MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 32

🌹“Mevlâna ay ışığı gibidir; ancak aydan süzülüp geçmedikçe, varlığım, güneşinin ışığına gözler dayanamaz. Güneş’in nûruna ve parlaklığına bakışlar dayanamaz. Ay Güneş’e erişemez, Güneş Ay’a ulaşmadıkça.”

Ant olsun ki, Mevlâna’nın yüzünü görmek, bizim için mutluluktur. Hazreti Muhammed’i (s.a.v) görmek dileyen, gitsin Mevlâna’yı görsün. Rüzgârla dalgalanan çimenler gibi, kendini zorlamadan onun önünde eğilsin. Bunun aksine davranmak isteyen de, dilediği gibi yaşar. Mevlâna’yı bulana ne mutludur! Ben kimim? Ben bir kere buldum, ben de mutluyum. Eğer inancından kuşkun varsa, o, en kestirme yoldan kuşkularını giderir. Biz şüphemizden dolayı bunu istiyoruz ki, bir zaman ondan hoşlanasın; bir zaman da, sana soğukluk gelsin. Bu bir iş hesabı değildir, dostluk hesabı da değildir. Bu yol o tarafa giden kestirme yoldur.

Bugün mânâ denizinin dalgıcı Mevlâna’dır. Ben ise tâcirim. Yani o incileri alıcıyım.

Dostluk, Mevlâna’yı gördükten sonra nefsini öldürmektir. Ta ki, onu bir daha bulamadık, öldü desinler.

Kimdir o? Hayat kaynağı eş öldü dedi!

Kimdir o? Ümit söndü, ateş öldü dedi… 

Mel’ûn, dama çıktı yumdu bir an gözünü, 

Düşmandı ya o, Dosta “Bak, güneş öldü” dedi…

Allah’a andolsun ki, bizim elinden kapıp kaldırdığımız o yiğidi, Allah sonunda yine bizden alacaktır.

“Toprağımdan eğer buğday bitse, o buğdaydan ekmek pişirsen, kokusu tıpkı şarap gibi gittikçe artan bir sarhoşluk verir. 

Hamurunu yoğuran ve ekmek yapan, keyfinden dîvâneye döner, pişiren zevkinden mestâne beyitler okur. 

Eğer ziyaret için kabrime gelirsen dikkatle bak: sandukam karşında oynak görünür…

Kardeş! Kabrime gelirsen tefsiz, mûsikîsiz gelme; zîrâ Tanrı’nın derneğinde gamlı durmak yaraşmaz. 

Çenesi bağlı mezarında uyuyanın ağzı, o sevgilinin sunduğu afyonu çiğniyor… 

Eğer kefenimden bir parça alıp yırtsan, göğsüne taksan, rûhunda meyhâneler açılır, her taraftan gelen çeng sesleri arasında sarhoşların gürültüleri işitilir…

Her işten elbette bir iş doğar. Hakk beni aşk şarabından yaratmıştır. Ölüm beni ezse bile gene ben aşkım. 

Madem ki ben mestim ve aslım da madem ki aşk şarabıdır, sen söyle; şaraptan sarhoşluk ve keyf vermekten başka ne beklenir?…

Şems-üddin-i Tebrizî’nin rûhunun burcuna, bir an olur ki, rûhum uçar, gelmez.”

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 31

🌹“Âşıkın âhından gök yarılır, âşıkların iniltisi hor görülecek şey değildir. Felek, asıl âşıklar için döner.”

Dosta kim acır?

– Yine dost…

Kalk, biz de aşk ile hızlı hızlı dönelim…

Hastanın âhını kim duyar?

– Yine hasta…

Şefkatli baharın gözyaşları nerede? Gelsin, dikenin eteğini güllerle doldursun…

Amansız hazandan dinleyiniz; hazan:

– Lezzetleri yıkan zikri çoğaltınız, diyor.

(Hazreti Muhammed, Sıddık ile mağarada iken ona: “Mazlum olma; Allah bizimle beraberdir” dedi) İşte içinde ikinin ikincisi o olunca, mağara bile güzelleşir…

Âşıkın âhından gök yarılır, âşıkların iniltisi hor görülecek şey değildir. Felek, asıl âşıklar için döner. Kalk, biz de aşk ile hızlı hızlı dönelim…

Hazreti Muhammed’e, Allah: “Sen olmasaydın, gökleri yaratmazdım” niçin dedi?

– Bil ki, seçkin olan Ahmed, aşk madeni idi de onun için…

Gök, aşkın etrafında döner. Bu dönen kubbe, aşk için yaratılmıştır. Yoksa ne ekmekçilik için, ne demircilik için, ne orak biçme, ne de attârlık için yaratılmıştır.

Bu mundârın etrafında daha ne kadar dönüp dolaşacağız? Bir müddet de âşıkların etrafında dolaşalım…

Nerede o göz ki, kapıdan, duvardan başını çıkarıp canları görsün. Kapı, duvar, ateş, rüzgâr, toprak hepsi birer nükte söylerler, hikâyeler anlatırlar. Terazi, arşın ve mihenk gibi… Vakıa bunlar da görünüşte dilsizdirler, söylemezler ama pazarın hâkimidirler.

Ey âşık! Hadi, gökler gibi dön; susmuş fakat bütün söz kesilmiş olarak…

Ey sâkî! Gözyaşlarıma, bahar bulutu gibi gül dök, şarap getir. Tövbemiz henüz dürüst değildir, benim kırık gönlümden elini çek.

Ey sâkî! Kadehi durmadan sun ki, canımı önüne saçayım; aşkta bir kadehi içip boşaltıncaya kadar kanlı gözyaşlarıyla kucağımı doldurayım; aşk yolunda her gün gök gibi yeni işe başlayalım… Ooh… Bu ne güzel başlangıç, bu ne güzel iştir…

Şarabın tortusu ve gönül derdi benimle arkadaş, şarabın tortusu ve gönül derdi bu ikisi de yârin gamıyla arkadaştırlar…

Bu külhânda başım önümde, tövbe ve istiğfârdan vazgeçmişim; kilisenin kuytu bir yerinde, âşıklar dersini veriyorum. Minberin ayağını direğin başına astım. Ben fânîyim, bütün hiçim ama bâkîyim. Duvar suretindeyim ama sırf rûhum.

Ey sâkî! Gönlümden bir âh çeksem bu âhımın sesi, sende de yankılanır. Bizim şarabımızı sen başka bir kadehten ver. Zîrâ biz ne mestiz, ne ayık… Âşıkların bulunduğu yerin ucubucağı, dibi yoktur. O, kâbenin de meyhânenin de üstündedir. Âşıklar eğer dostsuz bir nefes alsalar, hırkaları da tesbihleri de zünnâr olur.

Biz hepimiz bu yolun susamışlarıyız; aynı zamanda da kalender gibi candan doymuşuz. Aşkın mestiyiz; uzun bir yola, çetin bir geçide yüz çevirmişiz; sofrada azık kalmamış, binek atı tâkâtten düşmüş, sahrâ karanlık, yürünecek yol uzun, öyle sonsuz bir yol ki, her saat onun binlerce ve yüzbinlerce fedâisi var…

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 31

🌹“Ey can! Acaba kim olduğundan haberin var mı? Ey gönül! Sendeki konuğun kim olduğunu biliyor musun? Ey beden! Sen her hileye bir yol arıyorsun. Seni kendine çeken odur, seni arayanın kim olduğunu anla!”

Gökten cana nîdâ geldi:

“Ey Hakk’tan gelen! Geri dön; Essâlâ…

Can dedi ki:

“Ey seslenen sevgili! Ehlen ve sehlen, merhaba…”

Kulağım sesini duydu, istiye istiye uydum, her anda sana yüzlerce canım fedâ… Bir kere daha seslen ki; ‘Hel etâ’ ya uçayım. Ey eşsiz misafirimiz! Canımdan durup dinlenmeyi aldın. Bilmem ki, biz seni nereye davet edip de oturtalım?…

Nîdâ eden cevap verdi:

“Nereye mi? Candan ve yerden dışarıya. Ben bu zindandakilerin ayağından, ağır bağı çözüp çıkaracağım. Göğe bir merdiven dayayacağım, o merdivenle can yükseğe çıksın. Sen ki, cana can katan bir cansın, bizim şehrimizdensin; bizden olduğun hâlde gönlünü garipliğe bırakmışsın. Vefâkarlığın şartı bu mudur?”

Sana boşgezenlik tatlı gelmiş, evini barkını unutmuşsun. Bâbil şehrinin kokmuş ihtiyar büyücüsü hile ile seni büyülemiş. Bak, ârifler o merhaleye doğru kafile kafile ve üst üste koşuyorlar; nasıl oluyor da sen bunlara başını dönüp bakmıyorsun? Nasıl oluyor da onların ayağından kopan toz başına konmuyor? Bıraktıkları çamur ayağına sürünmüyor? Kervancıların kervan çıngıraklarının önden ve arkadan gelen seslerini nasıl oluyor da duymuyorsun? Sözümüzü, sohbetimizi anlıyan nice arkadaş burada kulağımızın dibinde oturmuş, yine nice halk burada bizim sarhoşumuz, bizim hayranımız olmuş, neşeler içinde nârâ atarak kulağımıza:

“Daha ne zamana kadar padişâhlar dilenci olacaklar?…” diyorlar.

Ey sevimli nîdâ! Ey âşıkların ilkbaharı! Sende sevgili yârimizin haberi var. Çimenler seninle gebe, bağlar seninle gülüyor… Siz ey hoş nefesli rüzgârlar! Âşıkların feryâdına yetişin. Ey candan ve mekândan daha temiz olan sen! Bilmem ki, nerede idin, nerede? Ey Ruma, Habeşe, fitne olan! Senin güzel kokuna hayran oldum. Sen Yusuf’un gömleği misin? Yoksa Cenâb-ı Mustafa’nın hırkası mısın?

Ey doğruluk ırmağı! Sen sevgilimizin nehrindensin, sinelerde Tûr-u Sînâ’sın, sen canlara can katarsın. Senin sözün de sohbetin de hoş, senin her hâlin, her şeklin de hoştur. Zaten aylar, yıllar senin kölendir. Yoksa sen baştan başa bütün can mısın? Yoksa sen zamanın Hızır’ı mısın? Yoksa Âb-ı Hayat mısın? Bizdeki büyüyüp gelişmeler hep sendendir…

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 30

🌹“Aşkta arzuyu bırak, ârı, adı, sânı terket. Her iyiye altın gözü ile bak, cefâya vefâ, de… Sevgili, çektiğim gamdan ötürü, elimin ucunu tutsa, artık benim için gökteki sidreden yere düşmek korkusu yoktur.”

Kim bizi iyilikle anarsa, o da cihanda iyilikle anılsın…

Bir kimse biri hakkında iyi derse, o iyilik, o hayırla anış, ona ait olur, hakîkatte o övmeyi, o teşekkürü kendine eder.

Bu neye benzer?

Meselâ bir adam, evinin etrafına gül reyhan diker, her bakışta gözünün önünde güllük ve reyhanlık görür, hep cennet içinde kalır…

Şuna buna iyi demeyi huy edinince ve bir kimsenin iyiliğiyle meşgul olunca, o kimse onun sevgilisi olur ve onu anınca, sevgilisini anmış olur. Sevgilisini anmak, gül ve gülistandır, güzel kokulu çiçeklerdir, reyhandır ve rahatlıktır…

Birinin fenalığını söyleyince, o kimse onun nazarında sevilmemiş olur. Onu anınca, hayali önüne gelir; yılan, akrep ve dikenlerin hep birarada gözünün önüne gelmesi gibi…

Şimdi madem ki, gece ve gündüz gül, gülistan ve cennet bahçelerini görebileceksin, niçin dikenler ve yılanlar arasında kalıyorsun?…

Şimdi Tanrı velîlerinin herkesi dost tutmaları ve iyi görmeleri başka bir şey için değil, kendileri içindi. Hoşlanmadıkları ve sevmedikleri hayal gözlerinin önüne gelmesin, diye böyle yaptılar.

İnsanların anılması ve hayallerinin göz önüne gelmesi tabiidir. Velîler insanları anmakta, hep sevilenin ve istenilenin hayali gözlerinin önüne gelmesine çalıştılar. Ta ki, sevilmeyenin verdiği tiksinme, yollarını karıştırmasın…

Şu hâlde halk için, iyilik ve kötülükten her ne yaparsan, sana ait olur.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 29

🌹“Hasan Dede derler bana; sır küpüyüm ben, bilmez Hakk yolunda olmayan hâlimi. Ali yolunun ârifiyim ben, bilmez şerîatta gezen benim ilmimi. Gönül şehriyim ben, beni sevmeyen bilmez hâlimi. Şâh âleminin kâtibiyim ben, yazmayan bilmez hâlimi. Can pazarıyım ben, satmayan bilmez değerimi. Gül bahçesiyim ben, bahçevan bilir rengimi. Yolda tökezlemem ben, çekerler dünya tümseklerini. Mevlâna’ma baş kesmişim, onun temsilcisiyim ben.” 

Ona aşkla mürid olan, onun yardımıyla Hakk yolunu aştı gitti. Melek gibi göğe yüceldi; Hakk’a canla gönülle, ben seninim dedi.

O nûr, ne doğudandır, ne batıdan: iki âlem de onunla onarılmıştır. Gök de onunla diridir, yer de; güneş, onun bağışıyla parlar, ışık verir.

Gök, Ay, yıldızlar, onun yüzünden dönerler; onun işleri yüzünden halkın başı dönmüştür.

Şu hâlde delille de, anlatışla da apaçık belli ki dünyanın canı, velîlerdir.

Gök, insanların bedenlerinin üstünde; gök dilenen, istenen; insanların bedenleriyse onu dileyen, isteyen.

Bunun aksine erenlerin rûhları,binlerce âleme, binlerce göğe hâkim; melekler bile onlara gıpta etmekte.

Gökler, onların buyruğuyla dönüyor; istemezlerse onları dürüverirler onlar.

Onların her şeye güçleri yeter; dervişler hâkimdirler, Allah nâipleridir onlar.

Suretleri küçücektir, arıktır ama canları büyüktür yücedir.

Güneş, bir zerrede gizlenmiştir: deniz, bir katrede yürür gider.

Yüzlerce deniz de senin küçücük iki gözünün nûruna sığmıyor mu?

Aparı nûr, o küçücük yerde coşup dalgalanmada.

Dalgaları göğe yücelmede, dağları, ovaları, çölleri kaplamada.

A bilgili er, denize benzeyen o nûr, senin küçücük gözüne sığarsa, Rabb’in inâyetiyle denizlerin, bu kalıba sığmasına şaşılır mı ki?

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 28

🌹“Kimi âşık görürsen, onu mâşuk bil. Zîrâ o, aşka nisbetle hem âşıktır, hem de mâşuktur.”

Âşık mâşukuna meyli olduğu gibi mâşukun da âşıkına meyli vardır. Her iki tarafta meyil ve istek olduğu içindir ki mâşuk, âşık olur. Şüphesiz ki her ikisi de aşk kelimesinden müştâkdırlar. Şu hâlde hakîkat özüyle bakarsan ikisi de aşktır. Aşk bazen isteyen oldu, bazen istenilen. Bazen kendi seven oldu, bazen de sevilen. Bu sırdan haberdâr olmasını istiyorsan haydi; bir dilbere gönül ver ve önünde öl.

🌹“Âşıkların hayatı ölmektedir. Gönül vermedikçe gönül bulamazsın.”

Sen nesin? Denizin yüzündeki su habbecikleri gibisin. Hakîkatte sen sudan başka bir şey değilsin. Rüzgâr seni sudan dışarı çıkarmıştır. Sendeki bu taayyünü, hakîkatte sana rüzgâr vermiştir. Git öl! Varlık rüzgârını rüzgâra ver ki, deryâ olasın da her murada eresin. Âşıkın ölümü o bildiğin ölüm değildir, su habbeciklerinin ölümüdür. Su habbecikleri ölmekle suya dalarlar. O deniz öyle bir denizdir ki, ummanda gark olmuştur.

🌹“Ben öyle bir aşka dalmışım ki evvel âhir gelenlerin aşkı, benim bu aşkımın içinde gark olmuşlardır.”

Mâşuk, aynı zamanda âşık; âşık, aynı zamanda mâşuktur. Bu, Kur’ân’ın tebliğiyle sabittir. Kur’ân diyor ki, “Yûhibuhûm ve yûhibbunehû – Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler.” İlk önce Allah âşık oluyor, iyi kullar mâşuk oluyorlar. Sonra iyi kullar âşık oluyorlar, Allah mâşuk oluyor. Güzeller, âşıkları canla başla severler. Bütün mâşuklar, âşıklara avlanmışlardır. Kimi âşık görürsen, bil ki o mâşuktur. Çünkü o, âşık olmakla beraber mâşuk da onu sevdiğinden ötürü mâşuktur da.

🌹“Bu beşerî vasıflardan kurtarıp sana mânâ kapısını açtılar mı, kanatlarını çırpmaya bak ki seni Şâh’a lâyık doğan yapsınlar.”

Gevşek davranma, araştırmakta çevik ol, ırmak gibi o denize koş. Ne istersen elde edersin ama, bunun için sana bir velînin dostluğu ve himmetinin yardımı gerektir. Sen bir selsin, o velî akar bir ırmaktır. Irmağa ulaştın mı kendini artık denizde bil. Çünkü o ırmak, denize ulaşmıştır. Sahrâda olsa bile, bu sahrâda çok muhâtarâlar vardır. Sen ırmaksız denize nereden ulaşacaksın?

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 26

🌹“Dün aşk, bana, ben tamamen nazım; ben naz ettiğim an, sen de tamamen niyâz ol, dedi. Sen nazı bırakınca tamamen niyâz olursun, ben de kendimi senin için tamamen niyâz yaparım.”

Her gün sabahleyin size sâlâ olsun… Şâhın, o Mûrteza Şâhın oturduğu yerde, gönül iki elini bağlayarak huzûrunda dîvân durur; Şâhın eliyle, sayısız altınlar, nimetler bağışlar; öyle nimetler ki, aşk mesîhinin eli o vergilerle nasîb dağıtır; ölüye muhakkak saadet, hastaya muhakkak şifâ verir…

Can; cihan durdukça, ebedîyen onun şarap kasesinin sarhoşudur. Gönül, cismin sofrasına, bizim payımız olan şarap kâsesini arasıra koyar da ten: “Ten tenen…” nağmeleriyle oynamaya başlar… Can, zaten o yokluk ve fânîlikte harâb ve sarhoştur… Cennet aşkın nazından ve safâsından dirildi. O hükmün verildiği yerde, akıl kadısı da sarhoştur. Hepsi gelirler akıl üstâdından sorarlar:

“Bu büyük fitne İslâmın arasına niçin düştü?”

Akl-ı küll müftüsü, bu soruya şu fetvâ ile cevap verir:

“Bu ancak kıyâmettir; ister kabul et; ister etme!”

O zaman, bütün incileşmiş canlar mekânsızlık denizinden canların incilerini, mercanlarını saçarlar… Aşk hâtibi, elinde Zülfikâr, vuslat bayramının yerinde görünür, o şahsın şükrânlarını sunar… Aşk sarayının mahremiyet perdesindeki seçkinlerin en ileri gelenleri sarayın kapısında, onu görmek hevesiyle dizi dizi otururlar… O şâh perde arasından onlara bakınca hepsinden: “Merhaba!” nârâları yükselir… Şâhın göğsü dışarıya bir parıltı göstermek ister, fakat o göğsün parıltısı göklere de sığmaz…

Dört unsur, bu varlık çömleğinde kaynaşırlar… Ne toprağın, ne ateşin, ne suyun, ne havanın kararı vardır. Bazen toprak, kendi hevesiyle otlara bürünmüştür. Bazen su, bu sevgi için hava olmuştur; su, birleşme yolunda ateş olmuş, ateş de aşkından bu fezâda hava olmuştur. Hâsılı rukûnler (unsurlar), damataşı gibi bir evden bir eve dolaşır dururlar. Neden?..

“Neden olacak, Şâhın aşkından ötürü; yoksa sizin gibi oyun oynamadan ötürü değil…”

Ey habersiz gâfil! İleri yürü; anla ki, su sana berraktır, duru berraklığıyla balçık bulanıklığından seni kurtarmak içindir. Çünkü su, berraklık vasfını ister; o ise, senin ziyâ denizine kavuşmanla ancak mümkündür.

Âdemden yüzünü çevirirsen –o Allah’sız değildir- Allah’ın elinden şeytan gibi uzaklık taşını yersin. Evet, o Allah değildir ama, Allah’ın kibriyâlık sırlarından bu bir adet olarak görünmüştür. Âdemin huzûrunda can ve gönülden gösterişsiz, doğrulukla Hakk’ın emrine uyarak bedeninle bir secde edersen, artık ondan sonra yüzünü kıbleden ne tarafa doğru çevirirsen, senin gönlünden ötürü, Kâbe o tarafa döner.

Hakk yolunda ben derlenmiş, toplanmış olmazsam, vefâsız arkadaşlar nasıl derlenip toplanırlar? Bir evin duvarları muntazam ve yerli yerinde olursa, o evde oturacaklar da, orada toplanır otururlar.

Ey akıllı! Bir kese ki, dibi yırtık olur, ağzı da derlenip toplanmazsa o kesede parları ben nasıl biraraya getirip toplarım?

Fakat ben nasıl derli toplu oturabilirim ki bugün o büyükler topluluğunun başı Şems-ül Hakk, Tebriz’de (o ateş saçan yerde) oturmaktadır.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 25

🌹“Gayb âleminin suvârisi geçip gitti, bir toz kalktı; o yerinden gitti ama kopardığı toz hâlâ yerinde. Sen dosdoğru bak, sağa sola dönüp bakma! Onun tozu burada, fakat kendisi ölümsüzlük âlemindedir.”

Âgâh ol ki, velîler zamanın İsrâfilidirler. Ölüler, onlardan can bulur, gelişirler.

Ölü canlar, ten kefenlerine bürünmüş yatarlarken onların sesinden sıçrayıp kalkarlar.

Derler ki, bu ses, öbür seslerden başkadır. Çünkü diriltmek Allah sesinin işidir.

Biz öldük, tamamiyle çürüdük. Fakat Allah’ın sesi gelince hepimiz dirildik, kalktık.

Allah sesi ister örtü ardından, ister örtüsüz gelsin, Cibril vasıtasıyla Meryem’e yakasından üfleyerek ne verdiyse, insana onu verir.

Ey derileri altında yokluğun çürütüp yok ettiği kimseler! Sevgilinin sesiyle yokluktan dönüp tekrar varolun.

O ses, Allah kulunun boğazından çıksa da mutlaka Padişahtan gelmektedir.

Allah ona dedi ki; “Ben senin dilin ve gözünüm, ben senin hislerin, memnûniyet ve öfkenim.

Yürü! Benimle işiten, benimle gören sensin. Sır sahibi olmak da ne demek. Sen sırrın ta kendisisin…

Sen madem ki hayret âleminde Allah için olmak sırrına erdin, ben de senin olurum. Çünkü, ‘Kim Allah’ın olursa, Allah da onun olur.’

Sana bazen sensin derim, bazen de benim derim. Ne dersem diyeyim, ben parlak bir Güneşim…

Her nerede bir çırağlıktan parlasam, orada bütün bir âlemin müşkülleri çözülür.

Güneşin bile gideremediği, aydınlatamadığı karanlık, bizim nefesimizle kuşluk vakti gibi aydınlanır.

Her nereye hoşa gitmez bir karanlık çöktüyse, bizim parıltımızla orası kuşluk vaktinin Güneşi gibi olur.

Âdem evlâdına, isimlerini bizzat gösterdi. Diğer varlıklara, isimler Âdem’den açıldı.

Nûrunu, istersen Âdem’den al, istersen O’ndan; şarabı dilersen küpten al, dilersen testiden.

Çünkü bu testi, küple adamakıllı birleşmiştir. O iyi talihli testi, senin gibi görünüş zevkleriyle değil, hakîki neşe ile safâlanmıştır.

Cenâb-ı Mustafa: “Beni görene ve benim yüzümü gören kişiyi görene ne mutlu” dedi.

Bir mumdan yanmış olan çırağı gören, yakînen o mumu görmüştür.

Böylece o mumdan yakılan çırağdan başka bir çırağ, ondan da diğer bir mum yakılsa ve ta yüzüncü muma kadar, hep o ilk mumun nûru intikâl etse, sonuncu mumu görmek, hepsinin aslı olan o ilk mumu görmektir.

İstersen o nûru, son çırağdan al, istersen can çırağı olan ilk çırağdan, hiç farkı yoktur.

Nûru, dilersen son gelenlerin mumundan gör, dilersen geçmişlerin mumundan…

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 24

🌹“Akıl, fen öğrenmek ister. Aşk, şevk meşk ister. Akıl, namus vakar ister. Aşk, âşıkları perişan hâl etmek ister. Akıllılar, şöhret ve nâm peşindedirler. Âşıklar, olan biten âleminden yücedirler. Akıllılar, rütbe ve mal kaygısındadırlar. Âşıklar, Allah şarabı kadehinin sarhoşudurlar. Aklı bırak, aşkın istediği üzere yürü. Aklının iki gözüne toprak saç… Âşık Hasan Tanrı nûrunda yok olmuş, o nûr ile kendini donatmış, sevenlerine canân olmuştur.”

Şu aşk, başına bir tabla almış, sokak sokak geziyor; nerde bir ölü varsa hilesiz, düzensiz diriltivereyim onu diye bağırıyordu.

Diyordu ki: Keremimden, lütfumdan gezip duran, akan, fakat tükenmeyen bir sofra kesildim; nerde bir yüzsüz dilenci ki gelsin, soframdan çıkınını doldursun.

Seni gâh incilere gark ederim, gâh zehirlere; tanı beni, bil beni artık, elimde âdetâ bir kilesin sen.

Bana bir habbe gelse de teslîm olsa onu altınlarla dolu yüzlerce maden hâline getiririm; yalçın bir tepe olsa tutar, uçsuz bucaksız bir deniz yaparım onu.

Senden yokluk, benden kerem. Senden razı olmak, benden kısmet vermek. İpekböceğinin bile önüne yüzlerce atlas korum, ona bile yüzlerce ağır kumaşlar ihsân ederim.

Her an ümitsiz bir hâle düşene öylesine bir harman veririm ki ne ekmiştir, ne biçmiş. Her an dervişe öylesine bir yakınlık ihsân ederim ki bunu elde etmek için ne savaşmıştır, ne çileye girmiş.

Şekerkamışının daracık gönlüne şeker kaynağını akıtırım; akla fikre güzel, hoş düşünceler getiririm.

Din yolunda at süredur, fakat atın sakatlandı mı meraklanma; arık bir at yerine her yanda bir yılkı bulursun.

Sus, böyle değildir deme, Tanrı’nın ihsânından başka bir şey arama; razılık helvası, helva kazanından coşup ateşlere dökülüyor.

Sevgilinin nûruyla her zerreyi yakîyn nûru gör; eğer söylemede bir zevk olsaydı her zerre söze gelirdi, söyler dururdu.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 23

🌹“Zülfünün yüzünden gönlümün ayağı çukurdadır. Çünkü zincir gibi halka halka birbirine girmiştir. Zülfünü yakalayınca hemen elime sarıldı, bırak dedi. Sus, dedim, bugün tutunacak gündür.”

O açıklayıcı imam, o Tanrı velîsi safâ ehlinin vücut güneşidir. Yerde, gökte, mekânda, zamanda Hakk’la duran o imamın zâtî, iç ve dış temizliğiyle vasıflanmak vâciptir. Çünkü küfürden, ikiyüzlülükten kurtulmuştur, temizdir…

Onun konağı birlik âlemidir. Dünyevî ve beşerî sıfatlardan dışarıdır. O, insanın hakîkati ve canı gibiydi. Her şey fânîdir, fakat can yaşar, ölmez. Onun hareketi kendinden diri olan ezelî varlıktandır. Bekâ çevresinde döner dolaşır, yaratıkları yaratanın zâtı gibi o bâkîdir. Hakk’ın yüksek sıfatları Ali’nin vasfıdır. Hakk’ın sıfatları zaten ayrı değildir. O, Tanrı’nın zâtine yapışmış o olmuştur. Hani duyduğun lâhutun o gizli hazinesi yok mu; işte o odur. Çünkü o, Hakk’tan Hakk’la görünmüştür. O hazinenin nakdi, tükenmez ilimdi. İşte o ilimden maksûd, yüce Ali’dir. Hakk’ın hikmetini ondan başka kimse bilmez. Zîrâ o hâkimdir, her şeyin bilginidir.

İbtidâsız evvel o idi, sonsuz âhir de o olur. Peygamberlere yardım eden o idi, velîlerin gören gözü de hakîkaten odur. Yüzünün nûrlu parıltısı, kendi ziyâsından bir güneş yarattı. O, Hakk iledir; Hakk ondan görünür. Hakk’a ki, o Hakk ile ebedîdir.

Âdemin toprağı onun nûrundan idi. O sebeple meleklerin tacı oldu; Allah’ın isimleri ondan belirdi. O temiz ve yüce imamın ilmi sayesinde, Âdem, her şeyi anladı. O nûr tek olan yaradanın nûru olduğu içindir ki, melekût onun huzûrunda secde ettiler. Evet, muhakkak ki, Âdem, o imamın nûriyle bütün ilâhî isimleri bildi…

Şit, kendinde Ali’nin nûrunu gördü ve yüksek âlemi öğrendi. Nuh, kendini yüksek menzîle ulaştırıncaya kadar, istediğini hep ondan buldu. Yine ondandır ki kurtuluşa eren Nuh, dehirde gayret tufanını buldu da belâdan kurtulmuş oldu. Halil Peygamber, dostlukla onu andı da, ateş ona al lâle oldu. Nemrud’un ateşi, o Allah’ın dostuna hep gül, nesrin, lâle oldu. Yine o idi ki, keyfiyle kendi koyununu İsmail’e kurban etti. Yusuf, kuyuda onu andı da o saltanât mülkünü süsleyen tahtı buldu. Yakup, onun önünde birçok inledi de Yusuf’un kokusunu alıp gözleri açıldı. İmran’ın oğlu Musa, onun nûrunu gördü de uzun geceler hayran kaldı. Kırk gece kendinden geçti; kavuşma ve görüşme zevkine daldı. Sonra dedi ki: Yâ Rabbi! Bana bu lütfundan bir alâmet ver.

Hakk ona işte sana (Yed-i Beyzâ) nûrlu eli verdim; dedi.

Yine Ali’nin vergisidir ki, Meryem’e arkadaş oldu da İsa vücuda geldi…

O şerîatte ilim şehrinin kapısıdır. Hakîkatte ise iki cihanın beyidir. İki cihanın sultanı Muhammed, Hakk’a yakınlık gecesinde, Allah’a kavuşmanın harem yerinde onun sırrını gördü. Ali’nin nutkunu, Ali’den dinledi. Ali ile birleşilen o yerde Ali’den başka bulunmaz.

Allah yolunda gidenler isteyicidirler; Ali istenilendir. Söyleyenler söylerler, susarlar. O, susmaz, söyler. Ebedî ilim, onun göğsünde parlayıp göründü. Vahyolunanların sırlarını, o hakîkat olarak bildi ve bildirdi. Ümmetlere haykırdı:

– Allah yolunda Ali, sizin kılavuzunuzdur.

Allah’a içi doğru olanlar yüzlerini ona çevirmişlerdir. Zîrâ o şâhtır, doğru yolu gösterendir, efendidir…

O, bütün Peygamberlerin sırrında idi. Cenâb-ı Mustafa: – Benimle açıkça beraber bulundu, dedi.

Dinde evvel, âhir o idi. Allah ile içli, dışlı o idi…

İşte bunları söyledim ki, bu yüksek mânânın nüktesini öğrensin de yüksek velâyete eresin. Sence apaçık bilinsin ki, hakkiyle yüce olan odur.

Ey efendi! Benimle boşuna kavga etme. Bu böyledir. Hakîkat budur ki, biz hepimiz zerreyiz, güneş odur. Biz hepimiz damlayız, deniz odur.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…