MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (65)

Hazreti Mevlana ve Hazreti Ali arasındaki ilişki nedir?

Oraya gelmek için önce Hazreti Muhammed’i alalım. Bu aleme gelen bütün Peygamberlerdeki ilim, bilim, o güzel kerem, o ışık, hepsi Hazreti Allah’ın tecellisi idi.
Hazreti Ali, Kabe’nin içinde doğdu. Kabe’ye Allah’ın evi derler. Hazreti Ali’den başka kimse orada doğmadı. Annesinin Kabe’yi ziyaret ederken sancısı tuttu. “Aman Allah’ım! Beni utandırma, bu çocuğu gizli bir yerde doğurayım” diye dua etti. O sırada bir yıldırım düştü. Kabe duvarını yıktı. Fatma anamıza, “Gir, bu dört duvar içine, çocuğunu orada dünyaya getir” diye nida geldi. Yıkıntının içine girip, Hazreti Ali’yi orada dünyaya getirdi.
O acılar içinde iken Fatma anamız başını göklere kaldırdı. Göklerde bir şimşek ışığıyla Ali esması yazıldı.
Fatma anamız Ali’yi aldı, eve geldi. Çocuğu emzirmek istedi, fakat o annesini itiyordu. Hiçbir beşer kuvvetine benzemeyen sanki bir aslan gücü vardı. Fatma anamız yanında kemalat bulduğu için, Hazreti Muhammed’i çok sever, ona Muhammed Emin diye hitab ederdi.
“Ya Muhammed Emin, dünyaya getirdiğim bu yavru beni yanına yanaştırmıyor. Acaba sebebi nedir?”
“Şefkatli yengem, o yavru beni arıyor.”
Hazreti Muhammed, Ali’nin yattığı beşiğe gelir gelmez, Ali kuş gibi ellerini açtı. Hazreti Muhammed, Ali’yi alıp yıkadı. Yıkarken Ali kollarında döndü. Hazreti Muhammed hem ağlıyor, hem gülüyordu.
Yengesi, “Ya Emin, sendeki bu gülme ve ağlamanın sebebi nedir?”
“Bir gün gelecek Hakk’a yürüyeceğim, o zaman Ali beni yıkayacak. Ben de onun kollarında böyle döneceğim, ona zorluk vermeyeceğim. O anı şimdiden görüyorum.”
Yıkadıktan sonra dilini Hazreti Ali’nin ağzına verdi. Hazreti Ali meme yerine ilk Hazreti Muhammed’in dilini emmiştir. Emdikten sonra, Ali’nin ağzını kulağına koydu. Onun nefesinden birçok güzellikler dinledi.
Galib Dede Hazretleri güzel bir keşif yapmıştır. “Benim Pirim Mevlana’m yaşadığı devirde, Hazreti Muhammed’in bendesi, Şems-i Tebrizi de, zamanın Ali’siydi” diyor.
Hazreti Mevlana bütün dünyaya kardeşlik sözleri, sevgi sözleri sunarak insanları aydınlatır. Çünkü Hazreti Mevlana, Hazreti Muhammed’i tam manasıyla keşfetmiş ve o olmuştur. Onun için, büyük bir manevi rütbeye sahiptir. Hazreti Mevlana’nın rütbesi dünyamızda Rütbe-i Örf’tür.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (64)

Peygamber Efendimizin, Hazreti Mevlana’nın bizlerden istediği nedir?

Hazreti Muhammed, Hazreti Mevlana sadece temiz bir gönül istediler. Gönlünü buraya bağlarsan, buraya uygun yaşar, edebini takınırsın, yavaş yavaş sevgini, aşkını maneviyata bağlarsın. Bundan sonra senin hayatın, duruşun, konuşman değişmeye başlar ama ben Mevlevi’yim, sema çıkardım diye düşünürsen sikkeyle, hırkayla Mevlevi olunmaz. Mevlevilik en yüksek ahlak üzere yaşamak ve bunun dışında her şeyden kendini korumaktır. Çünkü yolunun dışında ortalık tuzaklarla doludur. Tuzaklardan ne kadar kendini korursan, Hakk’a o kadar güzel yol alırsın. Bu sözleri duydum, duamı, semamı, zikrimi yaptım, tekamül ettim diye düşünmeyin. İnsan olmamız için, örneğimizi karşımıza almamız, onun ahlakı ile ahlaklanmamız, onun huyunu huy edinmemiz lazım. Ondan sonra bizde tekamül başlar. O güzel zatın ahlakını, huyunu almadan, sadece kuru ilimleri öğrenen saflara tuzak kurar, bir yere vardırmaz. Bir gün gelecek seni senden soracaklar. Ne annen, ne baban, ne paran, ne eşin kurtarır, hiçbir şey kurtarmaz. Yaptığın güzel hizmetler, Hakk için yapmışsan onlar kurtarır. O temiz gönül, aşkın, o güzel bakışın, o güzel duygun kurtarır. Tekamül etmek Hazreti Mevlana’yı tahsil etmek, eserlerini okumak, yavaş yavaş onun gibi olmaktır.
Mehtabın her tarafı ışıklandırdığı bir yaz gecesi Hazreti Mevlana bir değirmen başına gelir. Dönen değirmen taşını seyrederken, “İlahi Hakk! Ne suç işledim, cihanı değirmen taşı yaptın, beni buğday tanesi. Bana bu çileleri neden çektiriyorsun?” der.
Hakk’tan nida gelir.
“Ey benim Efendim Celaleddin! Değirmen taşının altındaki buğday tanesini ne ile görüyorsun?”
Hazreti Mevlana, “Mehtap ışığıyla görüyorum” diye cevap verir.
“Demek ışık da değirmen taşının altına girmiş. Peki değirmen taşı, ışığa zarar veriyor mu?”
“Hayır, ya Rab!”
“Buğdaydan maksat senin vücudun, nefsin ıstırab çeker. Gönlün bize bağlıysa o ışığa benzer, ıstırab çekmezsin. Seni bu aleme, insan toplumuna bizden bir ışık tutman için gönderdik.”
Hazreti Mevlana, değirmen başında kendi kendini irşad ediyor. O sesler nereden geliyor? Cenab-ı Hakk’tan. O da kendinden, Hakk Mevlana’dan konuşuyor. Beş vakit namazla, oruçla, gösteriş ibadetlerle, insan Hakk’a varamaz. Tekamül eden kişi onlar gibi olmalı. Yoksa kırk yaşına geldim, onu gördüm, bunu gördüm diyemezsin, onları sormazlar. Madem ki her şeyin üstünde bir güzellik varmış, niye gönlünü buraya bağlamadın? Demek ki görmedin, gözün kör. Kur’an-ı Kerim’de zikrediyor, “Beni bu alemde görmeyen, öbür alemde de göremez.” Kör geldi, kör gidecek. Yani Hakk burada görülecek. Nasıl görülecek? Allah’ın elçilerine imanla bakmak, Hakk’ı orada görmek, oraya ayak uydurmak, Hakk’a yol almaktır. Tekamül etmek her şeyden arınmak, iman ettiğin yere kendini perçinlemek, kendini orayla büyütmek ve O olmaktır.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (63)

Tekamülü tamamlamayı bize açıklar mısınız?

Dünya kuruluşundan beri canlı varlıklar, hep devrandadır. Tekamülü tamamlamak için misal olarak bütün dünya varlıklarından gönlü çekmek lazım. Hatta bir kişinin evladı varsa onu çok da sevse, ona da gönülle bakmayacak. Gönlünü tamamen Yaratıcı’ya bağlar, onun sevgisi, onun muhabbeti, onun bakışıyla hareket ederse yol alır. Eğer hem orayı, hem burayı, hem de Allah’ı severim derse, bu kişi kemalata eremez. Tekamül edenler içinde en büyük örnek Hazreti Muhammed’dir, sonra Hazreti Mevlana ve diğer Evliyaullah gelir. Onlar da bizler gibi beşerdi ama gönüllerinde Allah’tan başka bir şey olmadığı için konuşmalarında hep Allah muhabbeti vardı. Bir kişi iman ettiği yerin haline bürünürse, o kişide tekamül başlar. Sevgi yüzde seksen başka yere, yüzde yirmi Hakk’a ise burada tekamül olmaz.
Mevlana’mız sevenlerine diyor ki: “Bir gün bana tam manasıyla hizmette bulunduysan, ben şefkatimi senden çekmem.” Tabii ki, kemalata ererek götmek daha başkadır. Tekamül Hakk’la Hakk olmaktır, Hakk’tan başkasını gönüle koymamak, onun dışına çıkmamak, dünya durdukça ebedi hayata yol almaktır.
Hazreti Musa’nın, Hazreti İsa’nın, Hazreti Muhammed’in cemaati var. Hazreti Muhammed’den sonra Veliler geldi, onalrın da sevenleri var. Cemaati, sevenleri olan kişi ölümsüzlüğe yol almıştır, dünya durdukça yaşar. Böyle yerlere meyil vermeyen, ömrünü hay huy ile geçiren, gençliğine, parasına güvenen hiç hastalanmayacağını, yaşlanmayacağını, hep aynı sıhhatte, aynı güçte duracağını sanıp, maceradan maceraya koşan kişi bilmiyor ki Hakk’a yüz tutmadığı için her gün hep kayıba uğruyor. Bir gün gelecek hastalık zuhur edecek, zor yürüyecek, ne yerse yesin tat almayacak, parası da işe yaramayacak, gidecek yeri de bilmiyor. Allah’ım dese, Allah’ı tanımadı ki yüz tutsun koşsun, hayalde yaşamış, ismini biliyor, ama ona uygun yaşamamış, ona yol almamış. Bütün ömrü boşa gider. Ölen bedendir, ruh ölmez, ruhi ceza var. Hazreti Muhammed’in yatsı namazında vitri vacibin üçüncü rekatında gözünde oerde açıldı. Bütün alemi gördü. Ben-i adem sıfatındaki insanların iç alemlerini görüp, hemen, Allahu Ekber, dedi, Allah’a sığındı. Burada anlatıyoruz, bizden evvel de anlattılar. Alan kazanır, almayan kaybeder.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (62)

Hakk’ın kudreti ile Hakk’a koşuyoruz…

Hazreti Muhammed dünyada maşuk sıfatını almıştır. Maşuk sıfatı sevgili sıfatıdır. Allah hiçbir Peygamberine sevgilim diye hitab etmedi. Tek sevgili sıfatını Hazreti Muhammed’e verdi. Habibullah, Habib sevgilim, Allah’ın sevgilisi. O Yaratıcı var ya, o Allah diyor ki: “Ya Muhammed! Senin yüzü suyun hürmetine bu alemi yarattım, sen olmasaydın bu kainatı yaratmazdım.” Çünkü onun gibi Allah’ı yad eden, onun gibi Allah’ın emirlerine uyan, onun gibi sevgi sözleri söyleyen, onun gibi merhamet, şefkat dolu bir Peygamber ne geldi, ne de gelecek. Bu aleme yüzyirmidörtbin Peygamber geldi. Yüzyirmidörtbin Peygamberde olan o ışık, o nur, Hazreti Muhammed’dir. Hazreti Mevlana o ışığı gördüğü için bütün Peygamberlere, Ahmed, diye hitab etti. Kişinin kalıbına, yaşantısına değil, ışığa bakarak konuştu. O ışık, bulunduğu devre göre söz etti. Peygamberler o devirdeki insanlar fazla gelişmediğinden ona göre konuştular. En son Hazreti Muhammed geldi. Onun için İslam alemi (Muhammedi’ler) İslam’ı sadece kendilerine mal etmeye kalkmasınlar. İsa da, Musa da, Davud da, bütün Peygamberler İslam’dır. Yalnız İslam’ın kemalatı Hazreti Resulallah’ta tecelli etti. Allah en güzel yüzünü Resulallah’dan gösterdi.
Hazreti Mevlana ne diyor? İnsanın deri ve kemiği toprağa girer. İnsansa, bu alemde bir ışık bırakır. O ışık, o nur toprağa girmez, dışarda kalır. Ama kişi ışık tutmamışsa bu alemde, yaşarken toprağa girmiştir. O, gönül istedi, sevgi istedi, kalbinde yer istedi. Ona kalbinde yer verdinse mesele yok. Cenab-ı Mevlana’nın yedi cilt Divan-ı Kebir’i var. Kalbine Efendisini oturttu, onu her şeyin üstünde tuttu. Divan-ı Kebir’de bizlere, ona karşı muhabbetini sundu. Biz de kalbimizde en güzel yeri Hazreti Muhammed’e verirsek, haliyle bizden de onun güzellikleri, onun rahmeti, şefkati tecelli eder. Biz orasını kahvehane yapmışız, orada bir sürü insan var. Onun için, o da oraya gelmiyor.
Mevlana diyor ki: “O saray mamur olmadan, o saraya Padişahın konuk olmasını bekleme!” Mamur, yani onun güzellikleri ile zengin kılarsan o sarayı, oraya o gelir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (61)

Hazreti Mevlana, bir su katresinin denize ulaşma mücadelesinden bahsediyor. Onu arkasından iten binlerce katre olduğunu söylüyor. Bizi de yolumuzda koşturan Hakk’ın kudreti; Hakk’ın kudreti ile Hakk’a koşuyoruz. Niye bu koşuyu bata çıka yapıyoruz?

Hazreti Mevlana, Hakk’ın büyüklüğünü anlatırken kendisini anlamayan bir bilgine diyor ki: “Anlamaz ehli kaba zerremin bir katresinden. Ben bir katre idim, kendimi ummana attım.” Yani demek istiyor ki: İlim tahsil etmiş ama ilmin derinliğine inmediği için benlikte kalmış. Nasıl umman olarak ortaya çıkayım? Zerre olarak çıkıyorum, anlaşıyoruz.
“Ne demek istiyorsun?”
“Yağmur gökten damla damla yağıyor, yağmur damlası denize düşerse onu denizden ayırabilir misin?”
“Ayıramam ya Mevlana!”
“Neden?”
“Deniz oldu.”
“O yağmur damlası toprağa düşerse oradan ayırabilir misin?”
“Oradan da ayıramam.”
“Neden?”
“Çünkü toprak oldu.”
“Sen gönlünü Hakk’a verdiysen gam yeme. Hakk aşıkları denize düşen damlalardan sayılır.”
Galib Dede’nin buyurduğu gibi, “Aşıkta gam keder neyler, gam keder halkı cihanındır.” Aşık her yerde sevgilisinden söz eder, sevgilisiyle yaşar, sevgilisiyle yer içer, sevgilisiyle dinlenir, hiç onun dışına çıkmaz. Çünkü aşık. O artık koşmaz, durduğu yerde sevgilisiyle yanar. Aşık ve maşuk, ikisi de bir hamurun parçalarıdır. Aşık olmasaydı, maşukun güzelliği ortaya çıkmazdı. Onun için ikisi bir nurun varisleridir.
Hazreti Mevlana, “Onu bulduysan, neden onun güzelliklerinden konuşmuyorsun? Bulduysan, neden onu aramıyorsun?” diyor. Aşikar bir şey bulursan koşmaya gerek yok, oranın güzelliklerinden konuş ama bulmadıysan durma o zaman koş, ara.
Bütün kainat Allah’ın zuhuru, hepsi Allah ile diridir. Allah ise kainatla değil, seveni ile diri. Hazreti Muhammed’i, Hazreti Ali’yi, Hazreti Mevlana’yı çok seversen sen onlarla diri, onlar da seninle diri olur, o lezzeti bırakmak istemezsin. Aşk, sevgi vermeden ismi zikredersen, tamamen ölü gibi kalır, bir tat alamazsın.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (60)

Kıyamet alametlerinden birisi Mesih’in gelmesidir deniyor. Bu doğru mudur?

Hazreti İsa geldiği zaman, giysin diye Şam’da Emevi Cami’nin minare kapısında bir çift pabuç durur. 1980 yılında ümreyi, 1986 yılında da hac farizelerini icra ettim. Hazreti Muhammed’in kabrinin yanında boş bir kabir var. Kadir Hocaya (Hazreti Muhammed’in 41. torunu) o kabri sordum. “Bir gün Mehdi gelecek, o zaman kurtla koyun bir arada yaşayacak, birlik havası esecek, Hakk’a yürüdüğü zaman, burada Hazreti Muhammed’in yanında sırlanacak” dedi. İsa’yı yeniden gelecek diye bekliyorlar, Hazreti İsa yediyüz sene önce geldi, dedim. O gelen Mesih Mevlana’ydı. Hazreti Mevlana, “İsa Ruhullah, topraktan kuş yapardı, kuşu uçurmak için nefes ederdi, o nefes ben idim” diyor. Yine bir yerde, “Adem balçık halindeyken ben Nebi idim” diyor.
Hazreti Mevlana hayattayken, birçok papaz, haham Mevlana’ya bağlıydı. Hakk’a yürüdüğü zaman rivayete göre, cenazesinde onbine yakın cemaat varmış, çok sayıda papaz, hahamla birlikte cenazesini camiye götürmüşler. Hazreti Mevlana’nın cenazesi sabah tekkeden çıkarılmış, camiye musalla taşına akşam namazında varmış. Yolda götürülürken dört sefer tabutu kırılmış. Camide, cenaze namazı kılındıktan sonra Türbe-i Saadete götürüleceği zaman Şeyhülislam, “Haham efendiler, papaz efendiler, havra, kilise, cami Allah evidir ama kabristanda bizim ayrı hizmetimiz var. Burada ayrılalım” deyince, ilk karşı gelen haham olur, “Nasıl insanlar ekmeksiz duramazsa, biz de Mevlana’sız duramayız. Mevlana sizin Muhammed’inizse bizim de Musa’mız.”
Papaz der ki: “Hoca efendi, Hazreti Muhammed hayatta olsaydı senin gibi mi fetva verirdi? Bizi ayırır mıydı? Bizim de İsa’mız Mevlana’dır.”
Şeyhülislam cevap veremez. Çünkü Hazreti Muhammed Nebiliği giydiği zaman, “Rahmetellil alemin” demişti. Hep birlikte Türbe-i Saddet’e kadar gelir, sırlarlar.
Hazreti Mevlana felsefesinde dinleri, Peygamberleri birleştirerek, “İbadet şekillerinde fark var, amacımız bir, hepimiz aynı Allah’a koşmaktayız. Peygamberlere gelince bütün Peygamberler, Ahmed. Hepsi benim sevgilimden bahsettiler” diyor.
Mevlana’mız toplumda güzel işlense, dünyada birlik, kardeşlik, güzellikler meydana gelir. İşlenmediği için hayali Mesih bekliyorlar. Hazreti Mevlana’nın ismi bir yerde geçti mi, onun güzellikleri sunulmaya başlandı mı, kurt ile kuzuyu yan yana getir, kurt kuzuya dokunamaz. Hazreti Mevlana’nın ruhaniyeti, kuzuyu kurttan korur.
Kıyamete gelince, güneş, ay, yıldızlar yerinden oynayacak, nizam-ı alem bozulacak, bunlar rivayettir. Her kişi bu alemden giderken, başına kıyamet kopmuş sayılır. Onun için kıyamete kendinizi hazırlayın. Bize kıyamet ölümdür. İster yatakta olsun, ister savaşta. Ne zaman bu düzen bozulur? Onun muhabbeti bu alemden kesilirse bozulur. Bu düzeni yine insan kendisi bozar. Nefsine uyar, hırsa bürünür, kavgalar savaşlar çıkarır; işte kıyamet kopmuş olur.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (59)

Gönül bağlı olduğu zaman, gönül bağlanan kişiyle, zaman zaman bağlantı kurulur mu?

Bir insan bir yere gönlünü bağladı mı, orayla rabıtada, devamlı orayla muhabbettedir. Oranın güzellikleri, gönül veren kişide kendini gösterir. Gönlüne başka şeyleri koyduğu zaman bağı kopmuş olur, o güzellikleri kaybeder. Bir yere gönül bağlandı mı, devamlı onunlasın, eğer güzel bir yerse, daima oranın güzellikleri sende tecelli eder. Kişi, oradan ayrılıp, sağa sola bakmayı, aklını dağıtmayı istemez. Çünkü bütün güzellikleri oradan alıyor, ismi üstünde gönül bağı. Rüyada da onunla, ayanda da onunla. Bir de gönüller karşılıklı olursa, o zaman her iki taraftan güzel sesler gelir, her iki taraf da huzur içinde olur. Hazreti Mevlana diyor ya, ses sağ elinde midir? Sallıyorsun, ses yok. Sol elinde midir? Onda da ses yok. İki el birbirine çarparsa, işte o zaman ses çıkar. Gönül bağlıyorsun diyelim onu gönlünde büyütüyor, onu yaşatıyorsun, onda gördüğün güzelliklerle yaşıyorsun. Karşı taraf da sana, senin gibi yüz tutarsa o zaman daha da güzellikler olur, bu sorulara da ihtiyaç kalmaz.

 

Yediyüz sene evvel Mevlana Hazretleri, “Ben maşukum” diyebiliyor. Bu nasıl oluyor?

O diyor. O’dur diyen. “Bugün Ahmed benim, dünkü Ahmed’in devri geçti. Yem ile beslenen padişah değilim. Bütün padişahlar, o padişahı arıyor. O padişah benim” diyor. Hazreti Mevlana’dır diyen. “Ben Cuma mescidi değilim, ben arşın mescidiyim. Benim için Cuma’ymış, Cumartesi’ymiş, Pazar’mış ayrım yok, hepsi bir. Ha şarap içip göğsü morarmış kişi, ezan okuyan er, ikisi de bende bir” diyor.
Nasıl korkusuz konuşuyor… o kadar Veliullah geldi, hepsine saygımız sonsuz, fakat hiçbiri, “Bugün Ahmed benim!” diyemedi. Hazreti Mevlana, yediyüz sene sonra Hazreti Muhammed’in bendesi olarak konuştu. Hazreti Mevlana, bütün dünyada Mevlana Muhammed Celaleddin-i Molla-i Rumi olarak zikredilir. Mevlana’lık, sadece ona verilmiştir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (58)

Hazreti Şems, Mevlana için “Kur’an-ı Kerim’deki bütün tariflere uyuyor o bir Velidir. Ben onun dostuyum demek ki ben ondan daha şanslıyım” diyor. Ne demek istiyor?

Nasıl şanslı olmasın ki o kadar gezdi, Hazreti Mevlana’yı buldu. Bulduğu için arayışı boşa gitmedi. Hazreti Mevlana’nın sayesinde dünya durdukça Şems anılacaktır.
Her insan fitili ateşlenmemiş gaz dolu bir lambaya benzer. Mürşidin vazifesi onun fitilini yakmaktır. Nasıl mı? Yolcuyu uyandırır, kişilik verir, yolcuya kendini tanıtır. O kendini tanıdıktan sonra Hakk’ı zikretmeye çıkar. Ne olur? O ateşi gördü ya ne kadar Allah’ı zikreder ona yönelirse, yavaş yavaş ışık onun vücudundan kendini gösterir, o ışık dışarıya vurmaya başlar. Dışarıya vurunca dostlar edinir. O ışık yakılınca onu zikretmez, ona yönelmezse, o ışık uyandırıldığı için artık orada kalır ama lambayı is tutar, ışık dışarı çıkamaz. Yolcu da karanlıkta yürür, hüzün sıkıntı içinde kalır. Onun için, bu işin şakası olmaz. O ışık yakılınca yolcu uyanır, irşad olur. Ondan sonra yolcu kendi bilir, ister insan gibi yaşar, ister nefsinde yaşar. Nefsinde yaşarsa, Allah’ı hiçbir zaman mesul tutamaz.. Çünkü Hakk kim olduğunu söyledi. Bir kişi Hakk’a kulak vermez, nefsi ağır basar, nefsine uyarsa bu yüzden kayba gider. Eğer çalışır nefsini yenerse yolu rahmaniyete çıkar.
Şems, Mevlana’yı bir kez irşad etti. Cenab-ı Mevlana sohbetler esnasında Şems’i sayısız sefer irşad etti, büyüttü, yüceltti, anlattı. Onun için birinin ismi Şems, birinin Mevlana; Şems, güneş, Mevlana da Allah’ın Efendisi, Hakk diyor benim efendim, hangisi daha üstün gelir? Manada, Mevlana üstün gelir, onu kendine efendi kılmış, o efendilikte dünyada Celaleddin’e verilmiş. Mevlana deyince herkes Konya’daki Mevlana’yı hatırlar. Bütün Japon, Amerikalı, İngiliz, Alman Hazreti Mevlana’nın o güzel düşünceleri, o aydın konuşmalarının etrafında toplanıyorlar. Onun güzel fikirlerinde insanlar kendilerini buluyorlar.
En güzel elbise insan elbisesi, Hakk kendine bu elbiseyi seçti ve bu elbiseden kendini tanıttı. Bu elbiseyle bütün eserlerini dile getirip hepsine isim verdi. Bütün varlıkların en güzeli, en üstünü, her şeyin özü yine insan. İnsan kendini bilmediği için nefsine uyup, hayvani yaşıyor. Gün geliyor kendini ruhi cezaya atıyor.
Bu aleme Evliyaullah geldi, onlara kim yüz tuttu ise yavaş yavaş nefsani duygularından kurtuldu. İnsanlığı seçip, bu fani ömürde nefsine uymayan, Hazreti Muhammed’in şefaatine ulaşıp, bu devranı bitirir. Hazreti Mevlana’nın, Hazreti Muhammed’in sözlerine uymak, onları bedenimizde ruh etmek, bu kısa ömrü güzel bir şekilde geçirmemizi, onların o güzel yüzlerine nail olmamızı sağlar.
Bir şair demiş ki: “Az yaşa çok yaşa, bir gün akıbet gelecek başa. Bu dünya bir değirmen taşıdır, daima döner. İnsanoğlu bir fenerdir, bir gün gelir söner.”
Biz sönmemek, ebedi ışık olmak için geldik. Çünkü aradan yüzlerce yıl geçmesine rağmen, her gün daha da güzel bir dille anılan, güzel bir dost bulduk. Oraya yüz tutup, oraya gönül verdik, orayla yaşamaya çalıştık. Vade geldi mi gidiş yine ona olacak, onun için korku yok. Ebedi bir hayat var. Allah dostu ile dost ol ki dünya durdukça anılasın.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (57)

Dünyevi ve manevi hayatımız arasındaki denge…

Akıl en büyük nimet. İnsan aklını güzel bir yerle büyütürse, dünya o kişi için oyuncak olur. Allah bazısına mal verir, benliğe girer, herkesi küçük görür. Varlık kaç para etti, dost kazanamaz. Madde mana ile yürür. Maneviyata bürünüp, çalışmamak da olmaz. Daha çok çalışacak, daha çok kazanacak, gece gündüz çalıştım, emek harcadım, sağa sola atamam, diye düşünerek daha bilinçli harcayacak. Bir atasözü var, “Hay’dan geldi, huya gitti. Bunlar insanlara ders. Allah verir, insan tutmasını bilirse o varlık kolay kolay elinden gitmez.
Sultan Abdülmecid, Hakk’a yürümeden önce, ben Hakk’a yürüdüğüm zaman doktorlarım, bilginlerim, alimlerim, tasavvuf ehli, komutanlarım, askerlerim, silahlarım ve hazinem cenazemde bulunsun, diye vasiyet etmiş. Gün gelmiş Sultan Abdülmecid Hakk’a yürümüş. Vasiyet yerine getirilmiş.
Kabristandan dönünce ne demek istedi diye düşünmüşler, kimse çözememiş. Bir Dede Efendi’ye sormuşlar, demiş ki: “Hayat doktorla olsaydı, işte doktorlarım, bana ömür veremedi. İlim sahipleri ile olsaydı işte bilginlerim, tasavvuf ehliyle olsaydı işte mürşidlerim, benim için savaşmakla olsaydı işte komutanlarım, işte askerlerim, işte silahlarım, parayla olsaydı işte hazinem. Bunların hiçbiri beni hayatta tutamadı. Benim amelim salih ise o beni kurtarır, demek istedi.”
Hazreti Mevlana, bir kasidesinde, henüz zaman varken vakit geçirmeden maneviyata yönlenmemiz gerektiğini bizlere şöyle anlatıyor ve diyor ki:
“Sevgili! Kalk da bak; can var, cihan var, gençlik var! Güneş de doğdu, etrafa parlak, göz kamaştırıcı ışıklar saçıyor!
Ey zamanımızın Yusufu, ey güzel varlık; kalk! Hani, Züleyha’nın rüyasında arayıp durduğu, fakat bir türlü bulamadığı bir güzel, bir güzellik vardı ya, sen, ondan yüz kat daha güzelsin!
Solda, sağda her tarafta mahluktan, yaratılmıştan, Halık’a, Yaratan’a bir işaret var, bir belge var! Yaratan’ın varlığına, yaratma gücüne en güzel belge sensin! Fakat gönülsüz aşık, bir belge ile kanaat etmez, daha çok belge arar!
Kalk da, fani olmayan, ölümsüz olan yaratıcının yarattığı eserlerdeki ihtişamı, güzelliği seyret! Seyret de, fani dünyadan, dünyaya ait işlerden, nimetlerden çabucak vazgeç, kurtul!
Eşsiz olan o büyük varlık, aziz bir ömürdür, bir hayattır, bir yaşayıştır! Sen, Yaradanı düşünmekten, onun varlığını hissetmekten kaçamazsın! O, dünyanın ruhudur, dünyayı yaşatan O’dur; sense bir şekilden, bir gölge varlıktan ibaretsin!
O aziz varlık öyle güçlüdür ki, taştan yonttuğu bir şekle bile dokunsa onu canlandırır; sen taştan aşağı mısın? Sen bu candan mahrum kalırsan, sana yazık olur; kalk da, onu kendi varlığında hisset, sen de canlan!..”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (56)

Bir dünyevi hayatımız bir de manevi hayatımız var. İkisinin arasındaki dengeyi nasıl sağlarız?

Kişi, bir Allah’ın elçisine gönül verir, oraya temiz bir duygu ile bağlanır, hayvani duygulardan kendini uzak tutarak, oraya sevgisini, aşkını çoğaltırsa yaşamı düzgün bir hale girer. Sıradan yaşam herkeste var. Bir gün iyi, iki gün hüzünlü olurlar, çünkü temel yok. Bir bina sağlam temel üstüne kurulmazsa, yıkılmaya mahkumdur, ama temel sağlam olursa kolay kolay yıkılmaz. Maneviyat da insanlığın temelidir.
Hazreti Mevlana, “Sevgisiz ve aşksız geçen ömrü, ömür sayma” diyor. Bir yere sevgin, aşkın varsa sen yaşıyorsun demektir. Hangi sevgi, aşk olacak bu? Misal, ister kadın ister erkek olsun, insanlık hali aralarında ufak bir uyumsuzluk olursa, temelde maneviyat olmadığı için, kırgınlıklar doğar. O zaman sevgi azalır. Hakk’a yüz tuttuğu zaman, Hakk’ın yüzü hep tebessüm, hep gülerdir. Onun için sevgisini, aşkını çoğaltmak için edeb alır. Orası yaşlanmaz, aynı simayla daim değildir, değişik simalar ile tecellisini gösterir. Çünkü orası, bütün güzelliğin özü, bizim güzelliklere sahip olmamızın sebep yeridir. Bir kere düşüneceksin, cihan, mal, mülk ne yaratıldı ise hepsinin bir sahibi var. Yunus’un dediği gibi, “Kim bu malın sahibi, kim bu mülkün sahibi? Nerede bunun eski sahibi? O yalan bu yalan, vermişler eline biraz oyalan.”
Maneviyatın güçlü olursa senden çalışan, senden kazanan Allah’tır. En güzel işleri senden meydana getiren yine Allah’tır. Ben yapıyorum, ben ediyorum dersen Allah’a isyan etmiş olursun. Bir yere gönül verir, oranın büyüklüğü, kudreti ile yola çıkar, iyi bir kazanca sahip olursan, bir de kazancını güzel yerlere harcayarak insanlara iş sahaları açarsan, ne güzel çobanlık yapıyor, ne güzel idareci oluyorsun. Maddiyatta da insanların rızasını kazanırsın, bir de manevi kişiliğin varsa, o zaman toplumda daha çok sevilir, daha güzel örnek olursun.
Abdülkadir Geylani Hazretleri (selam olsun üzerine) çok varlığa sahipti. Biri, onun Allah ehli olduğunu duyar, Allah’ın güzelliklerini nasıl kazandığını merak ederek, yakından görmek ister. Onun bulunduğu tekkeye gelir, hal hatır esnasında Abdülkadir Geylani’nin kül tablalarının dahi altın olduğunu görür. İlahi Hakk, bunda bir sürü dünyalık var, nasıl Allah yolunda olur, böyle birine mürid olmam, diye gönlünden geçirir. Abdülkadir Geylani Hazretleri onun gönlünü okur. Adam şaşkınlıktan tespihini de unutarak gider. Evine gidince tespihini unuttuğunu farkeder, yarın gider alırım, diye düşünür ama kafası tespihe takılır. Sabah namazını eda eder etmez hemen tekkeye gider. Onu tekkenin bahçesinde güllere bakıp, dolaşırken bulur. Abdülkadir Geylani, adamla selamlaşıp, “Tespih için geldin değil mi? Seni bir tespih bütün gece uyutmadı. Ya bu malları Hakk sana verseydi, acaba ne olurdun? Bunların hepsi emanet, hiçbirinde benim gönlüm yok. Önemli olan gönüldür, gönül iman ettiğin yere bağlıysa bütün mallar oyuncak olur. Çünkü hepsi Allah’ın kudretiyle sana verilmiştir” der.