MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (59)

Gönül bağlı olduğu zaman, gönül bağlanan kişiyle, zaman zaman bağlantı kurulur mu?

Bir insan bir yere gönlünü bağladı mı, orayla rabıtada, devamlı orayla muhabbettedir. Oranın güzellikleri, gönül veren kişide kendini gösterir. Gönlüne başka şeyleri koyduğu zaman bağı kopmuş olur, o güzellikleri kaybeder. Bir yere gönül bağlandı mı, devamlı onunlasın, eğer güzel bir yerse, daima oranın güzellikleri sende tecelli eder. Kişi, oradan ayrılıp, sağa sola bakmayı, aklını dağıtmayı istemez. Çünkü bütün güzellikleri oradan alıyor, ismi üstünde gönül bağı. Rüyada da onunla, ayanda da onunla. Bir de gönüller karşılıklı olursa, o zaman her iki taraftan güzel sesler gelir, her iki taraf da huzur içinde olur. Hazreti Mevlana diyor ya, ses sağ elinde midir? Sallıyorsun, ses yok. Sol elinde midir? Onda da ses yok. İki el birbirine çarparsa, işte o zaman ses çıkar. Gönül bağlıyorsun diyelim onu gönlünde büyütüyor, onu yaşatıyorsun, onda gördüğün güzelliklerle yaşıyorsun. Karşı taraf da sana, senin gibi yüz tutarsa o zaman daha da güzellikler olur, bu sorulara da ihtiyaç kalmaz.

 

Yediyüz sene evvel Mevlana Hazretleri, “Ben maşukum” diyebiliyor. Bu nasıl oluyor?

O diyor. O’dur diyen. “Bugün Ahmed benim, dünkü Ahmed’in devri geçti. Yem ile beslenen padişah değilim. Bütün padişahlar, o padişahı arıyor. O padişah benim” diyor. Hazreti Mevlana’dır diyen. “Ben Cuma mescidi değilim, ben arşın mescidiyim. Benim için Cuma’ymış, Cumartesi’ymiş, Pazar’mış ayrım yok, hepsi bir. Ha şarap içip göğsü morarmış kişi, ezan okuyan er, ikisi de bende bir” diyor.
Nasıl korkusuz konuşuyor… o kadar Veliullah geldi, hepsine saygımız sonsuz, fakat hiçbiri, “Bugün Ahmed benim!” diyemedi. Hazreti Mevlana, yediyüz sene sonra Hazreti Muhammed’in bendesi olarak konuştu. Hazreti Mevlana, bütün dünyada Mevlana Muhammed Celaleddin-i Molla-i Rumi olarak zikredilir. Mevlana’lık, sadece ona verilmiştir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (58)

Hazreti Şems, Mevlana için “Kur’an-ı Kerim’deki bütün tariflere uyuyor o bir Velidir. Ben onun dostuyum demek ki ben ondan daha şanslıyım” diyor. Ne demek istiyor?

Nasıl şanslı olmasın ki o kadar gezdi, Hazreti Mevlana’yı buldu. Bulduğu için arayışı boşa gitmedi. Hazreti Mevlana’nın sayesinde dünya durdukça Şems anılacaktır.
Her insan fitili ateşlenmemiş gaz dolu bir lambaya benzer. Mürşidin vazifesi onun fitilini yakmaktır. Nasıl mı? Yolcuyu uyandırır, kişilik verir, yolcuya kendini tanıtır. O kendini tanıdıktan sonra Hakk’ı zikretmeye çıkar. Ne olur? O ateşi gördü ya ne kadar Allah’ı zikreder ona yönelirse, yavaş yavaş ışık onun vücudundan kendini gösterir, o ışık dışarıya vurmaya başlar. Dışarıya vurunca dostlar edinir. O ışık yakılınca onu zikretmez, ona yönelmezse, o ışık uyandırıldığı için artık orada kalır ama lambayı is tutar, ışık dışarı çıkamaz. Yolcu da karanlıkta yürür, hüzün sıkıntı içinde kalır. Onun için, bu işin şakası olmaz. O ışık yakılınca yolcu uyanır, irşad olur. Ondan sonra yolcu kendi bilir, ister insan gibi yaşar, ister nefsinde yaşar. Nefsinde yaşarsa, Allah’ı hiçbir zaman mesul tutamaz.. Çünkü Hakk kim olduğunu söyledi. Bir kişi Hakk’a kulak vermez, nefsi ağır basar, nefsine uyarsa bu yüzden kayba gider. Eğer çalışır nefsini yenerse yolu rahmaniyete çıkar.
Şems, Mevlana’yı bir kez irşad etti. Cenab-ı Mevlana sohbetler esnasında Şems’i sayısız sefer irşad etti, büyüttü, yüceltti, anlattı. Onun için birinin ismi Şems, birinin Mevlana; Şems, güneş, Mevlana da Allah’ın Efendisi, Hakk diyor benim efendim, hangisi daha üstün gelir? Manada, Mevlana üstün gelir, onu kendine efendi kılmış, o efendilikte dünyada Celaleddin’e verilmiş. Mevlana deyince herkes Konya’daki Mevlana’yı hatırlar. Bütün Japon, Amerikalı, İngiliz, Alman Hazreti Mevlana’nın o güzel düşünceleri, o aydın konuşmalarının etrafında toplanıyorlar. Onun güzel fikirlerinde insanlar kendilerini buluyorlar.
En güzel elbise insan elbisesi, Hakk kendine bu elbiseyi seçti ve bu elbiseden kendini tanıttı. Bu elbiseyle bütün eserlerini dile getirip hepsine isim verdi. Bütün varlıkların en güzeli, en üstünü, her şeyin özü yine insan. İnsan kendini bilmediği için nefsine uyup, hayvani yaşıyor. Gün geliyor kendini ruhi cezaya atıyor.
Bu aleme Evliyaullah geldi, onlara kim yüz tuttu ise yavaş yavaş nefsani duygularından kurtuldu. İnsanlığı seçip, bu fani ömürde nefsine uymayan, Hazreti Muhammed’in şefaatine ulaşıp, bu devranı bitirir. Hazreti Mevlana’nın, Hazreti Muhammed’in sözlerine uymak, onları bedenimizde ruh etmek, bu kısa ömrü güzel bir şekilde geçirmemizi, onların o güzel yüzlerine nail olmamızı sağlar.
Bir şair demiş ki: “Az yaşa çok yaşa, bir gün akıbet gelecek başa. Bu dünya bir değirmen taşıdır, daima döner. İnsanoğlu bir fenerdir, bir gün gelir söner.”
Biz sönmemek, ebedi ışık olmak için geldik. Çünkü aradan yüzlerce yıl geçmesine rağmen, her gün daha da güzel bir dille anılan, güzel bir dost bulduk. Oraya yüz tutup, oraya gönül verdik, orayla yaşamaya çalıştık. Vade geldi mi gidiş yine ona olacak, onun için korku yok. Ebedi bir hayat var. Allah dostu ile dost ol ki dünya durdukça anılasın.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (57)

Dünyevi ve manevi hayatımız arasındaki denge…

Akıl en büyük nimet. İnsan aklını güzel bir yerle büyütürse, dünya o kişi için oyuncak olur. Allah bazısına mal verir, benliğe girer, herkesi küçük görür. Varlık kaç para etti, dost kazanamaz. Madde mana ile yürür. Maneviyata bürünüp, çalışmamak da olmaz. Daha çok çalışacak, daha çok kazanacak, gece gündüz çalıştım, emek harcadım, sağa sola atamam, diye düşünerek daha bilinçli harcayacak. Bir atasözü var, “Hay’dan geldi, huya gitti. Bunlar insanlara ders. Allah verir, insan tutmasını bilirse o varlık kolay kolay elinden gitmez.
Sultan Abdülmecid, Hakk’a yürümeden önce, ben Hakk’a yürüdüğüm zaman doktorlarım, bilginlerim, alimlerim, tasavvuf ehli, komutanlarım, askerlerim, silahlarım ve hazinem cenazemde bulunsun, diye vasiyet etmiş. Gün gelmiş Sultan Abdülmecid Hakk’a yürümüş. Vasiyet yerine getirilmiş.
Kabristandan dönünce ne demek istedi diye düşünmüşler, kimse çözememiş. Bir Dede Efendi’ye sormuşlar, demiş ki: “Hayat doktorla olsaydı, işte doktorlarım, bana ömür veremedi. İlim sahipleri ile olsaydı işte bilginlerim, tasavvuf ehliyle olsaydı işte mürşidlerim, benim için savaşmakla olsaydı işte komutanlarım, işte askerlerim, işte silahlarım, parayla olsaydı işte hazinem. Bunların hiçbiri beni hayatta tutamadı. Benim amelim salih ise o beni kurtarır, demek istedi.”
Hazreti Mevlana, bir kasidesinde, henüz zaman varken vakit geçirmeden maneviyata yönlenmemiz gerektiğini bizlere şöyle anlatıyor ve diyor ki:
“Sevgili! Kalk da bak; can var, cihan var, gençlik var! Güneş de doğdu, etrafa parlak, göz kamaştırıcı ışıklar saçıyor!
Ey zamanımızın Yusufu, ey güzel varlık; kalk! Hani, Züleyha’nın rüyasında arayıp durduğu, fakat bir türlü bulamadığı bir güzel, bir güzellik vardı ya, sen, ondan yüz kat daha güzelsin!
Solda, sağda her tarafta mahluktan, yaratılmıştan, Halık’a, Yaratan’a bir işaret var, bir belge var! Yaratan’ın varlığına, yaratma gücüne en güzel belge sensin! Fakat gönülsüz aşık, bir belge ile kanaat etmez, daha çok belge arar!
Kalk da, fani olmayan, ölümsüz olan yaratıcının yarattığı eserlerdeki ihtişamı, güzelliği seyret! Seyret de, fani dünyadan, dünyaya ait işlerden, nimetlerden çabucak vazgeç, kurtul!
Eşsiz olan o büyük varlık, aziz bir ömürdür, bir hayattır, bir yaşayıştır! Sen, Yaradanı düşünmekten, onun varlığını hissetmekten kaçamazsın! O, dünyanın ruhudur, dünyayı yaşatan O’dur; sense bir şekilden, bir gölge varlıktan ibaretsin!
O aziz varlık öyle güçlüdür ki, taştan yonttuğu bir şekle bile dokunsa onu canlandırır; sen taştan aşağı mısın? Sen bu candan mahrum kalırsan, sana yazık olur; kalk da, onu kendi varlığında hisset, sen de canlan!..”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (56)

Bir dünyevi hayatımız bir de manevi hayatımız var. İkisinin arasındaki dengeyi nasıl sağlarız?

Kişi, bir Allah’ın elçisine gönül verir, oraya temiz bir duygu ile bağlanır, hayvani duygulardan kendini uzak tutarak, oraya sevgisini, aşkını çoğaltırsa yaşamı düzgün bir hale girer. Sıradan yaşam herkeste var. Bir gün iyi, iki gün hüzünlü olurlar, çünkü temel yok. Bir bina sağlam temel üstüne kurulmazsa, yıkılmaya mahkumdur, ama temel sağlam olursa kolay kolay yıkılmaz. Maneviyat da insanlığın temelidir.
Hazreti Mevlana, “Sevgisiz ve aşksız geçen ömrü, ömür sayma” diyor. Bir yere sevgin, aşkın varsa sen yaşıyorsun demektir. Hangi sevgi, aşk olacak bu? Misal, ister kadın ister erkek olsun, insanlık hali aralarında ufak bir uyumsuzluk olursa, temelde maneviyat olmadığı için, kırgınlıklar doğar. O zaman sevgi azalır. Hakk’a yüz tuttuğu zaman, Hakk’ın yüzü hep tebessüm, hep gülerdir. Onun için sevgisini, aşkını çoğaltmak için edeb alır. Orası yaşlanmaz, aynı simayla daim değildir, değişik simalar ile tecellisini gösterir. Çünkü orası, bütün güzelliğin özü, bizim güzelliklere sahip olmamızın sebep yeridir. Bir kere düşüneceksin, cihan, mal, mülk ne yaratıldı ise hepsinin bir sahibi var. Yunus’un dediği gibi, “Kim bu malın sahibi, kim bu mülkün sahibi? Nerede bunun eski sahibi? O yalan bu yalan, vermişler eline biraz oyalan.”
Maneviyatın güçlü olursa senden çalışan, senden kazanan Allah’tır. En güzel işleri senden meydana getiren yine Allah’tır. Ben yapıyorum, ben ediyorum dersen Allah’a isyan etmiş olursun. Bir yere gönül verir, oranın büyüklüğü, kudreti ile yola çıkar, iyi bir kazanca sahip olursan, bir de kazancını güzel yerlere harcayarak insanlara iş sahaları açarsan, ne güzel çobanlık yapıyor, ne güzel idareci oluyorsun. Maddiyatta da insanların rızasını kazanırsın, bir de manevi kişiliğin varsa, o zaman toplumda daha çok sevilir, daha güzel örnek olursun.
Abdülkadir Geylani Hazretleri (selam olsun üzerine) çok varlığa sahipti. Biri, onun Allah ehli olduğunu duyar, Allah’ın güzelliklerini nasıl kazandığını merak ederek, yakından görmek ister. Onun bulunduğu tekkeye gelir, hal hatır esnasında Abdülkadir Geylani’nin kül tablalarının dahi altın olduğunu görür. İlahi Hakk, bunda bir sürü dünyalık var, nasıl Allah yolunda olur, böyle birine mürid olmam, diye gönlünden geçirir. Abdülkadir Geylani Hazretleri onun gönlünü okur. Adam şaşkınlıktan tespihini de unutarak gider. Evine gidince tespihini unuttuğunu farkeder, yarın gider alırım, diye düşünür ama kafası tespihe takılır. Sabah namazını eda eder etmez hemen tekkeye gider. Onu tekkenin bahçesinde güllere bakıp, dolaşırken bulur. Abdülkadir Geylani, adamla selamlaşıp, “Tespih için geldin değil mi? Seni bir tespih bütün gece uyutmadı. Ya bu malları Hakk sana verseydi, acaba ne olurdun? Bunların hepsi emanet, hiçbirinde benim gönlüm yok. Önemli olan gönüldür, gönül iman ettiğin yere bağlıysa bütün mallar oyuncak olur. Çünkü hepsi Allah’ın kudretiyle sana verilmiştir” der.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (55)

Peygamber Efendimizi, Hazreti Mevlana’yı bize anlatıp, sevdiriyorsunuz. Müridin, Peygamberini, Pirini mürşidinde görmesi gerekiyor, fakat Konya ismini duyunca içimiz ürperiyor. Bu aşkımızın, imanımızın eksikliğini mi gösterir?

Hayır. Size çok açık söylüyorum, orası bütün aşıkların makamıdır. Ne mutlu aşkı büyük olan kişiye. Orası makamdır, fakat Mevlana orada yok. Ne diyor Mevlana, “Ben, ariflerin gönlündeyim?” yani onu bilen, tanıyan, seven aşığının gönlünde…
Birçok büyüklerin makamı var. Diyelim başka bir dergaha ziyarete gittiğinizde, dergahın banisi ortadadır, sağında solunda da ona yakın olanlar durur. Konya’da ise, Cenab-ı Mevlana’dan önce babası var. Hazreti Mevlana’dan sonra gelen temsilcileri Hazreti Mevlana’nın önünde, onların temsilcileri onların önünde, çıkış kapısına kadar hep Dedeler var. Yani, beni benden sonra gelenden sor, diye kapıya kadar gider, sonunda bizi hayatta olandan sor, anlamındadır.
Hazreti Mevlana öne çıkmamış, sevenlerini hep önüne almış. O kadar güzel bir erkan ki olmaz derecede. Allah kısmet ederse hepimizin yüz süreceği yer. Çünkü biz oranın varisleri, oranın temsilcileriyiz. Oradaki makam da bizlerin, başka birinin değil. Gidersek kendi makamlarımızı şenlendireceğiz, kubur orada, sahibi burada, işte böyle gidiyor. Her şeyi açık anlatıyor, insanları hayallere, gerilere götürmüyoruz. Allah’ın bütün güzellikleri, onun o nurlu siması, sayısız hakikatleri hep seveniyle, insanla dile geldi. Hiçbir üstad, Hazreti Mevlana kadar açık söylemedi; “Bu kadar Allah dediniz, daha mı Allah’laşmadınız? Bu kadar Kur’an-ı Kerim okudunuz, daha mı Kur’an’laşmadınız?” Hazreti Mevlana bu sözle ne demek istiyor? Aşkla bir şeyi zikrettin mi, bil ki sen yoksun, o var. Çünkü aşka girmiş o yere aşık olmuş, aklını kaybetmişsin, başında akıl da, düşünce de, fikir de, o olmuş. Sen o olmuşsun. Aşk yoksa, Allah, Allah, Allah diye zikrederken akıl başka yerde gezerse, o olamıyorsun. Kur’an-ı Kerim’i de aşksız, sevgisiz okursan, sadece dilde, mana yok, anlamıyorsun. Ne oldu? Ne Kur’an’laşır, ne de Hakk’la Hakk olursun, zikreden de boş, okuyan da boş. Onun için hiçbir yere varamıyorsun. Sevgi olursa, aşk olursa, kişilik gider, oranın güzellikleri kendini gösterir. Her şey sevgi istiyor.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (53)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Galata Mevlevihanesinin bir postnişini misafirine Mevlevihaneyi gezdirirken, “Bizim iki mutfağımız var. Birinde yemek pişiyor ve,” semahaneyi göstererek, “burada da insanlar pişiyor” demiş. İnsanları sohbet mi pişirir yoksa sema mı?

Sema insanı pişirmez. Güneş sebzeleri, meyveleri olgunlaştırır. Ateş sebzeleri pişirir, tat verir. İnsanı da insan olgunlaştırır. İnsan insandan aşı alır ve insanlık yoluna girer. Bir insan kendi kendine olgunlaşamaz. Bahçede kendi kendine meydana gelmiş bir ağacın meyvesi ya ekşi, ya acı olur. Kesmeye kıyamaz, aşıdan anlayan usta getirirsin. Bahçıvan onu aşılar, bir güzel budar, seneye baharda açar ve çok güzel meyve verir. İnsan da kişiliğini bulmadıktan sonra ne kadar zahiri bilgisi, ne kadar parası olursa olsun, bahçede kendi kendine yetişmiş meyve ağacı gibidir. Hiçbir tarafa faydası yoktur. Öyle kendi kendine yaşar gider. Bir Hakk ehline gönül verir, kişiliğini bulursa o zaman hem hayatı düzelir, hem topluma yararlı olur.
Tohum toprağa ekildiği zaman, mevsimi gelince çiçekler, ekinler, meyveler şeklinde suretini verir. İnsan olanın vazifesi, bu alemde kişiliğini bulup sevenlerine insanlık tohumu atmaktır. İnsanlık tohumunu attığı zaman kendisini onlarda ekmiş olur. Bu alemden göçtükten sonra, sevgiyle rahmetle anılır. Bir insan dünyaları kazansa böyle bir sıfata bürünemedikten sonra bütün kazançları boştur. Mal, mülk insanı kurtarmaz. Hazreti Muhammed, Hazreti Mevlana insanlık tohumu attılar. Kim gönül verip imanla baktı ise, oranın varisi oldu. Acizane dilim döndüğü, gönlüm oraya bağlı olduğu kadar, sizlere oradan söz etmeye memurum, başka yerden değil. Çünkü aşkımı oryaya vermiş, gönlümü oryaya bağlamışım. Ne zuhura gelirse oradandır, bizden değil. Onun için Yüce Mevlana’mız buyurmuştur ki: “Ey aşık! Aşk ile geldiysen makamı maşuk yerine, ziyaret eden de sensin, ziyaret edilen de sensin.” Bunu dünyamızda hiçbir Veli bu kadar açık söylemedi.
Yine Hazreti Mevlana, “Beni kabirde aramayın, ben ariflerin gönlündeyim” diyor. Yani gidenlerin bütün uğraşları, kendilerini insanlara kazandırmak içindi. Bütün gidenleri, kim yapıyorsa onların varisliğini, ondan sorun. Medine’ye Hazreti Resulallah’ın makamına gitsen ne kadar seslensen konuşmaz, sana cevap vermez. Necef’e Hazreti Ali’nin makamına gitsen, ne kadar konuşsan oradan da sana cevap gelmez. Konya’ya Cenab-ı Pir’in makamına gidersin konuşursun, dökersin içini yine cevap gelmez ama varisine sordun mu cevap alırsın. Ne kadar açık vermişler.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (49)

Hep iyilikle karşılık vermek gerekiyor ama Allah’ın Celali sıfatı da var. Celali çıkmamız gereken yer var mı?

Hazreti Muhammed bir karınca dahi öldürmemiştir.
Bir gün, bir kirpinin kovaladığı bir yılan, Hazreti Muhammed’e sokulur. Kirpi, Hazreti Muhammed’e sığındığını görünce yılana saldırmaz, bırakır. O da kirpiyi mükafatsız bırakmayarak sahabeden biri ile ciğer aldırıp kirpiye verir.
Yılan kirpiden kurtulunca, Hazreti Muhammed’i nasıl sokacağını düşünür. Hazreti Muhammed, canını yakmak istediğini anlayarak serçe parmağını yılana uzatır. Küçük parmak hal diliyle, “Beni küçük buldun, yılana ikram ediyorsun” der. O sırada torbasında kedilerle gelen Ebu Hureyre o vakayı görür. Torbasından çıkardığı bir kedi yılanı yakalar. Hazreti Muhammed, ısırılan serçe parmağına yüzük takar. İslam’da küçük parmağa yüzük takılır. Ne kadar latif, ne kadar ince bir Peygamber.
Hazreti Muhammed, savaş taraftarı değildi. Eğer savaş taraftarı olsaydı, Hazreti Mevlana, “Savaşa, kavgaya dair ne varsa bu alemde ben orada yokum. Sevgiye, barışa, birliğe dair ne varsa bu alemde ben orada varım” demezdi. Peygamber Efendimiz nefsi müdafaya izin vermiştir.
Hazreti Ali’nin bir sözü var: “Yetmişiki damarın bedende oynadıkça, hasmına eyvallah yok.” Kılıçla yapamazsan, dille yapacaksın. Teslim yok. Hep söylüyorum; Allah bütün kötülüklerden münezzehtir. Kişiler Allah’a yüz tutmadıkları, onun güzel sözlerini kendilerine ruh etmedikleri, nefslerinde yaşadıkları için başlarını belaya kendileri sokar.
Hazreti İsa, yolda giderken iki kişinin kavga ettiğini görmüş, ayırmak için araya girmiş. Biri yanlışlıkla İsa’ya bir tokat patlatmış. Hazreti İsa hemen öbür yanağını uzatmış.
“İsa, beni bağışla kazayla vurdum.”
“Bu yanağıma da bir tokat vur.”
“Neden?”
“Hırsın geçsin, karşı tarafa zarar verme.”
Peygamberler böyle yaşadılar. Bize bir fiske vursalar, kafasına vurmak için taş alırız. Sonra biz Muhammedi’yiz deriz, malesef lafta kalıyor.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (48)

Allah bela vermez…

Nemrut benliğe kapıldı. Tanrı benim, diyordu ama, bir topal sineğe yenildi. Kimseyi hakir görme, tatlı dili de ağzından bırakma, fetihler senin olur. Hep söylüyorum; Allah kimseye ceza vermez, daima mazlumun yanındadır.
Toplumda kızınca “Allah belanı versin” derler, bu çok yanlıştır. Allah kimseye bela vermez. Allah bütün belalardan, kötülüklerden münezzehtir. Kişi, Allah’ın emirlerine uymaz, isyanlarda yürür, nefsinde yaşar, kendi kendini kazaya atar. Kişi nefsinin kazasına tutulur cezalara gider, yine sevenleri üzülür.
Allah kahırla çıkmaz. Kişi kahır esmasında yaşar, o esma ona hoş gelir. İçer, sokakta yatar, küfür eder, onun hali bize çirkin görünür ama hor görmeyiz, kurtulsun diye dua ederiz.
Cenab-ı Allah, bütün güzelliklerin sahibi, şefkat, rahmet, güzellik doludur. Onda zerre kadar üzücü bir şey yoktur. Çünkü Allah, Hazreti Muhammed, Hazreti Mevlana, Veliler ile en güzel simalarını göstermiştir. Simaları hep rahmeti ilahi. Hazreti Muhammed de bela okumak yoktu.
Peygamber Efendimiz en çok çile çeken Peygamberdir. Ebu Leheb ve karısı, Hazreti Muhammed’e büyük ıstırap verdiler. Çalı çırpı, dikenleri toplar, kumların içine atıp, üstlerini kumlarla örterlerdi. Hazreti Muhammed, çıplak ayakla sabah namazına giderken gömdükleri dikenler ayaklarına batardı, dikenleri çıkarmak için oturunca da baldırlarına batardı. O, beddua etmez, “Allah hidayet versin” derdi.
Bir gün ağzından küfür çıksın diye, Hazreti Muhammed secdede iken, bir koyun işkembesini içindeki pisliklerle üstüne attılar. Mübarek başını kaldırıp, “Allah sizden razı olsun” dedi.
Taif halkı onu taşladı, dizleri üstüne çöktü. Allah’tan hidayet istedi. Allah’tan hep iyilik istedi. Bana yardım et, bunlar bana zarar veriyor ortadan kaldır, demedi, beddua etmedi. Biz öyle bir Peygamberin madem ki ümmetiyiz. Ümmetin manası çok incedir. Çünkü Hazreti Muhammed, selam olsun üzerine, der ki: “Benim ümmetim gelmiş geçmiş bütün Peygamberleden efdaldir.”
Ümmet ne demek? Bütün faydasız bilgilerden arınıp, Hazreti Muhammed’i kendine bilgi edinir, bu alemde her şeyden çok onu sever, her yerde onu metheder, onu başında akıl, vücudunda ruh yapar, gönlünde en güzel yeri ona vererek bu alemdeki bütün güzelliklerin üstünde onu tutarsan o senin her şeyin olursa, o zaman sana ümmet sıfatı verilir. Böyle bir kişi, gelmiş geçmiş Peygamberlerden üstündür. Bu hale gelmedikten sonra yaptığın ibadetlerle, ben Ümmet-i Muhammed’im, diyemezsin. Kişi, Hazreti Muhammed’i nefsinden üstün tutmazsa, Hazreti Muhammed’e ümmet olamaz, Peygamberlerden de üstün olamaz.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (41)

Dini tercihleri, ırkları gibi sebeplerden dolayı insanlar birbirleriyle kavga ediyor, savaşıyorlar. Oysa, Mevlana’nın, “Ne olursan ol gel” mesajı var. Bu mesajdan yola çıkarak, onun din anlayışını anlatır mısınız?

Hazreti Muhammed (selam olsun üzerine) kırk yaşlarında nübüvveti giydiği zaman, “Hem Musa ümmetine, hem Davud ümmetine, hem de İsa ümmetine kucak açmaya geldim. Bütün aleme rahmet olarak geldim” dedi, ayırım yapmadı. Hazreti Mevlana buraya dayanarak diyor ki: “Her neysen yine gel, ister kafir ol, istersen putperest ol, istersen yüzlerce sefer tövbeni bozmuş ol, yine gel. Burası bir umut kapısıdır, umutsuzluk kapısı değil, yine gel..”
İnsanlar, Hazreti Mevlana’nın o güzel bakışından, insani sözlerinden biraz nasip alsaydı, bütün insanlık alemine sevgi dolu seslenişine bilginlerimiz kulak verselerdi, bu kavgalar, bu savaşlar çıkmazdı.
Hazreti Mevlana ne güzel söylüyor: “Bu aleme yüzyirmidörtbin Peygamber geldi, hiçbiri kuralcı değildi.” Onlar cemaatlerine, kural koymadan, cemaatlerinin dertlerini dinleyip, sözleri ile deva oldular, gönülleri tamir ettiler. Bu yüzden toplumda sevildiler. Biz ayırım yapmadan hepsini seviyoruz. Çünkü hizmetleri güzel. Onun için yolumuz gönül tamircisi olmak, sevgiden söz etmek ve sevgide yaşatmaktır.
Hazreti Mevlana’ya sorarlar: “Peygamberler hakkında ne buyurursunuz?” “Benim bakışımda bütün Peygamberler Ahmed. İsa da Ahmed, Musa da Ahmed, Davud da Ahmed. Çünkü Peygamberlerin hepsi benim sevdiğim Allah’tan konuştular. Elinizde yüz tane mum var ve hepsini uyandırdınız diyelim. Hepsini uyandırınca istersen en öndekine bağlan, istersen en sondakine” der. Neden? Çünkü hepsinin görevi karanlığı ortadan kaldırmaktır.
Yine sorarlar: “Ya Mevlana, dinler hakkında ne buyurursun?” “Dinlerde ibadet farkı var, bütün dinlerde amaç bir, hepsi benim inandığım Allah’a koşmaktadır.”
Hazreti Mevlana der ki: “Bir mum bitmek üzereyken biliyor ki tamamen eriyip yok olacak ama ışığını bırakmaz, devamlı ışık verir. İnsan olan da böyle devamlı aydınlığı gösterir. Hastalık gelmiş, ölüm gelmiş korkmaz, son devrine kadar vazifesini yapmakla mükelleftir.”
Din, kuralı yaşatmak değil, kim tebliğ etti ise, onu sevmektir. Bizim dinimiz insandır. Kurallar olsun olmasın ben onu gönlüme koymadıktan sonra o kuralların kıymeti yoktur. Allah bütün güzelliklerini Peygamberler ile insanlara sundu. Bütün Peygamberler insanlığa ışık tutmak, karanlıkları kaldırarak, insanları aydınlığa götürmek, birliğe, kardeşliğe davet etmek için geldiler. Hiçbiri insanlara kötülük yapmadı. Peygamberlerin hepsi Allah’tan elçilik yaptılar. İnsanların sırtlarından yüklerini aldılar, onları doğru yola sevk ettiler. Peygamberleri en iyi tanıyarak dünyaya en güzel mesajı veren Hazreti Mevlana’dır. Biz de acizane ellisekiz seneden beri onun temsilcisiyiz. Onun dilini kullanmakta, onunla yürümekte, onunla yaşamaktayım ve onu yaşadığım kadar yaşatmaya çalışacağım.