🌹KUR’ÂN VE HADÎSLER IŞIĞINDA HASAN ÇIKAR DEDE SOHBETLERİ / 13

“Kur’ân-ı Kerîm, en büyük zikirdir, öyle değil mi Hasan Dede?”

Bütün bu kâinatta ne varsa, hepsi Hazreti Muhammed Efendimizin dilinden, Kur’ân-ı Kerîm’de insanlık âlemine sunulmuştur. Bu nedenle bir mânâ ehli, Kur’ân-ı Kerîm’i ne kadar tefsîr etmeye çalışırsa çalışsın, sonunu getiremez. Çünkü ne kadar varlık varsa bu âlemde hepsini yazması gerekir.

“Varlığımızın delillerini, kâinattaki uçsuz bucaksız ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur’ân’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şahit olması yetmez mi?” (Fussilet, 53)

Misâl olarak, İsmail Hakkı Ankarevî, kendisi çok büyük bir âlimdi, Fâtihâ sûresine mânâ vermeye kalkmış ve üçyüz küsûr sayfa yazmış. Sonra dönüp yazdıklarına bakmış, görmüş ki daha hiçbir yerde değil, yani daha Fâtihâ’nın başında; tutmuş kalemi kırmış. “Niye kalemi kırdın?” diye sormuşlar, şu cevabı vermiş: “Lâzım gelir ki, tüm kâinatı yazayım.” Yani düşünün bir defa, Fâtihâ sûresinin sadece bir âyetinin bile ne kadar derin mânâsı var.

“Rahman ve Rahim Allah adına, hamd ederim yâ Rab, bütün âlem senin…” (Fâtihâ, 1)

“Kur’ân okumak insanlara şifâ verir mi, ya da tekâmül ettirir mi?”

Kur’ân-ı Kerîm, hakîki mürşittir. Büyüklerimizin şöyle bir sözü vardır:

“Mürşid-i kâmil istersen, Hazreti Kur’ân yeter. Devlet bulmak istersen, kanaat yeter. Nasihat istersen, ölüm yeter. Bunlar da yetmez ise, nâr-ı cehennem yeter.”

Bizim muhabbetlerimizin hiçbiri Kur’ân dışı değildir. Kur’ân-ı Kerîm’in her bir harfi nûrdur, çünkü Hazreti Muhammed Efendimizin dilinden söylenmiştir. Yolcu, eğer bu muhabbetleri can kulağı ile dinler ve benimserse, çok güzel yol alır. Fakat burada dinler de buradan ayrılınca yine kendi aklıyla hareket eder, nefsinin arzuları peşinde koşarsa, hiçbir şekilde yol alamaz.

“Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, kalblere bir şifâ ve inananlar için bir yol gösterici, bir rehber ve rahmet olan Kur’ân geldi.” (Yunus, 57)

(Bu yazı, “Hasan Çıkar Dede’nin Dilinden Kur’ân ve Hadîsler Işığında Mevlâna Sohbetleri” isimli derlemeden alıntılar yapılarak hazırlanmıştır.)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

🌹KUR’ÂN VE HADÎSLER IŞIĞINDA HASAN ÇIKAR DEDE SOHBETLERİ / 11

“Cenâb-ı Peygamber Efendimiz, bir hadîs-i şerîfinde buyuruyor ki: ‘Rabbini zikredenlerle, Rabbini zikretmeyenlerin misâli, diri ve ölü gibidir.’ Ve bir gün de Ashâb-ı Sûffe’sine, ‘Şehid olmaktan hayırlısını size haber vereyim mi?’ diye soruyor. Onlar, ‘Evet, yâ Resûlallah’ deyince de, ‘Allah’ı zikretmek şehâdetten de üstündür’ diye buyuruyor. Allah’ı zikretmek insanda nasıl bir tesir yaratıyor ki, Cenâb-ı Resûlallah, Allah’ı zikretmeyi şehid olmaktan da üstün kılıyor?”

Allah’ın ismi aşktır, cismi ise Muhammed’dir. Allah’ı zikretmek ve O’na yönelmek, hakîkatte Hazreti Muhammed’e yönelmek ve Hazreti Muhammed’i zikretmektir. Hazreti Muhammed Efendimizin bütün varlığı Allah’a aittir.

“Ey Muhammed! Şüphe yok ki sana katımızdan bir zikir verdik.” (Tâ Hâ, 99)

Şöyle bir dil de sarfedilmiştir: “Bir âlimin mürekkebi, şehid kanından daha üstündür.” Neden? Çünkü âlim, Hakk’a yüz tutmuştur, Hakk’ın sıfatını taşımaktadır. İnsanlara Hakk’tan bilgi sunmaktadır ve onları karanlıklardan aydınlıklara götürmektedir. Bu yüzden onların mürekkebi, şehid kanından daha üstün tutulmuştur.

“Sizi uyarması  ve sizin de ona karşı gelmekten sakınıp rahmete ulaşmanız için, içinizden bir insan aracılığı ile Rabbinizden size bir zikir gelmesine şaştınız mı?” (Arâf, 63)

Bir Allah âşığının, yani Hazreti Muhammed’in âşığının da rûhu ve bedenindeki o ışık, o nûr da Hazreti Muhammed’in ışığıdır, O’nun nûrudur. Hazreti Muhammed, bütün nûrunu âşığında gösterirse, hâliyle Allah’ı zikreden bu kişi, şehitten üstündür.

“Kim, Peygambere itaat ederse, işte onlar, kendilerine nimet verilmiş olan peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.” (Nîsa, 69)

“İnsanın, altı cihette Cenâb-ı Hakk’ı seyretmesi zikir değil midir? Ya da Cenâb-ı Hakk’ı tefekkür etmesi zikir değil midir? Zikir nedir?”

Üç türlü zikir vardır: Birincisi cehrî zikir, sesli zikredilir. İkincisi hâfî zikirdir, sessiz zikredilir. Üçüncüsü ise kalbî zikirdir, adı üstünde kalbi zikir. Kalb, hakîkatte doğduğumuz günden itibaren daima ‘Allah’ diye zikretmektedir.

“Allah, sizi analarınızın karnından siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalbler verdi.” (Nâhl, 78)

Allah’ı her yerde görmek ancak âşığa mahsustur. Çünkü âşık, nereye giderse gitsin Sevgilisiyle beraberdir, nereye bakarsa baksın Sevgilisiyle bakmaktadır. Çünkü âşığın her zerresini Mâşuğu kaplamıştır, yani o her an zikirdedir.

“Davete, ancak bütün kalbleriyle kulak verenler uyar.” (Enâm, 36)

(Bu yazı, “Hasan Çıkar Dede’nin Dilinden Kur’ân ve Hadîsler Işığında Mevlâna Sohbetleri” isimli derlemeden alıntılar yapılarak hazırlanmıştır.)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

KUR’ÂN VE HADÎSLER IŞIĞINDA HASAN ÇIKAR DEDE SOHBETLERİ / 1

🌹BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Besmele, “Allah’ım senin adınla başlıyorum” demektir.

‘B’ harfinin okunabilmesi için altına bir nokta koymak lâzımdır. ‘S’ harfinin okunabilmesi için de üç nokta koyulur. Yani hep nokta ile bağlanıyor. Nokta, elif oldu. Elif, gökte güneş oldu. Elif, ay oldu, yıldızlar oldu. Elif, dünya oldu. Elif, Allah oldu, Muhammed oldu, hep elif yazıldı.

Kur’ân, baştan aşağı nasihattir ve dünyadaki varlıkları söyler. Nasıl söyler? İnsanla söyler. Kur’ân, kendi kendine hiçbir şey söylemez. Kur’ân, insanla dile gelir. Kur’ân, Allah kelâmıdır, fakat Allah, rüzgârla, bulutla, güneşle dile gelmedi. Allah, bu güzel kelâmları bir benî âdemin dilinden söyledi. Kimdi o benî âdem? Hazreti Muhammed Efendimizdi. O, içindeki kudrete ‘Allah’ ismini verdi ve her an her dakika Allah’ı zikretti.

“Kur’ân okumak ve Allah’ı zikretmek 

imanı kuvvetlendirir.”

(Hadîs-i Şerîf)”

Hazreti Muhammed, Hakk ile Hakk olmuştu, Allah’ın dışında hiçbir varlığı yoktu. O’nun vücudundan işleyen Allah’tı. Allah, teblîgatları ve bilgileri O’nun vasıtasıyla insanlara bildiriyordu. Bu sebeple, Hazreti Muhammed’i sevmek, Allah’ı sevmektir. Hazreti Muhammed’in dışına çıkmak, Allah’ın dışına çıkmaktır.

Bir insan, iman sahibiyse, Resûlüne ve Kitab’ına bağlı ise, Kur’ân onunla dile geldiği için o insan, canlı Kur’ân’dır.

Allah’ın bütün güzellikleri insanla dile gelmiştir. Hazreti Muhammed’i, Hazreti Mevlâna’yı, bütün Pîrân Efendilerimizi ve Evliyâullah’ı sevip saymak, Allah’ı sevmektir, Allah’ı saymaktır. Onlar kalabalık görünürler ama hepsi bir mânâyı taşırlar. Hepsinde Hazreti Muhammed Efendimizin kokusu vardır, hepsinin dilinde aynı tat vardır.

Bizler, Hakk’ı gayrıda aramayalım; bu âlemin fâtihi ve hâkimi insandır.

“Şüphesiz, biz sana apaçık bir fetîh verdik.”

(Fetîh, 1)”

(Hasan Çıkar Dede’nin Dilinden Kur’ân ve Hadîsler Işığında Mevlâna Sohbetleri)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 54

ALLAH’I ZİKRETMEK…🌹

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Bayezid-i Bestamî Hazretlerinin bir hikâyesi var, şöyle ki: Bayezid-i Bestamî Hazretleri, Hacca gitmeden önce bütün o civardaki velîlerin evlerini dolaşmış. Hepsinden destûr istemiş. 

İçlerinde bir doksan yaşlarında bir velî varmış. Bayezid-i Bestamî Hazretlerine sormuş: “Kaç para ayırdın sen bu işe?” 

O da demiş, “Şu kadar.” 

Bunun üzerine velî demiş ki: “Sen gel o parayı benim postumun altına koy. Benim etrafımda yedi kere dön. Çünkü Allah, o evde bir defa doğdu ve oradan çıktı, ama benim gönlüme bir defa girdi ve bir daha çıkmadı…” 

Hasan Dede (Hasan Çıkar): Buna benzer bir de, Selçuklu Hükümdârının hanımı, Gürcü Hatun’un hikâyesi vardır. Gürcü Hatun, Hazreti Mevlâna’ya çok düşkünmüş. Bir gün niyetlenmiş Hacca gitmeye, fakat gitmeden evvel Hazreti Mevlâna’dan helâllik alıp öyle yola koyulmak için onun fakirhânesine gelmiş. Hazreti Mevlâna, onu karşılamış ve bir zaman sonra sohbet uzayınca vakit yatsı namazına gelmiş. Yatsı namazını beraber edâ etmişler. Namazın sonunda, Gürcü Hatun tam sağına dönüp selâm verirken, bir bakmış ki Kâbe-i Beytullah, Hazreti Mevlâna’nın başı ucunda semâ ediyor. O anda bir çığlık atmış ve namazı bırakmış ve başını secdeye vurmuş. 

Hazreti Pîr, namazını sonlandırdıktan sonra Gürcü Hatun’u o vaziyette görünce, sormuş: “Ne oldu Gürcü Hatun? Bu hâlin nedir?” 

Gürcü Hatun cevap vermiş: “Ben Hacca gitmekten vazgeçtim. Kâbe, senin huzûruna gelmiş, seni tavaf ediyor.” 

Ve bütün dünyalıklarını Hazreti Mevlâna’nın müridlerine dağıtmış. Cenâb-ı Mevlâna da onun Hacc’ını tebrik etmiş.

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Yine Mesnevî-i Şerîf’de Hazreti Mevlâna, Hazreti Resûlallah’ın bir hadîsinin tefsîrini yaparken şöyle buyuruyor: “‘Kendini unutup Allah’ı zikret’ âyetinin mânâsı şudur: Kendinle olduğun vakit Hakk’ı zikretmekle şirk işlemiş oluyorsun” Ne dersiniz Hasan Dede? 

Hasan Dede (Hasan Çıkar): Bir kişi, kendinden geçmeden zikre girdiği zaman, ikilik yaratmış olur. O ayrı, sen ayrı. Aslında, O’nun güzelliklerini dile getirdiğimiz zaman, O en güzel şekilde zikredilmiş oluyor. Diğer taraftan da, insan kalkarsa, Allah’ı kendi dışında zikretsin, o zaman tabii ki şirk işlemiş olur, çünkü teslîmiyetten, Allah’ın birliğinden çıkmış oluyor.

Yunus Emre, selâm olsun üzerine, şöyle der:

“Hem sen varsın, hem O var; senin gözünde diken var, sen o dikeni göremiyorsun.” 

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 52

YEDİ BAŞLI EJDERHANIN MÂNÂSI…🌹

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Bir söz var; ama bu bir atasözü müdür, yoksa bir deyim midir, tam olarak bilmiyorum. Şöyle ki: “Temizlik imandandır.” Buradaki temizlikten kasıt nedir? Yani şerîattaki temizlik mi, yoksa ki dergâhdaki temizlik mi, hakîkatteki temizlik mi, mârifetteki temizlik mi? En önemli temizlik hangisidir?

Hasan Dede (Hasan Çıkar): En önemlisi, insanın hem içi hem de dışı temiz olmalıdır. İç temizliğinden maksat, kişinin gönlün bağladığı yerler ilgilidir. Bir müridin gönlünde Hazreti Muhammed Efendimiz ve mürşidi varsa, onun iç âlemi temizlenmiştir. 

Ama dikkat edin; gönlünde diyoruz, yani gönlünü tamamen onların güzellikleriyle donatmışsa ve gönlünde onlardan başka hiçbir şey yok ise, temizdir. Aynı zamanda dışını, yani bedenini de temiz tutması lâzımdır ki, etrafına huzursuzluk vermesin. 

Hazreti Muhammed Efendimiz, selâm olsun üzerine, toplum içine çıkarken her zaman saçlarına misk sürermiş, gözlerine sürme çekermiş ve böylece çevresindekilere kendini imrendirirmiş. 

Bizler de Hazreti Muhammed Efendimize uyarsak, O’nun huylarıyla huylanırsak, hem içimizi hem de dışımızı temiz tutmuş oluruz.

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Hasan Dede, şu anda içinde oturduğumuz bu yer, Cenâb-ı Mevlâna Hazretlerinin meydanı ve buraya bu sohbete, zikire ve semâ âyin-i şerîfine ve tefekküre gelen bizlerin, hepimizin kendimize göre bir anlayışımız, heveslerimiz, hayallerimiz ve saplantılarımız var. Bizim burayı, yani bu meydanı nasıl görmemiz lâzım? 

Çünkü Cenâb-ı Mevlâna, Allah sırrını âlî etsin, şöyle buyuruyor: “Ben kendi Musa-yı Hakîkimin elinde bir âsâyım ve meydandayım. Musa, bizdedir. Kim ki o âsâya ihanet ederse, onadır; kim ki riâyet ederse, riâ onadır.” Siz ne buyurursunuz?

Hasan Dede (Hasan Çıkar): Bir gün Hazreti Musa’ya bir nidâ geliyor: “Ey Musa, elindeki âsâ ne vazife görüyor?” Musa da diyor ki: “Elimdeki âsâ, koyunlarım uzaklaşırsa onları toplamaya yarıyor. Koyunların arasında keçiler var, asamla onlara ağaçlardan yaprak silkeliyorum, besliyorum. Bir de yorulduğum zaman âsâya dayanıyorum.” 

İçindeki ses soruyor: “Sen bu âsâyı bu sebeple mi verilmiş sanıyorsun?”

Musa cevap veriyor: “Evet, yâ Rab!” 

Rabbi hemen emrediyor: “Bırak o âsâyı yere!” 

Musa, emrolunduğu gibi âsâyı yere bırakır bırakmaz, âsâ yedi başlı bir ejderha hâlini alıyor. Musa ejderhayı görünce kaçmaya başlıyor. 

Rabbinden yine bir nidâ geliyor: “Geri dön yâ Musa! Çık o ejderhanın üstüne ve tut boynundan!” 

Musa ürkerek geri dönüyor ve ejderhanın üstüne çıkıyor. Ejderhayı boynundan yakalayınca, ejderha tekrar bir âsâ hâline geliyor. 

Şimdi Hazreti Mevlâna’nın bu beyitlerinde bizlere anlatmak istediği şey şudur: Bizler, kendimizi yokluğa bırakırsak, Hakk varlığını bizlerden gösterir ve her işimiz âsân olur. Çünkü biz yokuz artık, O var. Eğer biz kendimizi Hakk’a teslîm etmezsek, bizler de Musa gibi, o âsâdan kaçarız. O yedi başlı ejderhanın mânâsı da şudur: İki göz, iki burun deliği, iki kulak ve bir de ağızdır. Bunlar eğer nefse yönlenirse, işte her biri bir ejderha olur ve sahibini mahveder. Yani bütün dava, Mevlâna’mız gibi teslîmiyetli yaşamaktır. Eğer böyle olursa bu meydan yürür, yoksa başka türlü yürümez.

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 51

MÂNÂ EHLİ…🌹

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Mısrî Niyâzî Hazretleri bir deyişinde şöyle buyuruyor: “Şol ki gafletle yatup etmez talep, gövdesinde yok mu ola canı aceb. İşte vahdet gülleri açıldı hep, bülbülün efgân edecek çağıdır.” Yani bir kimse ki, gafletle yatıp kalkar ve hiçbir şeyi dert etmez. Onun gövdesinde acaba can yok mudur? diye söylemektedir. Çünkü bir âyet-i celîlede Cenâb-ı Hakk, “Her şey Hakk’ı tesbih eder”, yani canlı veya cansız bütün her şey Hakk’ı anar, diye buyuruyor. İnsanın vücudu da Allah’ı anar ve kalbi ‘Allah! Allah!’ der, zîrâ her şeyin Zât’ı zikri vardır. Fakat insan vücudunun zikrinden habersizdir. Sorum şu: Biz her zerredeki bu zikri nasıl görüp, anlayacağız Dede?

Hasan Dede (Hasan Çıkar): Dünya ehli tamamen gaflettedir ve onun her zerresi maddeyi zikretmektedir. Böyle olduğu için de bütün vücudu onu dünyaya, yani maddeye sürüklemektedir. Mânâ ehline gelince, o da tamamen Allah âşıkıdır, Resûlallah âşıkıdır. Resûlallah’ın âşıkı olduğu için ve O’nun nûrunu mânâda keşfettiği için, onun da bütün âzâları O’nunla yanar. Nereye baksa baksın, nereye giderse gitsin, hep O’nu zikreder. 

Bir mânâ erinin yüzü gülerdir, dili tatlıdır ve daima huzur içindedir. Madde erinin ise, yüzü asıktır, gam içindedir, sıkıntı içindedir ve onun muhabbetleri hep maddeye yöneliktir. Böyle olduğu için de vücudunda hiç hafiflik, neşe ve huzur yoktur. 

Gâlib Dede Hazretleri, selâm olsun üzerine, şöyle der: 

“Âşıkta gam, keder, gaflet ne eyler? Gam, keder ve gaflet dünya ehlinindir.”

Bizler bu yüzden burada devamlı, Hazreti Muhammed Efendimizi, Hazreti Mevlâna’mızı, İmam Ali Efendimizi ve bütün Pîrân Efendilerimizi, hepsinin selâm olsun üzerlerine, ‘sünnet’imiz olarak anıyoruz, çünkü bizler onların farzlarıyız. Onlardan sonra geldik ve onların muhabbetlerini yapıyoruz. Nasıl aşklarla, nasıl sevgilerle yola koyulduklarını sizlere anlatarak, yol gösteriyoruz.

Bütün dava, sevgilerimizi maddeye yönlendirmemek ve gönlümüzü maddeye bağlamamaktır. Eğer sevginizi dünyaya verirseniz, işte o zaman her zerreniz de dünyaya bağlanmış olur. Bizlere sunulmuş olan en büyük nimet akıldır. Ama eğer o akıl çamura saplanırsa, vücudu da peşinden sürükler, çamura batırır. Fakat aklımızı güzelliklere yönlendirirsek, o güzellikler sayesinde bizleri devamlı aşağılara çeken çamurlardan kurtuluruz. 

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 45

MÂNEVÎ AŞK HER ŞEYİN ÜSTÜNDEDİR…🌹

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Dede, Cenâb-ı Mevlâna Hazretleri buyuruyor ki: “Eğer vuslat gününde o dildârdan başka görürsen, o dildâr başkadır, ben başkayım. O gördüğün dildâr benim mâşuğum değildir, yoksa ikimizi bir görecektin.” Ne buyurursunuz?

Hasan Dede (Hasan Çıkar): Hazreti Mevlâna’mız her ne söyler ise hep yerinde söylüyor. Bakın bir kere şu beyitlerinde nasıl birliyor her şeyi: 

“Âşık yoktur bu âlemde, âşık ölmüştür. Âşık olan kişide varolan mâşuktur.” 

Burada ikilik kalkmıştır, artık sen ben yoktur. Şimdi, bu toplumda böyle bir aşk yaşanmadığı için bu güzelliklere varamıyorlar. 

Dilerseniz Leylâ ile Mecnûn’dan bir örnek verelim: Mecnûn’un bir gün dişi ağrımış, dişçiye gitmiş. O devirde diş hekimliğini berberler yaparmış. Berber hekim, Mecnûn’un dişine bakmış ve dişini çekmesi gerektiğini söylemiş. Mecnûn, tabî adı üstünde, mecnûn bir hâlde olduğu için hiç cevap vermemiş, sessizce dinlemiş. Hekim de Mecnûn’un bu hâlinden zannetmiş ki, Mecnûn dişinin çekilmesini kabul etti, almış kerpeteni eline, tam çekecekken, Mecnûn kendine gelmiş ve uzanmış hekimin elinden yakalamış, demiş ki: “Ne yapıyorsun?” 

Hekim demiş: “Dişini çekiyorum.” 

Mecnûn, “Müsaade yok!” diye karşı çıkmış. 

Hekim, “Neden?” diye sormuş. 

Mecnûn’un cevap vermiş: “Korkarım, Leylâ’mın çenesi incinmesin!” 

Hekim bu cevabı duyunca şaşırarak, “Leylâ nerede, sen nerede? Onunla senin aranızda dağlar kadar fark var, nasıl incinecek?” 

İşte Mecnûn’un verdiği cevap: “Bende bana ait hiçbir şey yok, her şey ona ait.” 

Aşka bakın bir kere… Yine bir gün Leylâ’ya bir mektup yazmak istemiş, şu satırları yazmış kağıda: “Kalbimde tevhid oldun, dilimde zikir oldun. Her zerremi muhabbetin sardı, ben bu mektubu kimden kime yazayım?” Yazamıyor bakın, mektup dahî yazamıyor… 

Bunlar geçici aşk, peki ya mânevî aşk? Mânevî aşk her şeyin üstündedir.

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 31

ÖZGÜR VE HÜR YAŞAMAK NE DEMEKTİR?..🌹

Mahmut Efendi: İnsanlar belirli fikirler içindeler ve bunlara hapsolmuş durumdalar, gerçekleri bulamıyorlar ve karanlıktalar. Hazreti İsa Aleyhisselâm’ın bir sözü var, şöyle diyor: “Gerçeği bilin ve gerçek sizi özgür kılsın. Gerçek, ilâhî güzelliktir; mevcuttur ama varlığı yoktur. Bütün rûhunla arınman gereklidir. Tam bir özgürlük içinde aramazsan bulamazsın. Kimsin sen? Neden yaşıyorsun? Yaşamanın amacı nedir? Evren nedir? Niye varoldum? Hayatımı nasıl yaşamalıyım? Neredeyim? Nereye gidiyorum? Bu sorular bir insanda zuhûr eder de cevaplarını bulmaya çaba sarfederse insan gelişir, değişir ve özgürleşir. Bu güne kadar etrafımızın geliştirdiği baskılardan kurtulmak ve içimizdeki saklı olan hakîkatleri bulmamız gereklidir.” Siz ne buyurursunuz Dede?

Hasan Dede: Toplumun fikirleri öyle yerlere saplanmış ki, hüzünlerden, gamlardan, sıkıntılardan hiçbir türlü kurtulamıyorlar. Ne kadar Allah’ı da zikretseler, ibâdet de yapsalar, özgürlüğe ve temiz bir rûhanîyete kendilerini veremiyorlar. Peki bunun sebebi nedir? Bunun sebebi iman zayıflığıdır. Neden iman zayıflığıdır? Bir insanın bağlandığı yere imanı gerçek ise, o insan gama sıkıntıya düşmez, çünkü kendinde yaşamaz. Gönlünü vermiştir Pîrine ve Pîriyle Hazreti Muhammed’e, ona inanmış ve ona iman etmiştir, onunla içini güzelliklerle donatmıştır, oranın güzelliklerine kendini kaptırmıştır. Ve işte bu kişi özgürlüğüne kavuşmuş sayılmaktadır. 

İşte Hazreti Mevlâna, selâm olsun üzerine, şöyle buyuruyor: 

“Komşunun her sabah tasında bal, zeytin, peynir bulunur. Benim ise önümde tuz ve bir tas da ayranım vardır. Benim ayran tasım, soframdaki tuzum bana her şeyin üstünde bir tat vermektedir, sayısız cihanlar bağışlansa da hürriyetimden bir zerre satmam.” 

Herkes kendi fikrince inandığını savunur, kendi imanını güçlü bilir. Ama belki de kendimizi avutuyoruz, çünkü sıkıntılar bir türlü gitmiyor. Ehli iman sahibinde katiyyen gam gasabet yoktur. 

İşte Şeyh Gâlib Dede Hazretleri, selâm olsun üzerine, şöyle der: 

“Gam ve keder halk-ı cihanındır, âşıkta gam keder neyler?” 

İnsan iman ettiği yerin güzelliklerini gördükten sonra artık gönül oraya verilmiştir, o kişide artık kimlik yoktur. Ama bunlar yok ise, ne kadar bilgiye sahip olursan ol, sen ancak meyvanın kabuğuna erersin, tadına varamazsın. Bilgiye sahip bir insan gurura kapılırsa, başkalarını hor hakîr görürse, o benlikle mahvolup gitmeye mahkûmdur. Ama tevazûya inip, yoklukta durursa, ona ait hiçbir şeyin olmadığını, bütün sahip olduklarının Yaratıcı’dan olduğunu bilir ve her ân şükrederek niyâzlarda bulunarak yaşarsa, o kişi hiçbir zaman mahkûm olmaz, özgür olur ve hür yaşar.

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 29

İNSAN OLMASAYDI ALLAH BİLİNMEYECEKTİ!..🌹

Mahmut Efendi: Yine Hazreti Mevlâna şöyle buyuruyor: “Dünya sevgisinden gûsul ediniz ki, vücudunuzun bir zerresinde dahî o sevgiden eser kalmasın. Günde beş kere dünya muhabbetinden elinizi yıkayınız ve Hakk’tan yana, yani cemâl kıblesine karşı yüzünüzü çeviriniz ve Hakk’tan yardım dileyiniz.” Bir hadîs-i şerîfte de Hazreti Muhammed şöyle buyuruyor: “Her kim hikmet bilmezse, hikmetten haberdâr olmazsa, bu kimse Allah mârifetinde er değildir.” Siz ne dersiniz Dede?

Hasan Dede: Bizler zikirlerimizi bilinçli yaparsak, kimi zikrettiğimizi bilerek onun kimliğinde kendimizi fânî kılarsak, bizler her zaman mânevî yönden güçlü oluruz, hiçbir zaman küfrîyâta düşmeyiz. Ama bilinçsiz zikirler yaparsak, istersek sabahalara kadar zikir yapalım, yine küfürde kalmış oluruz.

Cenâb-ı Mevlâna’ya bir gün soruyorlar: “Allah ne kadar büyüktür?” 

Mevlâna şöyle cevap veriyor: “Allah’ın büyüklüğü insanın boyu kadardır.” 

Bu yanıtı alanlar: “Aman yâ Mevlâna, sen âdemin Hakk olduğunu mu söylüyorsun?” 

Mevlâna yine cevap veriyor: “Evet, öyle söylüyorum. Âdem olmasaydı, Allah bilinmeyecekti. Allah, kâinatı yarattı, en son insanı yarattı ve insanda kendini yarattı. İnsan ile hem semâvattaki varlıkları, hem yeryüzündeki varlıkları isimlendirdi ve kendi büyüklüğünü de yine insanla dile getirdi.” 

Bu yüzden bizler, tasavvuf ehli olarak, dâima insan üzerinde dururuz ve insan dışına çıkmayız. Hayalî bir Allah peşinde koşmayız. Eğer hayalî bir Allah peşinde koşarsak, bizler evlâtlarımızı bugüne ve yarına göre yetiştirmemiş oluruz. Bu nedenle bizler her zaman ne kadar hakîkatler varsa, onları dile getirmeye çalışırız. Bilinçli ibâdet nedir? Biz, Allah, dediğimiz zaman, Mürşidimiz vasıtasıyla Pîrimize ve Resûlallah’a yolumuz çıkar. 

İşte Hazreti Mevlâna şöyle buyurur: 

Hazreti Muhammed’in dışında bir Allah aramaya kalktığınız ân, kendinizi boşlukta bulursunuz.” 

Hazreti Peygamber Efendimiz de Kur’ân-ı Kerîm’de, Allah dilinden şöyle konuşuyor: 

“Beni bu âlemde göremezsen, öbür âlemde hiç göremezsin.” 

Pekâlâ biz onu bu âlemde nasıl göreceğiz? Kim bu âlemde Hazreti Muhammed Efendimize bende olmuş, onun hâline bürünmüş ve onun dilinden konuşuyor ise, işte o kişiyi seyretmek Hakk’ı seyretmektir. Onun dışına çıkmak Hakk’ın dışına çıkmaktır. Allah esmâsı kamufledir, örtüdür; zâtını aradın mı insan çıkar. Zâten insan olmadıktan sonra, sen nereye yola çıkıyorsun, kime gidiyorsun?

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…


MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 24

ALLAH’I NASIL ZİKRETMELİ?..🌹

Mahmut Efendi: Hasan Dede, günümüzden bin sene önce, Irak’ın Basra bölgesinde yaşamış bir grup insan var, bunlara ihvân-ı sâfâ diyorlar, veya sâfâ kardeşleri, vefâ dostları deniyor. Bunlara göre, bir insan bedeni tarafından aşağı çekildiği, yani bedenin arzu ve zevkleri ile meşgûl olduğu sürece, feleklere yükselemez. Ve orda yüksek mânevî değerlere sahip bulunanları doğrudan müşâhade edemez. Yani Hazreti Mevlâna’nın, Hazreti Muhammed’in şehâdet ettiği mutluluğu tadamaz, diyorlar. Ne buyurursunuz?

Hasan Dede: Aslında her şeyi çok açık dile getirdiniz bu sözlerle. Bir insan, kendisini devamlı bedeninin arzuları ile meşgûl tutarsa, hiçbir zaman hakîkatlerin güzelliklerine ulaşamaz. Neden? Çünkü nefsî arzularının peşindedir ve onlardan arınamamıştır. Bu gibi kişilerin de geçirdikleri ömürler boşa gitmiş olur ve kişiye yazık olur. 

Cenâb-ı Mevlâna der ki: 

“Bu kadar ‘Allah’ dediniz, daha mı Allah’laşamadınız.” 

Bu sözleriyle ne demek istiyor bizlere? Allah ismini zikrettiğiniz zaman, bu esmânın arkasında zât olarak birini görmek isterseniz eğer, o zât Hazreti Resûlallah’tır. Misâl olarak, güzel bir kız gördüğünüz zaman, onun o güzelliğine hayrân olursunuz. Ama onun o güzelliği, Peygamber Efendimizin güzelliğinin sadece küçücük bir zerresi. Resûlallah’ın güzelliğini, nasıl nûr âlâ nûr bir varlık olduğunu mürşidinizden dinliyorsunuz, ama yine onun güzelliğine koşmak yerine, onun cüzî bir güzelliğine tamâh ediyorsunuz. Kızdan maksat dünyadır. Bırakın dünyayı, çıkarın gönlünüzden. Resûlallah’ı koyun o gönlünüze, öyle zikredin Allah’ı, bakın o zaman nasıl güzellikler zuhûr eder sizde, hayrân olursunuz o Güzele. Zaten O yüzünü gösterdi mi, başka bir güzel de istemezsiniz artık.

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…