Hasan Dede, sizin 1965 senesinden beridir Hazreti Mevlana’yı manen giydiğinizi ve Onu temsil ettiğinizi söylemeden geçmek istemiyorum. Hatta 1987 senesinde Konya’da düzenlenen Şeb-i Arus törenlerinde postnişin sıfatıyla Hazreti Mevlana’yı temsil etmiştiniz. Ve Galata Mevlevihanesi’nde 1981 senesinden itibaren, Mevlevihanenin tadilata girdiği 2007 senesine kadar hizmet edip, meydan açmıştınız, öyle değil mi?
Evet, ne kadar şükretsek az, Hazreti Mevlana’nın yüce keremleri sayesinde bu yolda çok güzel hizmetlerde bulunmak, Çağdaş Mevlana Aşıkları olarak yüce Pirimizi yurtiçinde olduğu kadar, yurtdışında da birçok ülkede temsil edebilmek nasip olmuştur. Ve halen, Evrensel Mevlana Aşıkları Vakfı adı altında, Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi’nde hizmet vermeye devam ediyoruz ve Allah’ın yardımıyla son nefesimize kadar da hizmetlerimize devam edeceğiz.
Galata Mevlevihanesi’nden söz açılınca; Mevlevihane’nin postnişinliğini yapmış ve Hazreti Mevlana’yı kendisinde bende etmiş olan Şeyh Galib Dede’nin de, selam olsun üzerine, Mevlevilik yolundaki hikayesi oldukça ilginçtir.
Şeyh Galib Hazretleri, 17 yaşlarında posta oturmuştur. Yaklaşık 13 yaşlarında iken, annesi ve babası onun dergaha gitmesinden hoşnut değillerdi. Oğullarının dünyevi ilimler üzerinde tahsil görmesini istemekteydiler. Kendileri bunu Şeyh Galib Efendi’ye söyleyemedikleri için mürşidi Esrar Dede’ye, oğullarını dergahdan göndermesi için bir mektup yazmayı uygun görmüşlerdi. Fakat Esrar Dede’nin buna cevabı şöyle olmuştu, “Burası red kapısı değil, Hakk kapısıdır. Ben bu kapıdan kimseyi geri çeviremem. Bana bir daha böyle bir mektup yazmayın.”
Bunun üzerine anne ve babası Şeyh Galib’i başka yollarla dergahdan soğutmaya çalışmışlar ve Şeyh Galib, bir süre sonra anne ve babasının bu konuşmalarından etkilenmeye başlamış ve kafasına dünya girmişti. Mürşidi Esrar Dede, onun bu halini görmüş fakat hiçbir şey söylemeyerek susmayı tercih etmişti.
Bir gün Şeyh Galib, dergahdan çıkmış, kafası karışık bir halde yolda yürürken, Karaköy yokuşunda başı dönmüş, ayağı kaymış ve diz üstü yere düşmüş. Yerden başını kaldırdığında bir de ne görsün, gökyüzünden yeryüzüne doğru bulutlar akın akın geliyor. Bunun üzerine duraklamış ve, “Rabbim” demiş, “bunlar yağmur değil, kar da değil, nedir bunlar?” İçinden şöyle bir nida gelmiş, “Ya Galib, bunlar denizdeki ve yeryüzündeki mahluklara rızıktır.” “Peki” demiş Şeyh Galib, “insanın rızkı nedir?” İçindeki ses yine cevap vermiş, “İnsanın rızkı nurdur, diğerleri hepsi nefsi gıdadır.”
Bunu duyar duymaz, kalkmış yerden dosdoğru dergaha geri gelmiş. Esrar Dede, onu görünce şöyle seslenmiş, “Deme Galib gelmem, gayri getirirler.”
İşte böyle, açarlar kapıyı, gösterirler, sen yerinden bile kıpırdayamazsın.
Şeyh Galib, kimliğine ulaştıktan sonra şöyle bir şiir yazmıştır; şimdi bu şiirden bir alıntı yapalım.
“Yine zevrak-ı derunum kırılıp kenare düştü.” Öyle bir coşku var içimde ki, ama karşımda beni anlayacak, kemalata ermiş insan yok.
“Dayanır mı şişedir bu reh-i seng sare düştü” Senin, diyor, esrar-ı rengin, yani kainatı yarattın girdin içime, nasıl anlatayım ki seni ben.
“Reh-i Mevlevide Galib bu sıfatla kaldı hayran. Kimi terk-i nam u şane kimi i’tibare düştü.”
Şimdi bir insan, bir Hakk yoluna, hangisi olursa olsun, intisab etti mi, bilsin ki, kendini ölümsüzlüğe götürmektedir. Ama bunun için çalışacak, o güzellikleri kendinde çoğaltacak ve O olmaya çalışacak. Bunu söylediğimiz zaman, O kimdir? Hakk’dır.
Hazreti Mevlana’mız şöyle der, selam olsun üzerine: “Sen O’musun? O sen misin? Sen O isen, O sen ise, bu alemde ne diye gam çekersin?”
Galip Dede Hazretleri de Hazreti Mevlana’nın bu sözlerinden etkilenerek, şöyle buyurmuştur: “Gam, keder ne varsa bu alemde, halk-ı cihanındır. Aşıkta gam, keder ne gezer.”
Hakk’ı var etmiş kendinde, vermiş gönlünü iman ettiği yere. Hiç onda gam, keder olur mu? Kendinde yaşamıyor ki, geçmiş kendinden, tüm varlığı Hakk olmuş.
Yine Hazreti Mevlana’mız der: “Sevgisiz ve aşksız geçen ömrü ömür sayma.” Eğer sevgi olmadan, aşk olmadan yaşıyorsan, bil ki sen ölmüşsün. Ama bir yere gönlün varsa, muhabbetin varsa, o zaman yaşıyor ve yaşatıyorsun.
Biz, Allah’ı yaşatmak için geldik bu aleme. Dünya nimetleri için gelmedik. Ama bu demek değil ki, dünyadan elini ayağını çekeceksin. Elin dünyada olsun, ama gönlünü verme. Gönlün Allah’da olsun. Kazandıklarınla da hayır yapmaya koş, Allah yolunda harca ki, Allah’ın rızasını kazanasın. Çünkü dünya nimetlerinin hiçbiri kabire gitmez.
İşte Yunus da şöyle diyor: “Kim bu malın sahibi? Kim bu mülkün sahibi?Nerde bunun eski sahibi? O yalan, bu yalan; vermişler eline biraz oyalan.”