MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (89)

Bizler, bu yolda ilerlemeye çalışıyoruz, gayret gösteriyoruz ama zaman zaman benliğimizin ve nefsimizin tuzaklarına düşüyoruz. Bir iyi, bir kötü gidiyoruz. Ne yapmamız lazım?

Bir gün Peygamber Efendimize sormuşlar, “Hayat bir nefese bağlı, bu nefes çıkıp da gelmezse ölürüz. Dünya muhabbetinde iken, bu nefes çıkarsa bizim halimiz ne olur?” Hazreti Muhammed’in verdiği cevap: “Ben yolcunun ikrarına bakarım. Eğer bana ikrar vermiş, beni gönlünde taşıyor ise ben ona şefaat ederim.”
Bazen, bazı kişiler insanı sinire, hırsa sürükler. Bir estağfurullah çeker yaptığın şeyden nadim olursan tekrar güzelliğe girersin. Konunun üzerinde durup, ben haklıyım, v.s. diye ısrar edersen, sen özünden çıkmış, karşı tarafın konusu ile muhabbettesin, Hakk’ı bırakmışsın onun zikrediyorsun. Bu sana ateş verir, hüzün, sıkıntı verir. Orada durma, bundan kurtul, özüne geri dön. “Hasbinallah ve nimel vekil – Allah bana yeter, O ne güzel vekildir” de. Bunun manası, Allah’ım sana güvendim seni vekil ettim işimi sana bırakıyorum, demektir.

 

Bu yolda şikayet etmek yok, hep hamd edeceğiz. Halimizden çok memnun olursak şükredeceğiz ama dünya istekleri bitmiyor. Her şey yolunda olsa bile, isteklerimiz olduğu sürece şükretmeyecek miyiz?

Dünya istekleri bitmez, birini verir, başka bir şey istersin. İnsanlar zora düştüler mi Allah’ı anıyorlar. Zora düşmediklerinde kendi alemlerinde, nefslerinde vakit geçiriyorlar. Burada sizi uyandırıyor diyoruz ki: Sağlığın yerinde, işin düzgün, aile çevren de iyi halde ise sorulduğunda, “Çok şükür Rabbime iyiyim” dersin. “Sağlığımı vermişsin, annemin, babamın, kardeşlerimin, dostlarımın da bir sıkıntıları yok. Allah’ım sana ne kadar şükretsem az” diyeceksin. Bu güzellikleri verdiği için kalkıp bir şükür zikri yapabilir, bir şükür namazı kılabilirsin. Kılmaktan misal olarak iki rekat sünnet, iki rekat farzı kast etmiyoruz. Kılmanın manası kabullenmektir. Rabbini kıl gönlünde. İstersen namaz kılabilirsin, o erkandır.
Farz edelim ki biraz rahatsızsın ya da evinin düzeni iyi değil, işlerin bozuksa münacatlarda bulunur, Allah’tan istersin. “Nasılsın?” diye sorulduğunda çok şükür iyiyim, demez, “Hamd olsun” dersin. Allah’a hamd eder, şükretmezsin. Neden şükretmezsin? İhtiyaçların yerine gelmemiş, sıkıntılı durumdasın. “Çok şükür “dersen, demek ki memnunsun biraz daha hüzün vereyim de çek der, sıkıntın daha artar.
Biri sana bir şey verse, “Teşekkür ederim” dersin. O sana sağlık, iş, güzel dostlar vermiş, hatta kendini de sana vermiş. Onun kudretiyle görüyor ve işitiyorsun. Neden şükretmeyeceksin? Hastalıkta, sıkıntıda Allah’a hamd var, isyan yok.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (88)

Maneviyatla temizlenmek nasıl olur?

Suyla yıkanmak, ayrı bir ferahlıktır. Bir de iç ferahlığı, maneviyat var, o insanın içinin temizler. Gerek Hazreti Muhammed, Hazreti İsa, Hazreti Musa, Hazreti Davud, Hazreti Süleyman, Hazreti Yakub olsun, gerek Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Abdülkadir Geylani Hazretleri olsun, hepsi küfürlerden arınmış tertemiz bir insan olarak ortaya çıktılar. Onlara bütün varlıklar hizmet ediyor. Çünkü varlıklar onun zuhuru, Hakk oradan yüzünü gösteriyor. İnsanın oraya erişmesi için hep nefsiyle kavga etmesi lazım. İnsanı bu güzelliklerden mahrum eden nefstir. Cenab-ı Hakk bu nefsi, şeytanını tanıman için yarattı. Ona uydukça başın belaya girer, uymazsan yolun düzlük olur.
Peygamberler, hiçbir menfaat beklemeden bizlere bu güzel reçeteleri yazdılar. Kim bu reçeteleri uyguladıysa maneviyatta sıhhatli yaşadı. Bu reçeteleri uygulamayanların tüm yaşantısı boşa gider. Ne kilise de haç çıkarmak, günah çıkarmak kurtarır, ne de camide kuru tövbe etmek kurtarır. Sadece kendi kendini kandırır. Kişi, kendimi değiştireceğim, Hazreti Mevlana’nın güzellikleri ile kendimi donatacağım, temiz bir insan olmaya ve topluma kendimi kazandırmaya çalışacağım, diye düşünerek uğraşırsa hiçbir zaman kayba girmez. Hep uğraşma, mücadele ister. Semalar, zikirler, namazlar bütün ibadetler yapılırken, Üstada karşı sevgi varsa o ibadetten zevk alınır. Hazreti Muhammed’e, Hazreti Mevlana’ya gönül bağlanmamışsa o ibadetlerden zevk alınmaz, yine boşlukta kalınır.
Temiz gezmek her zaman güzledir. Vücud daha sıhhatli, daha latif olur. Su her şeyin can damarı, dünyanın ruhu sudur, dünya suyla bir de güneşle can buluyor. İnsandaki su oranı dörtte üçtür. Nasıl dünyanın dörtte üçü su ise, insan da aynı.
Hazreti Mevlana’nın çok güzel bir kasidesi vardır, şöyle buyurur:

“Bizden bıkma biz çok güzeliz! Başkalarının kıskanmasından ötürü ürktük, güzelliğimizi gizledik.
Birgün beden örtüsünü canın üstünden atınca görürsün ki; canı ay da, firkad yıldızı da kıskanmaktadır. Onların hiç birinde canın parlaklığı yoktur.
Bizi görmek için yüzünü yıka, temizlen, kirliliklerden kurtul! Çünkü kirli bir insan bizi göremez. Kendini nefsani kirlerden temizleyemeyeceksen bizden uzak dur! Kendi güzelliğimiz bize yeter.
Biz yarın ihtiyarlayacak bir güzel değiliz, biz ebediyyen genciz. Gönlümüz rahattır, hoştur. Biz kadimiz, önümüze ön, sonumuza son yoktur.
Giydiğimiz beden elbisesi eskidi, yıprandıysa da, ne gam? O elbisenin içindeki ihtiyarlamadı. Ömür örtümüz fanidir. Fakat kendimiz uçsuz bucaksız bir ömürüz.
İblis Adem’in hakikatini göremedi. Örtüsünü gördü de ondan yüz çevirdi. Hazreti Adem ona, ‘Sen Hakk dergahından sürülmüşsün, kovulmuşsun, biz sürülmedik, kovulmadık’ diye seslendi.
İblis secde etmedi ama meleklerin hepsi secde ettiler de, ‘Gönlümüz örtü altında bir güzele düştü.
Örtü altında öyle bir güzel var ki; güzelliği aklımızdan başımızdan aldı da o güzelliğe karşı secdeye kapandık’ dediler.
İhtiyarlamış kişileri güzellerden ayırdedemezsek, aklımız, aşk aleminde bu seçmeyi yapamazsa, biz aşkta dinimizden dönmüş sayılırız.
Güzelin sözü mü olur? O Allah arslanıdır, biz çocukça sözlere daldık. Zaten de çocuklarız. Biz aşk bilgisinde daha alfabedeyiz, ebced okumadayız.”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (87)

“Akıl kirlendiği zaman, su ve sabun onu temizleyemez” diyorsunuz. Geçenlerde, “Abdest bizim silahımızdır” dediniz. Açıklar mısınız?

Abdest, küfürden, kötü muhabbetlerden, başka yollara gitmekten korur. Abdest, insanın sliahıdır, yani kötü yollara cephe alır. Almışsın abdestini çekinirsin, o seni korur. Abdestsiz gezersen, her an küfre girebilir, aklını nefsi isteklerinin peşinde gezdirebilirsin. Su, başta Peygamberler olmak üzere gönül sahiplerinin hükmündedir, onlar suyun hükmüne girmez. Bizler onların derecelerine gelemediğimiz için bu kaidelere uyarsak iyi olur, insan kendini biraz frenler. Hep kaidesiz olursa, misal olarak ne olacak ben Mevlevi’yim derse, bir bakıyorsun ki bulunduğu yola uygun işlerde değil, yalnız isimde Mevlevilik var, hareketlerde yok. Abdestli olursan silahın var, nefsinin şerrinden seni korur. Bir yerde ezan okunurken hemen camiye girer, namaza doğrulursun. Allah’a, Peygamberine, onun yoluna kendini daha fazla kaptırmışsan, senin gönlün daha üstündür, daha huzurlu namazını kılarsın. Abdest nefsine karşı silahtır, onun yolunu keser.
Hazreti Mevlana’nın katibi Hüsameddin Çelebi tekkenin kuyusundan hiç abdest almazdı. Kendi evinde abdest alır, tekkeye öyle gelirdi. Dervişler, “Bu zatı hiç abdest alırken görmedik, bu abdestsiz namaz kılıyor, abdestsiz zikirlere giriyor” diye Hazreti Mevlana’ya şikayet ettiler. Hüsameddin Çelebi o esnada yoktu, biraz sonra geldi. Muhabbet esnasından Hazreti Mevlana, “Ey ruhumun mertebesi Hüsameddin! Kardeşlerin senin hakkında bir şikayette bulundular. Sen buraya gelip tekkenin kuyusundan hiç su çekmemişsin, bir abdest tazelememişsin, sen abdestini nerede alıyorsun?” diye sordu.
Hüsameddin Çelebi şu cevabı verdi:
“Ben abdesti kendi evimin kuyusundan alıyorum. Çünkü tekkenin kuyusunun suyuna dünya bulaşmıştır, benim de abdestimi bozmasından korkuyorum.”
Dünya ehli yıkıyor, sular kovaya damlıyor. Onun için orada abdest almıyor, gönül sahibi. Ne kadar incelikler var.
İnsan her şeyin üstündedir ama kimliğini bilen insan. Su insanın dış kirini yıkar, iç alemini su temizleyemez. Ne kadar yıkansa, boy abdesti alsa da üstünden sıkıntısı, hüzünleri gitmez. O sıkıntıları, hüzünleri atmak için Allah’ın bir sevgilisini kendine dost edinecek, onun eteğini tutacak, ona uyacaksın. Onun yoluna gidersen o seni temizler. O zaman sende huzur olur, güzellikler başlar.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (86)

İbadeti bir borç olarak mı, yoksa Allah’a duyduğumuz sevginin, saygının tezahürü olarak mı düşünmemiz gerekiyor?

Allah’a sevgimizden, saygımızdan temiz bir gönülle ona koşarak, güzel bir tat alırız. Allah, bizlere sağlık, güzel nimetler, güzel dostlar vermiş, bizim vazifemiz ona şükretmektir. Biz yaşadığımız ana gece gündüz şükrederek, Yaratıcıyı dilimizin döndüğü kadar en güzel şekilde anlatmaya çalışıyoruz ve onu kendimizin dışında bir an bile tutmuyoruz.
Gözümüz onun kudretiyle görüyor, kulağımız onun kudretiyle işitiyor, elimiz onun kudretiyle tutuyor, ayağımız onun kudretiyle yürüyor. Vücudumuzda bulunan bütün azalardaki dirilik onun kudretiyledir. Madem ki bizi bu kadar sevmiş, her türlü güzelliklerle donatmış, biz de onu isteyelim, onun güzelliklerini içimize dolduralım. Başkalarının işlerinden bahsetmeyelim. Hazreti Muhammed der ki: “Başkalarının hesabı ile uğraşanlar, benim ümmetimden değildir.” Kendi ihtiyaçlarının peşinde koşacağına, başkasının işlerini merak eden kişi hep kayıptadır.
Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yok. Biz, onu zikrederken, onun o güzel vasıflarını içimize doldurmaya, onun o güzelliklerini tefekkür etmeye, o esmanın hüsnası olmaya çalışalım. O dışımızda değil, içimizdedir. Çünkü, Allah’ı zikretmesen bile, kalb her saniye devamlı “Allah” diye zikrediyor. Onunla diriyiz ama eğilmiyoruz. Bir an kalbimizi dinleyelim, kalbimiz bir saniye bile sahibini bırakmıyor, biz nasıl onun dışına çıkabiliriz. Ona dört elle sarılmak, onun dışına çıkmamak lazım.
Bir insan gönlünü Hakk’a vermezse ne kadar bilgili olursa olsun, sonu ölümledir. Kişi, bir yere ikrar verir, ikrarına sıdk-ı bütün imanla bağlanırsa o kişi, yaşar ve yaşatır. İnsan anneden doğup bir yaşa kadar geldikten sonra bir arayışa çıkar, gönlüne göre bir mürşid-i kamil bulduğu zaman geçmişi silinir, orada yeniden doğar. Doğduğu yeri yaşar ve yaşatırsa ölümsüzlüğe yol alır.
Hazreti Mevlana, Şeb-i Arus için, “Bu gece kına gecem, Sevgili ile buluşma gecem. Vah vah demeyin, bana ağlamayın, ağlarsanız kendinize ağlayın. Ben o Padişah değilim, tahttan inip tabuta gireyim. Ben o Padişahım ki, tahttan inip gönüllerde yer alayım” diyor. Hazreti Mevlana, bunu kazandı. Çünkü, bütün ömrünü insanlık alemine ışık tutarak geçirdi. Hep güzel şeyler, sayısız hakikatler, sayısız bilgiler sundu. İnsanı, Tanrı katında en yüksek varlık olarak tanıttı ama insan kulak vermedi, kendisinin kim olduğunu öğrenmek istemedi, nefsi ağır bastı, güzelliği, insanlığı bırakıp, nefsaniyete yöneldi. Ne oldu? O Yaratıcı üzüldü. Başka bir şey değil.
Demek ki, korku değil… her zaman sevgi ve saygı.
Ne zaman korkacaksın? Hakk’a aykırı işler yaparsan, insanları kötü yollara sürüklersen, kork. Çünkü insan, insanın Rahmanıdır; insan insanın Şeytanıdır. Bir arkadaş, bir arkadaşı doğru yola götürmeye çalışırsa o arkadaş Rahman sıfatını taşır, arkadaşını da Rahmaniyete çeker. Bir arkadaş, arkadşaını kötü yollara çekmeye kalkarsa, o Şeytandır. Ona uydun mu Şeytana uymuş olursun.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (85)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Evlatlarımızı nasıl yetiştirmemiz gerek?

Evlatlarımızı günümüze, yarınlara göre hazırlamazsak, büyük bir vebal içinde kalırız. Ne diyoruz? Bu dünyada insan son varlıktır. Tanrı insanda kendini yarattı. İnsanla bütün eserlerini seyredip, insan diliyle bütün eserlerini isimlendirdi. Kendi ismini de insanla verdi. İnsan, Yaratıcıyı temsil etmek, Yaratıcıyla yaşayıp, o Yaratıcı ile dünya durdukça baki kalmak için gelmiştir. Bütün dünya insanın emrindedir ama insan, insan olursa. İnsan olmazsa, o dünyanın emrindedir.
Toplum kendini bilmediği için dört vasıfta yaşıyor. Mutfak, banyo, tuvalet, yatak odası, bunlar için yaşıyor. Halbuki insan düşünürdür. İnsanın vazifesi insanlık için yararlı fikirler üretmeye çalışmak, bir kenara çekilmek şöyle dursun, insanlar arasında hiç ayırım yapmadan hepsinin hizmetine koşmaktır. Ne olacaksa olsun demek değil…
Hazreti Muhammed, yaptığı o güzel hizmetler sayesinde kendini insan toplumuna kazandırdı. Diğer büyüklerimiz de güzel hizmetlerde bulunarak kendilerini kazandırdılar. Kendini topluma kazandıran kişi, artık ölümden kurtulmuştur.
Hazreti Mevlana’nın buyurduğu gibi… “Ey insan ne gördüysen bu alemde senden dışarı değil, ne istersen iste, kendinde iste. Çünkü sen her şeysin.”
Hakk’ı bulmadın mı, dünyalar senin olsa sen boşluktasın. Bizim vazifemiz Hakk’ı istemek, Hakk’ı bulmak, onunla yaşamaktır. Onu bulduktan sonra her şeyi bulmuş oluruz, her iş kolaylaşır. O da insan dışında değil. Büyüklerimiz bize ayna. Temiz bir inanç, imanla bakıldı mı gün gelir, siz O olursunuz.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (84)

Hazreti Mevlana, “Hayali Allah’ı sevmek kolay, Allah’ın elçisini sevmek zordur” diyor. Açıklar mısınız?

Cenab-ı Mevlana, hayali Allah’ı sevmek kolay, Allah’ın elçisini sevmek zordur” der. Elçiyi sevmek neden zor? Çünkü Hakk oradan yüzünü gösterir, ne yaptığını görüp ikaz eder. O ikaz eden Allah’tır, ondan gören Allah’tır. Seni menfaatsiz seven doğruluğa kavuşturan odur. Elçi tebliğ eder, reçete verir. Tanrı’ya yakın olmak için bunları uygula, der. Onları yapmak kişinin işine gelmediğinden uygulamak istemez, oraya kulak asmaz, nefsinde yaşar, bu yüzden sonunu getiremez. Burası boşluk vermez. Tövbe kapısı, ikrardan sonra kapanmıştır. Tövbe yok, estağfurullah var. Neden? İkrar verdin. Hakk’ı gördün. O da seni oraya kul etti. Sana kişilik verdi, sen hata yapıp, nereye el kaldıracaksın? Senin dışında bir şey yok. Madem ki senin dışında bir şey yok, o zaman hatalara düşme. Bilmeyerek hata yaparsın, estağfurullah çekersin. Hazreti Resulallah her akşam bilerek, bilmeyerek bir hata yapmış, bilmeyerek kırıcı konuşmuş, ya da değişik bir bakışım olmuştur, diye yetmişbeş defa estağfurullah çekip, kendini öyle dinlenmeye verirdi. Biz hangi akşam estağfurullah çekiyoruz? Ne güzel örnek Resulallah. Hazreti Muhammed, İsm-i Azam duasında, “La ilahe illallah” diyor. Biz diyoruz ki, “La ilahe illallah Muhammeden Resulallah”. Cihan boş, ancak sensin Allah, Muhammed senin elçindir. Bütün güzellikleri Hazreti Muhammed’den işitiyoruz. Yani insan olmamaız için insanı örnek almamız lazım. İnsanı örnek almaz, ona uygun adımlar atmaya çalışmazsak, insan olamayız. Velilerimiz güzel, Nebilerimiz güzel. Biz onlara ayak uydurmadığımız için cefalar, gamlar, hüzünler, üzüntüler üstümüzden gitmiyor. Hem nefsimizle, hem de Allah’la olmak istiyoruz. Bu, iki karpuzu bir koltukta taşımak istemeye benzer. Bil ki, biri düşer kırılır, öbürünü de düşürür. Onun için zahmetli yolu seçeceksin, sonu rahmettir.
Hepimizin okuması yazması var, Peygamber Efendimizin hayatını, büyüklerin ibtidanamelerini okuyarak buradan insanlık hissesi alalım. O zaman bir araya geldiğimizde daha güzel muhabbetler, daha güzel alışverişler yaparız. Alışverişimiz nedir? İnsanlık al, insanlık ver. Alışverişimiz bu olacak. Çünkü burası insanlık cemiyetinin yeridir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (83)

Tarikatlar hakkında ne buyurursunuz?

Cenab-ı Allah, ne kadar güzelliği varsa insanla dile getirmiştir. Hazreti Muhammed, Hazreti Mevlana, Piran, Abdulkadir Geylani Hazretleri, Nakşibendi Hazretleri, Veliler, onları sevip saymak Allah’ı sevmektir, Allah’ı saymaktır. Kalabalık görünürler ama bir manayı taşırlar. Hepsinde Hazreti Muhammed’in, Hazreti Ali’nin kokusu var, hepsinde aynı tat var. Onlar aramızda yaşıyorlar. Onlar esmada kalabalık ama hepsi manada bir, Hazreti Muhammed’i andığımız zaman hepsi anılırlar.
Hazreti Şems diyor ki: “Bağda üzüm kalabalık görünür, ama tavada hepsi birdir.” Hepsi pekmez olmuştur, yeşili, kırmızısı, beyazı aynı tadı verir.
Hazreti Mevlana’ya sorarlar: “Piran hakkında ne buyurursun?”
“Piran güllere benzer, renkleri çok, kokuları bir olur.”
Hepsinin gönlünde Hazreti Muhammed, Hazreti Ali var. Yalnız erkan yönünden değişik konuşurlar ama gönülleri Hakk’a bağlıdır. Güllerin renkleri çok, kokuları birdir. İster kırmızı, ister beyaz, ister pembe, ister sarı olsun, hiçbirinde ayrı koku yoktur, hepsi gül kokar.
İnsan Allah’ın muhabbeti ile yaşar, biraz geceleri nefsine kıyıp Allah’ı zikrederse aslını bulur. Bu, çapayı alıp denize yol açmaya benzer. Açan kişi bir testi, gün gelir o testi kırılır, testideki su açılan yola dökülür, yok açıksa denize gider; bu yapılmazsa testi kırılınca o su toprağa gider, toprak olur.
Hazreti Mevlana’, “Aşıklar yağmura benzer, yağmur damlaları denize düştüğü zaman damlayı denizden ayıramazsın. Hepsi deniz olmuştur. Bazı damlalar karaya düşer, onları da topraktan ayırmazsın” der. Eğer Hakk’la berabersen bir gün aslına gidecek, o olacaksın. Her türlü misali vermişler. Onun için Hazreti Muhammed’i sevmek, Hazreti İnsan’ı sevmek, Allah’ı sevmektir. Hazreti İnsan’ın dışına çıkmak boşlukta kalmaktır. Bütün tasavvuf ehli hangi koldan olursa olsun, hepsi insan olmak için yola çıktı. İnsan olmamız için başta Hazreti Muhammed’e, Evliyalara sevgi ile bakmak, saygıyla anmak lazım. O zaman onların bir neferi oluruz.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (82)

Allah sevgisi ne manaya gelir?

Allah sevgisi, Evliyaullah’tan gelmiştir. Çünkü onlar Hakk aşıklarıdır, Hakk’a aşık olmuşlardır. Hakk’ın güzellikleri aşık olanda yansımasını gösterir. Artık aşıklarda tatlı bir bakış, tevazu, baldan tatlı sözler hasıl olur. Çünkü onun dilinden Allah konuşur, onun gözünden Allah görür, yüzünde Hakk’ın nuru tecelli eder.
Hakk’a uygun işler yapmayanlarda hatalar korku yaratır. Asabilik, isyan, küfür kişinin yüzüne güzellik yansıtmaz. Nadim olmazsa, benliğinde kalır, huzura kavuşmak için zararlı alışkanlıklara yönelir ama bunlar da huzur vermez, bilakis daha da zarar verir. Hastalıklar zuhur eder, ölüm yaklaşır, bütün ömrü boşa gitmiş olur.
Kur’an böyle söyledi şöyle söyledi, diyorlar. Kur’an kendi kendine hiçbir şey söylemez. Kur’an, insanla dile gelir. Evet, Kur’an Allah kelamıdır. Allah, rüzgardan, buluttan, güneşten dile gelmedi. Allah bu güzel kelamları bir ben-i ademden dile geldi. O kim? Hazreti Muhammed. Hazreti Muhammed, bütün o güzel sözleri dile getirirken, hep Allah benden böyle konuştu, dedi. İçindeki o kudrete Allah ismini verdi. Her an her dakika Allah’ı zikretti. Bütün o güzellikler Allah’a ait, dedi, bana ait, demedi. Halbuki o, Hakk’la Hakk olmuştu. Yani Allah’ın dışında hiçbir varlığı yoktu. Onun vücudundan Allah işliyor, tebligatlar, bilgiler oradan geliyor. Onun için Hazreti Muhammed’i sevmek Allah’ı sevmektir. Hazreti Muhammed’in dışına çıkmak Allah’ın dışına çıkmaktır. Demek ki insan dışında bir boşluk var.
Her insan Allah ile diri, fakat her insandan bu güzellikler tecelli etmiyor. Bütün Evliyaullah, Hazreti Muhammed’den beslendi. Onlar, Kitaba baktılar, sahibini araştırdılar, onun güzelliklerini gördükten sonra onun iç alemine kendilerini kaptırdılar, oraya aşık oldular. Hakk aşığı demek Resulallah aşığı demektir. Bunu nasıl açıklayabilirim? Misal, Veysel Karani Hazretleri, Hazreti Muhammed ile aynı yaştaydı, onun bütün güzelliklerini işitti, onu bir an dilinden düşürmedi. Yanındakiler, Hazreti Ali hariç, Veysel Karani kadar aşık değildiler. Hazreti Muhammed bunu bildiğinden sahabe ile sohbet ederken evinin dolaplarını (camlarını) açardı. Sahabe, “Ya Resulallah, dolapları neden açıyorsun?” diye sorunca, “Yemen çöllerinde benim bir üveysim var, sözlerimi rüzgar alıp üveysime götürüyor” dedi.
Veysel Karani o esinti ile Hazreti Muhammed’in muhabbetlerinin şevkini alır, beslenirdi. Onun için Veysel Karani, Evliyaullah’ın Piri olmuştur. Hazreti Peygamberi görmeden, ona aşık olmuştu. Aynı devirde yaşadılar ama görmek nasip olmadı.
Hendek Savaşı’nda, Peygamber Efendimizin bir dişi kırılınca, o dişsizken, ben dişi ne yapayım, diyerek, Peygamber Efendimizin hangi dişinin kırıldığını bilmediği için otuziki dişini birden çıkarmıştır. Otuzüçlük tesbih oradan kalmadır. Otuzikisi Veysel Karani’nin , biri de Peygamber Efendimizin. O devirde tıp ilerlememişti, kanı durduracak, ağrı kesecek ilaçlar yoktu. Kimbilir neler çekti. Bunu yaptıran neydi? Veysel Karani Hazretlerinin, Resulallah’a olan aşkı. Hakk’ı orada gördü.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (81)

Hazreti Mevlana, Fihi Ma-Fih’te, “İnsanın ayırt etme hassasını her türlü garazdan temizlemesi gerekir. Bunun için de, dinden yardım istemelidir. Siz hep vücudunuzu besliyorsunuz ama onda ayırt etme hassası yoktur” diyor. Bu ayırt etme hassası nedir?

Hazreti Mevlana’nın buyurduğu gibi, iç temizliğini yapmamışsın, öbür taraftan yiyip içiyorsun, senin iç temizliği yapabilmen için dinden yardım alman lazım. Dinden yardım almaya misal, Hazreti Muhammed’e, Hazreti Mevlana’ya gönülde en güzel yerin verilmesidir. Sonra onların yaşadıkları gibi yaşamamız, onların hallerine bürünmemiz lazım. O zaman bizler kötülüklerden arınmış oluruz. İlim tahsil edip çok bilgiye sahip olursun ama o okuduğun güzel ilimlerin sahibinin hallerine sahip değilsen, onun ahlakına uygun yol almazsan, kuru bilgide kalırsın. İçin yine kirli kalır, temizleyemezsin. Bir insan kirlenir. Su insanın bütün dış kirini yıkar. Akıl kirlendiği zaman oraya ne su, ne sabun girer. Aklı yıkayamazsın. Banyodan çıkınca tertemiz kokarsın ama sıkıntı gitmez, huzur içinde olamazsın. Huzura ancak manevi dost götürür.
Hazreti Mevlana’ya sorarlar:
“Seni seven aşıkların bu alemde kirlenir mi?”
“Dünyayı gönüllerine koydukları zaman anında kirlenirler. Dünya ehli ile muhabbet ederken, onun muhabbetini can kulağı ile dinlerlerse, onun dertlerine dalıp kendi güzelliklerinden uzaklaşırlarsa, kendi yollarından çıkarlar, o anda kirlenmiş olurlar.”
“Pekala nasıl temizlenirler?”
“Su, sabun onları temizlemez. Beni gönüllerine koydukları zaman ben onları temizlerim.”
Bazen Hakk sohbeti yaparken, manevi büyüklere yapılan musibetler, bizlerde derin duygular yaratır, hemen gözler dolar, kendimizden bir geçiş olur. Oraya karşı büyük bir muhabbete daldığımız an, o gözyaşları içimizi yıkar. O muhabbet içimizde o kadar güzel tesir yapar ki, bir kuş gibi hafif oluruz. Bizi hafifleten bu güzelliklere sürükleyen onların o yüce ruhlarıdır; vücudumuza işler, bizi gamdan kasavetten alır götürür. Bütün olay, din büyüklerini gönüle koymaktır.
Hazreti Mevlana, “En büyük kaza, zahirle hararetli muhabbet etmektir” der. Dünya ehline tutulup, kişiliğinden, yolundan geçersen, sen kendini bile bile kazaya atarsın. Zahirle konuşacak, hatırını soracaksın, gerekirse hafif bir tesellide bulunarak, bir yol göstereceksin ama kendi yolunda, kendi muhabbetinde, kendi aşkında yaşayacaksın.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (80)

Hazreti Mevlana’nın Divan-ı Kebir’de bir sözü var, diyor ki: “Kah Fatiha ikram edersin feyz alırız, kah saman çöpü ikram edip alçaltırsın. Ama biz Fatiha olduğumuz zaman nazlanırsın, bizi okumazsın bile.” Bizim Fatiha olmamız ne manaya gelir?

Bir insan Fatiha suresine nail olduktan sonra, Cenab-ı Hakk ondan işler, ondan ışığını gösterir, onu alemin Fatihi yapar. O artık Fatiha’yı birilerine okuyacak kişi olarak varlığını sürdürmez. Çünkü Hakk ona kendi büyüklüğünü vermiş. Bundan sonra bu kişi, Hazreti Muhammed (selam olsun üzerine) gibi alçak gönüllü yaşarsa, o hal onda daim kalır. Neuzübillah biraz gaflete dalarsa, o nur hemen aslına gider, o güzellikleri kaybeder. Hazreti Mevlana’nın buyurduğu gibi: Bir an gelir sende Tanrı sıfatı tecellisini gösterir ama benliğe girersen, anında güzelliklerin yerinde, Firavun sıfatı tecelli eder. Divan-ı Kebir’de aşkta, cezbede söylediği bir sürü güzel söz var. Sevgilisini kalbinde o kadar büyütmüş ki, ondan sevgili söylüyor. Mevlana onun vasıtasından başka bir şey değil.
Mevlevilikte iki can bir araya geldiklerinde birbirlerine niyaz ederler.
Hazreti Mevlana’ya sormuşlar:
“İbadetin büyüğü nedir?”
“İki irfanın (Hakk aşığının) birbirine baş kesmesidir.”
“Bu ne mana taşır?”
“Birbirlerini Hakk olarak tasdik ediyorlar.”
Bu tasdiki yaptıktan sonra birbirlerine İhlas-ı Şerif okurlar.
“Kulhuvallahu ehad – Ey kul yemin ederim, o Allah için, o ehad sensin”, “Allahüssamed – Dünyada senden merti yok”, Lem yelid velem yuled – Ne doğarsın ne doğurur bir ana senin gibi”, “Velem yekullehu küfüven ehad – Sana bir zarar gelmemesi için bütün alemi mahvederim.” Ne kadar büyük bir mana taşıyor ama Allah’a kulluk edersen bu sıfata nail olursun.
İhlas-ı Şerif’i birbirlerine okuduktan sonra ayrılırlar. Ayrıldıktan sonra sıra Fatiha suresine gelir. “Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabbil alemin – Hamd ederim sana ya Rab! Bütün alem senin”, “Maliki yevmiddin – Ne kadar din sahibi geldi ise hepsinin sahibi sensin.” Kimin kudretiyle bu kelamlar dilimde zuhura geldi? Allah’ın. O zaman Hakk, kendini insandan söylüyor. İnsan bunu ağzı ile okuyor, kulakları da işitiyor; fakat aklı, gönlü başka yerde olduğu için hiçbir manaya sahip olamıyor. Okuyup üflüyor ama aklı başka yerdeyse bütün güzellikler rüzgara gidiyor. İnsan, Yaratıcının elçisi. Yaratıcı, insanın hep ondan söz etmesini, onun büyüklüğünü söylemesini, onun güzelliklerini kendi bendelerine ikram etmesini ister. Onun dışında, başka yerlere gönlünü kaçırmasını istemez. Eğer insan, başka bir yerle meşgul olursa o an gaflete düşüp, güzelliklere perde çeker ve ondan sonra hüzünlere düşer, dertleri bitmez.
Cenab-ı Allah, en güzel yüzünü Hazreti Muhammed’de gösterdi ve sayısız hakikat ikram etti. Bütün dinlerin en medenisi, Hazreti Muhammed’in dinidir, en çok bilgi buradadır. Hazreti Mevlana da, Hazreti Muhammed’in bendesi olarak, topluma eserlerinde sayısız bilgi sunmuştur.