MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (78)

Müminin kalbini kırmanın cezası var mı?

İflah etmezsin. Kişi kendini kandırabilir ama Hakk’ı kandıramaz. Hakk her şeye vakıftır, her şeyi görür. Çünkü kainat onundur. O küçük akıllılar, o akılla ancak kendilerini aldatırlar. Yani onu incitmek Hakk’ı incitmektir.
Size şöyle bir menkıbe anlatayım.
Karamanoğulları’nın ağası, Hazreti Mevlana’nın müridi imiş. Fakat ona aşkla imanla değil, akılla bağlıymış. O devirde birçok hatip varmış. Her yerde çeşitli kişiler konuşurmuş. Bu ağanın bir camii hatibine gönlü kaymış. Bir gün Hazreti Mevlana’ya, “Efendi Hazretleri, filan camiye gidelim, orada çok güzel bir hatip var. Allah’ı çok güzel bir dille yad ediyor” demiş. Hazreti Mevlana, “Gidip dinleyelim” diyerek Hüsameddin Çelebi ve bu zatla birlikte hatibi dinlemeye gitmiş. Adam kürsüde celali kuru bir sohbet yapıyormuş. Hazreti Mevlana tefekkürde dururken, bu da can kulağı ile dinliyormuş. Dinledikten sonra, “Ya Hüdavendigar! Bu günden sonra kürsüdeki zat benim mürşidimdir, ona tabi oldum” demiş.
Hazreti Mevlana, “Sen bir baba bulduysan, fakir de bir evlad bulurum” diyerek hemen camiyi terketmiş.
Aradan birkaç ay geçmeden Karamanoğulları’nın ağasına bir tuzak kurulmuş. Onu boğmaya çalışırlarken, “Allah” demiş ama bir yardım gelmemiş. “Ya Hüdavendigar Mevlana” diye bağırarak imdat istemiş. Hazreti Mevlana o esnada sema ediyormuş, sema ederken kulaklarını kapatıp, öyle sema etmiş. Bu hali gören Sultan Veled, sema bitince sormuş, “Efendi baba, neden sema ederken kulaklarını kapadın?”
“Karamanoğulları’nın ağasını boğdular. Çok acı bir sesle benden meded istedi. Gönlüm ona kırık olduğu için kulaklarımı kapadım” diye cevap vermiş.
Şefkat dolu bir yer ama bir yerde de hiç affetmiyor. Onlar her şeye vakıf. Akıl gözü ile kısa menzilleri görürsün ama kalb gözüyle çok şey görülür. Dar bakışla, bu gözle insan çok şey kaybeder. Hakk yolu kolay bir yol değildir. Onun için gönül ister ki bu yolu seçenler, bazı eserlerini okusunlar. Haftada on sayfa okunursa yine bir şeyler alınır. Ölen bedendir, ruh ölmez. Devran var. Bu yollarda mükafat var.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (77)

Hazreti Mevlana’nın bilgisinden nasıl faydalancağız?

Bir gün Hazreti Mevlana’ya sorarlar: “Sen bu alemden göç ettikten sonra, biz seni nerede bulabiliriz, nerede görebiliriz?” Mevlana şu cevabı vermiş: “Bütün alemde benim. Nerede bir muhabbet, nerede pürüzsüz bir aşk, nerede bir birlik, nerede sonsuz sevgi, nerede bir temiz duygu zuhura gelirse, ben oradayım. Bütün bu güzelliklere bürünmüş bir kişi var ya o da benim.”
Birey güzelliklerin dışında ise noksanlığı varsa orda yok. Öyle parça buçuk yerde yok. Hakk’la Hakk oldun mu artık her yerde sensin.
Hazreti Mevlana, sonsuz güzelliklerin varisidir. Hakk’ın bütün güzelliklerine sahiptir. Hazreti Mevlana’nın tac-ı şerifine bir yazı yazmışlar. “Ya Mevlana, kaddesallahu sırrı Hu.” Ya Hazreti Mevlana, Allah’ın bütün sırlarına vakıf olduğun için sana Hu, yani Hakk olarak, Hakk’ın bir olduğuna şehadet ederim.
Hazreti Mevlana’nın o güzel konuşmalarından, sonsuz bilgisinden, hem hahamlar, hem papazlar, hem aydın hocalar, hem yazarlarımız faydalanıyorlar. İsteği olan ondan sonsuz bilgiye, sonsuz güzelliklere vakıf olur.
Bizler aynaya bakıyoruz, kendimizi insan görüyoruz. Pekala, insan gördüğünüz halde, insanlık vasıfların aait bir şey var mı bizde? İnsan kendini bir kontrol etse, olmadığını görecektir. Küfür, benlik, isyan, hor görme, hepsi var. Bunlar insana ait değil. Düşündüğün zaman bu çirkinlikler, edeb dışı hareketler, nefsi arzular madem ki sende var, sen insan olamamışsın. Kin, inat, onun bunun arkasından konuşmak, bunlar insana yakışmayan şeylerdir. Pekala insana yakışan şeyler nedir? Hazreti Muhammed’i örnek al; nasıl konuşmuş, nasıl yaşamış? Diğer Peygamberlere, Velilere bakın. Onların dilinde, isyan, küfür, benlik, onu bunu hakir görme, onun bunun arkasından konuşma var mı? Hiçbiri yok.
İnsana layık olan, Hazreti Muhammed’in, Hazreti Mevlana’nın ahlakı ile ahlaklanmak, onların haline bürünmek, onların güzelliklerini benimsemek, kişiliğinden ayrılıp sevdiğin yeri kendinde kişilik kılmaktır.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (76)

Hazreti Ali diyor ki: “Kur’an’ın sırrı Fatiha, Fatiha’nın sırrı Besmele, Besmele’nin sırrı altındaki noktada gizlidir.” O noktayı bize anlatır mısınız?

Yunus Emre ne diyor? “İlim bir nokta idi, ahmaklar bin etti.” O nokta Adem’dir. ‘B’ okunması için yazının altına bir nokta konması lazım. ’S’ okunması için üç tane nokta lazım. Yani hep noktayla bağlanıyor. Nokta, elif oldu. Elif, gökte güneş oldu, ay oldu., yıldız oldu, dünya oldu. Elif, Allah oldu, Muhammed oldu, hep o Elif yazıldı. Hep sensin, hep insandır. Besmele, “Allah’ım senin adınla başlıyorum” demektir.
Fatiha suresine tam olarak mana vermeye kalktın ı, bütün dünyadaki varlıkların hepsini zikretmen gerekir. “Elhamdülillahi Rabbil alemin – Hamd ederim ya Rab bütün alem senin.” Bütün alemi yazamazsın, zikredemezsin. “Maliki yevmiddin – Ne kadar din sahibi geldiyse bu aleme hepsinin Malik’i sensin.” Fatiha suresini okurken bu kelam, dilinde kimin kudretiyle zuhura geldi? Allah’ın. Bunu senden sana söyledi. Sen Hakk’ı gayrıda arama. Bu alemin fatihi ve hakimi insandır. Hayvanlar, yeryüzünde dört ayak üstünde yaratıldı. Allah, insanı iki ayak üstünde yarattı, dünyayı insanın ayakları altına serdi ve insanı kendine elçi etti. Bakara suresinde Allah, Adem’i kendine halife olarak yarattı, bütün canlıları, melekleri secdeye davet etti. Adem’e secde bana secdedir, dedi. Hazreti Muhammed’den sonra Peygamberlik devri kapandı. Çünkü insanın kimliği ortaya çıktı. Veliler devri başladı, Evliyaullah geldi. Allah’ı en güzel bir dille tanıtmaya çıktılar. İnsan dünyamızda en mukaddes varlıktır. İnsan, kimliğini bilmediği için küfürdedir, hatadadır, isyandadır, benliktedir. Bu nedenle hüzünlerden de kolay kolay kurtulamaz. Bir kere kendine sorsa; ben kimim, ne yapıyorum, neden bu hallere düşüyorum, bu yaptığım işlerden ne bekliyorum? Biraz düşünse, elini ayağını çeker. Düşüncesizce hareket ediyor, sonra başına bir sürü iş geliyor. İnsan bir düşünürdür, insandan düşünce alındı mı deriyle kemik kalır.
Madem ki biz Hazreti Muhammed’e, Hazreti Mevlana’ya gönül verdik, daima onların büyüklüğünü düşünmemiz, onların güzelliklerini kendimizde çoğaltmamız, onlarla yola çıkmamız, onların diliyle topluma konuşmamız, onları gönlümüzde taşımamız lazım. O zaman onların ruhları bizimle şad olur, biz de onlarla şad oluruz.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (75)

Sultan Veled Hazretleri’nin Maarif’inde buyruluyor ki: “Ruhlar bedenlere girmeden önce hepsi birlikte, birbirleriyle hakiki ülfet içindeydiler.” Anlaşılıyor ki, bedene girdikten sonra bu birlik bozuluyor. Bedende birliği bozan nedir?

Ruh, berrak bir suya benzer. Ruhu kirleten, renklendiren kaptır. Şimdi senin kabının içi kırmızı ise suyu döktüğün zaman su kapta kırmızı görünür. O rengi veren, kabın rengidir.
Hazreti Mevlana, babası Sultan’ül-Ulema’ya sormuş, “Ruhlar kaç kısımdır?” Sultan’ül-Ulema Hazretleri, “Üç kısımdır” demiş ve anlatmış, “Alem-i ervahda ruhlar bir idi. Beden giymek, surete bürünmek üzere yola çıktıkları zaman ruhlar üçe ayrıldılar. Birinci grup, ruh suret bulunca, Cenab-ı Hakk sordu; ‘Ben kimim?’ Onlar dediler ki: ‘Sen sensin, ben benim.’ Daha doğuşta Allah’ı inkar ettiler. İkinci grup, ruh suret bulunca, Cenab-ı Hakk yine sordu, ‘Ben kimim?’ Onlar dediler ki: ‘Ya Rab! Sen halkedicisin. Biz senin varlıklarına tutulduk, seni unuttuk. Baktık ki her şey boş, nadim olduk, sana döndük.’ Bir yere kadar insan bir hata yapar, tövbekar olur, doğru yolu seçer. Bunlar ikinci ruhlardır. Üçüncü grup, ruh suret bulunca, onlara da aynı soruyu sordu: ‘Ben kimim?’ Onlar başlarını secdeye vurdular, ‘Ya Rab! Senin emrin olmadan konuşamayız, yürüyemeyiz, hiçbir azamız harekete geçmez, her hareketimiz seninledir. Her şey senin emrine tabiidir.’ Bunlar Peygamberler ve Velilerdir.”
Mevlevilikte semazenbaşı, mutrib, şeyh efendi, semazen var. Hazreti Mevlana bunlar için diyor ki: “Eğer bunların hepsinde iman güçlü ise, ruh aleminde biriz.” Yani buradaki çıraklık, kalfalık, ustalık gibi rütbeler dünyada kaldı. Peki neden biriz? Çünkü iman birdi, inanç birdi, ikrar birdi. İman yok, ikrar tam değil, inanç bozuk ise orada birlik bozulur.
Bir gün gelecek, vücutta hararet son bulacak, aslı olan güneşe gidecek; vücuttaki su da buhar olup okyanusa gidecek; vücuttaki nefes, hava, o da aslına semavata gittikten sonra, dostlar deri ile kemiği alıp toprağa verecekler. Çünkü onun da yeri toprak. Dört anasır aslına gitti. Peki sen nereye gidiyorsun? Onun için kişi bu alemde neyi temsil etti ise, nereye ağırlık verdi ise, o ağırlığın suretine koşuyor. Çünkü bir ışık var, dört anasır aslına gidiyor. Bizi de bizden soracaklar bir gün.
Hazreti Mevlana’ya sormuşlar, “Dünya senin bakışında nasıl bir haldedir?”
“Dünya benim bakışımda bir rüya alemidir. Kimi yirmi yıl yaşar, kimi kırk, kimi altmış, kimi seksen, kimi yüz. Bakalım bu kişiler nerede uyanacaklar?”
Gözler açık ama hakikati göremiyor, nefsinin peşinde koşuyor, nefsi arzularda seyrediyor. Neden hakikati görmek için son nefesi bekleyelim? Neden kalb gözünü açmak için şimdiden uğraşmayalım? Neden ikrar verdiğimiz o Allah’ın sevgili kulunu kalbimizin en güzel köşesine oturtmuyor, onu her şeyin üstünde tutmuyoruz? Neden bu aleme onun gözü ile bakmıyor da aklımızın küçük gözü ile bakıyoruz?
İnsan, Peygamberine, Pirine büyük bir aşkla bağlanırsa, gönlünde onu her şeyin üstünde yüce kılarsa, ibadetlerde zikirde orayı düşünüp, kalbinde en güzel yeri verirse, bir gün gelir perde kalkar, hakikatlere sahip olur. O göz de anlar ki bu alemde bir güneş var, onun yanında bu dünyadaki güneş bir muma döner.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (74)

Tasavvufta cihadın manasını açıklar mısınız?

Din için adam öldürmek cihad değildir. Bütün insanlar iman ettiğimiz Allah’ın varlıkları, bütün Peygamberler de Allah’ın elçisidir. Kişinin kendinden haberi olmadığı için nefsine düşmüş, kavgalar ondan doğuyor. Nefsi müdafaa ise farklıdır. Misal, kimseye zarar vermeden evinde otururken biri evinin kapısını kırıp, sana zarar vermek isterse, bunun önlenmesi için nefsi müdafaaya izin verilmiştir.
Mekke ile Medine ileri gelenleri antlaşma yaparlar. Ancak Mekke’liler bu antlaşmaya uymazlar ve Medine’ye gelip dükkanları yağmalar, kadınlara tecavüz ederler. Hamza, Zeyd ve Ömer-i Faruk, Peygamber Efendimize gelir: “Destur ver, bize çok zarar verdiler” diye yalvarırlar. Hazreti Muhammed, ağlayarak nefsi müdafaaya izin vermiştir. Karşı taraf bundan başka yol bırakmamıştır. Yoksa, İsevilere, Musevilere kafa tutun, bizim dinimiz onlarınkinden üstün, onu kabul etsinler aksi halde cihad ederiz, demedi. Zira o ve sahabesi bütün dinlere saygı duymuştur.
Ömer-i Faruk, Kudüs’e giderken kölesine, devey sırayla bineceğiz, der. Kudüs’e girerken binme sırası kölede olduğu için köle deve üzerinde Kudüs’e gelince, halk köleyi Ömer zanneder. Gerçeği öğrenince çok duygulanırlar ve isteyen Müslüman olur, isteyen dininde kalır.
Hakikatte bütün Peygamberler İslam’dır. Hepsi Allah’ın büyüklüğünü, güzelliklerini cemaatlerine ikram ettiler. Arkadan gelen bu vazifeyi devraldı.
Hazreti Muhammed der ki: “Hakkın olmayan yerde nefsin coşar, onu almak istersen, nefsinin kolunu kes.” Fakat ne yaptılar? Kol kestiler, ayak kestiler. Halbuki kesilmesi gereken nefsti. Hazreti Muhammed zamanında kimsenin başı, kolu kesilmedi. Hazreti Muhammed’in gösterdiği yollar hep nefse yönelik olup adam öldürmek, Allah’ın binasına zarar vermek yoktur. İnsan, Allah’ın binasıdır.
Hazreti Muhammed, selam olsun üzerine, belinde kılıç taşıdı ama karınca bile incitmedi, hiçbir cana kıymadı.
Tasavvufta cihad nefsinedir, insan öldürmek değildir. Tasavvufta kurban kesmek, bir öküzü, bir koçu kesmek, kan akıtmak değil, nefsini kesmektir. Bütün mesele nefsle uğraşmak, nefse galib gelmektir, tasavvuf buna yönelmiştir. Muhammediye’nin cihadı nefsinedir. Eğer Hazreti Muhammed savaş taraftarı olsaydı, Hazreti Mevlana, “Sevgiye, kardeşliğe, birliğe dair ne varsa ben oradayım; kavgaya, savaşa dair ne varsa ben orada yokum” demezdi. Çünkü Hazreti Mevlana, Hazreti Muhammed’in bendesidir.
Bizde bilginler bilgini, Veliler Velisi, koskoca Hazreti Mevlana var. Onun eserlerini okuyun. İman ettiğiniz kişiyi, bütün dünya tanıyor, onun düşüncesi etrafında kişilik buluyor ve onu seviyorlar. Konya’ya gittiğimizde bir sürü yabancı görürüz, her yerden sevenleri geliyor. İnsanlar orada bir şey bulmuşlar ki, ziyarete geliyorlar. Hazreti Muhammed’e de gitmek isterler ama Araplar, Hazreti Muhammed’i sadece Müslümanların ziyaret etmesine izin verirler. Hani o, bu cihanın güneşiydi? Ne oldu? Hazreti Muhammed, kainata rahmettir, o bütün dünyaya kapılarını açmıştır, kendisini Hazreti Mevlana ile Konya’da ziyaret ettiriyor.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (73)

Hazreti Mevlana’nın ölümü bir düğün haline getirerek güzelleştirmesi, herkes için bir teselli olabilir mi?

Ölümü düğün yapmış ama herkes için değil. O güzel sözler insana söylenmiş. Kişi insanlık eğitimi alsın da o sözlere sahip olsun. Ne diyor Hazreti Mevlana? “Bana ağlama, ağlar isen kendine ağla. Ben o padişah değilim, tahttan inip tabuta gireyim; ben o padişahım ki tahttan inip, sevenlerin gönüllerine gireyim.” Bizim ona değil, acaba neredeyiz, ne yapıyoruz, yarın bizim de başımıza gelecek diye kendimize ağlamamız lazım.
Muhammed İkbal, “İslam garip gelmiştir, garip gidecek” dedi. Kime garip derler? Kimsesize. Hazreti Muhammed’in iç alemini kavrayan, temiz bir gönülle seven garip kalmaz. Hazreti Muhammed, Evliyaullah’ta sevildi ve gariplikten kurtuldu. Hazreti Muhammed’i, dilde zikredip gönüllerinde yer vermeyenler garip kalırlar. O’na ve Ehlibeytine aşkla bağlanmadan kuru ilimle bir yere varılmaz. Fakat bir Veli böyle midir? Yollarda birçok yatırlar var, aradan yüzlerce yıl geçmiş olmasına rağmen, semt halkı onu bilir, onu anar. O Hakk aşığı bir yerde kendini korur. Çünkü Evliyaullah daima sevgi ilmini vermiştir.

 

İnsanların çektiği acılar neyi temsil eder? Ya da neye işarettir?

Her zaman insana acı veren nefstir.
Bedir Savaşı’nda, İmam Ali Efendimizin iki omuzu arasına bir ok saplandı. Sevenleri yanına gelip oku çıkarmak istediler.
Hazreti Ali, “Dokunmayın, birazdan huzura duracağım. Oku o zaman çekersiniz” dedi.
Hazreti Ali, ok sırtında namaza durdu. Huzura durur durmaz arkadaşları oku tutup çektiler. Hazreti Ali’nin hiç ses çıkarmaması hepsini şaşırttı. Namazı bitirdikten sonra, “Ya Ali, oku çektik, hiç ses seda çıkarmadın” dediler.
“Ben namazdayken kendimden geçmiştim., Allah ile beraberdim” diye cevap verdi.
Bir insan vefat ettiği zaman, tabutun üstüne bir örtü koyarlar. Orada şöyle bir yazı vardır: “Külli nefsin zaikatül mevt.” Yani dünyamızda her nefis sahibi ölüm acısını tadacak. Ehl-i iman, kendisine hiçbir şey mal etmediği, hep Hakk’ın verdiği nasihatlara uygun yürüdüğü için korkmaz. Çünkü kendine ait bir şey yoktur. O ruh bedenden çıktığı zaman çilesi biter, sevenine gider. Ama kişi o güzelliğe ulaşamamışsa hep korkudadır. İnsanı korkak yapan nefsidir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (72)

Cenazelerde, felaketlerde herkes “Allah” diyor, başka zaman o kadar akıllara gelmiyor. Bu iman noksanlığından mıdır?

İnsan nefesle yaşar. Nefes çıkıp tekrar bedene varmadığı an, kişi hayata veda eder. Bütün hizmetler nefs için yapılıyor. Tasavvuf ehli diyor ki: “Bugün Allah için ne yaptın?” Düşün bakalım, hep nefsi isteklerde, benliğindeydin. Allah’ı zikrettin bir münacatın vardı, bakalım madde miydi mana mıydı? Namaz kılmak, oruç tutmak bunlar kendi şahsınadır. Bir varlığın varsa hayratta bulundun mu, bir tatlı söz söyledin mi? Bir insanın parası olmaz, etrafındakilere güzel bir söz söylerse o da sadakadan sayılır. Bir yoksulun karnını doyurmak, bir garibin gönlünü hoş etmek, karşındakinden rıza kazanmak, Allah için hizmettir. Namaz kılar, bütün ahkamı yerine getirir ama bir yerden bir rıza almazsan yine Tanrı katında bencilsin. Allah için değil, nefs için çalışmış olursun. Ölmeyecek gibi bir hayat sürer, hep düşüncen dünya olursa üzerinden ne gam, ne hüzün gider. Soframızdaki gıdalar, üstümüzdeki elbiseler, evimizdeki eşyalar, süsler, hepsi toprağın evlatlarıdır. Öze geldiğin zaman toprak çıkar. Yalnız renklere bürünüp ortaya renkli olarak çıktığı için insanlar aldanışa tutulmuş, devamlı toprağın evlatlarına tamah etmektedirler. Ne diyor Cenab-ı Mevlana… “Evlatlarına bu kadar tamah ediyorsunuz, biraz da anasına tamah edin.”
İnsan bu aleme nefsi arzuları için çalışmaya gelmedi. Cenab-ı Allah kendisini güzel bir dille yad etsin, onu güzel bir dille yaşatsın ve onunla yaşasın diye insanı yarattı. İnsanı yeryüzünde en mukaddes varlık olarak meydana getirdi, kendisine elçi olarak seçti. Bütün bilgileri insanla bildirdi ve insanı dünyaya hakim kıldı. İnsan aslını arayıp bulursa en büyük zenginliğe kavuşur ama aslını bulamazsa ömrünü boşuna geçirmiş olur. Gün gelir vade biter, davet gelir, davet edilen yer için hiçbir şey yoksa esafiline, ayak altı olmaya gider. Hazreti Muhammed, insanlara güzel bir tebligat bırakmış, bindörtyüz küsur sene geçmiş sevenleri ile anılıyor. Hazreti İsa desen, Hazreti Musa desen, onlar da sevenleriyle anılmaktadırlar. İşte bunlar bize örnek. Eserleri de var. İnsan hiç olmazsa haftada yarım saat Hazreti Mevlana’nın eserleri ile meşgul olsa yine kazançta olur. Hiç okumuyorsunuz. Düşünüyor musunuz ki, bu geçici ömür bir gün bitecek, gençlik elden gidecek, izin verirse yaşlanacaksın. O zaman “Allah” diye sarılacaksın, zikretmeye kalkacaksın. O zaman korku başlayacak, ölüm sana acı gelecek.
Mevlana’mız ölümü çok güzel bir hale getirdi. Bütün dünyaya ölüm hakkında ne buyurdu? “Ölüm benim kına gecem, nefesimi verdiğim an sevgiliye kavuşacağım. Ömür boyu hep bu anı inledim” dedi. Çünkü Hazreti Mevlana tamamen Yaratıcı’da kendini fani kılmıştı. “Gören gözüm, işiten kulağım, söyleyen dilim, yürüyen ayağım, tutan elim, bütün o kudret bedende ne varsa hepsi sevgilime ait, bana ait hiçbir şey yok” dedi. Onun için yola korkusuz çıktı. Allah bizden temiz bir gönül istedi. Sen oraya temiz bir gönülle bağlanırsan, haliyle ona uygun işler yaparsın, ama sen Allah’a gönül bağlamazsan gece gündüz namaz kılsan, yine çirkin işler yaparsın. Çünkü Allah’a bağlanmamış, onu tanıyamamışsın, nefsinde kalmışsın. Onun için temiz bir gönül herşeyin üstündedir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (71)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Bazen en güçlü engeli yakınlarımızdan görebiliyoruz. Anne baba neden çocuğunun fazla yol almasından korkar?

Kendini bilen insan çocuğunu kendinden üstün görmek ister. Kendinden üstün görürse onunla iftihar eder, onunla neşe bulur, gurur duyar ama kendinden aşağı görürse hüzünlenir.
Hazreti Mevlana’ya sormuşlar: “Üçyüz sene sonra tekrar bu aleme gelirsen, senin makamın ne olur?” Şu cevabı vermiş: “Beni bu alemde kim temsil ediyorsa, onun talebesi olurum.”
Talebesi oluyor. Neden? Çünkü aradan üçyüz sene zaman geçmiş. O devreyi tahsil etmek lazım. Ben de öğrenip, devreye gireyim derse vakit geçer. Onun için biri benden konuşuyorsa onu dinlerim, diyor.
Hazreti Mevlana’ya ondokuz-yirmi yaşlarında bir delikanlı, büyük hayranlık duyar, geceleri onunla manada görüşür. Hazreti Mevlana’ya o kadar bürünür ki etrafına topladığı arkadaşları ile hep güzel sohbetler yapar. Konya’da bu duyulur. Bu delikanlı kimden nasip aldı, nereden bu güzelliklere kavuştu? diye merak ederler. Hazreti Mevlana da, Sultan Veled’e, “Bir öğren, bu delikanlının evi hangi semttedir, gideceğim” der.
Hazreti Mevlana delikanlının evini öğrendikten sonra, onun kapısını çalar. Çocuk o kadar Hazreti Mevlana’nın haline bürünmüş, o kadar mütevazı ki yanındakilerine, “Ben kapıyı açarım, siz oturun” diyerek kapıyı açar. Karşısında Hazreti Mevlana’yı görünce çok şaşırır. Hazreti Mevlana’ya sarılır, kucaklar, kendi yerine oturtur.
Hazreti Mevlana, “Sohbetiniz neredeyse devam edin, ben sizi dinlemeye geldim” der.
Rivayete göre, çocuk beş dakika tefekkür ettikten sonra konuşmaya başlar. O konuşurken Hazreti Mevlana tefekkür edip dinler. Bir vakitten sonra çocuk sorar.
“Efendi Hazretleri nasıl buldun sohbetimizi?”
“Allah’a cevabım yok!”
Bakmış ki sohbet yerli yerinde, aydın doğru sözler, bu sözü söylemiş ve oradan ayrılmış.
Yani bizler evlatlarımızı iyi bir kariyere gelsin, onlarla iftihar edelim isteriz. Bir evlat çalışır, kazanırsa baş üstünde tutulur, hiç çalışmaz hep isterse ana baba üzülür. Evlatlarımızı madden, manen her şeyin üstünde görmek isteriz.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (70)

“Mirac gökleri fethetmektir” deniyor. Bu bakış açısından bakarsak, İslam devletlerinin geri kalmalarının sebebi nedir?

Hazreti Mevlana, yediyüz sene önce, Yasin suresini tefsir ederek, “Bir gün gelecek ademoğlu aya çıkacak, aydan dünyamıza menzil kuracak” dedi. Yasin suresi semavatı, güneşi, ayı, oradaki bütün varlıkları zikreder.
Mirac, gökleri fethetmektir. Gökler nasıl fethedilir? Çalışarak fethedilir. İnsan çalışmadan bir şey elde edemez. Hazreti Muhammed Efendimizin bir ismi de var: Muhammed Cabbar. Ne manaya geliyor? Cabbar, çalışkan demektir. Hazreti Muhammed kendini sevenine teslim etti. Allah insanı kendine vekil kıldı. Yarınlar için çalışmayanın, geleceği kayıptır.
Sizlere şöyle bir misal vereyim: Yağmurlu bir günde, Hazreti Muhammed sahabesi ile giderken, yolda taş üstünde oturarak, sağa sola bakan birini görür ve o kişiye selam vermeden geçer. Daha sonra adam kalkar, taşlar koyarak su üstünde bir yol meydana getirir. Geri dönerken Peygamber Efendimiz adama selam verince, adam der ki: “Ya Resulallah! Biraz evvel buradan bana selam vermeden geçtin. Neden şimdi selam veriyorsun?”
Hazreti Muhammed, “Sen tembel bir şekilde oturuyordun. Allah tembelleri sevmez, o yüzden selam vermedim. Şimdi insanlara hizmete kalktığın için selam veriyorum” der.
Yine Hazreti Muhammed, “Madden ve manen etrafındakilerden üstün olmazsan, benim şefaatime nail olamazsın” diyor. Bunları topluma anlatmak lazım. Bu sözler söyleneli bindörtyüz küsur sene geçti. “Bırak bu dünyayı ahiret için çalış” diye diye İslam ilerleyemedi. Misal olarak, bugün komşun uçak yapıyorsa, daha üstün bir uçak yapmaya çalış, her şeyin üstününe koş. Her kişi kişi mesleğini severek hizmete çıkarsa, o meslekten hem kazanç sağlar, hem o meslek daha güzel suret bulur. Allah çalışana verdi, hisse alınması gereken çok şey var.
Maneviyat seni güçlü tutar ama maddede de güçlü olursan, kolay kolay yıkılmazsın.
Hazreti Mevlana, Kur’an-ı Kerim’i nasıl keşfediyor ve Kur’an hakkında ne diyor? “Kur’an onyedi yaşında namütenahi güzellikte bir kıza benzer. Çeyizini öğrenmek isterseniz, başta güneş, ay, yıldızlar, dağlar, denizler, okyanuslar olmak üzere bütün dünyadaki varlıklar, ne varsa hepsi o kızın çeyizidir. Kur’an-ı Kerim’e sevgi ile aşkla bakılırsa, ondan daha fazla feyizlenilir, daha fazla güzellikler meydana gelir.
Kur’an-ı Kerim’i okuyup da manasına inilmedi mi, ondan gerektiği gibi feyizlenemez insan. Sevaptır diye okunuyor. Peki nedir sevap? Sevabın manası, güzel bir iş yaparsın, birilerine iyiliğin dokunur, o iyilik yaptığın kişi sevinir. Senin de içine vicdanen bir ferahlık gelir, işte budur sevap. Kur’an’ı anlamadan okumakla sevap kazanılmaz.
Allah’ın insanoğluna verdiği aklı güzel çalıştırmak lazım. Tembellikle hiçbir yere varılmaz.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (69)

Mevlana ile Hüsameddin Çelebi

Hüsameddin Çelebi Hazretleri, “Sizin fikirlerinizi artık topluma sunalım” dediği zaman, Hazreti Mevlana ona sarığından Mesnevi-i Şerif’in ilk onsekiz beyitini sundu. Neden Hazreti Mevlana, Mesnevi-i Şerif’inin yazılmasını kendi talep etmedi, bundaki hikmet nedir?

Misal olarak, emirle bir şey yaptırmak, yazdırmak pek uygun olmaz. Gönülle yapılan hizmette birçok güzellik meydana gelir. Hazreti Mevlana, birkaç kişi ile oturdu, sarığın içinde o kağıt herkesin gözüne ilişti ama kimse, o nedir, diye sormadı. Hüsameddin Çelebi de sormadan destarın içine elini atıp, çıkardı. Çünkü Hazreti Mevlana’ya karşı çok sevgisi vardı, o kadar nazı geçiyordu. Sarıktan çıkardığı Mesnevi’nin ilk onsekiz beyitiydi. Okuduktan sonra, “Neden bunu sunmadınız?” diye sordu. Hazreti Mevlana da, ona tebessüm ederek, “Gönülden hizmete koşanı bekledim. Sen sevgiyle elini uzatıp aldın. Şimdi Mesnevi’yi ben söyleyeceğim, sen yazacaksın” dedi. Hüsameddin Çelebi, o onsekiz beyitten, kırksekizbin beyite kadar Mevlana’nın katipliğini yaptı; hiç bıkmadan, usanmadan yazdı. Hazreti Mevlana’yı banyo kapısında bile beklermiş. Banyoda cezbeye geldiği zaman söylediklerini, o hemen yazarmış. Hazreti Mevlana’yı hiç yalnız bırakmayan bir katip, bir aşık. Büyük bir zevkle, aşkla yazdı.
Hazreti Mevlana’nın, Hüsameddin Çelebi’ye saygısını gösteren bir olayı anlatayım:
Hüsameddin Çelebi, hanımını çok severdi, hanımı da onu. Hiç birbirlerine sevgide saygıda kusur etmemişler. Hanımı Hakk’a yürüyünce, Hazreti Mevlana dört sene Hüsameddin Çelebi’ye katiplik yaptırmadı, başkasına da yazdırmadı. Mesnevi’nin yazılmasına dört sene ara verdi. Hüsameddin Çelebi bu süre içinde anlıyor ki hanımı onun içindedir, onu kendinde buldu. Ondan sonra tekrar katipliğe başladı. Sevenle sevilen hangisi önce giderse, sevenine gider, başka bir yere gitmez.
Hüsameddin Çelebi, mezheb olarak Şafi; Hazreti Mevlana, Hanefi’ydi. Hüsameddin Çelebi, Hazreti Mevlana’yı çok sevdiği için arada mezheb farkı olsun istemiyordu. Bir gün, “Efendi Hazretleri, müsaade et ya mezhebine gireyim, ya da sen mezhebime gir, aramızda mezheb farkı olmasın” dedi.
Hazreti Mevlana cevap vermedi, güldü. Hazreti Mevlana gülünce, Hüsameddin Çelebi böyle demekle acaba hata mı yaptım diye düşüncede kaldı. Dayanamayarak tekrar Hazreti Mevlana’ya dedi ki:
“Ya Hüdavendigar, bir soru sordum cevap vermedin, güldün. Bu sorumla bir hata mı yaptım?”
Hazreti Mevlana şöyle seslenir:
“Ey ruhumun mertebesi Hüsameddin! Dini, mezhebi terk etmezsen ariflerin sırrına eremezsin. Hem dini var, hem mezhebin. Nasıl arif sırrına ere, ariflerle yol alırsın?”
Hüsameddin Çelebi burada şaşırdı, Hazreti Mevlana onun mantığının alması için dedi ki: “Din olarak Muhammedi, mezheb olarak Şafisin. Dini İsevi, mezhebi Katolik olan ama güzellikte ay parçası gibi bir Rum kızı seni kendine aşık ederse, sende düşünce sevgi hep o olur değil mi?”
“Evet.”
“Desene sen dininden de, mezhebinden çıktın. Karşı tarafa ağırlık verdin. Aşk ikisini de ortadan kaldırıyor. Onun için irfanlıkta, aşkta din, mezheb geçerli değildir.”
Büyük zatlar mezhepte durmazlar.
Hüsameddin Çelebi saf ve temizdi, onu böyle yetiştirdi. Hüsameddin Çelebi’de o güzellik olmasaydı, bu kadar güzel şeyler yazılmazdı, sevgiyle yazdı.
Sevgiyle hizmet etmek başkadır, emirle hizmet etmek başka. Fakir ellisekiz sene hizmetteyim. Hala kendimi bir arpa tanesi kadar yol almamış görürüm. O güzele doyamıyorum, doyumsuz bir güzellik, kendimi hiç hizmet etmemiş gibi görüyorum. Akılla yıllara bakarsan o güzeli yaşlandırır, sen de yaşlanırsın. Onun için insanlar o güzelliklere kolay varamıyorlar. Hüsameddin Çelebi çok sevildi, Hazreti Mevlana da onunla yola çıktı.