MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 8

“Ey Sevgilim, seninle kol kola gül bahçesinde dolaşırken, bir gül yaprağının gölgesi yanağına düşse, seni o yaprağın gölgesinden kıskanırım.”🌹

Aşkın olduğu yerde, kin, nefret, öfke, haset barınamaz. Aşkın olduğu yerde, her zaman güzellikler, hoşluklar ve Hakk’ın nûru vardır.

Aşk okyanus gibidir. Hiç karşı koymadan hareketsizce durduğunda, o zaman aşk seni alır, seni senle tanıştırır, sana kimliğini kazandırır. Senden yepyeni bir insan yaratır. Seni kendine katar. O andan itibaren artık okyanusla bir olursun. O okyanus artık sensindir, sen yoksundur artık, var olan okyanusdur.

Sen sevgiline Rabbim, dinim, imanım diyemezsen, senin aşkın sahî değildir.

Âşıkları görmek istersen, sararmış yüzlere, kurumuş dudaklara bak. Binlerce kişi arasından kendini gösterir.

“Ey güzel yüzüne cihan güzelleri hasret çeken! Ey iki kaşları âşıklara kıble olan! Senin güzellik ırmağında çırçıplak dalmak için, ben bütün kendi sıfatlarımdan soyundum.”🌹

Gönülden feryâd et de, yâ Rabbi de, gece gündüz benimlesin, bana onlardan yüz göstermedesin; hem de soluktan soluğa, gizli ve açık. Yine de lütfet de büyük velîlere gösterdiğin yüzü göster, bizi de onlara kat; bizi de dervişler bölüğüne ver de, onlar gibi has olalım, o büyük kavuşma sarayında oturalım.

Bize kendini, aşk ehline, tertemiz kullarına gösterdiğin gibi göster. Göster de o kavuşmaya şükredelim; o zan, o şüphe perdesinden çıkalım, tam inanç dünyasında yürüyelim. Köksüz-yersiz âlemde koşalım, hepimiz de can olalım, can bağışlayalım; yoksula paha biçilmez defineler ihsân edelim.

Kulluğu bırakalım da padişah olalım; el tutar bir hâle gelip düşenlere yardım edelim, cihanın sığındığı kişiler olalım. Felek hükmümüzde dönsün; erlerin padişahlığı bunun da yüzlerce mislidir.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 7

“Mürşid-i Kâmil, sende olan eğrilikleri düzeltir de,

Sende eğrilik kalmaz.

Ey yolcu!

Sen topraksın, kâmil mürşid bahardır.

Onunla buluşunca,

Yemyeşil olur, güllerle çiçeklerle süslenirsin.

Sen ölüsün, o zamanın İsa’sıdır.

Mürşid-i Kâmil’in nefesinin feyziyle ebedî hayata erersin. 

Seni ten gıdasından kesse de,

Sana devamlı olarak Hakîkat Şarabı’nın gıdasını verir. 

Seni azıksız bir azık yapar da, o sana gıda olur.

Ve işte bu suretle ki,

Senin canın Allah ile bâkî olur.”🌹

Gerçek bir mürşid-i kâmilin huzûruna geldiğiniz zaman, önce yadırgarsın, çünkü şimdiye kadar alışmış olduğun kalıpların dışındadır o. Hem bu âlemden hem de senin bilmediğin başka âlemlerdendir. O, put kırıcıdır, can bağışlayandır. Ve bu yola baş koyduğunda senin de bu kalıpları kırmanı bekler senden. Yürekli olmanı, mert olmanı ister, çünkü zorlu bir yoldur bu, kolay değildir. Engeller vardır, düşmanlar vardır. Türlü türlü yüzlerle çıkar karşına, yolundan döndürmeye çalışır.

Aşk, teslîmiyettir. Kendini aşka teslîm etmektir. Kendinden yok olmalısındır, öyle ister aşk. Sadece o olmalıdır, sevmez öyle seni paylaşmak. Gönlüne taht kurmak ister. Allah o kadar kıskanç ki, hep o sevilsin ister. Her şey ona ait olduğu için başka bir yere bakarsan onunla bakmanı, onun sevgisi ile sevmeni ister.

O gafletlerle gamlarla yıpranmış, incinmiş gönlünü alır, sırça saray hâline getirir. Gönlünün padişâhı olur.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 6

“Her zerrenin gönlünde bir saray var, fakat kapısını açmadıkça kapalı kalır sana.”🌹

Cenâb-ı Mevlâna, “İnsan insanın cennetidir, insan insanın cehennemidir” der. Hazreti Mevlâna bir aşk peygamberidir. Çünkü aşkı onun kadar güzel anlatan biri daha gelmemiştir bu âleme. “Sevgisiz ve aşksız geçen ömrü, ömür sayma”, diye söylerken, mecâzı buraya katmamıştır. Bir kızın bir erkeğe, bir erkeğin bir kıza duyduğu aşkı, muhabbeti, buraya sokmamıştır.

Mecâz dediğimiz geçici aşk, Hazreti Mevlâna’nın söylediği o güzel aşka gelmek için bir köprüdür. O aşkta yaşadığımız tutkuyla Hakk’a yüz tutmamız gerekir.

İnsanı Rabbine en kısa yoldan ulaştıracak vasıta aşktır.

Mevlâna diyor ki: “Ben, aşkı durmadan öğsem, yüzlerce kıyâmet gelir geçer de onun vasfı bitmez. Çünkü kıyâmet tarihi için sınır vardır. Allah’ın vasfı için ise sınır ne gezer.”

Mevlâna’nın bu sözünden anlıyoruz ki, aşk ve âşıklık Allah’ın vasfıdır. Onun için Hakk Kur’ân’da sevgiyi, kendine ve sevgili kullarına izâfe etmek suretiyle vasfetti.

Mevlâna, Peygamberimizin yolu, izi aşktır, diyor.

Hazreti Muhammed, aşkta ve âşıklıkta tek olduğu için aşk âleminin Sultanı oldu. Peygamberlerin Peygamberi, bütün insanlığın, bütün beşerîyetin Efendisi oldu.

Mevlâna, Hazreti Muhammed’in gerek feyiz yönünden ve gerek aşk yönünden tam vârisi olduğu içindir ki, Şems-i Tebrizî’nin sohbetiyle beliren gönlündeki hakîki, ilâhî ve Muhammedi aşkı dâima kendinde devam etti. Gün geçtikçe arttı, sevgili Allah’ının ta hâriminin aşkına ulaştı ve orada onunla birleşti de aşk, âşık ve mâşuk bir oldu.

Mevlâna, kendindeki hakîki aşkı beyânda diyor ki: “Allah’ım! Beni ezelde yarattığın zaman, aşkım kemâlde idi. Ne yer vardı, ne gök vardı, ne güneş vardı, ne ay vardı, ne bir insan başı ne de onun bir serpuşu vardı. Ta o zaman, benim duamı işittin de beni seçkinlerinin içinden kendi aşkın için seçtin.”

Mevlâna ile Şems-i Tebrizî, hakîki aşkın kemâlinde, Hazreti Muhammed’in sevgisinde ve ilâhî maarif ve hakîkatlerin telekkîsinde, aynı meşrebde idiler. Onun için birbirleriyle can ve gönülden enîs ve hemsohbet oldular. Biz, Şems’in Muhammedî neş’esi içinde, Mevlâna’nın, rûhumuza sinen feyizkâr aynı neş’esini, hissediyoruz.

Şems-i Tebrizî, Tekvîr Sûresindeki, ‘Vemâ teşâune illâ en yeşâ Allahû Rabb-ül âlemin’ âyetini, Makalât’ında şöyle tefsîr ediyor.

“Hakk buyuruyor ki: Ey benim Peygamberim, Mustafa! Sen ne ki istersen o, âlemlerin Rabbi olan Allah’ın isteğidir. Nefsin, hevâ ve hevesin isteği değildir.”

Allah’ın sırlar hazinesine ait her işin hall-ü akdi, düzenlenmesi yalnız Hazreti Muhammed’in irâde eline ve gönlüne verilmiştir.

Aşk, Allah’ın ismidir. Hazreti Muhammed, cismidir. Hakîkat-i Muhammedîye, tek olan Kibriyâ-i Zât-ı Mahbûbiyetidir.

Mevlâna, bir şiirinde aşk için bakınız ne diyor:

“Ben aşkı gördüm,

Ne söylediğini bilmez bir hâlde mest olmuş şöyle diyordu, 

Ben belâyım, ben belâyım, belâ…

Hayır ben o nûrum ki Tûvâ vadisinde,

Musa Peygamber’e: ‘Ben Allah’ım, ben Allah’ım, Allah’ım dedi.”

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 5

“Hayalin gözümde, adın ağzımda, anışın gönlümde; söyle ben nereye mektup yazayım?”🌹

Madem ki hayalin gözü durak edinmiş, adın ağızdan gitmiyor; anışın can evinde; peki, mektubu kime yazayım; buralarda dolaşıp duruyorsun sen dedi de kalemi kırdı, kağıdı yırttı.

Ben kendimden boşaldım, Mevlâna ile doldum. Sedef gibi onun incisiyle doldum.

Ey çılgın âşık! Gel, bu güzel lezzetli şarabı iç de coşmaya bak. Sen bu şarabı içtin mi, adamakıllı mest olursun ve mâşukun yüzünden nikâbı açarsın. Mâşukun yüzünde asla nikâb yoktur ama sen, mest olmadıkça perde içindesin. Can gözüne aklın perdedir de onun için mâşuk senden gizlidir. Evet, can gözüne aklın perde oldu. Yoksa mâşuk güneşten daha parlaktır.

Bu akıl perdesi ne vakit açılır biliyor musun? Can, aşk şarabının kadehinden sarhoş ve âşık olduğu zaman. Aşk şarabıyla can mest oldu mu, âşık, akıl perdesinden kurtulur. Akıl perdesi kara bulut gibidir. Onun arkasından mâşuk ay gibi parlar.

Tanrı’nın aşkı fırtınalı bir rüzgâr hâlinde esti mi, akıl bulutunu aradan sıyırır. Sen yakînen bil ki, o zaman canın mâşuku gökte parıldayan ay gibi görünür. Hakk’ın aşk rüzgârı eğer sana eserse akıl bulutu ortada görünmez.

Haydi gel, sen o rüzgârın isteklisi ol da akıl perdesinden kurtul, sevin. Yoksa mâşuk parlak aydan açıktır ama, aklını Hakk yolunda kendine rehber sayan akıllılar, akıl bulutunun altında kalmışlardır.

Tanrı’nın velîlerinden aşk ilmini öğrenirsen, Hakk sana o rüzgârları gönderir. Aşk ilmiyle meşgûl ol ki, o rüzgârlar sana essin. Aşk ilmi senin can gözünü açar, aşk ilmi seni altın madeni yapar. Âşıklardan aşk ilmini okursan, ebedî hayatla dirilirsin.

Bu dünyada herkes bir defa doğar; Hakk erleri ise iki defa. İlk doğum için sebepler vesîleler lâzım. Anasız babasız doğum olmaz. Lâkin bu doğum sanki bir hapishâneye doğmaktır. Bu sebep-sonuç âleminde insanı iç içe  kuşatan binbir kafes vardır. Sonra bazı Hakk erleri maddî âlemden yeni bir âleme doğar da bütün bu zarûrî bağlardan kurtulur, hepsini ayaklarının altına alırlar.

Aslında bu ikinci doğuş Yunus’un: “Her dem yeni doğarız, bizden kim usanas” diye tarif ettiği dâimî bir doğuştur. Doğuşun gerçekleştiği âşıkların gönlü bir süt gölüdür. Bu yeni âlem çekişmelerden, zıtlıklardan uzaktır; orada güller solmaz, bülbüller susmaz, baharlar kışa dönmez. Bu ikinci doğuştan sonra kişinin eski kimliğinden geriye sadece bir gölge kalır.

Gece ve gündüz gönül doğruluğuyla meşgûl ol. Tanrı’nın ârifi ve makbûlü ol. Bu, irfân denizidir. Bu denizin yüzgeci ol. Zîrâ bu deniz kıymetli incilerle doludur.

Ey Hakk’ın sırlarını öğrenmek isteyen! Haydi gel, bu aşk bahçesinde gezinmeye bak ki, aşk sırlarıyle sevinesin. Bizim gül bahçemiz şarap kadehleri devreden bir aşk bahçesidir. Bu gül bahçesi, bülbüllerin yuvasıdır, cihan farelerine lâyık bir yer değildir.

Burada tûtî kuşlarına şekerler, susayanlara âb-ı hayat vardır. Sanki bu, nisan yağmurudur. Bazen zehir gibi acı, bazen kıymetli inci olur. Müttekîler sedef gibi inci ile dolarlar. Şakîler yılan gibi zehirle dolarlar.

Tevhid ilmi tasavvuf ehline, hâl ehline nasîptir, fıskdan, fücûrdan uzaklaşmayan kimse, mürşitlerin sözlerinden uzak kalır…

Kendinden ve âlemin dedikodusundan geçmiş olan kimsedir ki, Tevhid ilminin meyvesini yer. Hakk âşıklarının hâli Tevhid ilmidir. Hevâ ve heves ehlinden olan, Tevhid sırrını nereden anlayacak. Nakil ilminin hakîkatine akıl ulaşamaz. Tevhidin nüktesini akıl anlayamaz.

Her ne kadar Tevhid, güneşten daha parlaktır ama, zekâsına ve aklına güvenene perdedir. Aşk şarabıyla mest olmayan, aklın sersemliğinden asla kurtulamaz. Öyle bir kimse âşıklara nereden mahrem olacak. Akıl aşka ulaşamaz.

Âşıkın önünde evvel ve âhir birdir. Âşıkın gözünde zâhir ve bâtın birdir. Aşk kadehinin devamlı sarhoşu olan kimse, aşkın tuzağına tutulmuş, aşkın isteğine râm olmuştur.

Âşıklar, adsız, sansızdırlar, dostun cemâlinden aldıkları zevk ile hayrandırlar. Âşıkların gözünde, iki cihanın zerre kadar değeri yoktur.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 4

“Bana aşktan başkası yoldaş olmadı. Ne dünyaya gelmeden önce, ne de daha sonra aşksız yaşadım. İçimden bir ses bana can verir ve der ki; ey aşk yolunun olgun yolcusu bana kapıyı aç!”🌹

Bir sevgi var, bir de aşk var. Hazreti Mevlâna, “Aşk okullarda öğrenilmez” der, “Aşk gözden doğar.”

Bir kişi aşka düştü mü, gece gün hep sevgilisini düşünür. Aşk insanı deli eder, akıl bırakmaz. Akılsızı da akıllı yapar. Bütün benliğini sevgilisi sarar, artık kendi irâdesi kalmaz. Aşk padişahı köle yapar.

Hakk’ı dünyadaki bütün güzelliklerin üstünde tasavvur ederek mânevîyata yönelinirse, o güzelliğini sevenine gösterir. Yolları kısaltan, insanı birdenbire menzile ulaştıran aşktır. Menzile ulaştığı zaman âşıkta kişilik kalmaz, sevgili vücuda hâkimdir, başa akıldır, hüküm de onundur. Hüküm onun olunca, artık âşığa ait bir şey kalmamıştır, âşıkta irâde kalmaz. Akılla, irâdeyle âşık olunmaz. Aşkı ancak tadan anlar.

Hazreti Mevlâna’ya sormuşlar, “Âşıklık nedir?”

Demiş ki: “Ben ol da bil. Sen âşıklığı nasıl bilebilirsin ki; o bilgi kitaptan defterden öğrenilmez. Ateşi mangalda balı da kavanozda görmek bilmek değildir. Çünkü bu bilgi zevk bilgisidir; onu tatmayan bilmez. Bildim diyenin bilgisi sadece zandır. Madem öyle sen düşmeyi düşenden öğren, yanmayı pişmişten sor. Aşkın kokusunu da âşığın yanık nefesinden kokla. Bu işaretlerden yola çık ve aşkı bilmek için âşık ol.”

Yine bir gün Mevlâna’ya, “Aşk nedir?” diye sorduklarında, şu cevabı almışlar; “Aşk Allah’ın elidir. Kim aşka tutulmuşsa o Allah’a tutulmuştur.”

Peki demişler, “Aşkın ağzı var mı?”

“Aşkın ağzı olsaydı, bu koskoca cihan, o aşkın ağzında ancak zerre görünürdü.”

“Aşkın kapısı var mı?”

“Aşkın kapısı görünseydi, bu âlemde padişahlık taslayanlar o kapıda ancak bekçilik yaparlardı.”

Bir insan aşka düştü mü, sevgilisinden başka bir şey görmez.

Nerde olursan ol, ne hâlde bulunursan bulun; sevmeye, âşık olmaya çalış. Sevgi mülkün, ülken oldu mu, boyuna âşık olursun; mezarda da, mahşerde de, cennette de âşık olursun; sonu gelmez ya; boyuna âşık olursun. Madem ki buğday ektin, kesin olarak buğday biter; ambardaki buğday da o biten buğdaydır. Mecnûn, Leylâ’ya bir mektup yazmak istedi; eline kalemi aldı, şu beyti söyledi:

“Hayalin gözümde, adın ağzımda, anışın gönlümde; söyle ben nereye mektup yazayım?..”

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 1

“Zerre zerre kenderin arzu semâst,

Cinsi hodra her yeki çün kehrûbâst”🌹

“Bu yerde ve gökte ne varsa, her biri zerre zerre kendi cinsine kehrûbâ gibidir.”

Mevlâna, oldu olasıya Mevlâna idi, sonradan bir şey olmuş değildir. Sonradan görünen, ondaki o ezelî kemâlin nûru, o ilâhî Tûba’nın meyvası idi.

Peygamberimiz: “Adem su ve toprak arasında iken ben Peygamberdim.” dedi.

Mevlâna diyor ki: “Şarap bizden sarhoş oldu, biz ondan değil. Kalıp bizden var oldu, biz ondan değil.”

Sultan Veled diyor ki: “Veled, âlemden evvel her şeyi bilen Tanrı’ya dosttu. Hakk’ın ezelî kadehinden, aşkın heyheyli dudağıyla içti.”

İnsanı hayvandan ayıran, konuşmasıdır. Seçkin ve aydınları da avamdan ayıran, kendilerindeki bilginlik ve sözlerindeki yüksek farktır. Hazreti Muhammed, Tanrı sözü Kur’ân’ı söyledi. Onun için seçkinlerin seçkini oldu. Tanrı adamları, sözlerinde ne kadar Tanrı’yı belirtmiş, ne kadar Tanrı’ya yakınlaşmışsa, Tanrı nûruna kandil olan gönül sırçaları da o kadar incelmiş, o kadar şeffaflaşmış ve o kadar yakınlaşmıştır. Onun için: “Kelâmından olur mâlum kişinin kendi miktarı” denildi.

Her söz Mevlâna’nın dilinde, her şey Mevlâna’nın elinde ilâhîleşiverdi. Mevlâna, her neye baksa, her neyi görse, Tanrı’yı görürdü. Her neyi söylese Tanrı’yı söyledi. Bakışında Mevlâ’yı, söyleyişinde Mevlâ’yı, aklında, fikrinde, kendinde Mevlâ’yı bulurdu. Felsefesinin özünü, sözlerinin rûhunu Tanrı’dan alırdı. Mevlâna’nın aşk ateşinde din, iman, küfür yanmış, erimişti. Orada tek bir nûr parıldıyordu: Dost… Varı yoğu, yiyeceği içeceği, özü sözü: Dost… Tek bir dosttu…

O kutsal insana onun için Mevlevî, Mânevî denildi… Onda Tanrı’nın sonsuz mâhûpluk sırrı görünürdü. Sultan-ül Ulemâ’dan tut da sohbet şeyhi  Şems-i Tebrizî’ye; mürşidi Seyyid Burhâneddin’den tut da oğlu Sultan Veled’e kadar bütün Mevlevî büyükleri, ârifleri Mevlâna’nın aşk nûrunda fânî olmuşlardır…

Mevlâna’nın sözlerindeki, şiirlerindeki mânâ, ilâhî bir şaraptır. Mevlâna, o özlü şarabı bize sunmak için, lâfızların ve terkiplerin altın ve gümüşlerle, inci ve zebercetlerle işlenmiş billûr kadehleri içine koymuştur. İlâhî dudaklardan çıkan sözlerin lâfızlarında da başka bir çekicilik, başka bir sevimlilik vardır. Beyân tarzında, kelimeleri seçmekte, birleştirmekte başka bir güzellik vardır. Nitekim Kur’ân, Güneşe nispetle yıldız gibidir.

Mevlâna’nın bütün şiirleri, birbirinden üstün nüktelerle doludur. Bunlardan her biri Güneşten bir nûr mudur? Cennetten bir parça mıdır? Baharın nûrundan bir kaynak mıdır? Bilmiyorum…

Şimdi ey sevgili okuyucu! Hakkiyle anlaşılması, hele tamamiyle kavranabilmesi mümkün olmayan o sonsuz varlığın, beşeri güzelliklerde herhangi birinin ipek örtüsüne bürünerek gönlümüze, duygumuza sızdırıp sezdirdiği güzelliğinin ışığından gönlünde uyanan şevk ile o büyük ve mükemmel insanı, o Tanrı sevgilisini sev de nasıl seversen sev…

Onu sevenlerin gönüllerinde şevk denizleri dalgalanır, şimşekler çakar, gök gürülder, rahmet yağmurları yağar…

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 56

HAMDIM, PİŞTİM, YANDIM…🌹

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Dede, biz hakîkatleri sizin bu sohbetlerinizi dinleyerek mi anlayacağız? Yani dini sâlih olunca mı, yoksa özümüzü pisliklerden arındırarak ve belli bir ahlakî seviyeye gelerek özümüzün ortaya çıkmasıyla mı olgunlaşacağız? İçimizde saklı olan kendi hakîkatimizi ortaya çıkarmamız mı gerekiyor? Bunu nasıl yapacağız?

Hasan Dede (Hasan Çıkar): En önemli dava, bizim iç âlemimizi bütün pisliklerden boşaltmamız ve tertemiz bir hâle getirmemizdir. İç âlemimizde bir nebze dahî dünyaya ait bir varlık bırakmamamız lâzımdır. O kabı, dünya nimetlerinden, nefsî arzulardan tam mânâsıyla temizlemiş olduğumuz an, o sonsuz Güzel bizlerde varlığını gösterir ve bizim de hâlimiz anında değişir.

Şimdi bu sohbetlerde sözler çok güzel ve mânâlarına eriyoruz, fakat bir türlü temizlenemiyoruz. Temizlenemedikten sonra da hiçbir şekilde o güzelliklere ulaşamıyoruz. Bu iş akılla olmaz, yemekle içmekle, keyif etmekle olmaz, katiyyen. 

Derin düşüneceksin! Sen kiminle dirisin? O, senden ne istiyor? Düşününce göreceksin ki, O, O’nu sevmeni istiyor, O’nu sahiplenmeni istiyor. Sana, “Temizle o sarayı!” diyor, “Ne zaman ki o saray benim muhabbetimle mahmur olmuş ise, o zaman ben sende konuk olurum!” 

Ama sen, ‘Ben namaz kıldım, zikir yaptım, hâtim indirdim’ dersen, bunların hepsi hikâyedir. Katiyyen insan bunları yapmakla temizlenemez. İnsan bunlarla kendini kandırmış olur. Ve hattâ gurura da kapılır. 

O kadar incedir ki bu yol, dünya varlıklarının hepsinden temizlenmen gerekir, hattâ evlâdının, karının veya kocanın bile yeri yoktur orada. O, senin gönlünde kendisinden başka hiçbir varlığın olmasını istemez. Bu derece büyük bir sevgi ister bizlerden. Ancak bütün bunlar yerine geldiği zaman, O gösterir yüzünü.

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Cenâb-ı Mevlâna, bu nedenle buyuruyor: “Hamdım, piştim, yandım..” Öyle değil mi?

Hasan Dede (Hasan Çıkar): Evet, doğru. Eğer pişmeseydi Mevlâna, Mevlâna olamazdı. Peki Mevlâna bu sözüyle ne demek istemiştir? “Hamdım” dedi, yani zâhir ilimi tahsîl ettim; şeref sahibi, ilim sahibi, gurur sahibi oldum, fakat bana bir fayda vermedi, demek istedi. Sonra, “Piştim” dedi, yani Şems, benim O olduğumu söyledi, ama ben bu noktada kalsaydım, benlikte kalmış olurdum, demek istedi. En sonunda da, “Yandım” dedi, bu sözüyle de şunu anlatmak istedi: Sevgili, âşığına her dakika değişik bir yüzle zuhûrunu gösterir ve onu yakar. İşte Mevlâna yandı. Aşk, yanmaktır.

Hazreti Muhammed Efendimiz, sayısız sefer iç âleminin güzelliklerini gördüğü için her an aşktaydı, sevgideydi.

Bu yolun güzelliklerinin sonu yoktur. 

Hazreti Mevlâna’ya bir soru soruyorlar: “Senin yolun nedir yâ Mevlâna? Bu yolun başı var mıdır?”

Mevlâna şu cevabı veriyor: “Bu yolun başı olsaydı, sonu da olurdu. Benim yolum baştan aşağıya güzelliklerle doludur.” 

İnsan, kendini bir defa o güzelliklere verdiği zaman, artık o yolun sarhoşu olur ve akıl artık işlemez. Yolun ne başını ne de sonunu sorabilir.

Mecâz aşkı örnek alalım. Bir erkek bir kızı görüyor veya bir kız bir erkeği görüyor, birbirlerine âşık oluyorlar. Aşk, aşktır. Ama konu mânevî aşka gelince, hiçbir şey onun yerini tutamaz. Fakat o aşka ermek için de içimizdeki bütün kirlerden arınmamız lâzım.

Hazreti Şems, selâm olsun üzerine, Mevlâna’ya bunu yapmıştır, demiştir ki: “Sen yola çıkacaksın ve bana geleceksin. Peki beni tanıyabilecek misin?” 

İşte Mevlâna, Şems’e şu cevabı vermiştir: “İster Yemen kumaşı giy, Yemenli gibi çık; ister Hint kumaşı giy, bir Hintli gibi çık; ister Batı kumaşı giy, Batılı gibi çık; her nasıl çıkarsan çık, seni tanırım!” 

Şems, “Peki nerden tanırsın?” dedi. 

Mevlâna yine cevap verdi: “Sesinden tanırım!” 

Bakın, Şems’i ne güzel yakalıyor. Şems, ona sayısız elbiselerle çıkıyor, ama Mevlâna tuzağa düşmüyor. Bulmuş Nokta-yi Hakk’ı!

Hakk âşığı olmak kolay değildir, hem de hiç kolay değildir… Ancak öbür yüzünü gösterecek ki âşık olacaksın. Bunun için de dediğimiz gibi, Hakk’ın dışında ne varsa gönlünde, hepsinden kurtulacaksın. Sen, o aşkta yanıp kendinden yok olunca, işte o zaman Hakk senden yüzünü gösterecek. Ve Hakk ile Hakk olup, dünya durdukça Onunla bâkî kalacaksın!..

“Her şey yanıp yok olunca, Allah’ın vechi ortaya çıkar!” Kasas, 88

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 55

NUH’UN GEMİSİ…🌹

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Hazreti Mevlâna, Mesnevî-i Şerîf’de buyuruyor ki: “Rûh deryâsına atılmakta ve hakîkat âleminde sefer eylemekte yüzücülüğüne güvenme. Akıl ile yol almak ve ümidi aklın fetvâlarına bağlamak hiç mi hiçtir. Bu yolda Nuh’un gemisine girmekten başka çare yoktur.” Nuh’un gemisinden maksat nedir? Ne mânâya gelmektedir?

Hasan Dede (Hasan Çıkar): Nuh’un gemisinden maksat, senin bedenindir. Eğer sen, O olmuş isen, başka deryâlara ne diye atasın kendini? O zaman sen kimliğinden çıkmış olursun. O, sende var etmiş kendini ve senden sayısız hakîkatler sunuyor. Onlar artık seninle diri, çünkü sen onlarla dirildin. Ama sen kalkarsan kendini rûh âlemine atasın, kendini boşluğa atmış sayılırsın. Sen, kendinde bulduktan sonra o sevgiliyi, senin bedenin artık Nuh’un gemisidir. Sen de o gemide sevgilinle beraber seyir edersin. Ve sana hiçbir tufan işlemez. 

“Sonu olmayan güzel,

Bütün güzelliklere sahip olan güzel,

Hakk dedik adına,

Hakk için can verir gerçek âşıklar,

Yıkık vîrânede cevher bulurlar,

Hakk’ta fânî olur aşka gark olan,

Dalga ile dost olur deryâya dalan,

İnci arayanlar dibe dalarlar,

Sonsuz güzelin okundan kaçmaz âşıklar…

Ey gönül sefâyı tercih edersen,

Asla kurtulamazsın vesveselerden,

Sendeki istekler günbegün artar,

İstekten geçmeni bekler oysa yâr,

Onun tek bakışı yüz aya bedel,

Helâldir uğruna can vermeye gel…

Âşıkın hayatı ölümündedir,

Gönlü bulmak için gönül verir,

Can vermeye koşan âşık bir kuldur,

Hakk’a bir can verdik,

Yüz bin can bulduk,

O sonsuz güzelin demine HU…”

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 53

MÜRŞİD-I KÂMİLİ BULMAK…🌹

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Dede, bir şâir diyor ki: “Mecnûn’um bugün Leylâ derdinden; neylerim aklı, dîvâne geldim.” Deniliyor ki; tevhid ehli, akl-ı maaş ve akl-ı maad istemez. Akl-ı maaşın, dünyaya ait işlere, akl-ı maadın ise ahirete ait işlere akılları erer. Hâlbuki tevhid ehli, dünya ve ahiret istemez. O, akl-ı kâmil ashâbıdır. Tevhid ehlinin aklı nasıldır? Ne dersiniz? 

Hasan Dede (Hasan Çıkar): Tevhid ehli, aklını bırakmıştır. O, iman ettiği yeri kendine baş etmiştir, vücuduna Onu rûh edinmiştir. Hep Onu zikretmektedir ve Onun dışına bir an dahî çıkmamaktadır. Bir şey yapması gerektiğinde ise, ondan gören O, onun elinden tutan O ve ondan söyleyen de yine O’dur. İşte ehli tevhid sahibi bu demektir. Ehli tevhid, Hakk’ın sahibidir, Hakk’ı sahiplenmiştir. Hakk da onu sahiplenmiştir. Onlar sözde iki görünürler fakat mânâda birdirler. Tevhid ehlinin her zerresinden varlığını gösteren Hakk’tır. Akl-ı maaş ve akl-ı maada gelince, onlar akıllarını hep maddede tutarlar ve daima sıkıntıdadırlar. Ama ehli tevhid tüm bunların dışındadır ve huzur içinde yaşamını sürdürmektedir. 

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Mesnevî-i Şerîf’de, Cenâb-ı Mevlâna’nın şöyle bir beyiti var: “Beytullah, Beytullah olalı, Allah girip orada oturmadı. Benim gönlümün hânesinde ise Hayy’dan gayri hiçbir şey yoktur.” Siz ne buyurursunuz Hasan Dede?

Hasan Dede (Hasan Çıkar): Kâbe, Allah’ın evidir. İşte Şems-i Tebrizî Hazretleri de şöyle güzel bir dil sarfediyor:

“Allah, Kâbe’de doğdu. Kâbe’den çıktı ve bir daha oraya girmedi. Fakat gönlümde bir doğdu, bir daha oradan çıkmadı.”

Hazreti Ali Efendimiz, selâm olsun üzerine, Kâbe’de doğmuştur. Resûlallah Efendimiz, ona soyununca, yani Allah’ın binbir sırrının anahtarını Hazreti Ali’ye verince, Hakk’ın kendisi olmuştur. Onun için Hazreti Şems öyle buyurmuştur, “O, Kâbe’de doğdu ve oradan çıktı. Fakat gönlüme bir girdi, bir daha da çıkmadı.”

Kâbe’de birşey yoktur. Hakîkatte Kâbe, mürşidi temsîl eder ve Hacer’ül-Esved diye bilinen taş ise, mürşidin elini temsil eder. İnsanlar Kâbe’ye gidiyorlar, o taşı öpüyorlar ve günahlarından arınmayı umuyorlar. Hattâ rivâyet ederler ki, o kadar çok günahkâr o taşı öpmüş ki, taş bu yüzden kararmış. Öyle bir şey yoktur, bunlar aslı olmayan söylentilerdir. Sen o mürşidi âyânda bulursan, taşa gerek kalmaz. 

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 52

YEDİ BAŞLI EJDERHANIN MÂNÂSI…🌹

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Bir söz var; ama bu bir atasözü müdür, yoksa bir deyim midir, tam olarak bilmiyorum. Şöyle ki: “Temizlik imandandır.” Buradaki temizlikten kasıt nedir? Yani şerîattaki temizlik mi, yoksa ki dergâhdaki temizlik mi, hakîkatteki temizlik mi, mârifetteki temizlik mi? En önemli temizlik hangisidir?

Hasan Dede (Hasan Çıkar): En önemlisi, insanın hem içi hem de dışı temiz olmalıdır. İç temizliğinden maksat, kişinin gönlün bağladığı yerler ilgilidir. Bir müridin gönlünde Hazreti Muhammed Efendimiz ve mürşidi varsa, onun iç âlemi temizlenmiştir. 

Ama dikkat edin; gönlünde diyoruz, yani gönlünü tamamen onların güzellikleriyle donatmışsa ve gönlünde onlardan başka hiçbir şey yok ise, temizdir. Aynı zamanda dışını, yani bedenini de temiz tutması lâzımdır ki, etrafına huzursuzluk vermesin. 

Hazreti Muhammed Efendimiz, selâm olsun üzerine, toplum içine çıkarken her zaman saçlarına misk sürermiş, gözlerine sürme çekermiş ve böylece çevresindekilere kendini imrendirirmiş. 

Bizler de Hazreti Muhammed Efendimize uyarsak, O’nun huylarıyla huylanırsak, hem içimizi hem de dışımızı temiz tutmuş oluruz.

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Hasan Dede, şu anda içinde oturduğumuz bu yer, Cenâb-ı Mevlâna Hazretlerinin meydanı ve buraya bu sohbete, zikire ve semâ âyin-i şerîfine ve tefekküre gelen bizlerin, hepimizin kendimize göre bir anlayışımız, heveslerimiz, hayallerimiz ve saplantılarımız var. Bizim burayı, yani bu meydanı nasıl görmemiz lâzım? 

Çünkü Cenâb-ı Mevlâna, Allah sırrını âlî etsin, şöyle buyuruyor: “Ben kendi Musa-yı Hakîkimin elinde bir âsâyım ve meydandayım. Musa, bizdedir. Kim ki o âsâya ihanet ederse, onadır; kim ki riâyet ederse, riâ onadır.” Siz ne buyurursunuz?

Hasan Dede (Hasan Çıkar): Bir gün Hazreti Musa’ya bir nidâ geliyor: “Ey Musa, elindeki âsâ ne vazife görüyor?” Musa da diyor ki: “Elimdeki âsâ, koyunlarım uzaklaşırsa onları toplamaya yarıyor. Koyunların arasında keçiler var, asamla onlara ağaçlardan yaprak silkeliyorum, besliyorum. Bir de yorulduğum zaman âsâya dayanıyorum.” 

İçindeki ses soruyor: “Sen bu âsâyı bu sebeple mi verilmiş sanıyorsun?”

Musa cevap veriyor: “Evet, yâ Rab!” 

Rabbi hemen emrediyor: “Bırak o âsâyı yere!” 

Musa, emrolunduğu gibi âsâyı yere bırakır bırakmaz, âsâ yedi başlı bir ejderha hâlini alıyor. Musa ejderhayı görünce kaçmaya başlıyor. 

Rabbinden yine bir nidâ geliyor: “Geri dön yâ Musa! Çık o ejderhanın üstüne ve tut boynundan!” 

Musa ürkerek geri dönüyor ve ejderhanın üstüne çıkıyor. Ejderhayı boynundan yakalayınca, ejderha tekrar bir âsâ hâline geliyor. 

Şimdi Hazreti Mevlâna’nın bu beyitlerinde bizlere anlatmak istediği şey şudur: Bizler, kendimizi yokluğa bırakırsak, Hakk varlığını bizlerden gösterir ve her işimiz âsân olur. Çünkü biz yokuz artık, O var. Eğer biz kendimizi Hakk’a teslîm etmezsek, bizler de Musa gibi, o âsâdan kaçarız. O yedi başlı ejderhanın mânâsı da şudur: İki göz, iki burun deliği, iki kulak ve bir de ağızdır. Bunlar eğer nefse yönlenirse, işte her biri bir ejderha olur ve sahibini mahveder. Yani bütün dava, Mevlâna’mız gibi teslîmiyetli yaşamaktır. Eğer böyle olursa bu meydan yürür, yoksa başka türlü yürümez.

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…