MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (105)

Hasan Çıkar Dede

Hasan Dede bu alemde en çok ne yapmak istedi, insan toplumuna neyi vermek istedi?

Bütün insanlık alemini bir görmek, hepsini birbirine karşı sevgide saygıda görmek istedi. Onun bütün yaşamı bunu için geçti. Hazreti Muhammed, Hazreti Mevlana ne istediyse biz de aynısını istedik. Hazreti Muhammed’e tam bir imanla yüz tutanlar rahat ettiler. Hazreti İsa’ya, Hazreti Musa’ya yüz tutanlar rahat ettiler. Kim Peygamberlerin sözünün dışına çıkıp egosunda kaldıysa perişan oldu. Çünkü Peygamberler, Evliyalar menfaatsiz dostturlar. Onlar bu dünyaya insanları irşad etmek, gel benim gibi ol, demek için geldiler. Sevdiler, hep sevgiden söz ettiler, hiç usanmadan cemaatlerinin yanlarında bulundular. Onların sözleri ferahlık verip, huzura kavuşturdu. En sonunda gözler açıldı, gönüller büyüdü, ruh ferahlığa kavuştu ve oraya imanla baktılar. Onların gövdeleri kalktıktan sonra kim oraya tam vekalet ettiyse aynını söyler. Hasan Dede ikilik tohumu atmadı, küfrü de iman bildi. Temize dokunamazsın ama öbürleri ile uğraşırsın, küfürde olanları yavaş yavaş bıkmadan yola getirmeye çalıştı.
Hazreti Muhammed’e gayrimüslim bir bedevi misafir gelmişti. Hazreti Muhammed’in bir keçisi vardı. Diyelim iki, üç bakraç süt veriyordu. Bu bedeviyi nasıl doyuracağım diye düşünürken, keçi birkaç misli süt verdi. Bedevi tıka basa karnını doyurdu. Bir vakitten sonra gece sıkıştı fakat kalkamadı, yatağı berbat etti. Sabah kalkınca da Hazreti Muhammed’in serdiği o temiz çarşaflarla, üstünü başını temizleyip, heyecandan haçını unutarak, haber vermeden gitti.
Peygamber Efendimiz, sabahleyin hal hatır sormak, kahvaltı ikram etmek için misafirini kaldırmaya gittiğinde, odada berbat bir koku ile karşılaştı.
Bu pisliği madem ki benim midem kaldırmıyor, bu çarşafları temizlemesi için kimseye veremem diye düşünerek, kuyudan su çekip, tekneyi doldurdu ve o çarşafları kendi elleriyle temizlemeye başladı. Mübarek kimseye yük vermiyor…
Bedevi putunu unuttu ya, bütün inancı ondan, onsuz duramadığından tekrar Hazreti Muhammed’in evine gelip, kapı aralığından baktı. Hazreti Muhammed’i onun pisliklerini temizlerken gördü, utanç içinde içeri girip, selam verdi.
Hazreti Muhammed, “Rahat uyudun mu? Olmuş, insanlık hali, sıkılma. Niçin geldin?” diye sordu.
“Putum için.”
“Al putunu.”
“Hayır istemiyorum. Senin gibi büyük insan zor bulunur, senin yoluna girmek istiyorum” diyerek Peygamber Efendimizin elini öptü. Daha sonra da, “Benim halim ne olacak? Ben doyamıyorum” der.
“Bundan sonra çok az şeyle doyacaksın.”
“Nasıl?”
Hazreti Muhammed, ona güzel bir nasihatte bulundu.
“Yemeğe başlarken, Besmele çekeceksin. Hakk’ı düşün, Allah sana yardımcı olacaktır.”
O doymayan adam Besmele çektikten sonra, Hakk’ı düşününce iştahı kesildi, çok azla misal çeyrek ekmekle doydu ve çok güzel bir insan oldu. Kim onu insanlığa sürükledi? Hazreti Muhammed’in büyüklüğü. Öf, uğraşamam demedi. Ya sabır diyerek, hizmete girdi.
Hazreti Mevlana, bir gün ılıcaya gitmişti, o sırada havuzda cüzzamlılar yıkanıyordu. Hazreti Mevlana gelince cüzzamlıları çıkarıp, suyu temizleyip, elma yaprakları atmak istediler. Hazreti Mevlana, “Hiç kimseye dokunmayın” diye seslendi. Cüzzamlılarla beraber yıkanarak, onlara su atıp onlarla hasbıhal oldu. Hazreti Mevlana’nın onlara su atmasıyla yaraları şifa buldu.
İnsan olmak çok zor. O derdi veren de, dermanı veren de Allah. Madem elçisin, her şeye katlanacaksın. O, seni imtihana tutuyor, ben yapamam, edemem demek yok.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (97)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Mevlana, Peygamber Efendimiz gibi ümmi değildi, bir çok bilgilere sahipti. Fakat Şems-i Tebrizi Hazretleriyle buluşunca bütün bilgilerini bir kenara bıraktı. Bu nasıl oldu?

Hazreti Mevlana, babası Sultan Ulema’dan zahiri bilgileri, ilk şeyhi Şeyyid Burhaneddin Efendi’den batıni bilgileri öğrendi. Şems-i Tebrizi’yle buluşunca ondan ledünni bilgileri elde etti ve artık zahir ilme el uzatmadı, her yere içinden gelen ilhamlarla, o güzel duygularla baktı, sevgiyle ortaya çıktı. Mevlana, Şems’i bulana kadar ümmi değildi, ama Şems’i bulduktan sonra ümmi oldu.
Mesnevi-i Şerif’te yirmiüçbinyediyüzelli beyit, Divan-ı Kebir’de yirmidörtbinikiyüzelli beyit var. Efendisine kırksekizbin beyit söylemiş, Allah’ın güzelliklerini Şems’de görmüş, Şems’in dışına çıkmamış. En güzel ilim sevgi. Her canlıya sevgi ile bakacaksın. Çünkü onu Sevgilin yaratmış. Bu nedenle Yunus Emre de, “Her canlıyı seveceksin, Yaratan’dan ötürü” dedi.
Hazreti Mevlana, zahir ilmi bırakıp aşk ilmine geçince, camiden, medreseden uzaklaştı, artık aşk aleminde yaşamaya başladı. Eskiden görüştüğü iki bilgin, “Mevlana’yı uzun süredir görmedik, ziyaretine gidelim, hem hatur soralım, hem de bir şeyler öğrenelim” dediler.
Biri, diğerine, “Hiç soru sormayalım, gönlümüzü okusun, ona göre bize ikramlarda bulunsun” dedi.
Hazreti Mevlana’nın huzuruna gelip hal hatır sordular. Sonra Hazreti Mevlana tefekküre daldı, onlara sohbet açmak için ilham gelmesini beklerken biri dayanamadı, “Ya Mevlana, bir şey sorabilir miyim?” dedi.
“Sor.”
“Bu alemde fena nedir?”
Hazreti Mevlana, bunu işitir işitmez başını secdeye vurdu. Diğeri arif idi, Mevlana’nın ne demek istediğini anladı ve arkadaşını dışarı çıkardı.
Öteki, “Mevlana soruma cevap vermedi” deyince, “Verdi verdi… ama sen anlamadın!”
Mevlana, bu iyi, bu kötü diye dile getirse Sevgilisini incitmiş olacaktı. O güzele varmak için o iyi ile, o kötü ile nefsimizi terbiye ederiz, ama bu iyi bu kötü diye ayırım yaparsak hiçbir yere varamayız.
Yine Hazreti Mevlana’ya iki bilgin ziyarete geldiler. Sohbet esnasında, “Allah’ın keremi ile birçok varlığa sahip olduk, evlerimiz, bahçelerimiz, evlatlarımız var. Ne kadar şükretsek az, dünya derdimiz yok” dediler.
Hazreti Mevlana da, “Ne güzel şükrünüzü arttırın” dedi.
“Ya Mevlana, bizde korku var, ölümden korkuyoruz.”
“Yazıklar olsun size!” dedi, “Cemmatınıza Allah’ın büyüklüğünden güzelliğinden konuşuyorsunuz, güzel nimetlere sahipsiniz, şimdi O sizi çağıracak ve siz Ondan korkuyorsunuz, hani sizin inancınız, imanınız!”
Bilginler, “Aman ya Mevlana! Anlayamadık.” dediler.
Hazreti Mevlana, “Yaşın onsekiz diyelim ve bir kıza tutuldun. Kız seni saat ikide bekliyorum, derse geç mi gidersin, erken mi?” diye sordu.
“Gece uyuyamam, randevu saatini beklerim.”
“Yaratıcı tüm varlıkların üstünde bir güzel, her şeye Onun sayesinden sahip oldun. Şimdi o çağırınca neden korkuyorsun?”
Kuru ilim insanı korkutur. İlmin manasına inilmezse, kapı çalınca korku belirir. Onun için tasavvuf ehli, Allah’ı güzelliklerin özü olarak görür. Ehli iman Onun yolunda gider, Onu her şeyden çok sever ve Onun davetine koşarak gider.

Kaside:
“Gerçeklerden haberli olarak ölen Hakk aşıkları, sevgilinin huzurunda şeker gibi erirler!
Ruh aleminde, elest meclisinde ab-ı hayat içenler, bir başka tarzda ölürler!
Ötelerden haberdar olanlar, Hakk sevgisinde derlenip toplananlar, şu insan kalabalığı gibi olmazlar!
Hakk aşıkları, letafette melekleri bile geride bırakmışlardır! Bu sebeple, diğer insanlar gibi ölmek, onlardan uzaktır!
Sen sanır mısın ki, arslanlar da köpekler gibi kapı dışında can verir?
Hakk aşıkları sevgi yolunda ölürlerse, onları can padişahı karşılar!
Birbirlerinin canı kesilen, aynı emaneti, aynı canı taşıdıklarından haberdar alan Hakk aşıkları, birbirlerinin aşkıyla ölürler!
Aşıklar, gökyüzüne uçarlar; münkirler ise, cehennemin dibinde can verirler!
Ölürken Hakk aşıklarının gönül gözleri açılır da, öteleri, gayb alemini görürler! Başkaları ise, ölüm korkusu ile kör ve sağır olarak ölürler!
Geceleri ibadetle vakit geçirenler, Hakk korkusuyla uyumayanlar, ölüm zamanı gelince korkusuz, rahatça ölürler!
Bu dünyada boğaz derdine düşenler, sadece yemeyi, içmeyi düşünenler öküzleşirler, eşekler gibi ölürler!
Bugün yaşarken, Hakk’ın nazarından düşmemek isteyenler, o nazarı, o bakışı arayanlar, o bakışa karşı neşeli bir halde gülerek can bağışlarlar!
Can padişahı, onları lütuf kucağına alır; onlar, öyle hor ve basit bir halde ölmezler!
Ahlaklarını Mustafa (s.a.v.)’nın ahlakına benzetenler, Hazreti Ebubekir gibi, Hazreti Ömer gibi ölürler!
Aslında, Hakk aşıklarından ölüm uzaktır! Onlar, ne ölürler ne de yok olurlar! Ben bu sözleri; ‘Şayet ölürlerse, böyle ölürler!’ diye söyledim!”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (96)

Osmanlıların ataları Orta Asya’da kadına büyük değer verirlerdi. Neden bugün böyle değil?

Osmanlı’nın ataları Türk’tür. Ancak, Osmanlı’da bir dönemden sonra Sultan Vahdettin’e kadar kadına değer verilmedi. Biraz hakikati görselerdi bu değişmezdi. Misal olarak; Galata Mevlevihanesi’nde kadın mahfilde sema etmiş. Neden? Şeyhülislamın hükmü. Şeyhülislam nereye bağlı? Padişaha. Artık sık sık tartışılıp, bazı hakikatler sunulmasına rağmen, bugün hala bu önyargılar devam ediyor.
Malesef, bazı kişiler kendi kültürüne sahip çıkacağı yerde, Arap kültürüne özeniyorlar. Türk’ün kendine göre bir kültürü vardır, ne Arap’a uyar, ne Acem’e. Kişi başka kültürlere ayak uydurmaya kalkarsa, özünü kaybeder.
Yüce Mevlana diyor ki: “Ey insan, ne gördüysen bu alemde senden dışarı değil, ne istersen iste kendinde iste, çünkü sen her şeysin.”
Hacı Bektaş Veli de, “Allah’ı Mekke’de, Medine’de, Yemen’de, Kudüs’te arama. O can içinde Canandır. Bütün kainat O’nunla diridir” der. Hepsi bu kadar açık konuştular.
İmam Hüseyin, Kerbela’da şehit olmasaydı, tüm İslam alemi maddeye yönelecekti. Ehlibeyt daima manaya yönelmiştir.
Hoca Ahmet Yesevi Hazretleri, Hüdavendigar Mevlana, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, insana bakışları, birlikçi sözleri ile topluma tanıtılsa toplum çok çabuk aydınlanır. Hazreti Mevlana’yı tüm dünya tanıyor. Bugün dünyada birçok kişi Mesnevi okuyor. II. Dünya Savaşı’nda kiliselerde İncil’den teselli bulamadılar, Nicholson’ın çevirisi Mesnevi’yi okudular, onunla teselli buldular.

 

Mevlana, “Dünya benim tekkem, alemler medresem” derken neyi anlatmak istedi?

Her varlığa bakıyorum, oradan ilim tahsil ediyorum, demek istedi. Hazreti Muhammed, anne karnındayken babası Hakk’a yürüdü. Dedesi Abdülmuttalib’in himayesinde büyüdü. Daha dört yaşındayken Mekke’de susuzluk olmuştu, yağmur yağmamıştı. Kuarklık nedeniyle ekinler kuruduğu için yağmur çıktılar. Dedesi ona, “Sen de dua et” dedi.
Hazreti Muhammed, başını kaldırıp göğe nazar edince gökyüzünü bulutlar kapladı, öyle bir yağış oldu ki yedi sene Mekke ve Medine’de bereket oldu.
Hazreti Muhammed’e dediler ki: “Sen anasız, babasız büyüdün, seni okutacak bir ağabeyin de yoktu. bu güzel sözleri, bu güzel bilgileri nereden öğrenip sunuyorsun?”
Hazreti Muhammed, “Okula gitseydim ancak sizin gibi konuşabilirdim. Benim öğretmenim Allah, ilmim sevgidir” diye cevap verdi. Allah, ümmiliğini Hazreti Muhammed’den gösterdi.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (79)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Hazreti Mevlana, Mesnevi-i Şerif’te, “Hissiyatınızı toprakla örtün. Çünkü bu aklın ve dinin düşmanıdır” diyor. Akıl ve hissiyattaki noksanlık nedir ki dine engel oluyor?

Akıl, hakikate ulaşmak için gerekli ama yeterli değildir. Akıl bütün nimetlerden en üstündür. Akıl ile gönüle girilememesinin sebebi, kişiyi benlikte tuttuğu için o kişinin sevilememesidir. Misal, televizyonda gördüğümüz ilim sahiplerinin asabilikleri, benlikleri cemaatın gönlüne girmelerine engeller. Eğer bu güzel ilimleri yüzlerini güler, dillerini tatlı tutarak sunarlarsa, dinleyiciye sıcaklık doğar, hatip sevilir ve gönüllere yol alır.
Cenab-ı Mevlana ne diyor? “Akılla aşka girilmez, aşk akılı mahveder.”
Yunus Emre de, “Bu akıl ile ürettiğin fikirlerle aradığın o Yari bulamazsın” dedi. Nasıl bulacaksın? Teslimiyet ile… Tüm kainat Allah’ın, onunla diriyiz ama insanların çoğu nefsinde yaşıyor. Bir kısmı diyor ki: “Bana ait hiçbir şey yok, her azam seninle diri. Sen hakikat dolusun, bütün varlıkların özüsün, her şeyin sahibisin, bu alemde senden güzel yok, hepsi senin zuhurun. Hepsine nurundan bir katre sunmuşsun, kimine daha fazla sunup akılları oynatmışsın ama ben bu oyuna gelmeyeceğim. Sıdk-ı bütün her varlığımla sana teslim olarak ne ikram edersen kendi bedenimde seyredeceğim.” Nebiler, Veliler Hakk’ı kendilerinde aradılar, hep sevgiden, birlikten söz ettiler. Toplumda sevilip gönüllere girerek ölümsüzlüğe yol aldılar.
Hazreti Mevlana, “Kabe’de senede bir hacullah olur, gir gönüller Kabe’sine gör binlerce hacullah var.” Yani, insanlarla kaynaşıp onların gönüllerini yoklar, sevgi sözleri sunarsan kendini o topluma kazandırır, ölümsüzlüğe yol alarak Kabe mertebesine gelir, bu alemde tavaf edilirsin, diyor.
Yunus Emre, “Var hoca git bin hacca, hacca gitmek hüner değil, bir gönüle girmektir” der. Gönüle girmek için benlikten arınacaksın. Hakk’ın güzellikleri ile içini donatıp, bütün yaratıklara sevgiden söz ederek toplumun gönlüne gireceksin. Gönül ne kadar mukaddes bir şey. Ne diyoruz? Gönül dedikleri bostanda bitmez, çarşıda satılmaz, her kula da nasip olmaz. Bütün güzelliklere engel kişinin aklıdır. Hiç kimseyi hor görmek yok. Rab onda da öyle işliyor. Belki senin nefsini terbiye etmek için oradan öyle hareket ediyor, parlama hemen.
En büyük örnek Hazreti Ali. Bir savaşta hasmını altına aldı, tam kılıcı indirecekken hasmı yüzüne tükürdü. Hazreti Ali bu tükürüğü yer yemez hemen ayağa kalktı. Hasmı, “Neden kılıcı indirmedin?” diye sordu.
“Yüzüme tükürdüğün için nefsim kabardı, sinirlendim. Seni öldürseydim nefsim için yapacak, Allah katında sorumlu olacaktım. Ben bu savaşa nefsim için çıkmadım.”
“Sinirlenip, acı vermeden çabuk öldürmen için yüzüne tükürdüm.”
“Zaten sana ıstırap vermeyecektim.”
Adam, Hazreti Ali’den bu büyüklüğü duyunca, Hazreti Muhammed’in yolunu kabul etti.
Öfke ile kalkan zarara uğrar. Bilginler daha yumuşak konuşsalar, topluma daha çok şey verebilirler.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (76)

Hazreti Ali diyor ki: “Kur’an’ın sırrı Fatiha, Fatiha’nın sırrı Besmele, Besmele’nin sırrı altındaki noktada gizlidir.” O noktayı bize anlatır mısınız?

Yunus Emre ne diyor? “İlim bir nokta idi, ahmaklar bin etti.” O nokta Adem’dir. ‘B’ okunması için yazının altına bir nokta konması lazım. ’S’ okunması için üç tane nokta lazım. Yani hep noktayla bağlanıyor. Nokta, elif oldu. Elif, gökte güneş oldu, ay oldu., yıldız oldu, dünya oldu. Elif, Allah oldu, Muhammed oldu, hep o Elif yazıldı. Hep sensin, hep insandır. Besmele, “Allah’ım senin adınla başlıyorum” demektir.
Fatiha suresine tam olarak mana vermeye kalktın ı, bütün dünyadaki varlıkların hepsini zikretmen gerekir. “Elhamdülillahi Rabbil alemin – Hamd ederim ya Rab bütün alem senin.” Bütün alemi yazamazsın, zikredemezsin. “Maliki yevmiddin – Ne kadar din sahibi geldiyse bu aleme hepsinin Malik’i sensin.” Fatiha suresini okurken bu kelam, dilinde kimin kudretiyle zuhura geldi? Allah’ın. Bunu senden sana söyledi. Sen Hakk’ı gayrıda arama. Bu alemin fatihi ve hakimi insandır. Hayvanlar, yeryüzünde dört ayak üstünde yaratıldı. Allah, insanı iki ayak üstünde yarattı, dünyayı insanın ayakları altına serdi ve insanı kendine elçi etti. Bakara suresinde Allah, Adem’i kendine halife olarak yarattı, bütün canlıları, melekleri secdeye davet etti. Adem’e secde bana secdedir, dedi. Hazreti Muhammed’den sonra Peygamberlik devri kapandı. Çünkü insanın kimliği ortaya çıktı. Veliler devri başladı, Evliyaullah geldi. Allah’ı en güzel bir dille tanıtmaya çıktılar. İnsan dünyamızda en mukaddes varlıktır. İnsan, kimliğini bilmediği için küfürdedir, hatadadır, isyandadır, benliktedir. Bu nedenle hüzünlerden de kolay kolay kurtulamaz. Bir kere kendine sorsa; ben kimim, ne yapıyorum, neden bu hallere düşüyorum, bu yaptığım işlerden ne bekliyorum? Biraz düşünse, elini ayağını çeker. Düşüncesizce hareket ediyor, sonra başına bir sürü iş geliyor. İnsan bir düşünürdür, insandan düşünce alındı mı deriyle kemik kalır.
Madem ki biz Hazreti Muhammed’e, Hazreti Mevlana’ya gönül verdik, daima onların büyüklüğünü düşünmemiz, onların güzelliklerini kendimizde çoğaltmamız, onlarla yola çıkmamız, onların diliyle topluma konuşmamız, onları gönlümüzde taşımamız lazım. O zaman onların ruhları bizimle şad olur, biz de onlarla şad oluruz.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (68)

Kandilin Mevlevilikteki yerini anlatır mısınız?

Kandilin manası ışıktır. Eskiden elektrik yoktu, mübarek gecelerde camilerin şerefiyelerinde fenerler yakarlarmış. Fenerler yanınca, bu gece Regaib gecesi, Mirac gecesi, Kadir gecesi demişler, ismini kandil koymuşlar. Bir insan Hakk’a yüz tuttu mu, o cihan durdukça kandildir.
Misal olarak, Mirac Kandilinde Hazreti Muhammed miraca çıktı, bütün ümmetinin Allah’tan beratını istedi. Onbeş gün sonra da Berat Kandilinde ümmetine af geldi. Allah kısmet ederse o beratı ömüt boyu tutarız. Hazreti Muhammed o kadar latif bir Peygamber ki ne kadar methetsek dilimiz aciz kalır. Hep ümmetini düşündü. Bu alemden dar’ül bekaya yol alırken, Cenab-ı Allah’tan istekte bulundu, ümmetimi ben sorgulayayım, dedi. Hazreti Allah, ümmetini Hazreti Muhammed’e bıraktı. Hazreti Muhammed, bu demden Hakk’a böyle yol aldı. Yani ehl-i irfan kişinin senede bir gün değil, her an beratında yaşaması gerekir. Beş vakit namaz kılıp sonra da yanındakine, “Ah ben bugün namazımı kıldım, dün kılamadım” lafları eder, ondan sonra da, “Bak Fatma şöyle yapmış, Ahmet böyle yapmış” tarzında konuşmalarla gıybet yaptığı an, o namazlardan, o zikirlerden hiçbir tat alınmaz. Onun için İslam’ın şartı, gıybetten kendini uzak tutmaktır.
Davutpaşa’da bir camii inşa etmişler. Adını Etyemez Camii koymuşlar. O devrin padişahı merak ederek, “Bu adam hayat boyu et yemedi mi, et paralarını toplayıp camii mi inşa ettirdi? Bu camiinin adını neden et yemez koydu? Bunu öğrenelim” demiş.
Bu efendiyi saraya davet etmişler. Sofra kurulmuş, çorba da dahil olmak üzere yemeklerin hepsinde et varmış. Bu zat bütün yemeklerden yemiş.
“Sen et yiyorsun, camiinin adını neden et yemez koydun?” diye sormuşlar.
“Ben et yerim… Ben adem eti yemiyorum. Yani hiçbir konuda onun bunun aleyhinde bulunmadığım için bu camiiye et yemez ismini verdim” demiş.
Birinin arkasından konuşan en büyük günahı işliyor. Bütün amacımız gıybetten kaçmak, Hazreti Muhammed’i, Hazreti Mevlana’yı güzel tahsil etmek, Yaratandan ötürü bütün topluma sevgi ile bakmak, sevgiden söz etmektir. Böyle davranırsak Allah katında iyi bir yere sahip oluruz.
Bunların dışında, namaz kılarsın, oruç tutarsın, zikir yaparsın ama aklın, fikrin başka yerde olursa, onun bunun aleyhinde konuşursan, yaptığın ibadetler boşa gitmiş olur.
Yalnız o gecelerde değil, her an temiz düşüncelerde olmalıyız. Aşık, her an maşuku ile birliktedir. Aşık olmayan senede bir kandille maşukuna varamaz.
Ne güzel söylüyor Yunus Emre, “Bu akılla, düşündüğün fikirle, aradığın yari bulamazsın.” Kendini boşuna yorarsın. O yar, ancak sevgi ve aşkla bulunur. Çok sevecek, oraya aşık olacaksın. Aşık oldun mu, artık senden benlik gider. O kendisini sende gösterir. Biz bu aleme daim kandil olmaya geldik, senede üç, dört kandil değil.
Kandiller iyi ki var. Kandiller sebebiyle insanlar anneannelerine, dedelerine, hısım akrabaya gidiyorlar. Bir sebep olmaksızın, damatla r olsun, gelinler olsun büyüklerine zor giderler. Hele şimdi bayramlarda yazlıklara kaçıyorlar. Artık bu güzel adetleri de bıraktılar.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (56)

Bir dünyevi hayatımız bir de manevi hayatımız var. İkisinin arasındaki dengeyi nasıl sağlarız?

Kişi, bir Allah’ın elçisine gönül verir, oraya temiz bir duygu ile bağlanır, hayvani duygulardan kendini uzak tutarak, oraya sevgisini, aşkını çoğaltırsa yaşamı düzgün bir hale girer. Sıradan yaşam herkeste var. Bir gün iyi, iki gün hüzünlü olurlar, çünkü temel yok. Bir bina sağlam temel üstüne kurulmazsa, yıkılmaya mahkumdur, ama temel sağlam olursa kolay kolay yıkılmaz. Maneviyat da insanlığın temelidir.
Hazreti Mevlana, “Sevgisiz ve aşksız geçen ömrü, ömür sayma” diyor. Bir yere sevgin, aşkın varsa sen yaşıyorsun demektir. Hangi sevgi, aşk olacak bu? Misal, ister kadın ister erkek olsun, insanlık hali aralarında ufak bir uyumsuzluk olursa, temelde maneviyat olmadığı için, kırgınlıklar doğar. O zaman sevgi azalır. Hakk’a yüz tuttuğu zaman, Hakk’ın yüzü hep tebessüm, hep gülerdir. Onun için sevgisini, aşkını çoğaltmak için edeb alır. Orası yaşlanmaz, aynı simayla daim değildir, değişik simalar ile tecellisini gösterir. Çünkü orası, bütün güzelliğin özü, bizim güzelliklere sahip olmamızın sebep yeridir. Bir kere düşüneceksin, cihan, mal, mülk ne yaratıldı ise hepsinin bir sahibi var. Yunus’un dediği gibi, “Kim bu malın sahibi, kim bu mülkün sahibi? Nerede bunun eski sahibi? O yalan bu yalan, vermişler eline biraz oyalan.”
Maneviyatın güçlü olursa senden çalışan, senden kazanan Allah’tır. En güzel işleri senden meydana getiren yine Allah’tır. Ben yapıyorum, ben ediyorum dersen Allah’a isyan etmiş olursun. Bir yere gönül verir, oranın büyüklüğü, kudreti ile yola çıkar, iyi bir kazanca sahip olursan, bir de kazancını güzel yerlere harcayarak insanlara iş sahaları açarsan, ne güzel çobanlık yapıyor, ne güzel idareci oluyorsun. Maddiyatta da insanların rızasını kazanırsın, bir de manevi kişiliğin varsa, o zaman toplumda daha çok sevilir, daha güzel örnek olursun.
Abdülkadir Geylani Hazretleri (selam olsun üzerine) çok varlığa sahipti. Biri, onun Allah ehli olduğunu duyar, Allah’ın güzelliklerini nasıl kazandığını merak ederek, yakından görmek ister. Onun bulunduğu tekkeye gelir, hal hatır esnasında Abdülkadir Geylani’nin kül tablalarının dahi altın olduğunu görür. İlahi Hakk, bunda bir sürü dünyalık var, nasıl Allah yolunda olur, böyle birine mürid olmam, diye gönlünden geçirir. Abdülkadir Geylani Hazretleri onun gönlünü okur. Adam şaşkınlıktan tespihini de unutarak gider. Evine gidince tespihini unuttuğunu farkeder, yarın gider alırım, diye düşünür ama kafası tespihe takılır. Sabah namazını eda eder etmez hemen tekkeye gider. Onu tekkenin bahçesinde güllere bakıp, dolaşırken bulur. Abdülkadir Geylani, adamla selamlaşıp, “Tespih için geldin değil mi? Seni bir tespih bütün gece uyutmadı. Ya bu malları Hakk sana verseydi, acaba ne olurdun? Bunların hepsi emanet, hiçbirinde benim gönlüm yok. Önemli olan gönüldür, gönül iman ettiğin yere bağlıysa bütün mallar oyuncak olur. Çünkü hepsi Allah’ın kudretiyle sana verilmiştir” der.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (42)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Hazreti Mevlana’nın din anlayışında Peygamberler… (devam)

Peygamberlerden görünen o güler yüz Hakk’ın yüzüydü. Çünkü onlar Hakk’la Hakk oldukları için en güzel örnek olarak topluma çıktılar ve insanları birliğe davet ettiler. Toplum biri iki gördü. Küfürde olanlara el uzatarak onları oradan kurtarmaya çalışacağına küfre, daha da küfürle çıktı. İşte bu yüzden kavgalar çıkıyor. Peygamberler birlikçidir. Kim Peygamberine tabi ise bu alemde birlikçi olması lazım. Hazreti Mevlana’nın felsefesinde Müslüman, Hıristiyan, Musevi ayrımı yoktur. Amaç hangi dinden olursa olsun insan olmaktır.
Hepimiz Adem’in evlatlarıyız. Kırksekiz Peygamberin hepsi, dünyaya Hazreti İbrahim’in neslinden geldi. Hazreti Muhammed, Hazreti İbrahim’in büyük oğlu İsmail’in neslinden, Musa, Harun, Zekeriya, Yahya, Davud, Süleyman, Yakup, Yusuf, İsa, hepsi diğer oğlu İshak neslinden geldiler. Hazreti İbrahim, Hazreti Muhammed’in yirmidördüncü, Hazreti İsa’nın da yirmiüçüncü dedesi, bu Peygamberler İbrahim Halilullah’ın torunları, yani bir ağacın dalları gibidir. Madem ki kök Hazreti İbrahim, hepimiz kardeşiz. Neden birbirimizi hor görüyor, kavga ediyoruz? İnsanlar kişiliklerini bilmiyorlar. Peygamberler birbirlerine hep saygı gösterdiler. Yusuf Peygamberin babası Yakup da Peygamberdir. Yusuf Peygamber, babasına, “Rüyamda bir ay gördüm ve yıldızlar ona secde etti” deyince babası oğlunun Peygamberliğini görerek oğluna baş kesti, onu tasdikledi. Peygamberler arasında hiç ikilik doğmadı.
Hazreti Musa, Tevrat’ında, Hazreti İsa da İncil’inde Hazreti Muhammed’i zikrediyor, hepsi Hazreti Muhammed’i güzel bir önder olarak görüp, yetişenler selam söylesinler bizi ümmetinden saysın, diyorlar. Yani Nebi, Nebi’ye rücu etti.
Hazreti Mevlana diyor ki: “İnsanlar yeryüzünde Hakk’ın temsilcisidir, biraz aydan örnek alsınlar. Ay bu kadar yıldıza erdemlik yapar, hiç yıldızlar birbiriyle savaşmazlar.” İnsan, bütün cihanın temsilcisidir. Kişiliğini unutmuş, bu yüzden kavgaya giriyor. Mevlana yaşıyor, Şems yaşıyor. Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre hepsi birbirlerine saygıda yaşıyorlar. Onlar da Peygamber gibidir; bir yerde öyle bir yüceliğe çıktı ki Hazreti Mevlana, bütün Peygamberler onunla iftihar ediyor.
Hazreti Ali, “Dünyamızda ne kadar Müslüman varsa hepsinin din kardeşiyim, dünyamızdaki bütün insanların, insan kardeşiyim” diyor. İnsanlar farklı dinlere bağlı olabilirler ama insan iseler hiç kavga etmeden kardeş gibi yaşarlar.
Mevlana’mızın dünyaya güzel bir seslenişi var: “Sevgiye dair ne varsa bu alemde ben oradayım. Kavgaya, savaşa dair ne varsa ben orada yokum.”
Bütün olay kendini tanıyarak, insanca yaşamak, Yaratan’dan ötürü bütün varlıklara sevgiyle bakıp, yüz tutana sevgiden söz ederek hayatı sürdürmektir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (20)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Konya Mevlana Müzesi’nde ve Galata Mevlevihanesi’ndeki müzede çenedanlıklar var. Bunların amacı tefekkür esnasında gaflete düşmekten korumak mıdır?

Eskiden Dedeleri gaflet basınca çenelerinin altına çenedanlık koyarlardı. Onu kullanmalarındaki amaç, nefslerine ıstırap vermekti. Kendilerinden birkaç dakika geçerler, kendilerine gelince, yine zikre devam ederlerdi. Vücudun çeşitli yerlerine çeneye, alna, koltuk altına koyarlardı. Bunların hepsi çile sopaları, huzuru kaçıracak şeylerdir. Yani, iç huzuru bambaşka bir şeydir, zaten o huzuru kaybetmemek için kendilerine ıstırap vermişlerdir.
Bütün Veliler kendilerine ıstırap verdiler. Bir Mevlevi canı gece hizmetini yaptığı zaman yatarken yastığı, yorganı ile görüşür. Üstündekileri çıkarırken onlarla da görüşür, sağa, sola atmaz, edebe uyar.
İnsan olmak kolay değil, asıl olay kişinin nefsiyle uğraşmasıdır. Yunus Emre, “Nefsini bilen kişiye, bütün erenlerin eyvallahı var” der. Ne demek istiyor? Nefsi çok arzularda bulunmuş, şunu bunu yemek istemiş, ama vermemiş. Falan yere gidemezsin, filanla görüşemezsin, diyerek nefsiyle hep uğraşmış. Nefsine devamlı çata çata, bir bakıyorsun o kişi nefsini bilmiş, nefsinin isteklerine hürmet etmeyerek, Veli sıfatına bürünmüş.
Sizlere Mevlana’mızdan bir misal vereyim…
Hazreti Mevlana bir gün hamam gider. Deriyle kemik haline bürünmüş vücudunu ovarken, kaburgaları ellerine dokunur. Bu sırada Allah’tan nida gelir: “Ey benim sevgili Efendim Celaleddin! Bu beden sana verdiğim bir ilahi emanet, orada gizli olan benim. Neden bakmadın, bu hale getirdin? Ne kadar zayıf düşmüşsün.”
Hazreti Mevlana bakın nasıl bir yanıt veriyor: “Bedenimde hem sen varsın, hem nefsim var. Nefsimin isteklerine düşmeyerek bedenimi bu hale getirdim. Ne kadar şükretsem az, seni aşikar gördüm. Eğer nefsimin isteklerine hürmette bulunsaydım, başıma belalar gelecek ve seni de göremeyecektim, senin için yaptım.”
İnsan kulaktan, hayvan ağızdan beslenir. Bir insanın işi ağırsa çoluk çocuğunun rızkını çıkarmak için, emaneti besleyecek ki, o yükü taşısın. Gereksiz yere bedenini fazla beslerse nefsini azdırır, kendine zarar getirir. Ruhi gıda her şeyin üstündedir. Hakk’ın güzellikleri ne kadar sunulursa sunulsun doyumu yoktur. Diğer güzellikler çabuk geçer.
Bu beden bir kafese benzer. Ruhaniyete yani, Hazreti Muhammed’in, Evliyaların güzelliklerine yönelir, Allah muhabbeti ile yaşam sürdürülürse, ruh kuş haline gelerek o kafesi alıp yücelere çıkarır. Maneviyata meyil verilmez, dünya varlıklarını düşünerek, sevgi dünyaya verilirse kuş yerine o kafese fareler dolar, toprak çeker, insan yücelemez.
Hazreti Mevlana’nın buyurduğu gibi, “Besleme şol tenini, tabuta büryan edersin; besle ruhaniyetini, semavata yücelesin.”
Nefsi gıda çok sunulursa vücutta gam yapar. Fazla yer içersen gaflet verir. Çünkü onların özü topraktır. Ruhani gıda ne kadar çok sunulursa ruh o kadar ferahlık bulur, ruhani sözlerin özü nurdur, seni aydınlığa sürükler.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (13)

Takdir, tedbirle bozulur mu?

Takdir-i İlahi, diyoruz… Cenab-ı Allah, bir şey takdir etti mi, o yerine gelir ama tedbirde kusur etmemek lazım. Tedbirde kusur edersen, başına bir kaza gelebilir.

Hazreti Ali’ye sormuşlar: “Dünyada senden yiğit var mı?”
“Var” demiş, “Ayakkabısını silkelemden giyen, evinin kapısını kilitlemeden uyuyan, köprünün ayaklarına bakmadan atla geçen, benden yiğittir.”

O devirlerde binalar tek katlıymış ve çok akrep bulunurmuş. Sabah ayakkabısını silkelemeden giymişse, içinde akrep varsa, sokar öldürür. Kapısını kilitlememişse, evine hırsız girip başına bir taşla vurursa, bi gayri hak gider. Yine köprünün ayaklarını kontrol etmeden atla geçmişse, eğer köprü onu zor taşıyacak durumdaysa ve bir de atla geçmeye kalkmışsa, kazaya atla gider. Bu yüzden tedbir şarttır.

Diğer taraftan, tedbirini bozacak takdiri ilahi var ya, o Allah ne işlerse, o tedbir işinde de güzel işler. Allah’ın çirkin işi yoktur.

Yunus’un dediği gibi, “Deme bu niçin böyle, o yerindedir öyle.”

Birinin başına çirkin bir şey gelirse onu Allah’tan değil, kendi nefsinden bilsin. Allah bütün kötülüklerden münezzehtir. Bunu sık sık söylüyoruz, Allah bela vermez. Kişi çirkin işlerde bulunur, büyüklerin sözünü dinlemezse, başına kaza, bela gelir, kişi belaya kendi gider. Gençlerimiz tecrübe sahiplerinin sözlerini dinlerlerse kazanca giderler.

Anne babalar, evlatlarından hiçbir menfaat beklemeyen, rüşvetsiz dostlardır. Sadece bir güler yüz, tatlı dil isterler. Daima çocuklarının aydın ve iyi olmalarını dilerler ama malesef çocuklar ana babaya çirkin hitaplarda, davranışlarda bulunurlar. Bir gün gelir iş işten geçer, çok pişman olurlar. Pişman olmadan her şeyi düşünerek yapmak lazım.

Zamanın birinde adamın çok asi bir oğlu varmış. Adam oğluna, “Sen adam olmazsın” demiş.
Çocuk tahsilini tamamlamış, gün gelmiş şehrin valisi olmuş. Babasını huzuruna çağırtıp. “Bak baba, adam olmazsın demiştin, ben vali oldum” demiş.
Babası, “Evet” demiş, “Vali olursun ama adam olamazsın. Senin büyüklere saygın yok.”

Bütün amaç, biraz edebiyata yönelmek, insanlık terbiyesi alarak, insan gibi yaşamak, insan gibi konuşmak, insan gibi bu alemden göç ettikten sonra rahmetle anılır olmaktır.