MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (25)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Aşkta iniş çıkışlar olur mu?

Biri aşka düşmüş ise, bir an dahi o sıcaklıktan kendini mahrum etmek istemez. Hem aşk hem akıl, ikisi bir arada olmaz. Aşk akılı mahveder.
Mecaz aşka örnek olarak; Leyla ile Mecnun var, Aslı ile Kerem var, Ferhat ile Şirin var…
Bu mecaz aşk. Hazreti Mevlana mecaz aşkta da aşığa sesleniyor: “Sen sevgiline Tanrım, dinim, imanım diyemezsen, senin aşkın gerçek değil. Evvel Allah sonra sen dersen, akıldasın, aşka düşmemiş, kendinden çıkmamışsın. Sen aşık değilsin, kendini kandırıyorsun.”
Peygamber Efendimiz, bir an dahi Hakk’sız söz etmedi.
Şems-i Tebrizi Hazretlerinin yastığı tuğla idi. Çevre ile sarmış, gaflet bastığı an başını oraya koyarmış. Bir insan tuğla üstünde ne kadar uyuyabilir. Bir dakika ya uyur, ya uyumaz. Çünkü tuğla kemiğe ağrı verir. Neden bunu yapıyor? Sevgilisinden mahrum kalmasın, hep onunla muhabbette olsun diye.
Aşıkta sevgiliye karşı soğuma olmaz. Kerem ile Aslı’ya, Şirin ile Ferhat’a bakın.
Veysel Karani Hazretleri, Hazreti Muhammed’in Uhud Savaşı’nda bir dişinin kırıldığını öğrenince hangi dişin kırıldığını bilemediğinden ağzından otuziki dişini çıkardı. Hazreti Muhammed aşkına dişsiz yaşadı.
Aşkı gece gündüz anlatsak bitmez. Mevlevilik, hiçbir yere benzemez ve cemaati de çok olmamıştır. Hazreti Mevlana’nın yaşadığı devirde bile cemaati azdı.
Bir gün Hazreti Mevlana’ya demişler ki: “Sayısız hakikat sunuyorsun. Başka yerlere gidiyoruz, bunların onda birini işitmiyoruz. Ama orada cemaat çok, sende az…”
Hazreti Mevlana, “Orada o kalabalığı görüyorsun ama benim buradan gönderdiklerimi görmüyorsun. Benim cemaatim az olsun, has olsun” demiş. Manavda mal çok ama değeri yok. Sarraf dükkanında malzeme az ama değeri çok. Hatta sarraf dükkanı boştur. Sarrafta hiçbir ziynet bulunmaz. Bir mihenk taşı bir de terazisi vardır. Bütün mücevherlere ayar verir. Mevlevilik, sarrafiyedir.
Bütün dünya aydınları, Hazreti Mevlana’nın hakikat dolu düşüncelerinin peşinde koşarlar. Çünkü o ayırım yapmadan sevgiyle bakarak ruhları güzelliklere sürükleyip hayat verir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (24)

Bahsettiğiniz bu ilahi aşk nasıl yaşanacak; karar vererek, irade kullanarak aşk olur?

Hazreti Mevlana, “Aşk okullarda öğrenilmez” der. Aşk gözden doğar. Sevgi ile aşk aynı değildir. Aşk insanı deli eder, akıl bırakmaz. Aşık gece gündüz hep sevgilisini düşünür.
Hakk’ı dünyadaki bütün güzelliklerin üstünde tasavvur ederek maneviyata yönelinirse, o güzelliğini sevenine gösterir. Yolları kısaltan, insanı birdenbire menzile ulaştıran aşktır. Menzile ulaştığı zaman aşıkta kişilik kalmaz, sevgili vücuda hakimdir, başa akıldır, hüküm de onundur. Hüküm onun olunca, artık aşığa ait bir şey kalmamıştır, aşıkta irade kalmaz. Akılla, iradeyle aşık olunmaz.Aşkı ancak tadan anlar.
Hazreti Mevlana’ya, “Aşkı bize söyler misin, aşk nasıldır? “ diye sormuşlar.
“Nasıl bahsedeyim, benim gibi ol da anla” demiş. İnsan kolay kolay duygusunu ortaya çıkaramaz, o duygu onu alır, başka alemde tutar. Onun için tatmayana aşkı anlatamayız. Kim tatmışsa aşkı, onunla rahat konuşulur. Akıllıda akıl bırakmaz. Akılsızı da akıllı yapar. Allah her şeyin üstündedir. Kişi ona yönelirse o aşkla üstünde gaflet gider, Hakk’ın güzellikleri aşıkta görünür.

Hazreti Mevlana’ya sorarlar, “Aşk nedir?”
Şöyle der: “Aşk, Allah’ın elidir. Aşka tutulan Allah’a tutulmuştur.”
Yine sorarlar, “Aşkın ağzı var mı?”
“Aşkın ağzı olsaydı, bu koskoca cihan, aşkın ağzında ancak bir zerre görünürdü.”
Cihan aşkın ağzında küçülüyor. Aşk onu da yutacak…
“Aşkın kapısı var mı?”
“Aşkın kapısı olsaydı, bu alemde padişahlık taslayanlar o kapıda ancak bekçilik yaparlardı.”
Onların padişahlıkları, hükümdarlıklar geçerli değildir. Aşk padişahı köle yapar…

Mevlana’mız çok güzel buyurur ve der ki:
“Aşığın hastalığı bütün hastalıklardan ayrıdır. Aşk, Tanrı sırlarının usturlabıdır. Aşıklık, ister o cihetten olsun, ister bu cihetten… akıbet bizim için o tarafa kılavuzdur. Aşkı şerh etmek ve anlatmak için ne söylersem söyliyeyim… asıl aşka gelince o sözlerden mahcup olurum. Dilin tefsiri gerçi pek aydınlatıcıdır, fakat dile düşmeyen aşk daha aydındır. Çünkü kalem, yazmada koşup durmaktadır, ama aşk bahsine gelince; çatlar, aciz kalır…”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (23)

Aşkta çalışmak nedir?

Aşkta çalışmak, duyulan bu güzellikleri unutmayarak, ona sevgi, muhabbet bağlayıp, onun dışına çıkmamaktır. Burada o güzel konuşulduktan sonra, dışarıda başka muhabbetlere girildiği zaman aşk, sevgi bırakılmıştır ve bu güzellikler kaybedilir. Aşkı sayısız sefer söyledik. İster kız, ister erkek olsun, aşık oldu mu evde, bahçede, mutfakta, her yerde sevgilisini düşünür, onunla konuşur. Aşk, hem erkeği hem kızı kendinden almış oraya sevgilisi yerleşmiştir. Bunlar Allah’ın oyunlarıdır, mecaz aşk bir köprüdür.
Yüce Mevlana bununla ilgili, “İki sevgili birbirlerini kusursuz severlerse, o iki sevgili birbirine bahanedir. Her ikisinden de sevilen benim, çünkü ben sevgiyim” diyor. Fakat pürüz, menfaat olan yerde yok, çünkü er geç kavga çıkar.
Aşık toplumda belli olur, benzi sarı, dudakları kurur, yüzü solgundur. Çünkü gece gündüz hep sevgilisini inleyerek onun hasretiyle erimektedir. İşte aşk budur.
İnsan canlı bir dünyadır ve insanı güzelliklere sürükleyen sevgidir. Güneşsiz bir dünyanın hiçbir işe yaramadığı gibi, sevgisiz insan da yaşarken ölmüştür. Hazreti Mevlana, manevi bir güneştir ve ona yüz tutanların gönüllerini, ruhlarını güzelliklere sürükleyerek hayat verir.

Aynen şu kasidesinde olduğu gibi…

“Aşıklar! Haydi, cisim ve can kalmamış gibi çalışınız. Bedenin ağırlığı kalmayınca, gönlünüz göğe uçar.

Gönlünüzü, canınızı haydi, hikmet suyuyla tozlardan yıkayınız ki, ruhunuz yeryüzünde hasret içinde kalmasın.

Cihanda ne varsa aşk onun canıdır. Aşktan başka ne görüyorsan, hiçbiri ebedi kalmaz.

Senin yokluğun doğu gibi, senin ecelin batı gibidir. Dediğimi yaparsan, bu göğe benzemeyen bambaşka bir gök olursun.

Göğün yolu senin içindir ki, aşk kanadını çırpmaya bak. Aşk kanadı kuvvetlenince, artık merdiven kaygısı kalmaz.

Sen cihanı dışarıdan görme, zira cihan gözün içindedir.  İki gözü kapayınca, cihandan cihan kalmaz.

Gönlün dam gibidir, hislerin damın olukları gibidirler. Suyu damdan iste ki, oluklar kalmazlar.

Bu gazeli tamamlamak için, gerisini gönül levhasından oku. Sen benim dilime bakma, zira dil ve dudak kalmazlar.”

 

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (22)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Semazen olanın sema etmesinin dışında sorumlulukları var mıdır?

Tabbi var. Hazreti Mevlana’da hiç ayrım yoktur. Sema çıkaran, kalfalık mertebesine yol alır.
Eğer mutrib ve semazenler ehl-i iman iseler, o ayin-i şerif icra edilirken gezegenlerden ehl-i iman ruhlar gelir, ayini izlerler.
Size şöyle bir misal vereyim…
Bir gün ayin biter, semazenler tam çekilecekken, Hazreti Mevlana seslenir: “Erenler geri dönün!” Mutribe de seslenir: “Neyler üflensin, kudümler vurulsun, yeniden ayin açılsın.”
Yeniden ayini tekrarlar, ayın bitince Hüsameddin Çelebi, “Efendi Hazretleri, ayini icra etmiştik, neden bir daha ayin yaptık?” diye sorar.
Hazreti Mevlana, “Ey ruhumun mertebesi, biz ayini icra ederken gezegenlerden, görmediğin ruhlar ayini izlemeye geldiler. Çok uzak gezegenlerden de ruhlar geldi ama ayin bitmişti, onları boş çevirmemek için tekrar ayin açtık” der.
Akıl her şeye eremez. Zaten her şeye akıl erseydi, o zaman Peygambere, Evliyaya lüzum yoktu. Herkes aklı ile istediği yere ererdi.
Hazreti Mevlana der ki: “Hangi dinden olursa olsun, benim ayin-i şerifimi izlemeye gelenlerin içlerinde Peygamberlerine özlem varsa orada Musa da, İsa da, Muhammed de var. Semazenlere baksınlar, Peygamberlerini orada görsünler.” Çünkü semazenin elini açması; yücelerden alıyor, kullarına saçıyorum, onların gönüllerini yoklayıp, sana sunuyor, kendime hiçbir şey mal etmiyorum, anlamına gelir. Peygamberler daima Hakk’tan söz ettiler. Yolcunun gönlünü dinleyip, yine Hakk’a davet ettiler. Onun için semazenlerin her biri, bir Peygamberi temsil eder. Semazenin, Hakk’ın elçisi sıfatını giymiş olduğunu düşünüp, bütün nefsi duygulardan arınması lazım. Benliğe girer, şımarıklık yaparsa boşuna sema eder, hiçbir mana taşımaz.
Sema zikirdir, ibadettir. Şems-i Tebrizi, “Sen onu aşk ile yaparsan zikir sayılşır. Aşk ile yapmaz, nefsin için yaparsan, o sema yarın sana ceza verir” diyor.

Şiir:
“Ey dil, ister isen kamil olsun noksanın,
Gir sikkesi altına Hazreti Mevlana’nın.
Girersen sikkesi altına Hazreti Mevlana’nın,
Cihanda bir görünür, Ali Ekber okunursun.
Çıkarsan sikkesi altından Hazreti Mevlana’nın,
Sıradan biri okunursun…”

Semazenler, Mevlana’nın pervaneleridir. Gönüllerini güzelliklerle doldururlarsa mesele kalmaz.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (21)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Bir sohbetinizde, “Herkes kendinden mesuldür” dediniz. Bunu açıklar mısınız?

Her kişi kendinden mesul. Kişi, Hakk’ın elçisinin dediklerine uymaz, kendi kafasına göre giderse, o incinir; onu incitmek Hakk’ı incitmektir. Peki ne olur? Şefaatini, gönlünü ondan çeker; gönül çekildi mi o kişi iflah olmaz.
Hazreti Mevlana ne diyor? “Minareden düş, parçan bulunur; gönülden düşersen, parçan bulunmaz.” Bir söyleriz, iki söyleriz, üç söyleriz, uymaz boş verirsen, demek ki buraya karşı sevgin, imanın, inancın yok.
Eğer kendini nefsi arzularına bırakırsan, Hakk’ın huzuruna hangi yüzle çıkacaksın? Derler ya ben dönerim, tövbe ederim. Dönemezsin, çünkü garantisi yok. Ömür nefesledir, başka bir şeyle değil.
Hazreti Mevlana diyor ki: “Bu beden bir mektuptur postalanmış Padişaha; layık ise postala, layık değil ise yenisini yaz; çünkü zaman az.”
Bir saat sonra var mıyız, yok muyuz, bilemeyiz. Öyleyse neden o dostla her nefeste hazır olmayalım? O bizi çok seviyor, sayıyor; yerine göre arkadaş, yerine göre nasihat sahibi bir ulu oluyor; her şey O. Nasıl ondan arka çeviririz? Her an bizim iyiliğimizi istiyor, bütün kötülüklerden koruyor. İnsanların nasıl üzüntülerde, sıkıntılarda olduklarını görüyorsunuz.
Galib Dede ne güzel söylemiş: “Aşıkta gam, keder neyler. Gam, keder halkı cihanındır.” Ehl-i iman sahibi üzüntülü olmaz. Çünkü iman ettiği yer çok güçlüdür, cihan güzelidir. Bütün o güzellerde ister erkek, ister kadın olsun, karşı tarafı çeken onun aktardığı nurdur. Onun, o nuru yansımasa bakılmaz. Hepsini o yarattı. Bil ki o hepsinden güzeldir ama gizler yüzünü göstermez.
Hazreti Mevlana, “Hakiki yüzümü göstersem, başta güneş kolunu kanadını kırar, benim peşime koşar. Nizam-ı alem bozulur. Yüzümü açmıyorum, beni dilimden yakalayın. Size kalmış tefekkür, tasavvur, beni büyütmek. Aşıklarıma bir iki saniyeden fazla yüz göstermem, yoksa eritirim” diyor. Peki nasıl göreceksin? Hep onu düşün, her şeyin üstünde tut, ara. O yüzünü gösterirse bu cihana küsersin. Çünkü gökteki temiz güneş onun yanında mum ışığı kalır, dünyanın her şeyinden soğursun.
Veliler nefslerini ezdiler, yüzünü görüp, Hakk aşığı oldular ve hep ondan söz ettiler. Bir gün bir hastalık zuhur etse, Allah’a sığınacaksın. Neden şimdiden onunla dost olmuyorsun ki, o sana her dakika yardımcı olsun.
Hazreti Mevlana, bütün kitaplarını üç söze bağladı: Hamdım, piştim, yandım…
Zahir ilimde, hep okudum, çok şey öğrendim, eşi benzeri olmayan güzel bir bilgin oldum ama ben kimliğimi bilmiyordum. Hamdım.
Şems’i tanıdım, piştim; yani onunla olgunlaştım.
Şimdi Şems uçtu gitti; ben yandım…
Hep O’dur, bütün güzellerde yüz gösteren O’dur. Yani bir sonsuz güzele kulluk yapıyoruz. O bizim hem anamız, hem babamız, hem sevgilimiz, hem arkadaşımız, hem her şeyimiz. O her şeyin üstünde tutulursa dünya bize oyuncak olur; çünkü O yaratmış…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (20)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Konya Mevlana Müzesi’nde ve Galata Mevlevihanesi’ndeki müzede çenedanlıklar var. Bunların amacı tefekkür esnasında gaflete düşmekten korumak mıdır?

Eskiden Dedeleri gaflet basınca çenelerinin altına çenedanlık koyarlardı. Onu kullanmalarındaki amaç, nefslerine ıstırap vermekti. Kendilerinden birkaç dakika geçerler, kendilerine gelince, yine zikre devam ederlerdi. Vücudun çeşitli yerlerine çeneye, alna, koltuk altına koyarlardı. Bunların hepsi çile sopaları, huzuru kaçıracak şeylerdir. Yani, iç huzuru bambaşka bir şeydir, zaten o huzuru kaybetmemek için kendilerine ıstırap vermişlerdir.
Bütün Veliler kendilerine ıstırap verdiler. Bir Mevlevi canı gece hizmetini yaptığı zaman yatarken yastığı, yorganı ile görüşür. Üstündekileri çıkarırken onlarla da görüşür, sağa, sola atmaz, edebe uyar.
İnsan olmak kolay değil, asıl olay kişinin nefsiyle uğraşmasıdır. Yunus Emre, “Nefsini bilen kişiye, bütün erenlerin eyvallahı var” der. Ne demek istiyor? Nefsi çok arzularda bulunmuş, şunu bunu yemek istemiş, ama vermemiş. Falan yere gidemezsin, filanla görüşemezsin, diyerek nefsiyle hep uğraşmış. Nefsine devamlı çata çata, bir bakıyorsun o kişi nefsini bilmiş, nefsinin isteklerine hürmet etmeyerek, Veli sıfatına bürünmüş.
Sizlere Mevlana’mızdan bir misal vereyim…
Hazreti Mevlana bir gün hamam gider. Deriyle kemik haline bürünmüş vücudunu ovarken, kaburgaları ellerine dokunur. Bu sırada Allah’tan nida gelir: “Ey benim sevgili Efendim Celaleddin! Bu beden sana verdiğim bir ilahi emanet, orada gizli olan benim. Neden bakmadın, bu hale getirdin? Ne kadar zayıf düşmüşsün.”
Hazreti Mevlana bakın nasıl bir yanıt veriyor: “Bedenimde hem sen varsın, hem nefsim var. Nefsimin isteklerine düşmeyerek bedenimi bu hale getirdim. Ne kadar şükretsem az, seni aşikar gördüm. Eğer nefsimin isteklerine hürmette bulunsaydım, başıma belalar gelecek ve seni de göremeyecektim, senin için yaptım.”
İnsan kulaktan, hayvan ağızdan beslenir. Bir insanın işi ağırsa çoluk çocuğunun rızkını çıkarmak için, emaneti besleyecek ki, o yükü taşısın. Gereksiz yere bedenini fazla beslerse nefsini azdırır, kendine zarar getirir. Ruhi gıda her şeyin üstündedir. Hakk’ın güzellikleri ne kadar sunulursa sunulsun doyumu yoktur. Diğer güzellikler çabuk geçer.
Bu beden bir kafese benzer. Ruhaniyete yani, Hazreti Muhammed’in, Evliyaların güzelliklerine yönelir, Allah muhabbeti ile yaşam sürdürülürse, ruh kuş haline gelerek o kafesi alıp yücelere çıkarır. Maneviyata meyil verilmez, dünya varlıklarını düşünerek, sevgi dünyaya verilirse kuş yerine o kafese fareler dolar, toprak çeker, insan yücelemez.
Hazreti Mevlana’nın buyurduğu gibi, “Besleme şol tenini, tabuta büryan edersin; besle ruhaniyetini, semavata yücelesin.”
Nefsi gıda çok sunulursa vücutta gam yapar. Fazla yer içersen gaflet verir. Çünkü onların özü topraktır. Ruhani gıda ne kadar çok sunulursa ruh o kadar ferahlık bulur, ruhani sözlerin özü nurdur, seni aydınlığa sürükler.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (19)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Mevleviye’nin diğer tarikatlardan bir farkı var mıdır?

Şimdi, bütün nimetlerden en üstünü akıl, aklın yöneticisi de insandır. Sayısız insan, sayısız Veli, Nebi geldi. Bir insan aklını kullanıp araştırırsa, mantığına uyan, gönlünü, ruhunu hoş eden, aydınlığa götüren bilgiyi mutlaka bulur.
Hazreti Mevlana der ki: “Nakşiye’den, Rıfaiye’den, Bektaşiye’den, Kadiriye’den, Halvetiye’den nereden olursa olsun meydanıma gelsinler, hepsine evlatlarıma sunduğum hakikatleri sunarım ama onları evlatlığa alamam, babalarını incitmek istemem.” Çünkü onlar bir yere bağlanmışlar.
Şeb-i Arus’ta, Konya’ya Türbe-i Saadet’e bir sürü tasavvuf ehli ziyarete giderler. Mevlana’nın büyüklüğü hepsini çeker.
Eskiden bir Mevlevi Dedesi hangi tekkeye giderse gitsin, ondan izin almadan meydan açmazlarmış. Neden? Çünkü Cenab-ı Mevlana, tamamen bende-i Muhammed olduğu için ondan izin almazlarsa, Resulallah’ı incitmiş olurlar.
Burası sarraf yeri, insanı insana söyler, kişilik verir. Kişiliğini bulan bilinçli yürür, bilinçli konuşur, elinden geldiği kadar topluma örnek olmaya çalışır ve hiç ayrım yapmadan hangi dinden, hangi milletten olursa olsun herkese aynı sevgiyi sunar, o zaman Hazreti Peygamberin, Yüce Mevlana’nın, Hazreti Ali’nin ruhaniyeti hoşnut olur.
Siz gönlünüzü büyütün, imanınızı güçlendirin. Ne olursa olsun ben yokum, benden işleyen, hizmet eden bütün o güzellikleri sunan bir kudret sahibi iman ettiğim yer var, diye düşünün.
Onun için buraya geldiğimizde, yerle görüşürüz. Biz birbirimize secde etmiyoruz, ben yokum, sen varsın Allah’ım diye yokluğa bürünüyoruz. Secde, hakikatte yokluk manasındadır.
Hazreti Mevlana’nın çok güzel bir kasidesi vardır, şöyle buyurur ve der ki:
“Koşayım, koşayım da, Hakk yoluna düşen atlılara ulaşayım. Yok olayım, yok olayım da sevgiliye kavuşayım.
Hoş olmuşum, hoş olmuşum. ‘Benlik evini yakayım da sahralara düşeyim’ diye bir ateş parçası olmuşum.
Toprak oldum, toprak oldum ki, senden feyiz alarak rahmet alarak yeşilleneyim, çiçekler bitireyim. Canlılara yararlı meyveler yetiştireyim. Su oldum ki, köpürerek, koşarak, başımı taştan taşa vurarak, secdeler ederek senin gül bahçene varayım.
Ötelerden geldiğim, gökten düştüğüm için, zerre gibi titriyorum. Sona varınca huzura kavuşurum. Emin olurum da titremem.
Gök şeref yeridir. Toprak telef olma, yok olma yeridir. Ben padişahımın yanına varabilmek için bu iki halden de kurtuldum.
Hakk’ın rahmeti su gibidir. O ancak aşağılara, alçak yerlere akar. Ben de ayak altında çiğnenen toprak gibi alçak gönüllü, mütevazı olurum ki, Rahman’ın huzuruna varayım…”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (18)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Nefsin Müslüman olması çok zor. Her an rabıtada olunmuyor, ansızın akıl karışıyor, gaflet basıyor. Bu konuda biraz açıklama yapar mısınız?

Bir insan bir yere ikrar verirse, dünya ile ne kadar işi olursa olsun, sevdiğini gönlünden çıkarmaz, başka varlıları da gönlüne koymaz ve aklı fikri kolay kolay değişmez. Kişinin gönlünde Hakk yoksa, kafası her saniye dağınıktır.
Hazreti Muhammed, “Bana ikrar veren kişi, ikrarına sadık ise, son nefesini nerede verirse versin şefaatçisi benim” diyor. İkrarına sadık olmayan kişi, gece gündüz dualarda bulunsa, yani Hakk’ı ağızda zikredip, ağızla ibadetini yapıyor ama gönlü başka şeylerle doluysa onun ibadeti boştur.
Eskiden, Mevlevi canı olmak için yolcu geldiği zaman, Dede, “Hiç aşık oldun mu?” diye sorarmış. Eğer “Olmadım” derse, “Ben seni nasıl derviş alacağım? Sana aşktan, sevgiden nasıl söz edeceğim? Git aşık ol, bir şeyi sev, öyle gel” dermiş.
Çünkü burada; mecaz aşkta, nasıl ona karşı büyük bir muhabbet besleyip, onun için gecelerini uykusuz geçirerek, yollarda sevgilinin dışında yürümediysen, bu duyguların manaya yöneltilmesi istenir. Allah, bütün kainatın sahibidir, hepsi O’nun zuhurudur. O, hepsinden güzel, hepsinden a’ladır. Onu gönlüne koyup, hiçbir simaya benzetmeden en güzel bir şekilde tasavvur edersen, O’nunla yola çıkmış, O’nunla yürüyor ve imanında yaşıyorsun demektir.
Hakk’ın bilgisini, sonsuz güzelliklerini, en güzel şekilde dile getiren Hazreti Muhammed’dir. Hakk’ın büyüklüğü O’ndan tecellisini gösterdi. Bu aleme gelen bütün Evliyaullah, hepsi Hazreti Muhammed’e gönül verdiler, O’nu görmeden O’na aşık olarak o güzelliklere vakıf oldular. Eğer oraya gönül bağlamasalardı Veli olamazlardı.
Yüce Mevlana’mız, “Benim hakiki dervişim, yüzlerce Bayezid-i Bistami’den evladır” diyor. Gelenler, kendini güzelliklere bırakmadan sadece bir iki söz öğrenmekle kaldıkları için, “Kimi lokmama geldi, kimi kisveme geldi, nerede bana gelen?” der. Kimi bir kisve giyip, bir takke takarak ben Mevleviyim demek için, kimi de karnını doyurmak için gelmiş, ama Mevlana’yı bende etmeye gelen olmamış. İnsanları bu güzelliklerden mahrum eden egosudur, nefsidir. Yani nefsin kalesini yıkmadıktan sonra Allah’ın güzelliklerine kolay kolay kavuşulmaz.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (17)

Gafletin ne olduğunu biliyoruz, ama yine de gaflete düşmekten kurtulamıyoruz. Gaflete düşmekten nasıl kurtulabiliriz?

Bir insan midesine fazla düşkün olur, yemeği fazla kaçırırsa beş-on dakika sonra vücudunu gaflet basar, uyku gelir. Gafleti üstünden atmak için biraz az yiyecek ve aşka girecek. Aşk insanı gaflette tutmaz, daima yakar. Aşık hiçbir zaman gaflete düşmez. Bu yola akılla bakıp, çok güzel bularak sevmekle, aşık olmak arasında çok fark vardır. Aşk uyutmaz, gaflette de tutmaz. Aşk olmadı mı bir insanda o insan gaflettedir, ne olursa olsun uykudadır.
Hazreti Mevlana der ki: “Allah’ın ismi Lafza-i Celal’dir, Allah yakıcıdır, koymuşlar. Evet, Allah yakıcıdır, ama neyle yakıcıdır? Allah, güzelliği ile yakıcıdır.
Size elimizden geldiğince Allah’ın ne kadar güzel olduğunu dile getirmeye çalışıyoruz. Dünyamızda sekizmilyar insan içinde birmilyara yakın güzel simalı insan var. O güzel simalar da Hakk’ın nurunun tecellileridir. Cenab-ı Allah, birine nurundan biraz fazla ihsanda bulunduğu zaman, o kişi yüz metre uzaklıktan insanları kendine baktırır. Baktıran nedir? Ondaki o nur, o ışıktır, o kişi değil… Birmilyar kişideki o nur, bir kişide yüzünü gösterirse, bu cüz’i akılla oraya bakılabilir mi? İnsan oraya bakamaz, erir. Bizi bizden alır götürür. Ne kadar Hakk’a yaklaşırsan, O’nun muhabbetleriyle haşır neşir olursan, sende o nur, o kadar artmaya başlar.
Bir erkek kıza, bir kız bir erkeğe aşık olduğu zaman her ikisinde de akıl baştan gider. Aşk akılı baştan alır. Nasıl bir kız veya bir erkek uğruna yandın; işte Allah hem o kızdan hem de o erkekten binlerce kata daha güzeldir. Çünkü o güzeller O’nun suretleridir. O yarattı onları… Kendi güzelliğini gösterirse dünyayı yakar. Onun için Hazreti Mevlana der ki: “Benim hakiki yüzüm görünürse, yolcum anında bir su damlası haline gelir. Ancak birkaç saniye kadar yüzümü sevenime gösteririm. Biz, hakiki yüzümüzü açmadan, sıradan biri gibi görünüyoruz. Aşıklar, arifler bizi dilimizden anlasınlar.” Yani çok güzel sözlerle, sayısız hakikatler sunduğu için oradan beni anlasınlar, ona göre yola çıksınlar, demek istiyor.
Gaflet ancak aşkla ortadan kalkar. Aşk gafleti götürür, gözünü kapamana izin vermez. Çünkü Sevgili devamlı gönlü kurcalar…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (16)

Mevlevilikte mecaz ve manevi aşk nasıl anlatılır?

Her zaman Mevlevilik, hiçbir yola benzemez, diyoruz. Çünkü Hazreti Mevlana, Aşk Piridir. Sevgi ve aşkı onun kadar söyleyen manevi bir üstad daha dünyaya gelmemiştir. Zaten aşkı bilmeyen Mevleviliği kolay kolay anlayamaz. Çünkü buradaki muhabbetlerde sevgiye, aşka ağırlık verilir. İnsana mecaz aşkı yaşatan, aklından fikrinden bir an çıkmayan, o güzel sevgiliyi veren bir Yaratıcı var. Sevgilinin yüzündeki, o güzel nur da Allah’ın bir hediyesidir. Allah baştan aşağı nurdur, mecazdaki o güzel aşk maneviyata verildiği zaman nefs, sıkıntı, hüzün kalmaz. Kişi kendinden çıkar, vücudunu sevgili kaplarsa, sevgili aşığına gam, keder vermez. Ancak yakar. Burası hep sevgi, aşk istiyor, iman istiyor. Çünkü her şeyin sahibi O.
Hazreti Mevlana, “Mecaz aşk bana gelmek için köprüdür” der. Mecaz aşkı tatmadan, manayı nasıl tadacaksın? O da Allah’ın bizlere bir oyunudur, ufak bir şeyle aklımızı başımızdan oynatır. Daha sonra kişi bana bu aşk, bu güzel sevgili, bu güzel duygular nereden geldi diye daha derine iner sahibini bulup her şeyiyle oraya yönelirse o zaman büyük kazanca gider.
Hazreti Mevlana’ya, “Allah’ı bu kadar zikrediyorsun, meth ediyorsun, ona bir şiir söyler misin?” demişler.
“Söylerim” demiş.
“Yandım güzel, aşkına hararetine. Gayrı güzel sevmeyeceğim ey Tanrım senin aşkına.”
Ne güzel söylemiş…
Hazreti Mevlana, bazen güzellere seslenir: “Ey güzel güneşim diye hitapta bulunma, benim vergimdir o sana. Yüzün bana dönük olursa iki alem seni bir güneş, bir kemal görür. Benden yüzünü çekersen, bir an gelir seni duvar haline getirir.” Nasıl getirir? Bir hastalık, bir sıkıntı verir, saçlar ağarır, dişler dökülür, yüz buruşur, o mecaz güzelliği gider. Onun için nefsimizden üstün bir yer varsa, o da manevi Sevgilimizdir. Onu gönlümüze koyduktan sonra, o her şeyi halleder. Onu gönlümüze koymazsak dertten, gamdan, hüzünden kurtulamayız.
Seyyid Burhaneddin Efendi’nin güzel bir sözü vardır, “Kim nefsi ile barışıksa, bilsin ki Allah ile savaştadır.”
Manevi büyüklerimizin hepsi nefsleriyle savaşarak güzelliklere kavuştular. Nefsi ile dost olan bilsin ki, Allah’la savaşıyor. Allah’la savaşan her an mağlubiyete gider.
Ne kadar güzel söylemiş Seyyid Burhaneddin Efendi, “Denizdeki canavardan korkma, içinde deniz olan canavardan kork.”
Nefsin öyle büyümüş ki, vücudunda deniz olmuş, almış seni götürüyor. Fakat onu görmüyorsun, o görünmeyen düşmandan kork.
Nefsin düşmanı Allah’dır, kalbine Hakk’ı koyarsan o gider…