MUHAMMED’İN ARSLANI…

Yüzyirmidörtbin peygamber geldi bu aleme, peygamberliklerini yaparlarken kendi cemaatlarından sıkıntılara düştüler, el açıp yalvardılar Allah’a, cemaatlarına ceza versin, yardım istediler. İster misin gönderdi yardım; ateş yağdırdı, depremler yarattı, fırtınalar çıkardı peygamberlerini kurtarmak için.

Hazreti Ali hakkında hiçbir velînin söylemediği sözü Mevlâna söyledi. Ne dedi Mevlâna? Ali’ye nasıl bir büyüklük verdi?

“Peygamberler sıkıntılara uğradıkları zaman, onlara yardım eden o Allah, Ali’ydi. Ceddim Hazreti Muhammed’e aşikâr geldi.”

Beşer sıfatında geldi. Bakın Mevlâna nasıl bir sır çıkarıyor ortaya…

Hazreti Muhammed ile Hazreti Ali, bir nurun bir ruhun suretleridirler. Onları iki gören, şaşı sayılır.

Peygamber Efendimiz, miraçta Allah ile görüştüğü zaman, görüştüğü o Allah, Ali idi. Ali’den başka kimse yoktu miraçta. Ama bunu pek bilmezler, başka türlü anlatırlar.

Camide hocaların anlattığına göre; Hazreti Muhammed miraca çıktığı zaman, Allah’ın huzuruna gelmeden önce, miraç kapısının önünde bir arslan vardı. Çok heybetli duruyordu.

Hazreti Muhammed, o arslanın heybetinden kapıdan giremiyordu Allah ile görüşsün.

Allah’tan emir geldi, “Habibim” dedi, “parmağındaki yüzüğü çıkar, arslanın ağzına at. Heybetini örtsün, öyle gel huzuruma.”

Hazreti Muhammed attı yüzüğü arslanın ağzına, arslan ağzını kapattı. Heybeti örtüldü, Resulallah girdi içeri.

Şimdi Hazreti Muhammed, miracı anlatırken sahabeye, yüzüğü de anlattı. Hazreti Ali Efendimiz o esnada sahabenin arasında oturuyordu. Hemen elini attı kuşağına, çıkardı yüzüğü, “Ya Resulallah” dedi, “bu yüzük müydü?”

“Evet.”

Resulallah Efendimiz yüzüğü aldı Ali’den. Ali’ye ‘Allah’ın arslanı’ sıfatı buradan verilmiştir.

Şimdi bize göre; hakikatte Ali, Hazreti Muhammed’in arslanıdır. Hazreti Muhammed uğruna cihanı yerinden oynatır Ali. Orada ikisinden başka kimse yoktu, katiyen.

Şiir:

Sırrımda cananım benim Ali’dir Ali, 

Gönlümde sultanım ah dostlar Ali’dir Ali, 

Can ile cananım bellidir belli, 

Hakk yolunda bana velîdir velî, 

Koy desinler bana delidir deli, 

Kazandım ben alem kaybetti. 

Buldum Hakk yolunda dünya güzelini, 

İsmi latif ile HU diyelim…

MANEVİ MENKIBELER – 79

KILIÇ KINDAYKEN Mİ KESER…

Sultan Veled Hazretleri bir gün Hazreti Mevlana’ya, “Efendi baba çok latifsiniz, şefkat dolu bir varlıksınız, acaba bu alemden gittikten sonra bu şefkat bu rahmet devam edecek mi?” diye soruyor.

Hazreti Mevlana oğluna şu cevabı veriyor, “Veled! Veled! Veled! Kılıç kındayken mi keser, kından çıktıktan sonra mı?”

“Kından çıktıktan sonra.”

“Kın içinde bu kadar şefkatle çıkıyorum, kından çıktıktan sonra ben hep şefkatim.”

1987’de acizane Konya’yı idare etmek fakire nasip oldu. On Lira iken biletler, ikibuçuk Liraya indirdim. Günde iki kez, saat 14:00’de ve 20:30’da, altmış kişinin üstünde mutrip, elliüç semazen ile Şeb-i Arus’da ayin açtık. Her taraftan gönüllüleri çağırdık. Otel lobilerinde Türkler’den başka her milletten insan vardı.

Misafirler sohbet esnasında, “Ne yaparsak yapalım, beş vakit namaz da kılsak, hatalardan kurtulamıyoruz. Bunun çözümü nedir?” diye sordular.

“Camiye göre mi, kiliseye göre mi yoksa Hazreti Mevlana’ya göre mi cevap vermemi istersiniz?” diye sordum.

“Mevlana’nın dilinden cevap istiyoruz” dediler.

“Hazreti Mevlana diyor ki” dedim, “Allah’ın bir kulunun saçının bir kılı ağarsa, Allah onu cezalandırmaktan münezzehtir. Çünkü Ceddim Hazreti Muhammed miraç ettiği zaman Cenab-ı Allah’ı onyedi yaşında namütenahi güzellikte şâbb-ı emred sıfatında gördü. Saçı ağarmış kişiler erse, Tanrı’nın ya ağabeyidir ya da babasıdır; dişi ise ya ablasıdır ya annesidir. O yüzden Allah onlara ceza vermekten münezzehtir.

Hazreti Mevlana, mantığa hitap etmek için böyle açıklıyor. Cenab-ı Allah, belki yaptığın hatalardan nâdim olursun diye seksen yıl, yüz yıl ömür verir, bekler. Sen hatalara devam edersen ve son nefesini verirken de nâdim olmuyorsan, ‘niye nâdim olmadın’ diye Allah üzülür. Sen kendi kendini cezaya atmış olursun” dediğimde hepsi şaşırdı kaldı.

Siz kendinizi bir düşünün; kötü huylarınız varsa, onları yavaş yavaş Hakk’ın bir dostuyla, onun güzel huylarıyla güzelleştirin ki, O’nun o güzel yüzünden mahrum olmayasınız.

MANEVİ MENKIBELER – 75

ESKİSİNİ Mİ VERECEKSİN, YENİSİNİ Mİ?..

Namaz miraçtır evet, fakat miraç nedir, miracı nasıl anlamalıyız?..

Eğer namazda Peygamber Efendimizi düşünüyorsak, O’nu her şeyin üstünde tutuyorsak, O’nunla rabıta kuruyorsak, işte o zaman miraçta sayılırız. Fakat namaza durup da, işini, aileni, başka bir sürü şeyi düşünüyorsan, o zaman sen miraçta değilsin, hatta namazın bile namaz sayılmaz, çünkü cünupsun, dünyayı karıştırıyorsun namaza.

Bakın Mevlana ne diyor… “Namazda akıl başka yerlere giderse, o kişi cünup sayılır.”

Bir gün Hazreti Resulallah, sahabesini denemek istiyor ve “Sabah namazında kim aklını sağa sola götürmezse, ona hırkamı vereceğim” diyor.

Namaza doğruluyorlar, daha ilk sünnette akıllar sağa sola gidiyor.

Namaz biter bitmez Peygamber Efendimiz soruyor, “Aklınız bir yere gitti mi?”

İmam Ali Efendimiz parmağını kaldırıyor, “Evet ya Resulallah.”

“Nereye gitti?”

“Acaba hırkanın eskisini mi vereceksin, yenisi mi?”

İmam Ali’nin ardından herkes de aynı şeyi düşündüklerini söylüyorlar. Oysa İmam Ali Efendimiz bunu düşünmediği halde, onların gönüllerini okuyor ve kendisi düşünmüş gibi söylüyor.

Hangi hırkayı verirse versin. Sen aklını hırkada mı tutacaksın?..

Dinimiz bütün dinlerin en medenîsidir, en mantıklısıdır, en aydınıdır; dinimize sahip çıkalım, berbat etmeyelim.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (150)

İnsanın, altı cihette Cenab-ı Hakk’ı seyretmesi zikir değil midir? Ya da Cenab- ı Hakk’ı tefekkür etmesi zikir değil midir? Zikir nedir?

Üç türlü zikir vardır: Birincisi cehri zikir, sesli zikredilir. İkincisi hafi zikirdir, sessiz zikredilir. Üçüncüsü ise kalbi zikirdir, adı üstünde kalbi zikir. Kalb, hakikatte doğduğumuz günden itibaren daima ‘Allah’ diye zikretmektedir.

Allah’ı her yerde görmek ancak aşığa mahsustur. Çünkü aşık, nereye giderse gitsin Sevgilisiyle beraberdir, nereye bakarsa baksın Sevgilisiyle bakmaktadır. Çünkü aşığın her zerresini Maşuğu kaplamıştır, yani o her an zikirdedir.

“Davete, ancak bütün kalbleriyle kulak verenler uyar.” (En’am, 36)

 

Peygamber Efendimiz, Mirac’a çıktığında O’na dediler ki: “Muhammed, sen çekil, şimdi senin Rabbin namazda.” Yani, senin Rabbin zikirde, senin ruhun zikirde… En büyük zikir budur, değil mi?

Hazreti Muhammed Efendimizin her zerresi Hakk’a aittir. O, eğer derse ki, “Ben zikrediyorum”, ikiliğe düşmüş olur. Hakikatte kendisi O’dur. Şöyle bir misal verelim: Hazreti Peygamber Efendimiz, bir gece namazdan sonra nefsine ızdırap vermek istiyor ve sağ ayağı üstünde bir müddet duruyor. Sonra bir müddet de sol ayağı üstünde duruyor. Böylece nefsine ızdırap veriyor. Bir zaman sonra Allah’tan bir nida geliyor: “Ey benim Habibim Muhammed! Hani sen beni çok seviyordun?” Hazreti Muhammed, “Evet” diyor, “Seni çok seviyorum.” Yine Allah, O’na şöyle sesleniyor: “Hem beni çok seviyorsun, hem de bana ızdırap veriyorsun.” Hazreti Muhammed, “Nasıl sana ızdırap veriyorum?” diye soruyor. Allah, “Tek ayak üstünde duruyorsun ya, bana ızdırap vermiş oluyorsun. Sen ne sıkıntı çekiyorsan, aslında ben çekmiş oluyorum” diye yanıtlıyor.

Aynısını Ebu Müslim yapmaya kalktı, ona da Cenab-ı Hakk’tan şöyle bir ses geldi: “O şeref Habibime aittir, sen gece gün tek ayak üstünde kalsan, o şerefe nail olamazsın.”

Hazreti Mevlana’nın bir kasidesine kulak verelim…

“Senin aşkının gamzesi, bakışı taç, taht sahibi bir padişaha bile bir arpa kadar değer vermez. Bir ihtiyaç sahibini, aşka susamış birini görünce onu gönlüne alır.

Aşık, sevgilinin ayakları altına atlaslar, ağır ipekli kumaşlar döşemek için ciğerinin kanı ile atlas yaygılar, ipek kumaşlar dokur.

Aşk, güzellik padişahının damına çıkılacak bir merdivendir. Sen gel de Miraç hikayesini aşığın yüzünden oku!

Meyve, nasıl ağaçta biter, olgunlaşırsa, aşık da asılma ile, ölümle yaşar. 0nun için meyve zamanında bahçeye gel de yüzlerce Hallac’ı darağacında asılmış gör.

Aşk, gönül şehrini her zaman yağma eder durur da aşık onun için dağınık, sözler söyler.”

Hazreti Mevlana’nın bahsettiği “Mirac hikayesi”, Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsirinin 3151. sayfasında geçen şu beyti hatırlattı: “Renk aleminden mücerret olan Mi’rac hikayesini, ben bi-dile, yani vecde müstağrak olmuş bayılmış olan bana sorma. Katre derya oldu. Bilmem ki, Peygamber ne oldu? Ancak bu makam tefekkür edilirken hulul ve imtihan şaibelerinden sakınmak tenzihinden asla gaflet etmemek gerek.”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (68)

Kandilin Mevlevilikteki yerini anlatır mısınız?

Kandilin manası ışıktır. Eskiden elektrik yoktu, mübarek gecelerde camilerin şerefiyelerinde fenerler yakarlarmış. Fenerler yanınca, bu gece Regaib gecesi, Mirac gecesi, Kadir gecesi demişler, ismini kandil koymuşlar. Bir insan Hakk’a yüz tuttu mu, o cihan durdukça kandildir.
Misal olarak, Mirac Kandilinde Hazreti Muhammed miraca çıktı, bütün ümmetinin Allah’tan beratını istedi. Onbeş gün sonra da Berat Kandilinde ümmetine af geldi. Allah kısmet ederse o beratı ömüt boyu tutarız. Hazreti Muhammed o kadar latif bir Peygamber ki ne kadar methetsek dilimiz aciz kalır. Hep ümmetini düşündü. Bu alemden dar’ül bekaya yol alırken, Cenab-ı Allah’tan istekte bulundu, ümmetimi ben sorgulayayım, dedi. Hazreti Allah, ümmetini Hazreti Muhammed’e bıraktı. Hazreti Muhammed, bu demden Hakk’a böyle yol aldı. Yani ehl-i irfan kişinin senede bir gün değil, her an beratında yaşaması gerekir. Beş vakit namaz kılıp sonra da yanındakine, “Ah ben bugün namazımı kıldım, dün kılamadım” lafları eder, ondan sonra da, “Bak Fatma şöyle yapmış, Ahmet böyle yapmış” tarzında konuşmalarla gıybet yaptığı an, o namazlardan, o zikirlerden hiçbir tat alınmaz. Onun için İslam’ın şartı, gıybetten kendini uzak tutmaktır.
Davutpaşa’da bir camii inşa etmişler. Adını Etyemez Camii koymuşlar. O devrin padişahı merak ederek, “Bu adam hayat boyu et yemedi mi, et paralarını toplayıp camii mi inşa ettirdi? Bu camiinin adını neden et yemez koydu? Bunu öğrenelim” demiş.
Bu efendiyi saraya davet etmişler. Sofra kurulmuş, çorba da dahil olmak üzere yemeklerin hepsinde et varmış. Bu zat bütün yemeklerden yemiş.
“Sen et yiyorsun, camiinin adını neden et yemez koydun?” diye sormuşlar.
“Ben et yerim… Ben adem eti yemiyorum. Yani hiçbir konuda onun bunun aleyhinde bulunmadığım için bu camiiye et yemez ismini verdim” demiş.
Birinin arkasından konuşan en büyük günahı işliyor. Bütün amacımız gıybetten kaçmak, Hazreti Muhammed’i, Hazreti Mevlana’yı güzel tahsil etmek, Yaratandan ötürü bütün topluma sevgi ile bakmak, sevgiden söz etmektir. Böyle davranırsak Allah katında iyi bir yere sahip oluruz.
Bunların dışında, namaz kılarsın, oruç tutarsın, zikir yaparsın ama aklın, fikrin başka yerde olursa, onun bunun aleyhinde konuşursan, yaptığın ibadetler boşa gitmiş olur.
Yalnız o gecelerde değil, her an temiz düşüncelerde olmalıyız. Aşık, her an maşuku ile birliktedir. Aşık olmayan senede bir kandille maşukuna varamaz.
Ne güzel söylüyor Yunus Emre, “Bu akılla, düşündüğün fikirle, aradığın yari bulamazsın.” Kendini boşuna yorarsın. O yar, ancak sevgi ve aşkla bulunur. Çok sevecek, oraya aşık olacaksın. Aşık oldun mu, artık senden benlik gider. O kendisini sende gösterir. Biz bu aleme daim kandil olmaya geldik, senede üç, dört kandil değil.
Kandiller iyi ki var. Kandiller sebebiyle insanlar anneannelerine, dedelerine, hısım akrabaya gidiyorlar. Bir sebep olmaksızın, damatla r olsun, gelinler olsun büyüklerine zor giderler. Hele şimdi bayramlarda yazlıklara kaçıyorlar. Artık bu güzel adetleri de bıraktılar.