zaman üzülmeye, sıkılmaya mahkumdur.
Nitekim Hazreti Mevlana, Mesnevi-i Şerif’inde şöyle buyurmaktadır:

“Kaza ve kader, bizi azaba düşürse o huy, bizim o güzel tabiatımız nasıl olur da değişiverir?
Yoksul olduysam bile nasıl olurda yoksulca hareket ederim? Elbisem eskidiyse ben yeniyim…”

Aklın en büyüğü Hazreti Muhammed’de, o Akl-ı Küll. Bütün Evliyaullah orayla akıllarını büyüttüler ve sevilerek kendilerini kazandırdılar. Ne güzel isimleri var, Evliya… Peygamberler, Evliyalar yaratıcıda kendilerini fani kıldılar, daima güler yüzlü oldular, dilleri tatlı, bakışları hoş oldu. Cemaatleri onları dinleyerek huzura kavuştu.

Hazreti Mevlana’nın manevi kimliği…

İnsan düşüncesine yepyeni bir mesaj veren ve İslam düşünürlerinin fikir sistemlerini, inanç akidelerini ruh, akıl ve sevgi üçgeni içinde sunan, insanlığa ahlak, din, ilim ve akıl yolunda heyecan katarak yeni ufuklar açan Mevlana Celaleddin-i Rumi, müstesna yüce bir varlık, ilahi bir ışık, manevi bir güneş, Muhammed Ali’nin bendesidir.

Bugüne kadar gönüller tutuşturan ve bundan sonra da insanı etkilemeye devam edecek olan Veli, kutup, pir, insan-ı kamil, büyük şair gibi sıfatlarla isimlendirilen bu büyük insan hepimize ışıktır.

Gönüller sultanı Hz.Mevlana aşkın kemalidir; ama yalnız aşkın mı? Hayır, O tüm güzelliklerin kemalidir, ilmin de hikmetin de, aklın da…

O’nun insan düşüncesine verdiği en büyük mesaj aşk, sevgi ve birliktir.

O, bir Veli hüviyetiyle gönüller coşturmuş, bir Pir, bir Mürşid-i Kamil olarak insan kalbini saflaştırmış, bir bilgi kaynağı olarak insan aklını nur ile yıkamış, akıl ve gönülleri kirden kurtarmış, gelmiş geçmiş tüm Peygamberlerin temsilcisi olmuştur.

Onun içindir ki hangi alim Mevlana’yı tanısa yücelmektedir. O’nun yoluna gönül koyan herkes kemale, sevgiye, insanlığa, bilgeliğe, hoşgörü ve yüksek ahlaka ulaşmaktadır.

O, hiç bir şeyi inkar etmez ama her şeyi birler, bütünleştirir ve sevdirir. O, kimseyi ayrı görmez. Çünkü O, herşeyin Allah’ın zuhuru ve tecellisi olduğunu bilir ve bunu insan gönlüne ve insana hal olarak yansıtır.

Mevlana aziz ve yüce bir Üstad’dır. Tek başına bir sistemdir, bir hayat ve bir düzendir. Ahlakı, ilmi, hikmeti, sevgisi, aklı, tavrı, idraki, davranışları ve herşeyi ile yüceliği öğreten bir HAL ABİDESİ’dir. Peygamber-i Zişan’ın gerçek temsilcisi, aşkın ve aklın en yüksek öğesi ve gerçeğidir.

“İnsan yaratılmışların en şereflisidir” düsturuyla her dilden, her dinden, her renkten insanı kucaklayan Hz.Mevlana sevginin, barışın, kardeşliğin, hoşgörünün sembolüdür.