AŞK VE İMAN – 9

Mesnevî-i Şerîf’te “Nereye dönerseniz Tanrı yüzü vardır” sözü şöyle açıklanır:

“Susayınca bir bardaktan su bile içerseniz suyun içinde Tanrı’ya bakmaktasınız. Fakat aşık olmayan suya bakar da suyun içinde kendi yüzünü görür. Bununla birlikte aşığın sureti, Tanrı’da fânî olursa söyleyin bakalım, suda kimin suretini görür?”

Hazreti Mevlâna, Mesnevî’de, aşıkların baktığı her yerde Tanrı’yı gördükleri hakîkatini şöyle açıklar:

“Aşıklar güneşte Tanrı güzelliğini görürler. Ay nasıl suda görünürse, güneşte de Hakk görünür. Fakat bu aşık ve sadık kişiler için geçerlidir; şeytana ve hayvana tecellî etmez. Bununla birlikte şeytan bile aşık olsa bir Cebrâil kesilir, şeytanlığı ölür. Bu makâmda ‘Şeytanım benim elimde Müslüman oldu’ sırrı belirir.”

Yine Mesnevî’de, ‘İmr’ül Kays’ isimli bir Arap padişahından bahseden Hazreti Mevlâna, bu padişahın zamanın Yusuf’u gibi çok güzel olduğunu söyler. Aynı zamanda şair olan ve Arap kadınlarının hepsinin aşık olduğu bu zât, şunu bildi ki onların hepsi suret güzelleridir. Onlar âdeta tahta üzerine yapılmış resimlerdir. 

Nihâyet bu padişahta bir hâl belirir ve gece yarısı ülkesinden kaçar. Bir hırkaya bürünüp gizlenir. Kusurdan ve her türlü noksandan uzak olanı aramaya başlar.

Hazreti Mevlâna, bu padişahın ülkesinden kaçıp arayışa düşmesinin sebebini ‘aşk’ olarak açıklar ve şöyle buyurur:

“Aşk, o padişahı dudakları kurumuş ve susuz bir hâlde Arap ülkesinden çekti. Bir şehre geldi ve orada kerpiç ameleliği yapmaya başladı. O ülkenin padişahına, Arap padişahlarından İmr’ül Kays bu diyâra geldi, aşka av olmuş, kerpiç ameleliği yapıyor, dediler.

Padişah kalktı, gece vakti onun huzuruna gitti. Dedi ki: Ey güzel yüzlü padişah! Sen, zamanın Yusuf’usun. İki ülke de sana tâbî olmuştur. Ben de senin kulunum, ülkem ve saltanâtım da. Bizim yanımızda konakla da devlet ve ikbâle erişelim.

Böyle bir hayli hikmetler söyledi. Padişah öylece susup duruyordu. Birdenbire sırrının yüzündeki örtüyü kaldırdı. Kulağına eğilip aşk ve derde ait ne söylediyse söyledi. Kendi gibi onu da baştan çıkardı. Diğer padişah da onun elini tuttu, onunla dost oldu. O da onun gibi tahttan, kemerden bezdi.

Bu iki padişah, uzak ülkelerin yolunu tuttular…”

Kasîde:

“Beşer sevdası olmayan başımda, bir heves var! Bir sevda var! Bu sevda yüzünden öyle bir hâldeyim ki, kendimden bile haberim yok!

Aşk padişahı, bana her zaman binlerce memleket bağışlar. Benim ise, ondan, onun cemâlinden başka hiç bir isteğim yok! 

Bana iki cihanda da onun aşkının kemeri ve külâhı yeter! Benim kendi külâhım başımdan düşse, belimde de kemerim olmasa, benim için tasa değil, hiç üzülmem 

Seher vakti onun aşkı, benim hasta gönlümü öyle bir yere götürdü ki, ben orada nice geceler, gündüzler geçirdim de seherlerden haberim bile olmadı. 

Canım ise mânâlar diyârına öyle bir sefer etti ki, gökler ve ay; ‘Biz ömrürnüzde böyle bir sefer yapmadık’ dediler. 

Ayrılıktan ötürü canım, iki gözünden kanlı yaşlar saçıyorsa da, sen, bunu gördüğün hâlde, incilerle dolu bir gönlüm yok sanma! 

O eşsiz varlığın cemâlinden, güzelliğinden bir nişâne, bir iz gösterirdim ama, iki cihan birbirine girerdi. Ben kavga ve gürültü çıkarmak niyetinde değilim.”

00

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.