“Cenâb-ı Hakk’a varmak isteyenlere nasıl bir yol gösterirsiniz? Bu yol, bilgi ile midir, imanla mıdır, anlamakla mı, yoksa yaşamakla mıdır? Ne dersiniz?”
Cenâb-ı Hakk’a varmak için en başta inanç olması lâzımdır. İnançtan sonra iman olması gerektir. Yolcunun Hakk’a varması için, ona yol gösteren mürşidine tam bir imanla bağlanması ve onun sözlerini can kulağı ile dinlemesi ve benimsemesi gerektir. Yolcu böyle bir hale bürünürse, onun imanı sahîdir ve mürşidi de Hakk’tır.
“Peygambere indirileni dinledikleri zaman onun Hakk olduğuna âşinâlıklarından dolayı gözlerinin yaşlarla dolup boşandığını görürsün. Onlar: ‘Ey bizim Rabbimiz, inandık iman getirdik, şimdi Sen bizi şahitlik yapanlarla beraber yaz!’ derler.” (Maide, 83)
Buna en güzel örnek Hazreti Ali Efendimizdir ve şöyle buyurur: “Ben görmediğim Allah’a ne inanırım, ne de iman ederim.”
Hazreti Ali Efendimizin inandığı ve iman ettiği kişi Hazreti Muhammed’di. O, Allah’ın sıfatını Hazreti Muhammed’de gördü.
“Arâf üzerinde herkesi sîmasından tanıyan insanlar vardır.” (Arâf, 46)
Bir mürşid-i kâmil, yolcusunun aklına, rûhuna ve gönlüne en güzel şekilde hitâb ederse, onun bütün “boşluklarını doldurursa, o zaman yolcu görecek ki, mürşidinin dışında başka gidilecek hiçbir yer yoktur. Bunu görünce de mürşidine ikrâr verir ve artık mürşidini Hakk olarak bilir.
“Allah, iman sahiplerinin sahibidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.” (Bakara, 257)
Fakat malesef mürşidi tanımadan, kim olduğunu öğrenmeden, ona körü körüne ikrâr verenler, intisâb edenler vardır. Kâmil olmayan bir mürşid de yolcuyu ancak hayalî bir Allah’a götürür.
Kitap ehli, ne kadar okursa okusun, inandığı Allah, onlarca hayalîdir. Kitap ehli, bir müridin mürşidine olan bağlılığını, ona imanla bakmasını anlayamaz, bu onun aklına yatmaz ve o müridi imanından çevirmeye çalışır. Eğer mürid, ehli iman sahibi ise imanından dönmez ve imanıyla yaşamaya devam eder. Ama imanı güçlü değil ise, o da onunla beraber hayale gider, gerçeğe arka çevirir.
“Kitab ehlinden birçoğu, Hakk kendilerine gün gibi âşikâr olduğu hâlde, sırf nefsanîyetlerinden ve kıskançlıktan ötürü, sizi iman ettikten sonra yeniden hakîkati inkâra döndürmek isterler. Siz, ey iman edenler, Allah’ın irâdesini ortaya koyacağı vakte kadar onları hoşgörün. Unutmayın, Allah her şeye kâdirdir.” (Bakara, 109)
Kâmil bir mürşid, adı üstünde ‘kâmil’, yani kemâlata ermiş, aklı kemâl bulmuş. Mürşid-i kâmil kitabî konuşmaz, hitâbî konuşur. Neden hitâbî konuşur? Çünkü onun bütün vücudunu Sevgilisi sarmıştır ve içinden ne doğarsa, yolcusuna onu sunar. Yolcusunun cemâline bakar, gönlünü okur ve ona göre konuşur. Çünkü insan sohbetle aydınlanır. Biz her zaman şunu deriz: “Nerede muhabbet, orada hâlk olur Muhammed.” Muhabbet olmayan bir yerde Muhammed bulunmaz.
“Gerçek müminler, ancak o müminlerdir ki, Allah anıldığı zaman kalbleri ürperir; karşılarında âyetleri okunduğu zaman, imanlarını artırır ve Rablerine tevekkül ederler.” (Enfâl, 2)
Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “Beni bu âlemde göremeyen, öbür âlemde göremez.”
Peki Hakk’ı bu âlemde nasıl göreceğiz? Bir mürşid-i kâmil, Hazreti Muhammed Efendimize bende olmuş ise, O’nun yüzüyle topluma yüz tutuyorsa, O’nun dilinden konuşuyorsa, onu sevmek Hazreti Muhammed’i sevmektir; Hazreti Muhammed’i sevmek de Allah’ı sevmektir. İşte böylece yolcu Allah’ı görmüş olur.
“Her kim Peygamberine ve iman edenlere dost olursa, şüphe yok ki, ancak Allah’tan yana olanlar üstün geleceklerdir.” (Maide, 56)
Hazreti Mevlâna ile Şems-i Tebrizî Hazretlerinden misâl verelim, her ikisinin de selâm olsun üzerlerine. Hazreti Mevlâna, son nefesinde, ne babasına yola çıkmıştır, ne de ikinci şeyhi Seyyid Burhâneddin Efendiye yola çıkmıştır. O’nun yola çıktığı Zât, Şems-i Tebrizî Hazretleridir.
Hazreti Muhammed Efendimiz, selâm olsun üzerine, Hakk’a yürümeden önce Hazreti Ali’ye soyunmuştur ve O’nun rûhu Hazreti Ali’de ikâmet etmiştir. Hazreti Ali Efendimiz de, selâm olsun üzerine, son nefesinde şehâdet getirirken Hazreti Muhammed’e yola çıkmıştır.
“O gün bütün insanları, imamları (önderleri) ile çağıracağız.“ (İsrâ, 71)
Bizlerin de yolumuz, mürşidlerimizin ve Pîrimizin vasıtasıyla, Resûlallah’a çıkar. Yolcu, bir mürşid-i kâmile varmadan, Resûlallah’a varamaz.
“Ey Rabbimiz, gerçekten biz: ‘Rabbinize iman edin!’ diye imana çağıran sesini işittik ve derhâl iman ettik. Ey Rabbimiz, günâhlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizleri, Sana ermiş kullarınla birlikte yanına al!” (Âl-i İmrân, 193)
(Bu yazı, “Hasan Çıkar Dede’nin Dilinden Kur’ân ve Hadîsler Işığında Mevlâna Sohbetleri” isimli derlemeden alıntılar yapılarak hazırlanmıştır.)
Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…