İnsanın muazzam bir değeri ve bu değerin yanında özünü örten büyük bir perdesi vardır. Hazreti Mevlâna, nefsini tanıma gayreti içindeki insana şunları söyler:
“İnsan, yazın kışı ister, fakat kış geldi mi bundan da vazgeçer, istemez. Bir hâle katîyen razı olmaz. Ne darlıktan hoşlanır, ne genişlikten, boşluktan. Hidâyete nâil oldu mu tutar, inkâra sapar.
Nefs, bu çeşit mahlûklardandır da onun için gebertilmeye lâyıktır… Onun için Ulu Tanrı, ‘Öldürün nefslerinizi’ demiştir. Nefs, üç köşeli dikendir, ne çeşit koysan sana batar, ondan kurtulmana imkân mı var? Hevâ ve hevesi terk etme ateşini vur şu dikene… İyi işli dosta uzat elini, sarıl ona!”
Mânâyı aramamızı, mânâya koşmamızı isteyen Hazreti Mevlâna, insanlardaki güzelliğin bir altın yaldız gibi olduğunu, o güzelliğin yavaş yavaş gideceğini buyurur:
“Çünkü o gönül güzelliği, bâkî güzelliktir. Senin mânâ sandığın surettir, eğretidir. Mânâ odur ki, seni senden alır; suretten müstağni kılar.”
Kasîde:
“Şu paramparça olmuş gönül, senin aşkının ‘Çekil, çekil’ seslerini duyunca kendinden de geçti, iki dünyadan da.
Yokluk denizine dalınca, varlık gözüne hor göründü. Derken ansızın bir meşâle belirdi. O kanlar içen candan üstündü.
Kibirle, kinle dolu olan varlık, nasıl olur da bir an için olsun sırları görecek? Yeryüzünde elde edilen bir yaşayış, denizde ne işe yarar?
Ey insan canı, mâdemki noksanlık âlemindesin, bâri gece karanlığı basınca, bir yıldız gibi dolaş!
Allah dostlarından bir yardım görürsen, ebedî bir yaşayışa, sonsuz bir zevke ulaşırsın. Kötülüğü emreden nefsi kahretmek için bir ordu elde edersin.
Varlığı, benliği sildin süpürdün, nefsin başını vurdun, ezdin; gözüne öyle bir güzellik belirdi ki, onun ne yüzü vardır, ne de yanağı!
Orada yüzlerce dolunay bir hiçten ibârettir. Orada toprağın her zerresi altın olur. Oraya gönülden başka bir şey götürme! Orada ancak aşk yüzünden paramparça olmuş gönül vardır.
Can gözü açık olanlara inciler bağışlayan bir deniz vardır. Kumlar sayısınca canlar, onun aşkı ile âvâre olmuşlardır.”