MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (75)

Sultan Veled Hazretleri’nin Maarif’inde buyruluyor ki: “Ruhlar bedenlere girmeden önce hepsi birlikte, birbirleriyle hakiki ülfet içindeydiler.” Anlaşılıyor ki, bedene girdikten sonra bu birlik bozuluyor. Bedende birliği bozan nedir?

Ruh, berrak bir suya benzer. Ruhu kirleten, renklendiren kaptır. Şimdi senin kabının içi kırmızı ise suyu döktüğün zaman su kapta kırmızı görünür. O rengi veren, kabın rengidir.
Hazreti Mevlana, babası Sultan’ül-Ulema’ya sormuş, “Ruhlar kaç kısımdır?” Sultan’ül-Ulema Hazretleri, “Üç kısımdır” demiş ve anlatmış, “Alem-i ervahda ruhlar bir idi. Beden giymek, surete bürünmek üzere yola çıktıkları zaman ruhlar üçe ayrıldılar. Birinci grup, ruh suret bulunca, Cenab-ı Hakk sordu; ‘Ben kimim?’ Onlar dediler ki: ‘Sen sensin, ben benim.’ Daha doğuşta Allah’ı inkar ettiler. İkinci grup, ruh suret bulunca, Cenab-ı Hakk yine sordu, ‘Ben kimim?’ Onlar dediler ki: ‘Ya Rab! Sen halkedicisin. Biz senin varlıklarına tutulduk, seni unuttuk. Baktık ki her şey boş, nadim olduk, sana döndük.’ Bir yere kadar insan bir hata yapar, tövbekar olur, doğru yolu seçer. Bunlar ikinci ruhlardır. Üçüncü grup, ruh suret bulunca, onlara da aynı soruyu sordu: ‘Ben kimim?’ Onlar başlarını secdeye vurdular, ‘Ya Rab! Senin emrin olmadan konuşamayız, yürüyemeyiz, hiçbir azamız harekete geçmez, her hareketimiz seninledir. Her şey senin emrine tabiidir.’ Bunlar Peygamberler ve Velilerdir.”
Mevlevilikte semazenbaşı, mutrib, şeyh efendi, semazen var. Hazreti Mevlana bunlar için diyor ki: “Eğer bunların hepsinde iman güçlü ise, ruh aleminde biriz.” Yani buradaki çıraklık, kalfalık, ustalık gibi rütbeler dünyada kaldı. Peki neden biriz? Çünkü iman birdi, inanç birdi, ikrar birdi. İman yok, ikrar tam değil, inanç bozuk ise orada birlik bozulur.
Bir gün gelecek, vücutta hararet son bulacak, aslı olan güneşe gidecek; vücuttaki su da buhar olup okyanusa gidecek; vücuttaki nefes, hava, o da aslına semavata gittikten sonra, dostlar deri ile kemiği alıp toprağa verecekler. Çünkü onun da yeri toprak. Dört anasır aslına gitti. Peki sen nereye gidiyorsun? Onun için kişi bu alemde neyi temsil etti ise, nereye ağırlık verdi ise, o ağırlığın suretine koşuyor. Çünkü bir ışık var, dört anasır aslına gidiyor. Bizi de bizden soracaklar bir gün.
Hazreti Mevlana’ya sormuşlar, “Dünya senin bakışında nasıl bir haldedir?”
“Dünya benim bakışımda bir rüya alemidir. Kimi yirmi yıl yaşar, kimi kırk, kimi altmış, kimi seksen, kimi yüz. Bakalım bu kişiler nerede uyanacaklar?”
Gözler açık ama hakikati göremiyor, nefsinin peşinde koşuyor, nefsi arzularda seyrediyor. Neden hakikati görmek için son nefesi bekleyelim? Neden kalb gözünü açmak için şimdiden uğraşmayalım? Neden ikrar verdiğimiz o Allah’ın sevgili kulunu kalbimizin en güzel köşesine oturtmuyor, onu her şeyin üstünde tutmuyoruz? Neden bu aleme onun gözü ile bakmıyor da aklımızın küçük gözü ile bakıyoruz?
İnsan, Peygamberine, Pirine büyük bir aşkla bağlanırsa, gönlünde onu her şeyin üstünde yüce kılarsa, ibadetlerde zikirde orayı düşünüp, kalbinde en güzel yeri verirse, bir gün gelir perde kalkar, hakikatlere sahip olur. O göz de anlar ki bu alemde bir güneş var, onun yanında bu dünyadaki güneş bir muma döner.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (74)

Tasavvufta cihadın manasını açıklar mısınız?

Din için adam öldürmek cihad değildir. Bütün insanlar iman ettiğimiz Allah’ın varlıkları, bütün Peygamberler de Allah’ın elçisidir. Kişinin kendinden haberi olmadığı için nefsine düşmüş, kavgalar ondan doğuyor. Nefsi müdafaa ise farklıdır. Misal, kimseye zarar vermeden evinde otururken biri evinin kapısını kırıp, sana zarar vermek isterse, bunun önlenmesi için nefsi müdafaaya izin verilmiştir.
Mekke ile Medine ileri gelenleri antlaşma yaparlar. Ancak Mekke’liler bu antlaşmaya uymazlar ve Medine’ye gelip dükkanları yağmalar, kadınlara tecavüz ederler. Hamza, Zeyd ve Ömer-i Faruk, Peygamber Efendimize gelir: “Destur ver, bize çok zarar verdiler” diye yalvarırlar. Hazreti Muhammed, ağlayarak nefsi müdafaaya izin vermiştir. Karşı taraf bundan başka yol bırakmamıştır. Yoksa, İsevilere, Musevilere kafa tutun, bizim dinimiz onlarınkinden üstün, onu kabul etsinler aksi halde cihad ederiz, demedi. Zira o ve sahabesi bütün dinlere saygı duymuştur.
Ömer-i Faruk, Kudüs’e giderken kölesine, devey sırayla bineceğiz, der. Kudüs’e girerken binme sırası kölede olduğu için köle deve üzerinde Kudüs’e gelince, halk köleyi Ömer zanneder. Gerçeği öğrenince çok duygulanırlar ve isteyen Müslüman olur, isteyen dininde kalır.
Hakikatte bütün Peygamberler İslam’dır. Hepsi Allah’ın büyüklüğünü, güzelliklerini cemaatlerine ikram ettiler. Arkadan gelen bu vazifeyi devraldı.
Hazreti Muhammed der ki: “Hakkın olmayan yerde nefsin coşar, onu almak istersen, nefsinin kolunu kes.” Fakat ne yaptılar? Kol kestiler, ayak kestiler. Halbuki kesilmesi gereken nefsti. Hazreti Muhammed zamanında kimsenin başı, kolu kesilmedi. Hazreti Muhammed’in gösterdiği yollar hep nefse yönelik olup adam öldürmek, Allah’ın binasına zarar vermek yoktur. İnsan, Allah’ın binasıdır.
Hazreti Muhammed, selam olsun üzerine, belinde kılıç taşıdı ama karınca bile incitmedi, hiçbir cana kıymadı.
Tasavvufta cihad nefsinedir, insan öldürmek değildir. Tasavvufta kurban kesmek, bir öküzü, bir koçu kesmek, kan akıtmak değil, nefsini kesmektir. Bütün mesele nefsle uğraşmak, nefse galib gelmektir, tasavvuf buna yönelmiştir. Muhammediye’nin cihadı nefsinedir. Eğer Hazreti Muhammed savaş taraftarı olsaydı, Hazreti Mevlana, “Sevgiye, kardeşliğe, birliğe dair ne varsa ben oradayım; kavgaya, savaşa dair ne varsa ben orada yokum” demezdi. Çünkü Hazreti Mevlana, Hazreti Muhammed’in bendesidir.
Bizde bilginler bilgini, Veliler Velisi, koskoca Hazreti Mevlana var. Onun eserlerini okuyun. İman ettiğiniz kişiyi, bütün dünya tanıyor, onun düşüncesi etrafında kişilik buluyor ve onu seviyorlar. Konya’ya gittiğimizde bir sürü yabancı görürüz, her yerden sevenleri geliyor. İnsanlar orada bir şey bulmuşlar ki, ziyarete geliyorlar. Hazreti Muhammed’e de gitmek isterler ama Araplar, Hazreti Muhammed’i sadece Müslümanların ziyaret etmesine izin verirler. Hani o, bu cihanın güneşiydi? Ne oldu? Hazreti Muhammed, kainata rahmettir, o bütün dünyaya kapılarını açmıştır, kendisini Hazreti Mevlana ile Konya’da ziyaret ettiriyor.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (73)

Hazreti Mevlana’nın ölümü bir düğün haline getirerek güzelleştirmesi, herkes için bir teselli olabilir mi?

Ölümü düğün yapmış ama herkes için değil. O güzel sözler insana söylenmiş. Kişi insanlık eğitimi alsın da o sözlere sahip olsun. Ne diyor Hazreti Mevlana? “Bana ağlama, ağlar isen kendine ağla. Ben o padişah değilim, tahttan inip tabuta gireyim; ben o padişahım ki tahttan inip, sevenlerin gönüllerine gireyim.” Bizim ona değil, acaba neredeyiz, ne yapıyoruz, yarın bizim de başımıza gelecek diye kendimize ağlamamız lazım.
Muhammed İkbal, “İslam garip gelmiştir, garip gidecek” dedi. Kime garip derler? Kimsesize. Hazreti Muhammed’in iç alemini kavrayan, temiz bir gönülle seven garip kalmaz. Hazreti Muhammed, Evliyaullah’ta sevildi ve gariplikten kurtuldu. Hazreti Muhammed’i, dilde zikredip gönüllerinde yer vermeyenler garip kalırlar. O’na ve Ehlibeytine aşkla bağlanmadan kuru ilimle bir yere varılmaz. Fakat bir Veli böyle midir? Yollarda birçok yatırlar var, aradan yüzlerce yıl geçmiş olmasına rağmen, semt halkı onu bilir, onu anar. O Hakk aşığı bir yerde kendini korur. Çünkü Evliyaullah daima sevgi ilmini vermiştir.

 

İnsanların çektiği acılar neyi temsil eder? Ya da neye işarettir?

Her zaman insana acı veren nefstir.
Bedir Savaşı’nda, İmam Ali Efendimizin iki omuzu arasına bir ok saplandı. Sevenleri yanına gelip oku çıkarmak istediler.
Hazreti Ali, “Dokunmayın, birazdan huzura duracağım. Oku o zaman çekersiniz” dedi.
Hazreti Ali, ok sırtında namaza durdu. Huzura durur durmaz arkadaşları oku tutup çektiler. Hazreti Ali’nin hiç ses çıkarmaması hepsini şaşırttı. Namazı bitirdikten sonra, “Ya Ali, oku çektik, hiç ses seda çıkarmadın” dediler.
“Ben namazdayken kendimden geçmiştim., Allah ile beraberdim” diye cevap verdi.
Bir insan vefat ettiği zaman, tabutun üstüne bir örtü koyarlar. Orada şöyle bir yazı vardır: “Külli nefsin zaikatül mevt.” Yani dünyamızda her nefis sahibi ölüm acısını tadacak. Ehl-i iman, kendisine hiçbir şey mal etmediği, hep Hakk’ın verdiği nasihatlara uygun yürüdüğü için korkmaz. Çünkü kendine ait bir şey yoktur. O ruh bedenden çıktığı zaman çilesi biter, sevenine gider. Ama kişi o güzelliğe ulaşamamışsa hep korkudadır. İnsanı korkak yapan nefsidir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (72)

Cenazelerde, felaketlerde herkes “Allah” diyor, başka zaman o kadar akıllara gelmiyor. Bu iman noksanlığından mıdır?

İnsan nefesle yaşar. Nefes çıkıp tekrar bedene varmadığı an, kişi hayata veda eder. Bütün hizmetler nefs için yapılıyor. Tasavvuf ehli diyor ki: “Bugün Allah için ne yaptın?” Düşün bakalım, hep nefsi isteklerde, benliğindeydin. Allah’ı zikrettin bir münacatın vardı, bakalım madde miydi mana mıydı? Namaz kılmak, oruç tutmak bunlar kendi şahsınadır. Bir varlığın varsa hayratta bulundun mu, bir tatlı söz söyledin mi? Bir insanın parası olmaz, etrafındakilere güzel bir söz söylerse o da sadakadan sayılır. Bir yoksulun karnını doyurmak, bir garibin gönlünü hoş etmek, karşındakinden rıza kazanmak, Allah için hizmettir. Namaz kılar, bütün ahkamı yerine getirir ama bir yerden bir rıza almazsan yine Tanrı katında bencilsin. Allah için değil, nefs için çalışmış olursun. Ölmeyecek gibi bir hayat sürer, hep düşüncen dünya olursa üzerinden ne gam, ne hüzün gider. Soframızdaki gıdalar, üstümüzdeki elbiseler, evimizdeki eşyalar, süsler, hepsi toprağın evlatlarıdır. Öze geldiğin zaman toprak çıkar. Yalnız renklere bürünüp ortaya renkli olarak çıktığı için insanlar aldanışa tutulmuş, devamlı toprağın evlatlarına tamah etmektedirler. Ne diyor Cenab-ı Mevlana… “Evlatlarına bu kadar tamah ediyorsunuz, biraz da anasına tamah edin.”
İnsan bu aleme nefsi arzuları için çalışmaya gelmedi. Cenab-ı Allah kendisini güzel bir dille yad etsin, onu güzel bir dille yaşatsın ve onunla yaşasın diye insanı yarattı. İnsanı yeryüzünde en mukaddes varlık olarak meydana getirdi, kendisine elçi olarak seçti. Bütün bilgileri insanla bildirdi ve insanı dünyaya hakim kıldı. İnsan aslını arayıp bulursa en büyük zenginliğe kavuşur ama aslını bulamazsa ömrünü boşuna geçirmiş olur. Gün gelir vade biter, davet gelir, davet edilen yer için hiçbir şey yoksa esafiline, ayak altı olmaya gider. Hazreti Muhammed, insanlara güzel bir tebligat bırakmış, bindörtyüz küsur sene geçmiş sevenleri ile anılıyor. Hazreti İsa desen, Hazreti Musa desen, onlar da sevenleriyle anılmaktadırlar. İşte bunlar bize örnek. Eserleri de var. İnsan hiç olmazsa haftada yarım saat Hazreti Mevlana’nın eserleri ile meşgul olsa yine kazançta olur. Hiç okumuyorsunuz. Düşünüyor musunuz ki, bu geçici ömür bir gün bitecek, gençlik elden gidecek, izin verirse yaşlanacaksın. O zaman “Allah” diye sarılacaksın, zikretmeye kalkacaksın. O zaman korku başlayacak, ölüm sana acı gelecek.
Mevlana’mız ölümü çok güzel bir hale getirdi. Bütün dünyaya ölüm hakkında ne buyurdu? “Ölüm benim kına gecem, nefesimi verdiğim an sevgiliye kavuşacağım. Ömür boyu hep bu anı inledim” dedi. Çünkü Hazreti Mevlana tamamen Yaratıcı’da kendini fani kılmıştı. “Gören gözüm, işiten kulağım, söyleyen dilim, yürüyen ayağım, tutan elim, bütün o kudret bedende ne varsa hepsi sevgilime ait, bana ait hiçbir şey yok” dedi. Onun için yola korkusuz çıktı. Allah bizden temiz bir gönül istedi. Sen oraya temiz bir gönülle bağlanırsan, haliyle ona uygun işler yaparsın, ama sen Allah’a gönül bağlamazsan gece gündüz namaz kılsan, yine çirkin işler yaparsın. Çünkü Allah’a bağlanmamış, onu tanıyamamışsın, nefsinde kalmışsın. Onun için temiz bir gönül herşeyin üstündedir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (71)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Bazen en güçlü engeli yakınlarımızdan görebiliyoruz. Anne baba neden çocuğunun fazla yol almasından korkar?

Kendini bilen insan çocuğunu kendinden üstün görmek ister. Kendinden üstün görürse onunla iftihar eder, onunla neşe bulur, gurur duyar ama kendinden aşağı görürse hüzünlenir.
Hazreti Mevlana’ya sormuşlar: “Üçyüz sene sonra tekrar bu aleme gelirsen, senin makamın ne olur?” Şu cevabı vermiş: “Beni bu alemde kim temsil ediyorsa, onun talebesi olurum.”
Talebesi oluyor. Neden? Çünkü aradan üçyüz sene zaman geçmiş. O devreyi tahsil etmek lazım. Ben de öğrenip, devreye gireyim derse vakit geçer. Onun için biri benden konuşuyorsa onu dinlerim, diyor.
Hazreti Mevlana’ya ondokuz-yirmi yaşlarında bir delikanlı, büyük hayranlık duyar, geceleri onunla manada görüşür. Hazreti Mevlana’ya o kadar bürünür ki etrafına topladığı arkadaşları ile hep güzel sohbetler yapar. Konya’da bu duyulur. Bu delikanlı kimden nasip aldı, nereden bu güzelliklere kavuştu? diye merak ederler. Hazreti Mevlana da, Sultan Veled’e, “Bir öğren, bu delikanlının evi hangi semttedir, gideceğim” der.
Hazreti Mevlana delikanlının evini öğrendikten sonra, onun kapısını çalar. Çocuk o kadar Hazreti Mevlana’nın haline bürünmüş, o kadar mütevazı ki yanındakilerine, “Ben kapıyı açarım, siz oturun” diyerek kapıyı açar. Karşısında Hazreti Mevlana’yı görünce çok şaşırır. Hazreti Mevlana’ya sarılır, kucaklar, kendi yerine oturtur.
Hazreti Mevlana, “Sohbetiniz neredeyse devam edin, ben sizi dinlemeye geldim” der.
Rivayete göre, çocuk beş dakika tefekkür ettikten sonra konuşmaya başlar. O konuşurken Hazreti Mevlana tefekkür edip dinler. Bir vakitten sonra çocuk sorar.
“Efendi Hazretleri nasıl buldun sohbetimizi?”
“Allah’a cevabım yok!”
Bakmış ki sohbet yerli yerinde, aydın doğru sözler, bu sözü söylemiş ve oradan ayrılmış.
Yani bizler evlatlarımızı iyi bir kariyere gelsin, onlarla iftihar edelim isteriz. Bir evlat çalışır, kazanırsa baş üstünde tutulur, hiç çalışmaz hep isterse ana baba üzülür. Evlatlarımızı madden, manen her şeyin üstünde görmek isteriz.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (70)

“Mirac gökleri fethetmektir” deniyor. Bu bakış açısından bakarsak, İslam devletlerinin geri kalmalarının sebebi nedir?

Hazreti Mevlana, yediyüz sene önce, Yasin suresini tefsir ederek, “Bir gün gelecek ademoğlu aya çıkacak, aydan dünyamıza menzil kuracak” dedi. Yasin suresi semavatı, güneşi, ayı, oradaki bütün varlıkları zikreder.
Mirac, gökleri fethetmektir. Gökler nasıl fethedilir? Çalışarak fethedilir. İnsan çalışmadan bir şey elde edemez. Hazreti Muhammed Efendimizin bir ismi de var: Muhammed Cabbar. Ne manaya geliyor? Cabbar, çalışkan demektir. Hazreti Muhammed kendini sevenine teslim etti. Allah insanı kendine vekil kıldı. Yarınlar için çalışmayanın, geleceği kayıptır.
Sizlere şöyle bir misal vereyim: Yağmurlu bir günde, Hazreti Muhammed sahabesi ile giderken, yolda taş üstünde oturarak, sağa sola bakan birini görür ve o kişiye selam vermeden geçer. Daha sonra adam kalkar, taşlar koyarak su üstünde bir yol meydana getirir. Geri dönerken Peygamber Efendimiz adama selam verince, adam der ki: “Ya Resulallah! Biraz evvel buradan bana selam vermeden geçtin. Neden şimdi selam veriyorsun?”
Hazreti Muhammed, “Sen tembel bir şekilde oturuyordun. Allah tembelleri sevmez, o yüzden selam vermedim. Şimdi insanlara hizmete kalktığın için selam veriyorum” der.
Yine Hazreti Muhammed, “Madden ve manen etrafındakilerden üstün olmazsan, benim şefaatime nail olamazsın” diyor. Bunları topluma anlatmak lazım. Bu sözler söyleneli bindörtyüz küsur sene geçti. “Bırak bu dünyayı ahiret için çalış” diye diye İslam ilerleyemedi. Misal olarak, bugün komşun uçak yapıyorsa, daha üstün bir uçak yapmaya çalış, her şeyin üstününe koş. Her kişi kişi mesleğini severek hizmete çıkarsa, o meslekten hem kazanç sağlar, hem o meslek daha güzel suret bulur. Allah çalışana verdi, hisse alınması gereken çok şey var.
Maneviyat seni güçlü tutar ama maddede de güçlü olursan, kolay kolay yıkılmazsın.
Hazreti Mevlana, Kur’an-ı Kerim’i nasıl keşfediyor ve Kur’an hakkında ne diyor? “Kur’an onyedi yaşında namütenahi güzellikte bir kıza benzer. Çeyizini öğrenmek isterseniz, başta güneş, ay, yıldızlar, dağlar, denizler, okyanuslar olmak üzere bütün dünyadaki varlıklar, ne varsa hepsi o kızın çeyizidir. Kur’an-ı Kerim’e sevgi ile aşkla bakılırsa, ondan daha fazla feyizlenilir, daha fazla güzellikler meydana gelir.
Kur’an-ı Kerim’i okuyup da manasına inilmedi mi, ondan gerektiği gibi feyizlenemez insan. Sevaptır diye okunuyor. Peki nedir sevap? Sevabın manası, güzel bir iş yaparsın, birilerine iyiliğin dokunur, o iyilik yaptığın kişi sevinir. Senin de içine vicdanen bir ferahlık gelir, işte budur sevap. Kur’an’ı anlamadan okumakla sevap kazanılmaz.
Allah’ın insanoğluna verdiği aklı güzel çalıştırmak lazım. Tembellikle hiçbir yere varılmaz.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (69)

Mevlana ile Hüsameddin Çelebi

Hüsameddin Çelebi Hazretleri, “Sizin fikirlerinizi artık topluma sunalım” dediği zaman, Hazreti Mevlana ona sarığından Mesnevi-i Şerif’in ilk onsekiz beyitini sundu. Neden Hazreti Mevlana, Mesnevi-i Şerif’inin yazılmasını kendi talep etmedi, bundaki hikmet nedir?

Misal olarak, emirle bir şey yaptırmak, yazdırmak pek uygun olmaz. Gönülle yapılan hizmette birçok güzellik meydana gelir. Hazreti Mevlana, birkaç kişi ile oturdu, sarığın içinde o kağıt herkesin gözüne ilişti ama kimse, o nedir, diye sormadı. Hüsameddin Çelebi de sormadan destarın içine elini atıp, çıkardı. Çünkü Hazreti Mevlana’ya karşı çok sevgisi vardı, o kadar nazı geçiyordu. Sarıktan çıkardığı Mesnevi’nin ilk onsekiz beyitiydi. Okuduktan sonra, “Neden bunu sunmadınız?” diye sordu. Hazreti Mevlana da, ona tebessüm ederek, “Gönülden hizmete koşanı bekledim. Sen sevgiyle elini uzatıp aldın. Şimdi Mesnevi’yi ben söyleyeceğim, sen yazacaksın” dedi. Hüsameddin Çelebi, o onsekiz beyitten, kırksekizbin beyite kadar Mevlana’nın katipliğini yaptı; hiç bıkmadan, usanmadan yazdı. Hazreti Mevlana’yı banyo kapısında bile beklermiş. Banyoda cezbeye geldiği zaman söylediklerini, o hemen yazarmış. Hazreti Mevlana’yı hiç yalnız bırakmayan bir katip, bir aşık. Büyük bir zevkle, aşkla yazdı.
Hazreti Mevlana’nın, Hüsameddin Çelebi’ye saygısını gösteren bir olayı anlatayım:
Hüsameddin Çelebi, hanımını çok severdi, hanımı da onu. Hiç birbirlerine sevgide saygıda kusur etmemişler. Hanımı Hakk’a yürüyünce, Hazreti Mevlana dört sene Hüsameddin Çelebi’ye katiplik yaptırmadı, başkasına da yazdırmadı. Mesnevi’nin yazılmasına dört sene ara verdi. Hüsameddin Çelebi bu süre içinde anlıyor ki hanımı onun içindedir, onu kendinde buldu. Ondan sonra tekrar katipliğe başladı. Sevenle sevilen hangisi önce giderse, sevenine gider, başka bir yere gitmez.
Hüsameddin Çelebi, mezheb olarak Şafi; Hazreti Mevlana, Hanefi’ydi. Hüsameddin Çelebi, Hazreti Mevlana’yı çok sevdiği için arada mezheb farkı olsun istemiyordu. Bir gün, “Efendi Hazretleri, müsaade et ya mezhebine gireyim, ya da sen mezhebime gir, aramızda mezheb farkı olmasın” dedi.
Hazreti Mevlana cevap vermedi, güldü. Hazreti Mevlana gülünce, Hüsameddin Çelebi böyle demekle acaba hata mı yaptım diye düşüncede kaldı. Dayanamayarak tekrar Hazreti Mevlana’ya dedi ki:
“Ya Hüdavendigar, bir soru sordum cevap vermedin, güldün. Bu sorumla bir hata mı yaptım?”
Hazreti Mevlana şöyle seslenir:
“Ey ruhumun mertebesi Hüsameddin! Dini, mezhebi terk etmezsen ariflerin sırrına eremezsin. Hem dini var, hem mezhebin. Nasıl arif sırrına ere, ariflerle yol alırsın?”
Hüsameddin Çelebi burada şaşırdı, Hazreti Mevlana onun mantığının alması için dedi ki: “Din olarak Muhammedi, mezheb olarak Şafisin. Dini İsevi, mezhebi Katolik olan ama güzellikte ay parçası gibi bir Rum kızı seni kendine aşık ederse, sende düşünce sevgi hep o olur değil mi?”
“Evet.”
“Desene sen dininden de, mezhebinden çıktın. Karşı tarafa ağırlık verdin. Aşk ikisini de ortadan kaldırıyor. Onun için irfanlıkta, aşkta din, mezheb geçerli değildir.”
Büyük zatlar mezhepte durmazlar.
Hüsameddin Çelebi saf ve temizdi, onu böyle yetiştirdi. Hüsameddin Çelebi’de o güzellik olmasaydı, bu kadar güzel şeyler yazılmazdı, sevgiyle yazdı.
Sevgiyle hizmet etmek başkadır, emirle hizmet etmek başka. Fakir ellisekiz sene hizmetteyim. Hala kendimi bir arpa tanesi kadar yol almamış görürüm. O güzele doyamıyorum, doyumsuz bir güzellik, kendimi hiç hizmet etmemiş gibi görüyorum. Akılla yıllara bakarsan o güzeli yaşlandırır, sen de yaşlanırsın. Onun için insanlar o güzelliklere kolay varamıyorlar. Hüsameddin Çelebi çok sevildi, Hazreti Mevlana da onunla yola çıktı.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (68)

Kandilin Mevlevilikteki yerini anlatır mısınız?

Kandilin manası ışıktır. Eskiden elektrik yoktu, mübarek gecelerde camilerin şerefiyelerinde fenerler yakarlarmış. Fenerler yanınca, bu gece Regaib gecesi, Mirac gecesi, Kadir gecesi demişler, ismini kandil koymuşlar. Bir insan Hakk’a yüz tuttu mu, o cihan durdukça kandildir.
Misal olarak, Mirac Kandilinde Hazreti Muhammed miraca çıktı, bütün ümmetinin Allah’tan beratını istedi. Onbeş gün sonra da Berat Kandilinde ümmetine af geldi. Allah kısmet ederse o beratı ömüt boyu tutarız. Hazreti Muhammed o kadar latif bir Peygamber ki ne kadar methetsek dilimiz aciz kalır. Hep ümmetini düşündü. Bu alemden dar’ül bekaya yol alırken, Cenab-ı Allah’tan istekte bulundu, ümmetimi ben sorgulayayım, dedi. Hazreti Allah, ümmetini Hazreti Muhammed’e bıraktı. Hazreti Muhammed, bu demden Hakk’a böyle yol aldı. Yani ehl-i irfan kişinin senede bir gün değil, her an beratında yaşaması gerekir. Beş vakit namaz kılıp sonra da yanındakine, “Ah ben bugün namazımı kıldım, dün kılamadım” lafları eder, ondan sonra da, “Bak Fatma şöyle yapmış, Ahmet böyle yapmış” tarzında konuşmalarla gıybet yaptığı an, o namazlardan, o zikirlerden hiçbir tat alınmaz. Onun için İslam’ın şartı, gıybetten kendini uzak tutmaktır.
Davutpaşa’da bir camii inşa etmişler. Adını Etyemez Camii koymuşlar. O devrin padişahı merak ederek, “Bu adam hayat boyu et yemedi mi, et paralarını toplayıp camii mi inşa ettirdi? Bu camiinin adını neden et yemez koydu? Bunu öğrenelim” demiş.
Bu efendiyi saraya davet etmişler. Sofra kurulmuş, çorba da dahil olmak üzere yemeklerin hepsinde et varmış. Bu zat bütün yemeklerden yemiş.
“Sen et yiyorsun, camiinin adını neden et yemez koydun?” diye sormuşlar.
“Ben et yerim… Ben adem eti yemiyorum. Yani hiçbir konuda onun bunun aleyhinde bulunmadığım için bu camiiye et yemez ismini verdim” demiş.
Birinin arkasından konuşan en büyük günahı işliyor. Bütün amacımız gıybetten kaçmak, Hazreti Muhammed’i, Hazreti Mevlana’yı güzel tahsil etmek, Yaratandan ötürü bütün topluma sevgi ile bakmak, sevgiden söz etmektir. Böyle davranırsak Allah katında iyi bir yere sahip oluruz.
Bunların dışında, namaz kılarsın, oruç tutarsın, zikir yaparsın ama aklın, fikrin başka yerde olursa, onun bunun aleyhinde konuşursan, yaptığın ibadetler boşa gitmiş olur.
Yalnız o gecelerde değil, her an temiz düşüncelerde olmalıyız. Aşık, her an maşuku ile birliktedir. Aşık olmayan senede bir kandille maşukuna varamaz.
Ne güzel söylüyor Yunus Emre, “Bu akılla, düşündüğün fikirle, aradığın yari bulamazsın.” Kendini boşuna yorarsın. O yar, ancak sevgi ve aşkla bulunur. Çok sevecek, oraya aşık olacaksın. Aşık oldun mu, artık senden benlik gider. O kendisini sende gösterir. Biz bu aleme daim kandil olmaya geldik, senede üç, dört kandil değil.
Kandiller iyi ki var. Kandiller sebebiyle insanlar anneannelerine, dedelerine, hısım akrabaya gidiyorlar. Bir sebep olmaksızın, damatla r olsun, gelinler olsun büyüklerine zor giderler. Hele şimdi bayramlarda yazlıklara kaçıyorlar. Artık bu güzel adetleri de bıraktılar.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (67)

Veliler kaç kısımdır?

Veliler üç kısımdır. Birinci kısım Veli; kendini ne kendi bilir, ne de halk bilir. Bu yola sadakatle bağlanmıştır. Güzel güzel hizmetlerini yapar, hizmette kusur etmez ama kim olduğunu bilmez. Son nefeste perde kalkar, o güzel hizmetinin mükafatını alır.
İkinci kısım Veli; kendini bilir ama halk bilmez. Hakk’ı güzel tanıtamamış fakat bilmiş, bilinçli yaşamıştır.
Üçüncü kısım Veli; kendini hem kendi bilir, hem halk bilir. Kimler bunlar? Hazreti Mevlana, Hacı Bektaş Veli, Ahmed Yesevi, Abdülkadir Geylani gibi Veliler. Zaten kendilerini tanımışlar, halk da onları tanıyor. İnsanı bu güzel derecelere getiren aşktır.
Hazreti Mevlana aşkı söyledi ve sevenlerini aşkta tutmak istedi. Kırksekizbin beyit, akılla yazılamaz, büyük aşk gerek. Hazreti Mevlana (selam olsun üzerine) bütün o kasideleri, şiirleri, rubaileri, hepsini Efendisine yazdı. Hakk’ı mürşidinde gördü, mürşidinin dışına hiç çıkmadı.
Hazreti Mevlana’ya, “Mürşidini niye bu kadar büyütüyorsun, putlaştırıyorsun? Dinde insanı bu kadar putlaştırma yoktur” dediler.
“Şükürler olsun o puta! O put olmasaydı, bu güzelliklere kavuşamazdım. Allah’ın nurunu o putta gördüm” dedi.
Bunu söyleyen Hazreti Mevlana, hep korkusuz konuştu.

Yine, Efendisi Şems-i Tebrizi’ye hitaben söylediği bir kasidesinde bakın nasıl buyuruyor ve diyor ki:
“Bugün seher vaktinden beri perişanız, mestiz. Mademki perişan olmuşuz, biz de halimize uygun olarak perişan sözler söyleyelim.
O şarabı ki sen verdin ve bu akıl ki bizdedir. Eğer biz bu akılla kadeh kırarsak bizi mazur gör!
Harabatın rindleri, üzüm suyu şarabını içtiler ve sızdılar. Bizse içtikçe içtik, sızmadık, oturduk kaldık.
Biz bir an kadim olan aşkın belasını içmedeyiz. Bir anda elest münacatına ‘Bela – Evet’ demedeyiz.
Yukarısı tamamıyla bağ, bahçe olmuş, aşağısı baştan başa define kesilmiş, biz de öyle şaşılacak kişileriz ki, ne yukardanız, ne de aşağıdan!
Sus, onun varlığı tecelli edince öyle bir var oluruz ki varlığımızı, var oluşumuzu biz de bilemeyiz.
Ey bilgin kişi! Nabzımıza bir el at! Biz elden çıkmışız, ama hangi elin yüzünden çıkmışız? Bunu bir anla!
Puta tapmak kafirliğin temelidir. Ama bu canlı puta tapmasak biz kafir oluruz…”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (66)

Hazreti Mevlana, bütün dünyada “Aşk Peygamberi” olarak tanınıyor. Hazreti Mevlana’ya niçin aşk peygamberliği verilmiş?

Hazreti Muhammed hep Cebrail (as) ile yola çıktı. Rabb’ini görmek için vakit geldiği zaman Hazreti Muhammed’e eşlik edecek, Allah’a götürecek Refref geldi.
Refreften maksat aşktır. Hazreti Muhammed refref ile Hakk’a kavuştu.
Hazreti Mevlana, “Aşk Peygamberi”dir. Çünkü “Sevgisiz ve aşksız geçen ömrü, ömür sayma” dedi. Hazreti Mevlana bunu söylerken, mecazı buraya sokmaz. Çünkü mecazlarda çile, şüphe, hüzün, ayrılık var. Mecaz dediğimiz geçici aşk, Hazreti Mevlana’nın söylediği o güzel aşka gelmek için köprüdür. Ömrün sonuna kadar güzellik, gençlik, sıhhat kalmıyor. Kısa zamanda bunlar kayboluyor. O güzel kelamlar küfre, iticiliğe düşüyor. Yolcu hayatından bezip, Rabbine yüz tutuyor. Bu dünyada ne görüyorsanız, güneşin, ayın, yıldızların hiçbir zaman suçu yoktur. O kurulduğundan beri bizlere dervişlik yapar. Bizi üzenler insanlıktan nasip almayan kişilerdir. İnsanı ayakta tutan da kendini bilen, sevgisinde, saygısında kusur etmeyen insandır.
Cenab-ı Mevlana, “İnsan insanın cennetidir, insan insanın cehennemidir” der. Ne çıkarsa yine bizlerden çıkar. Kiş, maneviyata yol alır, maneviyatta hakikatleri görür, yavaş yavaş kişiliğini bulur, bütün bu güzellikleri Allah’tan bilir, Allah’ı her şeyin üstünde bir güzel kabul ederse, rahat eder. Aksi halde hep sıkıntılarda, hüzünlerde, korkularda yaşar.
Hazreti Mevlana, “İnsanı Rabbine en kısa yoldan ulaştıracak vasıta aşktır. Aşk, akıllıyı deli eder, deliyi akıllı eder” der.
Yine Mevlana der ki: “Anam aşk, babam aşk, Allah’ım aşk, Peygamberim aşk, ben de bir aşk çocuğuyum; bu aleme aşkı, sevgiyi söylemeye geldim.”
Hazreti Muhammed, insanları pişirmek için akılla yola çıktı. Cebrail (as) akıldır. Dünya ömrü biteceği zaman aşkı ortaya çıkardı. Hazreti Muhammed, Hakk’a yürüyeceği zaman acaba bu topluma bir şeyler verebildim mi? diye gözyaşı döktü ve ümmetini istedi, ümmeti bağışlanmadan da yola çıkmadı. Hazreti Mevlana ise gülerek gitti. Çünkü Peygamber zamanındaki cehalet olmadığı için Hazreti Muhammed’in büyüklüğünü, güzelliğini anlatmak için yarıştı ve gidiş gecesine Şeb-i Arus -kına gecem, düğün gecem, sevgiliyle buluşma gecem- dedi. Bu ömürde yaşadığımız her şey geçicidir. İnsanlara bir şeyler verir, bir gönülde yer alarak insan toplumu ile yaşayabilirsen, işte sen de baki olursun.