MANEVİ MENKIBELER – 40

Hazreti Muhammed işlenmiş altındır…

Bir gün Şems-i Tebriz’i, Mevlana’yı yoldan çıkarmış diye Kutub’a şikayet ediyorlar. Şems’le Mevlana geliyorlar, Kutub’un evine, kapıyı çalıyorlar. O da içerden “Buyrun” diyor.

Tam giriyorlar, Şems’i görüyor Kutub. Sinirleniyor, bir nara atmaya kalkıyor, ama tutuluyor dili… başlıyor kekelemeye. 

Mevlana çeviriyor başını, bakıyor ki Şems’in celali nazarı Kutub’u perişan ediyor. “Ne olur” diyor, “Efendi Hazretleri çöz onun dilini.” Tebessüm ediyor Şems, çözüyor dilini Kutub’un. Kutub anında değişiyor, hoş bir havayla karşılıyor onları, hal hatır soruşuyor ediyor, katiyyen karşı gelmiyor Şems’e.

Neyse, günler geçiyor. Şems o zamanlar inşaatta çalışıyordu. İnşaattan eve doğru gelirken, yolbaşında Kutub’la karşılaşıyorlar. Kutub, Şems’i görür görmez başlıyor seslenmeye, “La ilahe illallah Şems Resulallah!”

Sen misin diyen… Bunu duyan halk koşuyor Kutub’u dövmeye, Şems bir nara atıyor, bunların elleri havada kalıyor. Alıyor Kutub’u bir çeşmenin başına getiriyor. Kutub yemiş bir iki tokat, kan akıyor yüzünden.

“Efendi” diyor Şems, “sakın bir daha, La ilahe illallah Şems Resulallah deme, de La ilahe illallah Muhammeden Resulallah. Çünkü Hazreti Muhammed işlenmiş altındır, ben ise işlenmemiş altınım, ama Hazreti Muhammed’le aynı ayardayım.”

Bakın, nasıl bir dil sarfediyor!.. Yani, O’nu halk tanır, beni tanımaz. O anıldı mı ben de anılırım, diyor.

İşte bu yüzden, Allah’ın öyle sır kulları vardır, herkes sanır kendisi gibi, ama hayır, onun gibi değildir. Altınla bakır bir olmaz.

MANEVİ MENKIBELER – 39

Sormadan hazineme girerler, alırlar giderler…

Bir gün bir adam kalkmış Musa Aleyhisselam’a, “Ya Musa” demiş, “sen Tur-i Sina’da binbir kelam konuşuyorsun Allah ile, bizim de, karı-koca, bir isteğimiz var. Allah’tan ister misin bizim için?”

“Nedir?” diye sormuş Musa.

“Bir evlat istiyoruz.”

Musa gitmiş, görüşmüş etmiş. Cenab-ı Hakk da demiş, “Ona evlat vermeyeceğim, hiç düşünmesin evladı.”

Musa gelmiş söylemiş adama. Adam çok üzülmüş.

Aradan bir iki ay geçmiş. Bir gün bu adamın kapısı çalınmış. Adam karısıyla evde oturuyor. Açmış kapıyı, bakmış kapıda bir adam duruyor, “Kimsin sen?” demiş.

“Ben, Tanrı misafiriyim. Müsaade var mı? Gelebilir miyim biraz dinleneyim?”

“Hay hay…” demiş, almış içeri. Kurmuş sofrayı, ikramda bulunmuş.

Misafir dönüp adama sormuş, “Ağam” demiş, “senin bir ihtiyacın var mı? Allah’tan bir şey ister misin?”

Adam, “Ah kardeş” demiş, “İstedim ama, Allah, Hazreti Musa’yla haber gönderdi, dileğimi vermiyor.”

“Ne istedin?”

“Bir evlat istedim.”

Misafir kalkmış ayağa, gitmiş heybesinden bir elma almış. Nefeslemiş elmayı, vermiş adama, “Bu elmayı yiyin” demiş, “dokuz ay başına bir evlat gelir dünyaya.”

İster misin, dokuz ay başına evlatları gelmiş… Çok sevinmişler. Bir gün almışlar çocuğu, çarşıda gezerlerken Musa’yla karşılaşmışlar. Musa sormuş, “Bu çocuk neyindir senin?”

“Oğlum” demiş adam, “Allah sana dedi, vermeyeceğim, ama bir akşam bir Tanrı misafiri geldi, hal hatır soruştuk, bir iki lokma yemek yedi. Benim derdimi sordu, ben de söyledim. Bana bir elma verdi, yiyin bu elmayı karı-koca, ben size bir evlat verdim, dedi. Hakikaten dokuz ay başına evladımız dünyaya geldi.”

Musa’nın atmış tepesi, doğru Tur-i Sina’ya gitmiş, “Allah’ım” demiş, “sen beni kullara karşı küçük düşürdün. Kalktım senden filan kişiler için bir evlat istedim, sen dönüp dedin, ben vermem onlara evlat! Ben de onlara aynısını söyledim. İyi ama, bir Tanrı misafiri derviş, bu kişilere gitmiş, dertlerini dinlemiş ve onlara bir evlat vermiş. Bu nasıl oluyor?”

İşte Allah’ın cevabı… “Ya Musa, benim öyle kullarım vardır, bana sormadan hazineme girerler, alırlar giderler.”

Musa kalmış. Bakın Musa giremiyor ama giren oluyor.

MANEVİ MENKIBELER – 38

İster istemez verecek…

Hazreti Muhammed’in dışında diğer Peygamberlerden de alıncak şeyler vardır. Misal olarak Hazreti Musa’dan ne alabiliriz?..

Bir gün Musa Kelamullah kalkmış Tur-i Sina’ya gitmiş. Tur-i Sina’da Cenab-ı Hakk’a demiş ki, “Bana izin verir misin Allah’ım, senin kullarını biraz keşfe çıkayım?”

“Buyrun ya Musa” demiş Hakk, “çıkabilirsin.”

Çıkmış Musa, gelmiş bir rençbere, “Allah’ın selamı üzerine olsun” demiş.

O da “Sizin de ya Musa” demiş.

“Ne yapıyorsun?”

“Toprağı işliyorum.”

“Güzel… Ne ekeceksin?”

“Buğday ekeceğim.”

“Olacak mı? Nasıl görüşün?” demiş Musa.

“Allah verirse” demiş rençber, “olacak.”

Musa sevinmiş. Neden? Çünkü Allah’a sığınarak cevap verdi.

Kalkmış yürümeye devam etmiş. Bir rençber daha görmüş karşısında. Ona da selam vermiş. Ona da sormuş, “Ne yapıyorsun?”

“Toprağı işliyorum.”

“Ne ekeceksin?”

“Buğday.”

“Olacak mı?”

“İster istemez olacak” demiş rençber.

Bakın şimdi… Musa duraklamış, sormuş, “Ya Allah vermezse?”

“İster istemez verecek!”

Musa Kelamullah böyle bir kişiyle karşılaşmadığı için, bırakmış başkasını gezmeye, doğru Tur-i Sina’ya gelmiş, çıkmış Hakk’ın huzuruna. “Allah’ım” demiş, “senden izin istedim kullarını gezmeye. İki kulunu gezdim, ikisinin de işlerini keşfettim. Sordum ilkine, ne ekeceksin tarlanda, dedi buğday ekeceğim. Olacak mı? diye sordum, dedi ki Allah verirse, sana sığındı. Bu cevap benim hoşuma gitti, sana sığındığı için. İnşallah Allah verir… Sonra daha ileriye gittim, yine bir rençbere rastladım. O da toprağını işlemiş, ona da sordum, ne ekeceksin, dedi buğday. Olacak mı? diye sordum, bana celali cevap verdi, ister istemez olacak dedi. Durakladım, rençberin cemaline baktım, sordum ya Allah vermezse, dedi ister istemez verecek… Onlardan ayrıldım, senin huzuruna geldim.”

Cenab-ı Hakk Musa’ya sormuş, “Ya Musa ilk ziyaret ettiğin rençberin tarlasına baktın mı, nasıl işlemiş?”

“Baktım” demiş, “dörtte üçünü güzel işlemiş, ama toprağın dörtte birinde topaklar vardı.”

“Ya Musa” demiş Hakk, “ona istersem veririm, istemezsem vermem.” Sonra yine sormuş, “Pekala” demiş, “beni mecbur kılan, ister istemez verecek diyen rençber toprağını nasıl işlemiş, baktın mı?”

“Baktım” demiş Musa, “toprağı o kadar güzel işlemiş ki, sanki toprağı kahve haline getirmiş.”

“Ah Musa” demiş Hakk, “ben o kişiye vermezsem, dünyadan adaletim kalkar, mecburum vereyim.”

Bakın ne diyor, dünyadan benim adaletim kalkar diyor, mecburum vereyim…

Onun için her kişi, yaptığı işin hakkını verirse hiç gam yemesin, Allah karşılığını verir. Ama baştan savma iş yaptı mı, e Allah da onu başından savar… Yani hiçbir şeyi mecbur ettiremezsin.

MANEVİ MENKIBELER – 37

İnsan, dünyadan çok büyüktür, çook…

Bir gün Mevlana’nın müridleri, oturmuşlar kendi başlarına, konuşuyorlar kerametten.

Mevlana da geliyor, “Evlatlar” diyor, “muhabbetiniz ne idi sizin? Ne konuşuyorsunuz?”

Şu Velinin kerametinden, bu Velinin kerametinden, ordan burdan…

Mevlana dönüp onlara diyor, “Kuş havada uçuyor, sana ne? Odun suda duruyor, batmıyor, sana ne? Sana akıl verilmiş, insan toplumuna faydalı hizmetlerde bulunasın, onların rızasını kazanasın. Siz bırakmışsınız lüzumlu olanları, kalkmışsınız boş şeylerle uğraşıyorsunuz. Bir daha duyarsam sizlerden bu şekil muhabbetler yapıyorsunuz, affetmem sizi!”

Bakın sekizyüz sene öncesinde bile boş muhabbete müsaade yok…

Dünyaya bir bakın nerelere geldi. Yolda arabayla gidiyorsun, arabanda rehber var, sana yolu gösteriyor, götürüyor ta o adrese kadar. Kalmıyor vakit ona buna sorasın da hangi yoldan gidesin. 

Dünya artık küçüldü, artık küçüldü. İnsan, dünyadan çok büyüktür, çook… Ama insan daha insan olmadığı için kalmış çok küçük.

İşte koca Mevlana… “Adem” diyor, “yani insan, hala sandığın kapağını kıramadı, duruyor sandık içinde. Bir kırsın da, o zaman görecek ne kadar yüce bir varlıkmış, dünya ne kadar küçükmüş.”

MANEVİ MENKIBELER – 36

Keramet hiçbir işe yaramaz…

Keramet devri kalkmıştır artık, devir marifet devridir.

Bakın, bütün kerametlerin sahibi Hazreti Ali’dir, selam olsun üzerine. O’nun ismi üstünde. Neymiş ismi? Ali Keremullahu Veche… Allah’ın bütün kerametlerinin yüzü, sıfatı Ali’dir.

Peki Ali kerametlerle uğraştı mı evlatlarına? Yok… Hepsini çalışmaya çağırdı.

Geldiler yedi sekiz kişi huzuruna, selam verdiler, Hazreti Ali’den keramet istediler. Hazreti Ali, “Keramet hiçbir işe yaramaz evlatlarım” dedi, “şimdi durup dururken sana bir gül çıkaracağım, yahut da ki bir bardak su yaratacağım, ne olacak? Sana bir faydası olacak mı?”

Bakıyorlar Hazreti Ali’nin yüzüne, “Ama olsun görelim” diyorlar.

“Yok” diyor, “şimdi ben size yemek ikram edeceğim.”

Ve hurma ikram ediyor. Üstleri başları yırtık olanlara elbise ikram ediyor.

“İşte bakın, bunlardan fayda görürsünüz” diyor, “çünkü bu vücud emanettir Yaratıcı’dan, bakılması lazım. Biz kerameti imansızlara gösteririz, belki iman ederler. Ama siz iman sahibisiniz, kerametle ne işiniz var?..”

MANEVİ MENKIBELER – 35

Verdiği gibi alır…

Peygamber Efendimizin devrinde, adamın biri gelirmiş sabah namazına, kılarmış sabah namazını, kimseden görüşmeden çıkarmış camiden, doğru eve gidermiş.

Adamın bu hali cemaatin dikkatini çekmiş, demişler, “Ya Resulallah, bir zat var, sabah namazına geliyor, sabah namazını eda ediyor, ondan sonra bizlerden hiçbirimizle görüşmeden gidiyor.”

Peygamber de demiş, “O zatı bana gösterin.”

“Tamam” demişler.

Gelmiş bu zat, kılmış sabah namazını, kıldıktan sonra tam gidecek, cemaat Hazreti Peygambere demişler, “O zat bu kişidir.”

Hemen Peygamber Efendimiz seslenmiş, “Efendi efendi… bana biraz gelir misin, görüşelim?”

Adam gelmiş.

“Burdaki kardeşlerin seni takip etmişler, sabah namazını kılıp kimseyle görüşmeden buradan ayrılıp gidiyormuşsun, bunun sebebi nedir?”

Adam, “Ya Resulallah” demiş, “Üstümdeki entari hanımındır. O da sabah namazını kaçırmasın diye koşuyorum gidiyorum, entariyi ona veriyorum, ki o da sabah namazını kılsın, namazı kazaya kalmasın. Bir entariyle sabah namazını kılıyoruz.”

Peygamber de demiş, “İyi, Allah sizi bu karar bıraksın.”

Bakın şimdi, nasıl bir cevap veriyor Peygamber…

Adam dönmüş Hazreti Peygambere, “Ya Resulallah” demiş, “Sen benden bu sırrı duydun, ben şimdi senden bana bir dua etmeni istiyorum, yardım etmeni istiyorum, ben çok zor durumdayım, geçimimi çok zor sağlıyorum.”

Peygamber, “Şikayette bulunma” demiş, “kanaat getir bu haline.”

“Yok” demiş adam, “Sen bana duada bulun, Allah bana verirse, ben de sana söz veriyorum beş vakit namazı bırakmayacağım, kazancımdan zekatları eksik etmeyeceğim.” Başlamış böyle söylenmeye…

“Peki” demiş Peygamber, “kaldır ellerini.”

Kaldırmış adam ellerini.

Peygamber Efendimiz bir dua yapmış. Adam ne tutarsa altın olmuş.

Oooo… Para kazanmış, çiftlikler almış. Şimdi artık sabah namazı yok, öğlen yok. Haftada bir, Cuma yok. Hep paradan puldan muhabbet.

Şimdi Hazreti Peygamber zekatı ortaya çıkarmış. Memurlar tayin etmiş, bütün varlık sahiplerini ziyaret etsinler, kırkta bir mallarından zekatta bulunsunlar.

Şimdi gelmişler bu adama, demişler, “Hazreti Resulallah emir verdi, malından kırkta bir zekat vermeni senden istemeye geldik. Kime gittiysek kimse boş çevirmedi, hepsi verdi. Şimdi sıra sana geldi.”

Adam, “Yok” demiş, “öyle şey olamaz, Allah’ın hiç kullara ihtiyacı olur mu? Siz yanlışsınız!..”

Memurlar demişler, “Biz yanlış değiliz, kime gittiysek boş dönmedik.”

Adam, “Yok” demiş, vermemiş.

Memurlar kalkıp dönmüşler, gelmişler Resulallah’ın huzuruna, bütün topladıkları dünyalıkları teslim etmişler. Sonra demişler, “Filan zattan da istedik, vermedi.”

Peygamber gülmüş, “O zat kimdir biliyor musunuz?” demiş.

“Yok” demişler, “bilmiyoruz.”

“Siz bana demiştiniz ya, filan zat geliyor burada sabah namazını kılıyor, kimseyle görüşmeden gidiyor. Ben o zatla görüşmüştüm, halini sormuştum, çok fakir olduğunu söylemişti. Bana yalvardı, yakardı, duada bulunmamı istedi. Ben dedim, sen bu haline kanaat getir. Çünkü biliyordum ki, bir vakit namaz kılmayacaktı, dünyalık verilirse. Ama ağlamaya sızlamaya devam edince ben de dua ettim. Hakk verdi… Ama merak etmeyin verdiği gibi alır.”

İster misin bir yangın çıkmış, adamın bütün dünyalığı gitmiş. Gittikten sonra tekrar gelmiş camiye, karısının entarisiyle…

Bu yüzden, buna da lazım şükretsin, demek ki seviyor da yapıyor bunu, sevmese yapmaz, bırakır artık onu dünya malıyla, yürüsün gitsin.

MANEVİ MENKIBELER – 34

Gönül yapmak mı üstün, yoksa namaz kılmak mı?..

Namaz kıldım dediğin zaman, bunun manası kabulledin demektir. Düşünmek lazım, sen namaz mı kılıyorsun? Yoksa Resulallah’ı mı kılıyorsun? Bizler Resulallah’ı kıldık.

Bakın, Resulallah bir gün secdedeyken İmam Hüseyin Efendimiz, daha çocuk yaşlarda, çıkıyor Resulallah’ın omuzlarına, sarılıyor boynuna, oynuyor, inmiyor aşağıya.

Hazreti Peygamber de başını secdeden kaldırmıyor. Cemaat hepsi düşüncede… Allaah! Bir şey mi oldu Resulallah’a, hala tekbir çekmedi. Bunu düşünürlerken hepsinin gitti namazı. Ama yine kârdadırlar, çünkü Resulallah’ı düşünüyorlar.

Bir vakitten sonra İmam Hüseyin iniyor Resulallah’ın omuzlarından aşağıya, o zaman tekbir çekiyor Resulallah, kaldırıyor başını secdeden.

Namaz bittikten sonra soruyorlar Resulallah’a, “Neden o kadar uzun tuttun secdeyi ya Resulallah?”

“Hüseyin” diyor, “benim boynumdaydı, oturuyordu. Onun gönlü kırılmasın diye kaldırmadım başımı secdeden.”

Hadi bakalım şimdi… Gönül yapmak mı daha üstün yoksa namaz mı?.. İnsana nasıl bir değer vermiştir Resulallah. Nasıl bir inceliği var. Ama görene tabi, köre bir şey yok…

Biz burda sayısız sefer söyledik. Secdeye vardığın zaman ne diyorsun?.. Üç sefer “Sübhane Rabbiyel Ala” diyorsun. O ala’lık senden sanadır. Sen iman ettiğin yerle kendini güzelleştiremezsen, orayı kendine ruh edinemezsen, istersen gece gün namaz kıl, o kıldığın namazların sana hiçbir faydası olmaz.

MANEVİ MENKIBELER – 33

O taç yerinde durması lazım…

Peygamber Efendimizden sonra, Ebubekir-i Sıddık hilafete geçip Hazreti Peygamberin tacını başına taktığı zaman, hutbeyi okurken, Hazreti Peygamber Efendimizin hutbe okuduğu basamağa çıkmadı, bir basamak aşağıda durdu. Saygı duydu Hazreti Peygamberin basamağına, öyle hutbeyi okudu.

Ebubekir Hakk’a yürüdü, arkadan Hattapoğlu Ömer geçti. O da saygı duydu, hem Resulallah’ın basamağına hem Ebubekir’in basamağına, Ebubekir’den bir aşağıdaki basamakta hutbesini okudu.

Şimdi sıra geldi Osman-ı Zinnuri’ye. Osman-ı Zinnuri, Hazreti Resulallah’ın tacını başına taktığı zaman, günlerden Cuma gelince, hem Ömer’in basamağına bastı hem Ebubekir’in, geçti Resulallah’ın basamağına ve orda bir süre tefekkürde durdu. Hemen hutbeyi okumadı, tefekkürde durdu.

Rivayet ederler ki, tefekkürü esnasında camiyi nur kapladı. O tefekkürden sonra kalktı Osman-ı Zinnuri hutbesini okudu. 

Hutbesini bitirdikten sonra sordular, “Neden sen, Ebubekir gibi, Ömer gibi basamaklara saygı göstermedin?”

İşte Osman’ın verdiği cevap… “Başımdaki taç Resulallah’a ait, ben o tacı aşağılara alamam. Ben aşağılarda dururum ama, o taç yerinde durması lazım.”

Bakın o da bu şekil bir saygı duymuştur…

MANEVİ MENKIBELER – 32

Üçer hurma…

Peygamber Efendimiz bir gün sahabesiyle yolda gidiyorlar. Giderlerken sahabe acıkıyor. Karşıda bir hurmalık görüyor Hazreti Muhammed. Kalkıyor o hurma bahçesine gidiyor. Selam veriyor bahçe sahibine. Bahçe sahibi Musevi. Hazreti Muhammed, bahçe sahibine dönüp diyor, “Ben bu bahçeyi sulamak istiyorum. Karşılığında bizlere üçer hurma verir misin?”

Bahçe sahibi, “Benim kuyumda su yoktur ki, sen bu bahçeyi sulayasın” diyor, “belki çok dibinde biraz su vardır.”

Hazreti Muhammed, “Bir göreyim kuyuyu” diyor.

“Buyrun” diyor, “görün.”

Hazreti Muhammed indiriyor kovayı kuyuya. Birdenbire kova doluyor. Başlıyor bahçeyi sulamaya. O suladıkça kuyuda su çoğalıyor.

Musevi bahçe sahibi bakıyor, hayret içinde kalıyor. Hazreti Muhammed bütün bahçeyi suluyor. Kuyu neredeyse tamamen suyla doluyor.

Bahçe sahibi bırak üçer hurma vermeyi, soruyor, “Sen kimsin? Bu kuyuda hiç su yoktu..”

“Ben” diyor Resulallah, “Abdülmuttalib’in torunu Muhammed’im. Bunlar da benim sahabemdir.”

Bahçe sahibi hemen kalkıyor Hazreti Muhammed’e iman ediyor ve istedikleri kadar hurma veriyor.

Bakın demiyor, “Bana Allah rızası için üç tane hurma verin.” “Ben bir hizmet yapmak istiyorum” diyor. Ve yaptı, kendisi yaptı hizmeti…

MANEVİ MENKIBELER – 31

Saddak ya Resulallah…

Kızılbaşlık Hayber Kalesi’nin fethi sırasında meydana gelmiştir. Nasıl meydana gelmiştir?

Peygamber Efendimiz Ebubekir-i Sıddık’ı çağırdı, “Ya Ebubekir” dedi, “senden Hayber’i fethetmeni istiyorum. Komutayı senin hükmüne veriyorum.” 

Ebubekir, “Eyvallah” dedi, “ya Resulallah.” Hazırladı askerleri. 

Hazreti Ali Efendimiz çok yorgundu, gözleri ağrıyordu. Üç gün ıstırahat istemişti, izin vermişti Resulallah.

Gitti Ebubekir, mağlub oldu. Kaybetti savaşı, geri döndüler.

Arkadan Hattapoğlu Ömer’i gönderdi Peygamber Efendimiz. O da kaybetti. Arkadan Osman-ı Zinnuri’yi gönderdi. O da kaybetti.

“Yetiş ya Ali” dedi Resulallah Efendimiz. Geldi Hazreti Ali, tak… selam verdi, “Buyrun ya Resulallah, beni emretmişsiniz” dedi.

“Evet ya Ali” dedi, “Hayber’in fethini senden istiyorum.”

İşte Hazreti Ali Efendimiz, “Saddak ya Resulallah!”

Hemen askeri teftişten geçirdi. Arkadan çıktı çarşıya, bir sürü kırmızı kumaş aldı. Hepsini bir türbanlık kadar kesti. Bütün askerin başına bağladı. Sahabenin de başına bağladı. Ebubekir’in de, Ömer’in de, Osman’ın da , kendinin de başına bağladı.

Sabah namazını kıldılar, daha tam şafak doğmamıştı, döndü Resulallah’a, “İki rekat” dedi, “gaza namazı kıldır ya Resulallah.” İki rekat da gaza namazı kıldılar. Hemen gün doğdu. Eğildi Hazreti Ali, Resulallah’ın elini öpmeye, Resulallah gördü Hazreti Ali’nin başındaki kırmızı şalı, “Ya Ali” dedi, “bu hal nedir? Başına neden kırmızı şal bağladın?”

“Ya Resulallah” dedi Hazreti Ali, “bütün ordunun başına bağladım. Sahabenin de başına bağladım. Bunun manasını sorarsan, manası şudur: Ya bu başlar gidecek, ya Hayber fetholacak!”

Bakın, kızılbaşlık Muhammed aşkı için yapılıyor. Veriliyor başlar…

Geldi mi Hazreti Ali Efendimiz Hayber’e? Geldi…

Seslendi Musevilere, “Kan dökülmeden teslim olun!”

“Hayır” dediler, “teslim olmayız.”

İşte Hazreti Ali Efendimiz atını geriletti ve hücum etti dörtnala, atladı Hayber Kalesi’nin önündeki hendekten geçti karşı tarafa. İndi atından, sarıldı Hayber Kalesi’nin kapısına tek kolla, “Ya Hayy!..” Koskoca Hayber Kalesi’nin kapısını söktü yerinden.

Rivayet ederler, Hayber’in kapısını kırk kişi zor kaldırabilir. Hazreti Ali, o kapıyı kalkan gibi kaldırdı havaya ve hendeğin üzerine bıraktı, köprü yaptı.

Girdiler içeriye, duman ettiler Hayber’i. Aldılar önüsıra halkı, geldiler Resulallah’a.

İşte Ali’nin, “Saddak!” demesi… Söz, suret buldu.