Mevlânamız buyurur der ki: “Nebîlerde, velîlerde gören göz, Ali’dir.”
Şimdi Mevlâna, Ali’yi neden bu kadar yüce bir yere koyuyor?..
Çünkü Hazreti Peygamber Efendimiz, Hazreti Ali’ye Ali ismini verirken, annesi babası dediler, ismini Esed koyalım. Esed’in mânâsı, arslan.
Hazreti Peygamber Efendimiz, “Hayır” dedi, “bu çocuğun ismi Ali olacak. Ali’nin mânâsı, yücelik. Öyle bir yüceliklere sahip olacak ki, gün gelecek yaşayanlar işitecek ve görecek.”
Şimdi, Hazreti Hamza, selam olsun üzerine, Kureyş kabîlesinin pehlivanıydı, onun yerini alacak bir adam yoktu. Çok güzel dövüşürdü, çok güzel kılıç kullanırdı.
Kureyş kabîlesinden Abdud isminde biri daha vardı. O da çok iri-yarı bir adam.
Hazreti Hamza bir gün panayıra gidiyor. Burada Abdud, bir kadına göz koyuyor, kavga çıkartıyor ve o kadının iki kardeşini öldürüyor. Hazreti Hamza dayanamıyor atıyor kendini o kavgaya, eğer atmasa Abdud daha büyük zararlar verecek. Kavgayı durduruyor. Abdud’u da oradan uzaklaştırıyor. İyi ama, ikisinin arası açılıyor.
Kardeşleri öldürülen kadın da, Hamza’nın gösterdiği bu cesarete, adaletine hayranlık duyuyor ve Hamza’ya sevgi besliyor.
Aradan bir sene kadar bir zaman geçiyor, kadın Hamza’yı tekrar panayıra davet ediyor, eğer yine bir kavga çıkarsa, orada bulunsun ve kavgayı önlesin.
Şimdi Hazreti Hamza düşünüyor, Abdud iri-yarı ve kendini ölüme atan bir kişi, cemaati de kalabalık; yalnız oraya gidilmez diyor, geliyor Hazreti Peygamberin huzuruna, “Ya Resûlallah şöyle bir durum var” diyor, anlatıyor durumu.
“Şimdi tekrar davetliyim” diyor, “cemaatinden bana yardımcı olarak kimi verirsin, benim yanımda bulunsun?”
Peygamber Efendimiz diyor, “Sana Ali’yi vereceğim.”
Hazreti Hamza şaşırıyor. “Ali” diyor, “daha çocuk, 16 yaşında, ben onu görmedim hiç kılıç kuşansın, görmedim bir yerde ok atsın, görmedim bir yerde dövüşsün, onu bana niçin veriyorsun? Bu çocuk orda harcanır.”
“Şefkatli amcam, benden birini istedin ben de sana Ali’yi verdim. Sen ise Ali hakkında bir sürü uygunsuz sözler konuşuyorsun. Şimdi beni dinle. Al Ali’yi yanına, çıkın meydana, orada bir tahtadan nişan dikin ve o nişanı oklayın. Bakalım hanginiz daha güzel ok atacaksınız, öğrenin birbirinizi. Sana lafım yok amca, sen Kureyş’in en üstün pehlivanısın. Okta da, kılıçta da, her şeyde. Şimdi Ali’yi çocuk görüyorsun ama, hem ok atışında dene Ali’yi, hem de kılıç kullanmasında.”
Hamza’nın aklı duruyor, ama iyi bakalım diyor, var bunda bir şey…
Alıyor Ali’yi, geliyorlar meydana. Bir nişan kuruyorlar. Hamza dönüyor Ali’ye, “Hadi yeğenim Ali, koy okunu yaya, ger, at bakalım.”
Hazreti Ali Efendimiz dönüp diyor ki, “Amca, sen ustasın, önce sen at, sonra ben atacağım.”
Hazreti Hamza, koyuyor yaya oku, atıyor. Bugünkü tâbirle, onikiyi vuruyor.
Hazreti Ali Efendimiz bakıyor ki, onikiyi vurmuş, tamam. O da koyuyor oku yaya, geriyor, bırakıyor oku; ok, Hazreti Hamza’nın okunu vuruyor, ikiye ayırıyor.
Hamza bunu görünce şaşırıyor, “Allah Allaaah… ne kadar güzel attı, ne kadar güzel nişancı.”
Arkadan kılıç oyununa girişiyorlar. Kılıç oyununda da, Hamza görüyor ki Ali çok üstün kılıç kullanıyor.
Hadi, at üstünde de kılıç oyunu yapıyorlar, Hamza’nın elinden kılıcı uçuruyor Ali.
Hamza duruyor, soruyor Ali’ye, “Bu marifetleri sen kimden öğrendin? Benim üstüme usta yoktur, ama sen beni de geçtin.”
İşte Ali’nin verdiği cevap, “Şefkatli amcam benim ustam Hazreti Resûlallah, her şeyi o bana öğretti.”
Susuyor Hamza, bir şey diyemiyor. “Hadi” diyor, “Ali çıkalım yola.”
Beraber çıkıyorlar yola, geliyorlar panayır yerine. Abdud’un bulunduğu handa konaklıyorlar.
Sabah olunca, Abdud çıkıyor hanın bahçesine, meydan okuyor.
Hazreti Ali Efendimiz, selam olsun üzerine, hemen Hamza’dan önce davranıyor, giyiniyor, iniyor meydana.
Abdud’a diyor, “Ne bağırıp çağırıyorsun? Ne istiyorsun?”
Abdud, “Hadi” diyor, “sen burdan uzaklaş, baban benim dostumdur. Sen benim yanımda daha çocuksun, amcan gelsin karşıma.”
“Bırak amcamı, karşında ben varım” diyor Ali, “Nasıl istersen seninle dövüşürüm.”
Abdud diyelim bir fil, Ali onun yanında bir ceylan gibi duruyor, ya da bir küçük arslan.
Abdud diyor, “O zaman, beni belimden tutup tek elinle havaya kaldırırsan seninle hiçbir iddiada bulunmayacağım, teslim olacağım sana.”
Hazreti Ali geliyor Abdud’un karşısına, geçiriyor elini Abdud’un kuşağına, bir “Ya Hayy” diyor, koskoca Abdud havada. İndiriyor tekrar yere.
Abdud’un aklı duruyor.
“Hadi şimdi sen gel beni kaldır” diyor Ali.
Abdud, Ali’yi çocuk görüyor ya, geçiriyor kolunu Ali’nin kuşağına. O da bir nârâ atıyor, ama yerinden oynatamıyor Ali’yi. Hazreti Ali ayaklarını sanki yedi kat yer dibine sokmuş, hiçbir türlü kıpırdatamıyor.
Kılıç oyununa girişiyorlar, kılıç oyununda da kılıcını alıyor Ali. En sonunda Abdud’u bir güzel hırpalıyor.
Abdud’a ceza veriyorlar, çölde bir ağaca bağlıyorlar, orda çok feci bir şekilde canını veriyor.
Yani Hazreti Hamza’nın aklını durduran ve Müslümanlığa sürükleyen Hazreti Ali olmuştur.