MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (35)

Bir şahış, Mesnevi’de sema yapmanın, müzik çalmanın haram olduğunu yazdığına ilişkin bir şerh yapmış, bu nasıl olabilir?

Veled Çelebi İzbudak ve Nafihi’nin dilimize çevirdiği Mesnevi’ler güzeldir. Kişi kendine göre çeviri yapabilir ama aydın kişi hakikat neyse onu söyler. Veled Çelebi İzbudak’ın Mesnevi’sinin lisanı anlaşılır şekildedir. Veled Çelebi İzbudak, Cenab-ı Mevlana’nın 33. kuşak torunlarından olup Mesnevi’yi Farsça’dan gerçeğine uygun şekilde tercüme etti. Mustafa Kemal, onun çevirdiği Mesnevi’yi çok beğendiği için ona İzbudak soyadını verdi.

Mesnevi-i Şerif, Kur’an-ı Kerim’in aşkla yapılmış tevilidir. Hazreti Mevlana, Kur’an-ı Kerim’i, Mesnevi-i Şerif’inde hikayelerle dile getirdi. Mesnevi-i Şerif hep insanı anlatır ama onu herkes kolay kolay anlayamaz, derine inmeden hikaye okuyormuş gibi okur.
Hazreti Mevlana, Mesnevi-i Şerif’i yazdıktan sonra istihareye yattı. Peygamber Efendimiz (selam olsun üzerine) daha ilk gece Mevlana’nın manasına (rüyasına) tecelli etti. Mesnevi’yi almış, gülümseyerek “Celaleddin çok hoşuma gitti. Manevi kardeşlerim, bunu yapmayı çok istediler ama bu sana nasip oldu. Bunu ümmetime suni mübarek olsun” demesi üzerine Mesnevi-i Şerif’i, insan toplumuna sundu.
Hazreti Mevlana diyor ki: “Ben yaşadıkça Hazreti Muhammed’in ayağının tozuyum. Eseri Kur’an-ı Kerim’in kölesiyim. Beni bunu dışında kim görürse, ben o kişilerden bi’zarım.”
Mesnevi-i Şerif, Kur’an-ı Kerim’in tevili ama Kur’an baştadır. Hazreti Mevlana, Kur’an-ı Kerim’e daima çok büyük hürmet göstermiştir.
Kur’an-ı Kerim, rumuzdur. Hazreti Mevlana, Kur’an-ı Kerim’in bir ayetini tefsir etmek istedi. O kadar derin manalar çıkardı ki karşılaştığı bir hocaya, “Hoca Efendi, siz ikiyüzelli gram mürekkeple Kur’an-ı Kerim’i tefsir ediyorsunuz. Ben bir ayetine mana vermeye kalktım, ağaçlar kalem oldu, yapraklar kağıt oldu, denizler mürekkep oldu. Bu manayı yazarken denizler kurudu, ağaçlar yapraklar tükendi, ama mana bitmedi” der.
Bu sözleri işiten hoca şaşırarak, “Bu sözlerinden bir şey anlamadım” der.
“O zaman bir misalle anlatayım. Altı-yedi yaşlarında iki çocuk olalım. İkimize de otuzar ceviz var diyelim. Cevizlerle oynarken, birbirlerine vurunca nasıl bir ses çıkar?”
“Ceviz kabukları tak, tak diye ses verir.”
“Güzel… Biz birbirimizi çok seviyorsak, oynarken karnımız acıkınca, eve koşup yemek mi yeriz, bu cevizleri mi?”
“Madem ki biz birbirimizi çok seviyoruz, ayrılmamak için cevizleri kırar yeriz.”
“Cevizi yediğin zaman nasıl bir şey duyarsın?”
“Yediğim cevizin tadını duyarım.”
“Onun tadını dile getirebilir misin? Siz ceviz kabuğunun sesinde kaldınız. Kur’an-ı Kerim’in, derinine inip, büyük bir aşkla bağlanmadınız. Onun için tadından söz edemiyorsunuz.”
Evliyaullah, Kur’an-ı Kerim’i böyle tanıtmıştır. Kur’an-ı Kerim, kimden tecelli etti? Ona büyük saygı, sevgi, aşk olursa o ayetler genişler, güzel manalar çıkar. Kişide aşk, sevgi yoksa kuru tefsirde kalır.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (34)

Mevlana ile Hüsameddin Çelebi

Hüsameddin Çelebi, Mevlana’nın soyundan değildi, niçin Çelebi oldu?

Hüsameddin’i çok sevdi, hatta kendi evlatlarından daha çok sevdi.
Hazreti Mevlana, “Onu neden bu kadar çok seviyorsun?” diye soranlara şu cevabı verdi: “Benim evlatlarım üç-dört gün ekmeksiz kalsalar, bana bir yerden ekmek gelse, o ekmeği Hüsameddin’e veririm. Aşkıma, sevgime kimse karışamaz.” O kadar çok sevdiği için ona Çelebilik verilmiştir.
Hüsameddin Çelebi, anne babasının tek oğlu ve güneş parçası gibi güzel bir çocukmuş. Kendisine uygun ayın ondördü gibi bir kızla evlenmeye hazırlandığı sıralarda, gözünde arpacık çıkmış. Babası doktorlara göstermiş, verilen ilaçlardan şifa bulamayınca din adamlarına gitmişler ama onlarda bu arpacığı geçirememişler. Bir komşularının, “Hiçbir yerden şifa bulamadınız, bir de Mevlana’ya gidin” demesi üzerine şifa bulmak amacıyla Mevlana Hazretlerine gitmişler ve onu bahçede güllere bakarken bulmuşlar. Hazreti Mevlana, “Nedir müşkülünüz?” diye sormuş.
“Bir aydan beri arpacık çıktı. Hiçbir doktor, din adamı iyileştiremedi.”
Hazreti Mevlana’yı da gözünde çıkan bir arpacık onbeş gündür rahatsız etmekteymiş.
“İlahi Hakk! Onbeş günden beri benim gözümde de arpacık var. Hiç balta, kendi sapını keser mi? Bir nefes edeyim de ikimizden de bu arpacıklar gitsin” diyerek nefes eder. Keremi sonsuz, ikisinin de gözündeki arpacıklar geçer.
Hüsameddin Çelebi, “Ben, Hazreti Mevlana’yı çok sevdim” der ve ona evlat olur.
Hüsameddin Çelebi, temzi bir gönüle sahip olduğu için akla düşmeden ikrarının peşinde koştu. Bu yüzden Hazreti Mevlana onu çok sevdi. Hüsameddin Çelebi sevgiyle hizmet etmeseydi Mesnevi-i Şerif kolay kolay meydana gelmezdi. Hazreti Mevlana ile yolda giderlerken cezbe gelip bir şey söylediğinde o yazar, otururken yazar, banyo yaparken Hazreti Mevlana bir şey söyleyecek mi diye banyo kapısının yanında durur, orada da bir şey söylediğinde kaleme alırdı. Herkesin harcı değil.
Hazreti Mevlana, Hüsameddin Çelebi’ye hilafet verir. O dar’ül bekaya yol alınca, bir kısım müridler gönülleri Sultan Veled’e kaçmış olduğu için, “Sabahleyin erkenden hepimiz dergahta bulunalım, Hüsameddin ile Sultan Veled buluştuklarında nasıl davranacaklar, biz de ona göre hareket edelim” derler. Sabah hepsi ayakta beklerlerken, Hüsameddin Çelebi bir taraftan, Sultan Veled diğer taraftan gelir, niyaz edip birbirlerine secde ederler. Sultan Veled ayağa kalkıp, “Efendi Hazretleri, babamın vekaletini taşıdığınız için buyrun posta geçin” der.
Hüsameddin Çelebi, Hazreti Mevlana’nın yerine geçtikten sonra, ayaklarını sürterek yürür, hep ağlar, Hazreti Mevlana’nın hasreti ile yanarmış.
Bir gün bağını işlerken yorulup bir ağaca yaslanır. Bağı seyrederken gönlü biraz bağa kaçar, bu sene üzümler nasıl olacak diye düşünürken uykuya dalar. Rüyasında Hazreti Mevlana güler yüzle selam verir.
Hüsameddin Çelebi, “Ah Efendi Hazretleri, aradan beş yıl geçti, hep seni inleyip durdum, bir gün benim rüyama gelmedin” der.
“Ey ruhumun mertebesi! Gönlün bağa kaçmasaydı yine yüzümü sana göstermezdim. Çünkü ben sen idim, dışarıda ne arıyorsun. Şimdi bağa sevgini vermemen için yüz tuttum.”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (33)

Hazreti Mevlana, ilk tecellisini kimlerde göstermiştir? (devam)

Selahaddin Efendi, Hakk’a yürüdüğü zaman Hazreti Mevlana hayatta idi. Hazreti Mevlana’ya, “Beni kabristana götürürken, gönül ister ki semazenler tabutumun önünde sema etsinler” diye vasiyet etti.
Hazreti Mevlana da, “Gam yeme. Allah o günü geç versin” dedi.
Hakk’a yürüdüğü zaman, en önde Mevlana ve onun arkası sıra semazenler sema ettiler, neyler üflendi, kudümler vuruldu, ayin-i şerif okuyarak gönderdiler. Gün geldi, Hazreti Mevlana da Hakk’a yürüdü. Hahamlar Tevrat, papazlar İncil, hocalar arş-ı şerifler okudular. Kendi canları da ayin okuyarak uğurladılar.
Mevlana, gönül dostlarından tecellisini gösterdi. Yalnız Hüsameddin Çelebi der ki: “Kimse ben O’yum demesin. Her kişi bakışı kadar kendinde Mevlana’nın tecellisini bulur. Çünkü Mevlana bir okyanustur. Bir testi okyanusu içine alamaz.” Testi gönlünü ne kadar büyütürse okyanusu o kadar alır. Gönül büyümeden olmaz.
Hazreti Mevlana, “Denizin üstünde geminin yüzdüğünü görüyorsunuz ama geminin içindeki sayısız denizleri göremiyorsunuz” der. Bu sözle kendini söylüyor, herkesi değil.
Mevlana Hazretleri henüz on yaşlarındayken, babası Sultan’ül-Ulema Hazretleri hacca giderken onu da yanında götürür. Yolculuklarında Şam’a uğradıkları zaman, Muhyiddin-i Arabi Hazretleri ile karşılaşırlar. Sultan’ül-Ulema ile musafaha yaparken Muhyiddin-i Arabi gözleri Hazreti Mevlana’ya takılır, gözlerini çekemez.
Sultan’ül-Ulema, “Ya Ali Ekber! Benimle musafaha yapıyorsun, neden Celaleddin’e gözlerini dikip kendinden geçtin?” diye sorunca, “Ey Sultan’ül-Ulema! Sen ve ben, bu sabinin yanında birer çayız. On yaşında ama o, bir okyanus. Onun manevi büyüklüğünü keşfettim; denizleri, çayları önü sıra götürüşünü seyrediyorum” der.

Yine Hazreti Mevlana’nın bir kasidesiyle sonlandıralım…

“Biz gittik; kalanlara selam olsun, hoşça kalsınlar! Doğan, mutlaka ölür!
O kadar koşmayın, o kadar yorulmayın; şu yerin altında çırak ne olmuşsa, usta da o olmuştur!
Direği rüzgardan olan bu bina ne kadar dayanabilir?
Yaşadığın devrin eşsiz, parmakla gösterilen tek kişisi bile olsan, tek tek gidenler gibi, sen de bir gün dünyayı bırakıp gideceksin!
Gideceğin yerde yalnız kalmayı istemiyorsan, hayırdan, iyilikten, ibadetten evladın olsun!
O geriye kalan iyilikler, ibadetler; gayb aleminin nurdan ipi ve dünyaya direk olanların ruhudur!
O süzülmüş, seçilmiş aşk cevheri var ya, işte ölümsüz olarak kalacak ancak odur!
Şu içinde yaşadığımız hayatın, şu akıp giden kum selinin ne durması vardır, ne dinlenmesi; bir şekil bozulunca başka bir şeklin temelini atarlar!
Ben, bu kupkuru yerde Nuh’un gemisine benziyorum; tufan benim ölümüm, vademin gelip çatmasıdır!
Nuh’un gemisi de, gayb aleminde bu sudaki dalgaları bekliyordu!
Biz de susmuş olanların, mezarlıkta uyuyanların arasına girdik, yattık uyuduk! Çünkü sesimiz, feryadımız haddi aşmıştı!..”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (32)

Hazreti Mevlana, ilk tecellisini kimlerde göstermiştir?

Hazreti Mevlana, ilk temsilcilerinde tamamen kendini yenilemiştir. Yani bir yerde, Hazreti Mevlana, Hüsameddin Çelebi olmuş, onun bedeninde işlemiştir. Önce Şeyh Selahaddin Efendi’de tecelli etti. Şeyh Selahaddin Efendi ümmi idi, kuyumculuk yapardı. Hazreti Mevlana’dan önce Hakk’a yürüdü. Ona, “Şems bilgiliydi. Sen ise ilim sahibi değilsin. Bu güzel sözleri nasıl konuşuyorsun?” diye sorulduğunda, Şeyh Selahaddin Efendi şöyle cevap verdi: “Hiçbir söz bana ait değil. Konuştuğum sözlerin hepsi, aynama ait.” Yani Hazreti Mevlana’yı kendime ayna ettim, bu sözler ona ait, demek istedi.

Şeyh Selahaddin Efendi, Sultan Veled’in kayınpederiydi ve Sultan Veled Hazretleri kayın pederini çok severdi.
Şeyh Selahaddin Efendi verem hastalığına tutuldu. Hastalığı günden güne ilerleyerek, sancılar, ateşler yapmaya başladı ama o kimseye belli etmedi. Damadı ziyaretine geldiği zaman, onu çok sevdiği için bütün ağrıları üstünden giderdi. Bir gün muhabbetleri uzayınca, sancılar başgösterdi. Şeyh Selahaddin Efendi’nin yüzü biraz buruştu. Sultan Veled dayanamayarak, “Efendi Baba Hazretleri, siz çok rahatsızsınız ama hastalığınızı benden gizliyorsunuz” dedi.
“Evet, bugüne kadar hep gizledim, şimdi ağrılar çok şiddetlendiği için gizleyemedim. Sen gelince, bana güç veriyorsun, kendimi iyi hissediyorum.”
“Efendi Baba Hazretleri, bu alemden göç edersen, ben kime gönül açacağım, kiminle dertleşeceğim, benim halim ne olacak?”
“Ben bu alemden gittikten sonra, belki üç ay geçer, belki üç sene. Biri seni benim gibi severse onun boynuna sarıl, elini öp, o benim. Çünkü bizim özümüz sevgidir.”

Hazreti Mevlana’nın çok güzel kasidesi vardır, şöyle buyurur:
“Bütün dostlarımız gittiler, biz yapayalnız kaldık. Kimsesizler kimsesi, yalnız kalanların dostunu, her an çağırıp duruyoruz.
Bütün dostlar, hayal gibi gözümüzden çekilip gittiler. Biz de yalnız kalınca bütün dostlar bizi bırakıp gidince, bizler de Sevgilinin hayalini gözümüzün önüne aldık.
Bir zaman geliyordu, Sevgilinin ırmağından sular alıyor, kaplarımızı dolduruyorduk. Ayrılık ateşiyle tutuşmuş olan gönlümüze serpeliyorduk. Zaman oluyordu, aşk ağacının altında meyve silkeliyorduk.
Bir an oluyordu, bize şekerler, inciler saçıyordu. Bir an oluyordu, şekerlerine üşüşen sinekleri kovuyorduk.
Sevgilinin hayali, evinin kapısından çıkınca, onun kapısına kapıcı olduk. Hayali kapıdan çıkıp gidince, biz o kapıda kaldık, ayrılmadık…”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKZİ’NE… (31)

Hazreti Mevlana, “Kimse sırrıma talip olmadı” demiş. Kimse talip olmadığı için mi Mesnevi’yi meydana getirdi?

Onun sırrına kim talip oldu ise o kişi onu giymiştir. Meydan ona teslim edilmiştir. Dede’lik alınır, verilmez. Mevlevilikte binlerce Dede maneviyatla yola çıkıp, Hakk’ı ne kadar güzel bir dille yad ederse etsin yine temelinde Hazreti Mevlana vardır, Pir çıkma yoktur. Mevlevilikte, şu Dede burada yatar, o Dede şurada yatar ama hepsi Hazreti Mevlana’ya bağlıdır.
Galib Dede Hazretleri, Hüsn-ü Aşk’ı yazarken Hazreti Mevlana’nın Divan-ı Kebir’inden, Rubaiyat’ından sözler alıp, kendi şiirlerini süsler. Dedeler okurken o sözlerin bir kısmının Hazreti Mevlana’ya ait olduğunu görerek, “Galib senin şiirlerin güzel süslenmiş ama Hazreti Mevlana’nın şiirlerinden çalmışsın” derler. O da, “Evet, ondan çalmayacağım da, kimden çalacağım. O benim sevgilim, Sen de benim kadar sev, sen de çal, ayrı gayrı değiliz” der.
Mevlevilikte hiç ilahi yoktu. Mevlevilikte hep ayin yazılır, aşkın büyüğü söylenir. Dört satırlık, iki kıtalık aşk yoktur. İlahilere fakir sebep oldu. Dedeler hep ayin yazmışlar. Muhabbetler hep ayinle geçmiş.
Dünyamızda aşkı, sevgiyi en çok söyleyen Hazreti Mevlana’dır. Tüm insanları ayırım yapmadan, birliğe davet etti ve kendini bütün insanlığa kazandırdı.

Hazreti Mevlana’nın sırlarına talip olmaya gelince…

Aşkla, sevgiyle talip olunur. Hakk her şeyin üstünde tutulur, gün gelir, hiç akıl girmez tereddütler olmazsa, o kendiliğinden ikrama çıkar.
Manevi Dede Hakk’a yürüdüğü zaman, meydan boş kalmasın diye yerine biri teberruken geçer. Bu kişi buranın düzenini yürütür. Mana Dedeliğini, biri alırsa ilk Dede manen soyunur, postuna oturmaz.
Şems-i Tebrizi Hazretleri, Hazreti Mevlana’ya, manen soyunduğu zaman Sultan Veled Hazretleri babasının o bilgisini, güzelliklerini kıskanır. Bir gece Şems’in odasına gider ve onu ocak başında tefekkürde bulur. Şems, onun başını dizine koyup okşar, hal hatır sorar. Bir vakitten sonra, “Ey benim güzel şehzadem, seni buraya getiren nedir?” der.
“Babama bazı sırlar ikram ettikten sonra o çok değişti. O sırlardan biraz bana da verir misin?”
“Veled Veled! Babanın gerek sakalındaki gerek başındaki kılların hepsi birer Şems’tir. Ben de artık hiçbir şey kalmadı. Git, benim varlığımı babanda gör.”
Sana da öğreteyim, demedi. Ben artık yükü taşıyana attım, bütün güzellikleri orada gör, demek istedi. Bir kişiyi Dede’yi giydi mi, o artık postuna oturmaz. Misafir gibi gider, orada kendini seyreder. Gün geldi, Hazreti Mevlana, Şems oldu.
Hazreti Muhammed, Hazreti Mevlana, bütün büyükler bizim sünnetlerimizdir. Kim nöbeti almışsa bu alemde, onları ona sorarsın.
Hazreti Mevlana’ya “Hazreti Muhammed cihanın gülü idi. Bu gül soldu, gitti. Şimdi biz o kokuyu nereden alacağız?” diye sormuşlar.
Hazreti Mevlana, hiç tereddüt etmeden, “Gülün kokusunu gülsuyundan alacaksınız. O gülsuyu bizleriz” diye cevaplamış. O kokuyu Evliyaullah’tan alacaksınız. “Hazreti Muhammed’den ne öğrenmek istiyorsanız bize sorarsınız” dedi ve onu yaşatmaya çıktı.
Gül, renkli ve kokuludur ama aşılanmamışsa kokusu yoktur. Bir insan da, bir Velinin yaşamını etüd ederse oradan aşı alır, insanlık kokmaya başlar. Onun için Hazreti Mevlana, “Beni kabirde aramayın. Ben kabirde değil, ariflerin kalbindeyim” diyor. Kabir bir makamdır.
Her Veli eserleriyle, bıraktığı güzelliklerle yaşar. Mal, mülk bırakmak insanı yaşatmaz. Onun için Veliler bir hoş seda bıraktılar. Bu, insanlık için maldan mülkten daha yararlıdır.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (30)

Hazreti Şems-i Tebrizi’nin Hazreti Mevlana’ya sunduğu gizli sırlar nelerdir? (devam)

Şems-i Tebriz, Hazreti Mevlana’yı karşısına aldı ve şunları buyurdu:

“Gönül ayinesin sofi,
Eğer lkıalr isen safi,
Açılır sana bir kapı,
Ayan olur Cemalullah.
Bu tevhidden murad ancak,
Cemali zata ermektir.
Görünen kendi zatıdır,
Değil sanma gayrullah.
Şems-i Tebriz bunu bilir,
Ehad kalmaz fena bulur.
Bütün bu alem külli mahf olur,
Yine baki Allah kalır.”

Hazreti Mevlana bunu duyduktan sonra başını secdeye vurdu. O güzelliği görü, kişiliğini bulursan, ölüm senden gider.

Bir gün Şems-i Tebriz, Mevlana’nın elinden kitabını aldı, havuza attı. “Okuma!” dedi.
Hazreti Mevlana’nın gözleri yaşla doldu, çok üzüldü. O zaman Şems, elini havuza uzatıp, kitabı havuzdan çıkardı. Kitap kupkuru toz bürümüş haldeydi. Tozunu üfleyip, Hazreti Mevlana’ya uzatarak, “Artık başkasının tezgahtarlığını yapma, kendi eserini yazmaya başla, tanıt kendini, bu toplum seni anlasın” dedi.
Bundan sonra Hazreti Mevlana’nın eserleri; Mesnevi-i Şerif, Fihi Ma-Fih, Divan-ı Kebir ortaya çıktı.
Hazreti Mevlana, “Sen o musun, yahut o sen misin?” diyor. İnsan burada şaşırıyor. Allah’a iman yok, öylece kalıyor. Ehl-i imana “Sen o musun, o sen misin?” dediğin zaman başını secdeye vurur. Madem ki o sensin, neden bu almede gam yersin.
Yine Mevlana, “Ey insan, ne gördüysen bu alemde senden dışarı değil, ne istersen iste, kendinde iste. Çünkü sen her şeysin” der. İnsan aradığı şeyi, kudret sahibini kendinde bulacak. Büyüklerimiz bize bir aynadır.
Şeyh Selahaddin Efendi’ye “Ne kadar güzel konuşuyorsun, ama sende hiç ilim yoktu” derler. “Ben bir aynaya yüz tuttum, aynada aksettim. Bütün bu sözler aynama aittir” diye cevap verir. “Kim senin aynan?” diye sorduklarında da, “Benim aynam Efendim Mevlana’dır” der. Hep iman, aşk istiyor, sevgi istiyor.
Hazreti Mevlana bütün dünyanın malıdır. Kimse sahiplenemez. Kim çok severse, Hazreti Mevlana onda yüzünü gösterir. Rus sever, Çinli sever, İngiliz sever… kim çok severse Mevlana odur. Çünkü din ve aşk miras kalmaz. Bunlar çalışmakla kazanılır.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (29)

Hazreti Şems-i Tebrizi’nin Hazreti Mevlana’ya sunduğu gizli sırlar nelerdir?

Rivayete göre; üç ay Hazreti Mevlana ile Şems-i Tebrizi bir odanın içinde üç simitle halvet ettiler. Bütün beden eridi, deri ile kemik kaldılar, o zaman istenen kapı açıldı. Ondan sonra, Hazreti Mevlana zahir ilmi bıraktı. Divan-ı Kebir’inde ne kasideler yazmış, ne aşklar söylemiş. O aşkları söyleten nedir? Onun gözünde Sevgili nasıl görünüyor? Yüz tane yazıp bitirmemiş, tam kırksekizbin beyit yazmış; dünyada eşi benzeri yok. Yunus Emre de yazmıştır ama, onsekizbin beyitte kalmıştır.
Hazreti Mevlana, “Sema da bir burhandır, semazenler isterse mecaz aşkı düşünsünler, sema ederken aşktadırlar, bir sevgidedirler” der. Bana bakıyorlar, nasıl dönüyorum gibi bir düşünce geçerse akıllarından başları döner, tennure bacaklarının arasına girer hemen düşerler. Onlar sema ederken kendilerinden geçerler, mecaz aşkı düşünseler bile aşktadırlar. Manayı düşünürlerse kendilerini daha da güzelliklere verirler. Onun için Hazreti Mevlana, “Aşksız ve sevgisiz geçen ömrü, ömürden sayma” dedi. Aşka düştü mü insan sevgilisinden başka bir şey görmez. Mecaz aşk geçicidir, gençlik, güzellik ve o sevgi sözleri kalmaz. Kişi o aşkı büyütmek için maneviyata yönelir. Tanrı yaşlanmaz, onda çirkin sözler yoktur, sevenini daima aşkta, sevgide, duyguda tutar.
Misal, bu dünyadan gitme zamanı gelince, o sevgilisini bekler. Kim davet ederse etsin, anne, baba, dede onlara gitmez, giderse yolda kalır. Nereye iman etti, kimi gönlünde büyüttü ise, onu bekler. O yüz tuttu mu hemen koşa koşa gider. O, bizi burada da ayakta tuttu, bir sürü hakikatler sundu, en güzel yüzü ile teselli etti. Sonunda da alır sonsuz yaşama götürür.
Hazreti Mevlana der ki: “Bana ağlama, arkamdan vah vah deme, ağlarsan kendine ağla. Ben o padişah değilim, tahttan tabuta bineyim. Ben o padişahım ki tahttan sevenlerin gönlüne gireyim.”
O, kendini insanlığa kazandırdı. İnsan olan, toprağa girmez. Hazreti Mevlana, “Senin bedenin toprağa girer. Işık toprağa girmez” der. O ışık, bu bedenden fışkırıyordu. Bütün bunlar yokluğa bürünmekle, büyük sevgiyle, aşkla kazanılır. Biraz benlik vücutta baş gösterirse bu güzelliklerin hepsi gider.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (28)

Seyyid Burhaneddin Hazretleri, Hazreti Mevlana’ya, “Bütün bildiklerimi sana öğrettim, tasavvufun gizli sırlarını yeni Efendin (Şems) öğretecek” diyor. Nedir gizli sırlar?

Bizler dilimiz döndüğü kadar çok şey anlatıyoruz. Tasavvuf tamamen Rabbine teslimiyet ister, hep ondan söz etmeni ister.
Seyyid Burhaneddin Efendi, Nakşi tarikatına mensuptu. İlmi kuvvetliydi. Hazreti Mevlana’nın babası Sultan’ül-Ulema Hazretleri de Nakşi tarikatında ikinci Pir idi.
Sultan’ül-Ulema Hazretleri, sohbet ederken Seyyid Burhaneddin Efendi, içine gelen coşkuları dile getiremediğinden kışın çıplak ayaklarını mangala sokar, üzerlerini ateşle örtermiş. Oradaki dervişler onun bu halini görünce, Sultan’ül-Ulema Hazretlerini dinlemez, ateş onu neden yakmıyor diye düşünürlermiş. O, anlatılan Allah’ın güzellikleri, büyüklüğü ile kendinden geçtiği için öyle davranırmış. Kendinden geçer, ateş de ona kul olurmuş. Sultan’ül-Ulema Hazretleri, “Seyyid kendine gel” diye seslenince kendine gelerek ayaklarını çekermiş.
Seyyid Burhaneddin Efendi, Hazreti Mevlana çocukken dışarı çıkmasın diye medrese kapılarını kilitlermiş. Sabah şafaktan önce kapılar kendiliğinden açılır, Mevlana dışarıya çıkarmış. Anlıyor ki, Hazreti Mevlana’da büyük bir enerji var onu meydana çıkaracak adam yok. Şems-i Tebrizi Hazretleri gelince, Seyyid Burhaneddin Efendi gider. Ben dayanamam der. Bir yere kadar kerametler gösterdi ama Şems onun üstündeydi.
Bir gün Şems-i Tebrizi, Hazreti Mevlana’ya, “Neden ışık altında yazı yazıyorsun?” diye sordu.
Mevlana bir an Şems’in gözlerinin içine baktı ve “Gözüm karanlıkta görmez. Işık olmadan nasıl yazacağım?” dedi.
O zaman Şems, “Çalış her zerren göz olsun, bırak artık ışığı, ışıksız yaz” diyerek Hazreti Mevlana’yı aylarca düşünceye soktu. Gün geldi, perde açıldı. O ışık oldu, karanlıkları aydınlattı. Gözün görüş alanı sınırlıdır. Kalp gözü açılırsa dünya küçülür, başka alemler görülür.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (27)

“Aşk tamamiyle edepten ibarettir” sözü ile ne anlatılmak isteniyor?

Hazreti Mevlana der ki: “Terbiye, terbiyesizden alınır.” Neden? Çünkü kişi çirkin işler yapar sen o çirkin işleri görüp tiksinir, kendine bir terbiye verirsin. Edebe gelince, Hazreti Mevlana, “Edeb okullarda öğrenilmez, aşktan alınır” diyor. Nasıl aşktan alınır? Aşık ile maşuk daima birbirini düşünür. Misal, aşık sevgilisi ile randevulaşınca, bütün gece sevgilisine sunmak için güzel sözler düşünür. Zaten aşık daha geceden randevudadır. Onun gözüne iş, güç görünmez. Buluştukları zaman sevgilisi güzel bir yüz tutup, aşığına öyle derinden bakar ki aşık bunu görünce bütün yazdıklarını, bildiklerini unutur. Acaba bu söz onu incitir mi? İncitirsem kaybederim, diye düşünerek, bütün gece hazırladığı güzel sözlerden, bir tanesini dahi sevgilisine söylemekten çekinir. İşte aşk edebe soktu.
Evlatlar, ana babayı dinlemez, asilik ederler ama sevgilileri ile konuşacaklarsa hep telefon başında dururlar. Ne zaman arayacak diye heyecanlanır, en güzel sözleri ona söylerler. Anne dokuz ay karnında taşıdı, her türlü hizmeti yaptı, o boya getirdi. Sevgilisine söylediği yüzlerce güzel sözden, bir-iki tane söylese ona da razıdır. Onlar da, çoluk çocuk sahibi oldukları, yaşlandıkları zaman annenin babanın kıymetini bilecekler ama iş işten geçmiş olacak, şimdiden bilse ne olur.
Hazreti Mevlana daima yapıcı konuştu. Anlayanlar çok sevdi. Hazreti Mevlana, “Biliyorum ki bana darıldın, ben hayattayken gel yanağımı öp. Bir gün Hakk’a yürüyeceğim, bu güzel sözlerin hepsi sana ders olacak, kabrime gelip sarılacak, toprağımı öpeceksin. Şimdiden gel de, dost olalım” der.
Anne baba, evlatlarından hiçbir şey beklemezler. Onlara tatlı dil, güler yüz en büyük ikramdır. Hiçbirimiz yaşlı doğmadık, hepimiz bir devre geçirdik. Boşuna dememişler, onyedisi dağ delisi, havada uçan kuşu tutsun ister, o kadar delidir. Onun için evlatlarımıza önce biz tatlı dil, güler yüz ve şefkat göstererek, onlara eğriyi doğruyu yavaş yavaş anlatmalıyız. Onlar asidir, biz sabredeceğiz ki, bir gün bize hak versinler.

Adamın biri oğlu ile ormana gitmiş. Çocuk sormuş;
“Bu ne yuvası?”
“Kartal yuvası.”
Beş on adım gittikten sonra yine sormuş;
“Baba nedir bu?”
“Kartal yuvası.”
Çocuk defalarca sormuş, baba hiç bıkmadan cevaplamış. Çocuk büyümüş, yirmili yaşlara gelmiş. Baba oğul yine ormana gitmişler. Baba oğluna sormuş;
“Evladım, şu yuva ne yuvası?”
“Kartal yuvası.”
Yirmi metre sonra yine sormuş.
“Kartal yuvası”.
Yine sormuş.
“Amma çok sordun demedik mi sana, kartal yuvası.”
“Ah evladım, sen belki yüz sefer sordun ama ben seni hiç böyle terslemedim.”

Bir ana baba şefkat doludur. Onlar kırk evlada bakar ama kırk evlad bir ana babaya bakamaz. Onun için sadece maddeye değil biraz da insanlığa yönelmek, büyüklerin eserlerini okuyarak, oradan bir şeyler almak lazım…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (26)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Hazreti Mevlana aşk için, “O hal içinde kalma halden hale geçişi yaşa” diyor. Aşkın ötesinde de bir yer var mı?

Hazreti Mevlana, sevgilisini o kadar büyütmüş ki “Altı cihette hep seni görürüm” der. Bu aşığa mahsustur. Nereye baksa onu görür. Dağa bakıp, kendine dağı sevgili kılmamış. Gönlündekini her an değişik simada, değişik muhabbette gördüğü için onun sarhoşu olmuş. Yani her zerresi onunla hoş, her zerresini onun güzelliği sarmış.
Hakk her an tazedir, cihanın sonsuz güzeli O’dur. Aşık, onu kalıp haline getirmeden, tamamen kalıp dışı sonsuz güzelliklerde seyreder.
Hazreti Mevlana’nın yolu güzelliklerle dolu bir yoldur. Kişi o güzelliklere kendini kaptırdıkça aklını kaybeder, başını sonunu aramadan, o güzelliklerde sarhoşlaşır, artık geriye adım atmak istemez.
Bütün Veliyullah’a Hakk aşıkları derler. Onlara akılları taşıdığı kadar yüzünü gösterdi. Oraya gönüllerini bağladılar ve oradan bir an dahi ayrılmak istemediler. Çünkü O, baki güzel, dünya durdukça güzelliğini koruyacaktır. Bütün varlık O’nun, O yarattı.

Ne güzel buyuruyor Hazreti Mevlana bir kasidesinde, diyor ki:
“Saki şarap kadehini bir kere daha doldur! Dünyada da ahirette de senin gibi sadık bir dost yoktur.
Sen meclisimize geldin, yüzünü gösterdin de, aklı da fikri de aldın. Artık can Mansuruna her taraf bir başka darağacı oldu.
Can senin yüzünden deli divane oldu. Gönül de deniz halini aldı. Artık gönül nasıl olur da başka bir sevgiliye döner bakar?
Aşıklar meyhanesinde can, sakilik etmektedir. Bu yüzdendir ki, aşıklar gibi mest olmuş, kendinden geçmiş kişiler bulunmaz.
Aşk yolunda yürür, yol alırsan bilirsin, anlarsın ki, bu dünyada gördüğümüz bu bağlardan, bu gül bahçelerinden başka bağlar, başka gül bahçeleri de vardır.
Gönül ansızın beni aldı, o tanınmış aşk otağına götürdü. Ben, aşk otağındaki sultanın yüzünü görünce kendimden geçtim. Gönül de bir başka şekilde kendinden geçti.
Dünyayı güzel eserlerle süsleyen eşsiz sanatkarın aşkı ile geçmeyen ömrü sen ömür sayma, o kaybolup gitmiştir. Hakk yolunda hakikate varmak sözle olmaz, inandığını yaşamakla olur.
Hakk yolunda yürüyen aşık ilahi sevgiyi gönlünde hissedince onun için baht da budur, devlet de budur, zevk de budur, yaşayış da budur. Onun için bu aşktan, bu sevdadan başka bir alış veriş, başka bir kar yoktur.
Deniz aşk yüzünden coşar köpürür. Kuş bu yüzden öter. Onların hepsinin de dileği bu aşk tuzağına her an yeni bir avın düşmesidir.
Allah dünyayı gizli bir hazine gibi meydana çıkarınca, sevdalarla dolu olan her baş, boş durmadı. Onu bulmak için dünyada bir başka şeyi meydana getirdi.
Şu dünyada nerede olursa olsun, bir güzel varsa, o gece gündüz kararsızdır. Kendi güzelliğine bir alıcı arar durur.
Nerede bir ay yüzlü, nerede bir misk kokulu varsa, kendine ağlayıp inleyen bir aşığı müşteri gibi beklemektedir.
Şu anda şu nefeste ben, onun mestiyim. Başka bir gün şu ter ü taze perdeden sırlarla dolu başka gazeller söylerim…”