İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 59

“Zora çağrılsam kolaylığı sunarım da, zorbalığa çağrılsam asla cevap vermem.”

Bakın dikkat edin, Hazreti Ali Efendimiz burada ne kadar anlamlı bir söz söylüyor.

Diyelim ki, diyor, bir zor işle uğraşıyorsun, ama başa çıkamıyorsun, gücün yetmiyor; eğer beni çağırırsan hemen gelirim, hem de bütün işlerini kolaylaştırırım senin, diyor. Ama eğer beni zorbalığa çağırırsan, benim kulaklarım o işe sağırdır, o sözleri işitmem, gelmem.

Demek ki güzel işe, ağır bir iş de olsa hemen koşuyor Hazreti Ali, ama zorbalığa katiyen gelmem, diyor. Demek ki ya birinin yolunu keseceğiz, ya birinin hakkına gireceğiz; ben o işte yokum, diyor.

Bazen de, bazı kişiler insanı sinire, hırsa sürükler. Bir estağfurullah çeker yaptığın şeyden nadim olursan tekrar güzelliğe girersin. Konunun üzerinde durup, ben haklıyım, v.s. diye ısrar edersen, sen özünden çıkmış, karşı tarafın konusu ile muhabbettesin, Hakk’ı bırakmışsın onun zikrediyorsun, demektir. Bu sana ateş verir, hüzün, sıkıntı verir. Orada durma, bundan kurtul, özüne geri dön. “Hasbinallah ve nimel vekil – Allah bana yeter, O ne güzel vekildir” de. Bunun manası, Allah’ım sana güvendim seni vekil ettim işimi sana bırakıyorum, demektir.

Şöyle bir deyiş vardır; zaman zaman söylüyoruz, yine söyleyelim: Kul, duvara dayanır, duvar yıkılır; insana dayanır, bir gün gelir ölür; fakat kul, Allah’a dayanıp güvendi mi, sonsuza dek huzur bulur, çünkü O ölümsüzdür, sonu yoktur. O’ne yıkılır, ne de yokolur… O, her daim diridir, hem daim ‘Hay’dır.

Hazreti Muhammed, Hazreti Ali, Hüdavendigar Mevlana ve Evliyalar, hepsi menfaatsiz dostturlar. İnsan, onlara yüz tuttu mu, onlara imanla baktı mı rahata, huzura kavuşur, her işi düzgün gider, sıkıntı yaşamaz.

Bu alemde insanın meyli nereye ise, gidişi orayadır. Hakk’ı bildiysen, O’nu kendinde bulduysan gam yeme, dünya durdukça bakisin.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 58

“Hiçbir işte aceleci olma, ilerisini düşünerek acelesiz hareket edenler kendilerini bir çıkmaza girmekten kurtarırlar.”

Peygamber Efendimiz, bir hadis-i şerifinde, “Her hususta ihtiyat Allah’tan, acele etmek de şeytandandır” diye buyurur.

Hüdavendigar Mevlanamız da buyurur, der ki: “Hilalle dolunay birdir. İkilikten, noksandan, gidilmeden uzaktır onlar. Hilal hakikatte noksan kabul etmez, görünüşteki noksan, yavaş yavaş dolunay haline gelmek, kemal bulmaktır. Geceleyin geceye yavaşlık hususunda ders verir. Sıkıntının yavaş yavaş açılacağını gösterir. Yavaşlıkla ey ham aceleci der, dama dayanan merdivenden basamak basamak çıkılır. Tencereye yavaş ve ustaca kayna, delice kaynayan yemekten hayır gelmez, der. Allah, alemi bir kere Kün demekle yaratmaya kadir mi değildi? Bunda şüphe mi var? Peki neden bu yaratış, altı gün sürdü; her gün de tam bin yıl kadardı? Neden çocuk dokuz ayda yaratılmada? Çünkü padişahların adeti bir şeyi yavaşlıkla yapmaktır.”

Allah sayısız nimet ihsan etti. Bütün nimetlerden en üstün nimet olarak akıl verdi, onu da başa koydu. Bir insan cüz’i akılla yola çıkarsa her zaman hüzünlere, kaygılara düşebilir.

Şimdi, bütün nimetlerin en üstünü olan aklın yöneticisi de yine insandır. Sayısız Nebi, sayısız Veli geldi bu aleme. Bir insan aklını kullanıp araştırırsa, mantığına uyan, gönlünü, ruhunu hoş eden, aydınlığa götüren bilgiyi mutlaka bulur.

Onun için, gönlümüzü büyütmemiz, imanımızı güçlendirmemiz lazım. Ne olursa olsun ben yokum, benden işleyen, hizmet eden bütün o güzellikleri sunan bir kudret sahibi iman ettiğim yer var, diye düşünmemiz lazım.

Hazreti Muhammed’in, Hazreti Mevlana’nın, Velilerin akılları tasavvufta akl-ı külldür. Onlar akıllarını Hakk’ta yok ettiler. Hakk’ı gönüllerinin en güzel yerine koyarak, onunla yola çıktıkları için aklın büyüğü onlardadır. Bizler de eğer onların aklını başımıza taç edersek, o vakit bizim aklımız da güzelleşir, ışık olur. Benliğinde kalmış, bir Hakk dostuna yüz tutmamış, onun fikirlerini, güzelliğini benimsememiş bir kişinin yaşantısı boştur, her köşede bir çıkmaza girer.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 57

“Kötü huyu terket, Hakk’ın hikmetine mazhar olursun.”

Peygamber Efendimiz, “Hiçbir kötü niyet beslemeyerek, din kardeşlerini sevmek, hiçbir nefsani duyguya kapılmaksızın, kinden arınmak, göklerin ve yerlerin sahibi Hazreti Allah’a göre, en sevilen insani amellerdendir” diye buyurur.

İnsanda haset var, inat var, gurur var, kibir ve öfke var… Bir insanın iç alemi bu huylarla bozuk olunca, hiçbir şey ona huzur vermez. Arif-i billah olan Allah dostları hep vücutlarında ihtilal yaptılar ve nefslerini bütün kötülüklerden arındırdılar. İnsanın vücudundaki kiri su temizler, fakat insanın içindeki kiri su temizleyemez.

Bir gün Mevlana’ya sormuşlar, “Ya Mevlana! Senin müridlerin hiç kirlenmezler mi?”

Mevlana cevap vermiş, “Eğer nefslerine uyup dünyaya meyil verirlerse kirlenirler.”

Yine sormuşlar, “Peki onlar nasıl temizlenir?”

İşte Mevlana’nın verdiği cevap, “Ancak beni gönüllerine koyarlarsa, ben onları temizlerim.”

Bir kimse ruhunu temizlemek, benliğinden ve kötü huylarından arınıp güzel bir insan olmak ve Hakk’ı bulmak istiyorsa bir mürşid-i kamile gelmeli ve ikrar vermeli. Çıktığı yolculuğunda mürşidine sevgiyle, aşkla, imanla bakmalı ve tam bir teslimiyet içinde olmalı. Böyle olursa, zamanla güzel bir insan olur, benliğinden ve sıkıntılarından kurtulur ve refaha erer. Ve belki bir gün bir de bakar, kabı taşıdığı kadar Hakk’ın güzellikleri onda tecellisini gösterir.

Hüdavendigar Mevlana, yine buyurur der ki: “Bizim ilmimiz sevgi ilmidir. Bizler bütün varlıklara sevgi ile bakarız. Cihan benim tekkemdir, alem de medresem. Sevgi ilmini öğrenmek isteyen, bize gelsin.”

Bakın bizlere nasıl güzel bir mesaj veriyor. Evet, geçmişlerden alırız mesajı, fakat bugün bizler sizlere mesaj vermekle mükellefiz. Güzel mesajlar vererek sizleri güzel yaşamlara sürüklemekle mükellefiz. Sizlerin, yarınların aydınları olarak topluma çıkmanızı sağlamak bizlerin vazifesidir.

Bu nedenle bizler ne kadar Hazreti Muhammed Efendimizi, Pirimiz Mevlana’mızı bedenimizde ruh edersek, onların bilgileriyle kendimizi büyütürsek, onların gözüyle çevremize bakmaya çalışırsak, o nispetle topluma ve kendimize faydalı güzel insanlar oluruz. Sizler hakikate ulaştığınız zaman, kimliğinizi bildiğiniz zaman, kimliğinizle yola koyulduğunuz zaman, sizler işte o zaman zengin bir kişiliğe sahip olursunuz.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 56

“Bilgiyi iste, terbiye edin, canım sana feda olsun. Ellerim onunla üstün olur, yeter ki iyi ve güzel şeyleri iste.”

Zaten Hazreti Ali Efendimiz ne güzel buyurur; “Bana bir ilim öğretenin ben kırk gün onun kölesi olurum. İlim nerede ise git al” der.

Hazreti Peygamber Efendimiz de savaşlarda düşman askerlerini esir aldıkları zaman, onlardan ümmetine öğretmenlik yapmalarını istedi, okuma yazma öğretmelerini istedi, çünkü onların çoğu okuma yazma biliyordu. Ve böylece onları kölelikten de azad etti. Çünkü öğretmen çok mukaddes bir varlıktır. O, sana bilgi sunar.

Bakın 1400 sene geçmiş aradan ama, onların sözleri hiç eskimemiş, daima ağızlarından baldan tatlı sözler akıyor.

Ama maalesef bugün öyle değil; insanlar hep küfürde, kavgada yaşıyorlar. İnsan olanda ikiliğe düşüren sözler olmaz. İnsan olanın sözü her zaman yapıcıdır, insanları sevgiye, birliğe, kardeşliğe çağırır.

Kendini bilmeyen, kimliğinden habersiz kişilerden topluma ancak ikilik yayılır. Bir toplum ne kadar ikiliklerden uzak durursa, Hazreti Muhammed Efendimizin, Hazreti Ali Efendimizin, Pirimiz Mevlana’nın, Piran Efendilerimizin ve Evliyaullahın ilmiyle kendilerini güzelleştirirlerse, onların dilleri ile topluma çıkarlarsa, o toplum aydınlanır karanlıklardan kurtulur, özgür ve hür yaşar. Çünkü karanlık aydınlıktan korkar.

Peygamber Efendimiz ne diyor… “Ben bütün aleme rahmet olarak geldim” diyor. O’nda insan ayrımı yok, din ayrımı yok, mezhep ayrımı yok. O, iyiye de kötüye de rahmetle çıkmıştır hep. Neden? Çünkü hepsini Allah’ın varlıkları olarak görmüştür, O’nda hiç ayrımcılık yoktur.

Madem ki bizler de Müslümanız, o zaman bizim de Peygamber Efendimize uyarak, O’nun gibi topluma rahmetle çıkmamız lazım. Kavgayı, dövüşü, ikilikleri artık geride bırakmamız lazım.

Mevlana’nın çok güzel bir sözü vardır, şöyle der: “Evladım, sakın cahil ile sohbet etme, akibet başın derde girer.” Neden böyle söylemiş? Çünkü cahile kara dersin, o, beyaz der; devamlı tersini söyler.

Evet, bizim üzerimize düşen, ne kadar güzellikler varsa, onları benimsemek; ne kadar akla uygun sözler varsa, onları benimsemek; ne kadar gönüle uygun sözler varsa, hepsini benimsemektir. Eğer aklımız almıyorsa, gönlümüz almıyorsa, ruhumuz gıda bulmuyorsa, o zaman o sözleri dinlemeyeceğiz; ki zamanımız boşa geçmesin.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (123)

‘Mürşid’in manası da öğretmen demektir. Burada aslında ‘Mürşid’in önemini anlamak gerekli. Bir simyacı nasıl bir madeni alıp altın haline getiriyorsa, mürşid-i kamil de bir insanı alıp kötü huylarından arındırıp, onun iyi bir insan haline getirir. Diğer bir deyişle değersiz bir madeni alıp, mesela bakır gibi, kimyasını değiştirerek, altın haline getirir. Ne buyurursunuz Hasan Dede?

Bu sorunuza kendimden bir örnek vermek istiyorum: Şeyhimle ilk karşılaştığım zamanlarda aklım henüz olgunlaşmamıştı, onun derinliğini keşfedememiştim, onu sıradan biri gibi görmüştüm. Şeyhime gelene kadarki öğrendiklerimle, yani beş vakit namaz kılmakla, oruç tutmakla, zekat vermekle, hacca gitmekle iyi insan olup cennete gideceğimizin hayaliyle tatmin olurdum. Ama şöyle bir düşündüğünüzde, beş vakit namazı toplasanız tamamı günde bir saatten fazla zaman almaz. Peki geriye kalan yirmiüç saat zamanımız nerede geçiyor bizim? Nefsimizin peşinde, benliklerde, senliklerde geçiyor. Beş vakit namazımızı kıldık ya, bizden bahtiyarı yok diye düşünüyoruz; tamam diyoruz artık bütün farzları yerine getirdik, ölünce cennete gideceğiz. Hele bir de biraz bilgisi de varsa bu kişilerin alıyorlar birkaç cahili karşılarına vaaz vermeye de kalkıyorlar, cahiller de bunların konuşmalarından etkilenip o kişileri yüceltiyorlar, onlar da daha fazla benliklere kapılıyorlar.

Ben ne zaman ki şeyhime intisab ettim, ona baş verdim, ona ikrar verdim, ona ‘Allah’ diye zikrettim, ki Mevlevilikte şeyhine ‘Allah’ diye hitab etmen, onu herşeyin üstünde görmen istenir. Şeyhim benden ona ‘Allah’ diye hitab etmemi istediğinde, benim yine aklım durmuştu, bunu haftalarca muhakemesini yapmıştım. Gün geldi, temiz bir aşkla, temiz bir gönülle kendimi kaptırdım, o zaman perdeler açılmaya başladı. Ne zaman gözüm gördü, yani mürşidimle Pirime vardım, Peygamber Efendimize vardım, onların hakiki yüzlerini gördüm, artık benden bahtiyarı yoktu. Hakikatte onların yüzleri Ay’ın ondördü gibidir, onların yüzlerinden daha güzel bir yüz yoktur. Onların yüzleri bir kişiye göründü mü, o kişinin aşkı artar, şevki artar, artık ondan benlik gider. Bunlara da kişiyi ulaştıracak vasıta gönüldür. Daha önce de demiştik ya, “Aşkın şarabı gönüldür.” Onlar bir tek gönül isterler, temiz bir gönül. Onlar gönüle bakarlar, yoksa kaç vakit namaz kılmışsın, kaç gün oruç tutmuşsun, hacca gitmiş misin, gitmemiş misin, bunlara bakmazlar.

Hazreti Mevlana’nın oğlu Sultan Veled Hazretleri şöyle der: “Bir mürid, mürşidiyle beraber oturur, Hakk muhabbeti yaparsa ve derse ki, ‘Ben Allah ile oturdum, Allah ile muhabbetteydim’ onun bu sözü sahidir.”

Neden? Çünkü mürid ile mürşid arasında ‘Allah’ talebi vardır. Mürid, mürşidinden Allah’ın güzelliklerini, Allah’ın büyüklüğünü dinliyor, öğreniyor. Demek ki, mürşidin bedeni bir örtü, Allah ondan dile geliyor, ondan konuşuyor.

Şems-i Tebriz Hazretleri, selam olsun üzerine, Mevlana’yla Şam’da karşılaştıkları zaman, onun elini öpmüştür ve demiştir ki: “Ey cihanın sarrafı, ara beni bul!” Çünkü o mürşid aramaya çıkmıştı. Onu hiçbir mürşid tatmin edememişti, ama Mevlana’da aradığını buldu. Onlar birbirlerinde kimliklerini bulmuşturlar.

Cenab-ı Mevlana, hep Şems Hazretlerinin gönlünü okumuş ve söylediği beyitlerde onun gönül alemini dile getirmiştir. Hz. Muhammed’in nurunu onda görmüş, seyretmiştir.

Hazreti Mevlana bir beyitinde şöyle buyurur: “Demir gönlüm yandı aşkla, alındı masivadan; tertemiz bir ayna oldu, onun güzel hayalini düşürdü içime. Cevirler vefa oldu, duruldu bozbulanık sıfatlar. Beşerlik fena buldu, Hüda sıfatı geldi. Getirin çömlekleri, doldurun tulumları; ab-ı hayat geldi, İlahi saka geldi…”

Mevlana’nın sakası, yani gönül sakisi Şems’ti; şimdi de bizim muhabbetlerimiz hep o İlahi sakadan, Mevlana’dan. Bizlerden işleyen hep O’dur.