MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 33

HAKK İLE HAKK OLMAK…🌹

Mahmut Efendi: Velîyyullah buyuruyor ki: “Peygamber Efendimiz Hazreti Mustafa (sav), âlemin hakîkatinin ve kemâlâtının beşerî örtüsüdür. Kendisi, “Ben elçiyim, ben kulum” diyerek bunu örtmüş ve gizlemiştir. Böylece bütün insanlık âlemine bir kulun nasıl olması gerektiğinin misâlini vererek bir hidâyet rehberi olmaktadır.” Hazreti Mevlâna da bu hakîkati şöyle dile getiriyor: “Hakîkat-i Muhammedîye güneşi beşerîyet örtüsüyle yüzünü gizlemiştir. Bu sırrı anlamaya çalış, bunun doğrusu budur. Bunu en iyi bilen Allahü Âzimüşşân’dır. Hazreti Muhammed, Hakk’ın esmâ, sıfat ve zâtının ekberîyetle tecellîsidir. Bunu bilmeyip, Allah başka Resûl başka demek, ikilikte kalmaktır.” Siz nasıl yorumluyorsunuz Dede?

Hasan Dede: Tamamen Hakk’a yüz tutan, her şeyiyle kendini Hakk’a vermiş olan bir kişi artık Hakk olmuştur ve bedeni de Hakk’ın örtüsü olmuştur. Bu âlemde insan sûretinde görünen sayısız varlık vardır; bunlar insan görünürler ama gönülleri, muhabbetleri, inançları, sevgileri tamamen Allah’ın vehimlerine, yani varlıklarına sunulmuş olduğu için, bunlar Allah ile diridirler fakat Allah onlarda diri değildir. Bir insan, bir Allah’ın sevgilisine elini uzatır, oraya baş keser, orayı kendine baş eder, orayla kendini beslerse ve Hazreti Muhammed Efendimiz’e muhabbetini, sevgisini, gönlünü verirse; Hazreti Muhammed Efendimiz, selâm olsun üzerine, bu gönül sahibine gecenin bir vaktinde o güzel yüzünü gösterir. O güzel yüzü gören kişi artık Hakk ile Hakk olmuştur, onun vücudu sadece bir örtüdür ve o örtünün altında Allah’tan başka bir şey yoktur. 

Hazreti Ali Efendimiz şöyle buyurur: 

“Kişi dili altında gizlidir.” 

Bir gün Hazreti Mevlâna’nın huzûruna iki kişi geliyor. Cenâb-ı Mevlâna ikisiyle de muhabbet ediyor, fakat biri susuyor hiçbir şey söylemiyor, diğeri de sorularına cevap veriyor. Bu iki kişi Mevlâna’nın huzûrundan ayrıldıklarında, aynı muhabbet ortamında bulunanlar Mevlâna’ya sormuşlar: “Bunlar nasıl kişilerdi ya Mevlâna?” Mevlâna şöyle cevap vermiş: “Konuşan kişi şu derecededir, diğeri hakkında bir şey diyemiyorum, çünkü konuşmadı.” Yani kimliği ortaya çıkmadı. Bizler, mâdem ki sarraf dükkânında çalışıyoruz, toplum ne ayardadır, konuşmalarından anlarız. Fakat bizlerin önemli bir vazîfesi de, onların örtülerini kaldırmadan onlara insandan söz etmek. Böylece belki o insandan örnek alır da, bir gün gelir o da güzel bir insan olur, Hakk olur. Kısaca, insanın bedeni libâdır, örtüdür. Bir Hakk dostu, Hakk ile Hakk’tır, ama bu sırrı âşikâr edemez, ben Allah’ım diyemez. Eğer, ben Allah’ım, derse benliğe tutulmuş olur ve Firavun sıfatına ermiş olur. Ne kadar yoklukta durursa, o kadar Hakk’ın yüzü ondan tecellîsini gösterir.

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 32

ENE’L HAKK…🌹

Mahmut Efendi: Şiblî Hazretleri diyor ki: “Ben ve Hallâc-ı Mansûr aynı kâseden içtik; ben ayık kaldım, o sarhoş oldu. Bunun üzerine hapsedildi ve bir gün öldürüldü.” İbn-i Arabî de; “Şiblî’nin ayıklığını Hallâc’ın sarhoşluğuna tercih ederim” buyuruyor. Siz bu konuda ne dersiniz Dede?

Hasan Dede: Hallâc-ı Mansûr’un, selâm olsun üzerine, imanı güçlü, aşkı tam ve âşık olduğu yer ile sarhoş. Şiblî de, aşkın şarabını içtim, diyor ama gönlü tam değil ve imanı da güçlü değil, bu yüzden akılda kalıyor ve o güzelliklere vâkıf olamıyor. Bunlar çok ince hesaplardır. Hazreti Pîr’in diliyle anlatıcak olursak; o kadar rahmete vermiş kendini ki, Resûlallah’tan ileri çıkmak istiyor. Nasıl ileri çıkmak istiyor? Resûlallah Efendimiz, selâm olsun üzerine, Mîrâc’ta bütün ümmetinin berâtını istiyor; Mansûr-u Hallâc, Resûlallah’ın dilinden bunu duyunca diyor ki: “Ben Resûlallah gibi Mîrâc etmiş olsaydım, Allah’tan yalnız ümmetimin berâtını değil, bütün insanlık âleminin berâtını isterdim.” Hallâc, bu sözü der demez hemen o akşam Peygamber Efendimiz asık bir yüzle rüyâsına çıkıyor. Mansûr-u Hallâc buna çok üzülüyor ve Peygamber Efendimize niyâz ediyor ve, “Ne suç işledim ya Resûlallah, o güzel yüzünü neden benden uzak tutuyorsun, asık yüzle çıkıyorsun?” diye yalvarıyor. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, selâm olsun üzerine, Hallâc’ın bu yakarışlarına günlerce bir cevap vermiyor. Sonunda bir gece yine Mansûr’un rüyâsında görünüyor ve şöyle buyuruyor: “Yâ Mansûr, ümmetimin berâtını isterken acaba ben mi istedim, yoksa benden Allah mı istedi? Sen beni Allah’tan ayrı mı görüyorsun?” Peygamber Efendimizin bu sözleri üzerine Mansûr söylediklerinden bin pişman oldu ve, “Ne olur yâ Resûlallah beni affet” diye yakarmaya başladı. Resûlallah ona şu cevabı verdi: “Ancak başını verirsen affıma mazhâr olursun!” Mansûr bunu duyunca hemen ertesi günü kendi cemaatine şöyle bir seslenişte bulundu: “Ene’l Hakk!” Cemaat, Mansûr’un bu sözü üzerine Allah’lık davasına girdiğini düşündüler ve buna isyân ettiler. Mansûr’u taşa tuttular, çarmıha gerdiler, başını kopardılar. Fakat yine de boğazından akan kan “Ene’l Hakk” yazdı. 

Hazreti Mevlâna buyurur der ki: 

“Mansûr sözünde Hakk’tı ama cemaati o görüşe sahip değildi; sahip olmuş olsalardı Mansûr’u idam etmezlerdi.”

Bir gün Mevlâna’ya şu soruyu soruyorlar: “Yâ Mevlâna, senin yolunda yürüyen evlâtlarının mükâfatı nedir?” Mevlâna onlara şu cevabı veriyor: “Tanrılık!” İşte sen birini Tanrı’laştırırsan, artık Tanrı Tanrı’yı asamaz. 

Bir örnek daha vereyim; İbrahim Edhem Hazretleri, Hicâz yolunda öyle bir dil sarfediyor ki, Hac arkadaşları hayran oluyorlar ve ona soruyorlar: “Yâ Edhem, bu sözler Kitap’ta yok, ama sen o kadar şifâî sözler söylüyorsun ki, bizim rûhumuza ferahlık veriyorsun. Sen bu bilgileri nereden aldın?” İbrahim Edhem Hazretleri onlara şu cevabı veriyor: “Ben Tanrı’mı öldürdüm de bu bilgilere sahip oldum.” Bu sözleri üzerine etrafındakiler İbrahim Edhem’e cephe alıyorlar, kargaşa çıkartıyorlar ve onu idama götürüyorlar, fakat ipi çekmeden son sözü olup olmadığını soruyorlar. İbrahim Edhem onlara şöyle sesleniyor: “Benim öldürdüğüm Tanrı, şu anda sizlerden ferman çıkardı beni asıyor; işte benim o öldürdüğüm Tanrı, nefsimdi.” İbrahim Edhem, nefsini öldürünce, Tanrı kendisinden ‘Rahman’ sıfatıyla tecellî etmişti ve onun dilinden o güzel sözleri söylemişti; fakat halkın uyduğu nefsi nerdeyse İbrahim Edhem’i idama götürecekti.

Yani sonuç olarak Mansûr-u Hallâc sözünde Hakk’tı, fakat Şiblî akılda olduğu için henüz o lezzete sahip değildi.

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 31

ÖZGÜR VE HÜR YAŞAMAK NE DEMEKTİR?..🌹

Mahmut Efendi: İnsanlar belirli fikirler içindeler ve bunlara hapsolmuş durumdalar, gerçekleri bulamıyorlar ve karanlıktalar. Hazreti İsa Aleyhisselâm’ın bir sözü var, şöyle diyor: “Gerçeği bilin ve gerçek sizi özgür kılsın. Gerçek, ilâhî güzelliktir; mevcuttur ama varlığı yoktur. Bütün rûhunla arınman gereklidir. Tam bir özgürlük içinde aramazsan bulamazsın. Kimsin sen? Neden yaşıyorsun? Yaşamanın amacı nedir? Evren nedir? Niye varoldum? Hayatımı nasıl yaşamalıyım? Neredeyim? Nereye gidiyorum? Bu sorular bir insanda zuhûr eder de cevaplarını bulmaya çaba sarfederse insan gelişir, değişir ve özgürleşir. Bu güne kadar etrafımızın geliştirdiği baskılardan kurtulmak ve içimizdeki saklı olan hakîkatleri bulmamız gereklidir.” Siz ne buyurursunuz Dede?

Hasan Dede: Toplumun fikirleri öyle yerlere saplanmış ki, hüzünlerden, gamlardan, sıkıntılardan hiçbir türlü kurtulamıyorlar. Ne kadar Allah’ı da zikretseler, ibâdet de yapsalar, özgürlüğe ve temiz bir rûhanîyete kendilerini veremiyorlar. Peki bunun sebebi nedir? Bunun sebebi iman zayıflığıdır. Neden iman zayıflığıdır? Bir insanın bağlandığı yere imanı gerçek ise, o insan gama sıkıntıya düşmez, çünkü kendinde yaşamaz. Gönlünü vermiştir Pîrine ve Pîriyle Hazreti Muhammed’e, ona inanmış ve ona iman etmiştir, onunla içini güzelliklerle donatmıştır, oranın güzelliklerine kendini kaptırmıştır. Ve işte bu kişi özgürlüğüne kavuşmuş sayılmaktadır. 

İşte Hazreti Mevlâna, selâm olsun üzerine, şöyle buyuruyor: 

“Komşunun her sabah tasında bal, zeytin, peynir bulunur. Benim ise önümde tuz ve bir tas da ayranım vardır. Benim ayran tasım, soframdaki tuzum bana her şeyin üstünde bir tat vermektedir, sayısız cihanlar bağışlansa da hürriyetimden bir zerre satmam.” 

Herkes kendi fikrince inandığını savunur, kendi imanını güçlü bilir. Ama belki de kendimizi avutuyoruz, çünkü sıkıntılar bir türlü gitmiyor. Ehli iman sahibinde katiyyen gam gasabet yoktur. 

İşte Şeyh Gâlib Dede Hazretleri, selâm olsun üzerine, şöyle der: 

“Gam ve keder halk-ı cihanındır, âşıkta gam keder neyler?” 

İnsan iman ettiği yerin güzelliklerini gördükten sonra artık gönül oraya verilmiştir, o kişide artık kimlik yoktur. Ama bunlar yok ise, ne kadar bilgiye sahip olursan ol, sen ancak meyvanın kabuğuna erersin, tadına varamazsın. Bilgiye sahip bir insan gurura kapılırsa, başkalarını hor hakîr görürse, o benlikle mahvolup gitmeye mahkûmdur. Ama tevazûya inip, yoklukta durursa, ona ait hiçbir şeyin olmadığını, bütün sahip olduklarının Yaratıcı’dan olduğunu bilir ve her ân şükrederek niyâzlarda bulunarak yaşarsa, o kişi hiçbir zaman mahkûm olmaz, özgür olur ve hür yaşar.

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 30

HAKÎKATTE KULLUK EDEN KİMDİR?..🌹

Mahmut Efendi: Cenâb-ı Peygamber, bir gün Abdullah İbn-i Abbas’a diyor ki: “Yâ amca oğlu Abdullah, vücudunu kayırma.” Peygamber Efendimizin bu sözü üzerine İbn-i Abbas: “Yâ Resûlallah, vücudum bana kabahat mıdır?” diye soruyor. Cenâb-ı Peygamber şu cevabı veriyor: “Bu sözü söyledim ki, anla, bu vücud senin değildir. Hakk’a niyâz et ve de ki, Yâ Rabbi bende senin vücudunu izhâr et de, bende senin vücudun olduğunu bileyim.” Bizler vücudumuzun Hakk’ın vücudu olduğunu nasıl bilebileceğiz Dede?

Hasan Dede: Peygamber Efendimiz, selâm olsun üzerine, bir gün tefekkür hâlindeyken nefsine ıstırab vermek için, yatsı namazını edâ ettikten sonra, bir ayak üstünde duruyor. O ayağı yorulunca da diğer ayağı üstünde durmaya devam ediyor. 

Bir zaman sonra Peygamber Efendimize Allah’tan şöyle bir nidâ geliyor: 

“Ey benim Habîbim, hani sen beni çok seviyordun. Bu kadar sevmene rağmen, beni o kadar çok yoruyorsun ki hayret, bu mudur senin sevgin? Bir ayak üstünde duruyorsun, sen yoruluyorsun, ben yoruluyorum. Senin bir zerren bile benim dışımda değildir. Ben senin vücudunda gizlendim, ordan bu âleme tebliğler veriyorum.” 

Ebû Müslim de Hazreti Peygamber’in bu yaptığını yapmak istedi, ona da Allah’tan şöyle bir nidâ geldi: “Sen gece gün tek ayak üstünde dursan da benim Habîbimin yerini tutamazsın!” 

İşte vücudu kayırabiliyor muyuz? Hayır. Çünkü her zerremiz onunla diridir. Rûh, bu bedende akıl oldu, göz oldu, kulak oldu, bu bedenden konuşuyor, bu kalpte Allah’ı zikrediyor. Rûh bedenden ferâgat ettiğinde ise tüm bu âzâlar çalışmaz hâle geliyor. Allah, bu beden örtüsüyle kendini gizlemiş ve bu bedenden sayısız bilgiler sunuyor. Onun için Hazreti Mevlâna, selâm olsun üzerine, bir gün diyor ki: “Allah’ım seni o kadar çok seviyorum ki, bin tane canım olsa sana kurban olsun.” Fakat bu kelâm ağzından çıkar çıkmaz Mevlâna istiğfâr etmeye başlıyor ve şöyle devam ediyor: “Estağfurullah, bana ait ne var ki, can verene can bağışlıyorum.” 

Başka bir yerde de yine şöyle sesleniyor: 

“Kalkmayın diyesiniz, ben Allah’a kulluk ediyorum, çünkü bu sözde dahî benlik vardır. Sen kulluğu kimin kudretiyle kime yapıyorsun?” 

Mâdem ki bize kulluk eden de Allah’tır, o zaman bizim her ân teslîmiyette durmamız gerektir.

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 29

İNSAN OLMASAYDI ALLAH BİLİNMEYECEKTİ!..🌹

Mahmut Efendi: Yine Hazreti Mevlâna şöyle buyuruyor: “Dünya sevgisinden gûsul ediniz ki, vücudunuzun bir zerresinde dahî o sevgiden eser kalmasın. Günde beş kere dünya muhabbetinden elinizi yıkayınız ve Hakk’tan yana, yani cemâl kıblesine karşı yüzünüzü çeviriniz ve Hakk’tan yardım dileyiniz.” Bir hadîs-i şerîfte de Hazreti Muhammed şöyle buyuruyor: “Her kim hikmet bilmezse, hikmetten haberdâr olmazsa, bu kimse Allah mârifetinde er değildir.” Siz ne dersiniz Dede?

Hasan Dede: Bizler zikirlerimizi bilinçli yaparsak, kimi zikrettiğimizi bilerek onun kimliğinde kendimizi fânî kılarsak, bizler her zaman mânevî yönden güçlü oluruz, hiçbir zaman küfrîyâta düşmeyiz. Ama bilinçsiz zikirler yaparsak, istersek sabahalara kadar zikir yapalım, yine küfürde kalmış oluruz.

Cenâb-ı Mevlâna’ya bir gün soruyorlar: “Allah ne kadar büyüktür?” 

Mevlâna şöyle cevap veriyor: “Allah’ın büyüklüğü insanın boyu kadardır.” 

Bu yanıtı alanlar: “Aman yâ Mevlâna, sen âdemin Hakk olduğunu mu söylüyorsun?” 

Mevlâna yine cevap veriyor: “Evet, öyle söylüyorum. Âdem olmasaydı, Allah bilinmeyecekti. Allah, kâinatı yarattı, en son insanı yarattı ve insanda kendini yarattı. İnsan ile hem semâvattaki varlıkları, hem yeryüzündeki varlıkları isimlendirdi ve kendi büyüklüğünü de yine insanla dile getirdi.” 

Bu yüzden bizler, tasavvuf ehli olarak, dâima insan üzerinde dururuz ve insan dışına çıkmayız. Hayalî bir Allah peşinde koşmayız. Eğer hayalî bir Allah peşinde koşarsak, bizler evlâtlarımızı bugüne ve yarına göre yetiştirmemiş oluruz. Bu nedenle bizler her zaman ne kadar hakîkatler varsa, onları dile getirmeye çalışırız. Bilinçli ibâdet nedir? Biz, Allah, dediğimiz zaman, Mürşidimiz vasıtasıyla Pîrimize ve Resûlallah’a yolumuz çıkar. 

İşte Hazreti Mevlâna şöyle buyurur: 

Hazreti Muhammed’in dışında bir Allah aramaya kalktığınız ân, kendinizi boşlukta bulursunuz.” 

Hazreti Peygamber Efendimiz de Kur’ân-ı Kerîm’de, Allah dilinden şöyle konuşuyor: 

“Beni bu âlemde göremezsen, öbür âlemde hiç göremezsin.” 

Pekâlâ biz onu bu âlemde nasıl göreceğiz? Kim bu âlemde Hazreti Muhammed Efendimize bende olmuş, onun hâline bürünmüş ve onun dilinden konuşuyor ise, işte o kişiyi seyretmek Hakk’ı seyretmektir. Onun dışına çıkmak Hakk’ın dışına çıkmaktır. Allah esmâsı kamufledir, örtüdür; zâtını aradın mı insan çıkar. Zâten insan olmadıktan sonra, sen nereye yola çıkıyorsun, kime gidiyorsun?

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…


MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 28

SU İNSANIN AKLINI YIKAMAZ!..🌹

Mahmut Efendi: Dede, Hazreti Mevlâna diyor ki: “Bir lâhza avamla arkadaşlık ettim, yedi gün hamamda oturduğum hâlde, o arkadaşlıktan hâsıl olan soğukluk bir türlü geçmedi.” Bizler burada ihvân sohbeti yapıyoruz; yani bu mânâda olmayan, bu inançta olmayan kimselerle dost olunduğu zaman, o kişilerin sohbetinden doğan sıkıntılar bir süre tesir ediyor. Siz bu konuda ne buyurursunuz?

Hasan Dede: Cenâb-ı Mevlâna, selâm olsun üzerine, dünya ehliyle harâretli muhabbete girdiğin zaman diyor, sen öyle bir üşüme hâline girersin ki, yedi gün hamamda yıkansan, o üşümeyi üzerinizden atamazsınız. Bir inançlı insan var, bir de inançsız insan var. İnanç dediğimiz zaman; bir kişi kalkar beş vakit namazını kılar, orucunu tutar, malı mülkü varsa zekâtını verir, parası varsa Hac vazîfesini yapar, fakat ondan sonra gerisini Allah bilir, der. Bir de tasavvufa göre inanç vardır, o da şudur; bir ân dahî nefsine düşmemek, dünyayı gönlüne koymamak, Allah’ı kendi dışında bilmemek. Bir kişi bu şekilde yola çıkarsa, o zaman o boşlukta değildir ve kiminle konuşursa konuşsun, Mevlâna’nın buyurduğu gibi, yarım ağızla konuşur ve başkalarının sözleri onun gönlüne işlemez. İşte o zaman o kişiye soğuma gelmez. Dünya ehliyle muhabbete girdiğin zaman, yine Mevlâna’nın dediği gibi, yedi gün hamama girsen yıkansan da temizlenemezsin. Neden? Çünkü su senin ancak dış kısmını yıkar ama aklını yıkayamaz. Pekâlâ nasıl temizlenirsin? 

İşte yine Hazreti Mevlâna şöyle buyuruyor: 

“Beni gönlüne koyarsan, ben senin gönlünü temizlerim.” 

Bizler diyelim Hazreti Mevlâna’yı gönlümüze koyduk, Melâmîye’de olanlar Nûr Muhammed’i gönlüne koydu, Rıfaîye’de olanlar Seyyid Ahmet Rıfaî Hazretlerini gönlüne koydu, Nakşîye’de olanlar Nakşîbendî Hazretlerini gönlüne koydu. Peki ne demektir bu? Bu zâtların hepsi Hazreti Muhammed’de fânîdirler, kendilerini onda yok etmişlerdir. Kalabalık görünürler ama hepsi birdirler. Gönlüne Pîrini koyarsan ve öyle yola çıkarsan, sen Hazreti Muhammed’i gönlüne koymuşsun demektir. Sen artık ne yaparsan yap kirlenmezsin. Ama gönlünde yoksa Pîrin ve onun vasıtasyla Hazreti Muhammed, sen gece gün namaz kıl, Kur’ân oku, aklın dünyada oldukça hiçbir yere varamazsın, sıkıntılardan da kurtulamazsın.

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…


MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 27

İNSAN İNSANIN CENNETİ VEYA CEHENNEMİDİR…🌹

Mahmut Efendi: Allah’ın rahmeti her şeyi kuşatmıştır. Varlığında hiçbir şey yoktur ki, Rahmet-i İlâhîye onu zikretmemiş olsun. Rahmet-i İlâhîye’nin herhangi bir şeyi zikretmesindenin anlamı, o şeye bulunduğu hâle göre varlık bahşetmesidir. Binâenaleyh, hakîki nimet, ölümü ve kendisinden zuhûr ettiği aslına dönmesinden sonraki hâlidir. Burada herkes kendi mertebesini gerçekleştirir, herkesin nimeti bu mertebeye, yani Allah’a yakınlığı derecesine göre olur. Hayatında kâmil anlamda vahdeti gerçekleştiren ve bu vahdetin sırrını bilen kimse en büyük nimeti elde eder. Bu vahdetin sadece bir kısım sırlarını idrâk edenin nimeti ise idrâkine göredir. Muhyiddin-i Arabî dinî ıslâhların anlamlarını değiştirip kendi mezhebinin rûhuyla uzlaşan başka anlamlar vermiştir. Ona göre Allah, vahiyde Hakk, vücudu Mutlak, her taayyün edenin sûreti ile ezelde zuhûr edendir. Âlem, Allah’ın gölgesi, zâtında varlığı olmayan şeydir. Fakat âlem, hakîkati ve cevheri açısından Allah’ın kadîmliği gibi kadîmdir. Cennet ve cehennem, Allah’a yakınlık ve Ondan perdeli kalma azâbının iki kısmıdır. Ne buyurursunuz Dede?

Hasan Dede: Çok kısa ve net bir cevap vereceğim. Her kişi kendi idrâkine göre yaşar ve cennet de cehennem de o kişinin idrâkine göre farklılıklar gösterir. Allah, bizlere en büyük nimet olarak akıl vermiştir, onu da başa koymuştur. O aklı tutarsak güzelliklerde, dâim güzellikler görürüz, cennette yaşarız. Fakat akıl hep kötülüğe, fesada yönelirse, bu kişinin de yaşadığı yer cehennemdir. İnsan insanın cenneti, insan insanın cehennemidir.

Bir üzümden yapılmış şarap vardır, bir de aşktan yapılmış şarap vardır. Üzümden yapılmış şarabı içersin, bir ân için kendinden geçersin fakat yarın olunca baş ağrısı yapar. Ama aşk şarabını içtiğin zaman doyamazsın, ağrı vermez şifâ verir, can verir ve her an o şarabı içmek istersin. İşte o aşk şarabı gönüldür.

Gönül verilmiş ise Mürşide, Mürşid vasıtasıyla Hazreti Pîr’e ve Hazreti Muhammed’e, onun o güzel cemâline ulaşmış ise, onu kendine ayna etmiş ise, artık aklın onun aklıyla kemâlat bulur, dilin onun diliyle tatlılaşır, hâlin onun hâliyle güzelleşir, hem sen güzel bir insan olursun, hem de etrafına faydalı olursun.

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…


MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 26

GEÇMİŞTEN GELEN MESAJLAR…🌹

Mahmut Efendi: Cenâb-ı Resûlallah, bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyuruyor: “Eflâtun-i İlâhî Nebî idi velâkin kavmi anı bilmedi.” Eflâtun bir diyalogda Sokrat’ın dilinden şunları söylüyor: “Ben bir ebeyim, fakat farkım şudur; kadınları değil erkekleri doğurturum. Benimle konuşmaya başlayan, önce bilmezmiş gibi görünür; ama konuşma ilerledikçe, açılır ve anımsamaya başlar. Bununla beraber benden birşey öğrenmediği bellidir, en güzel bilgileri sadece kendi içinde bulur ve ortaya koyar. Ait olduğu âlemden gelen ölümsüz rûhun amacı tekrar asıl yurduna kavuşmaktır. Beden bunda yardımcı olmalıdır. Bu gerçeğe kavuşması bilgiye kavuşmaya ve bilmeye bağlıdır. Bu bilgi anımsamadır, ancak bu anımsama rûh ve bedenlere göre değişiklik gösterir. Birçokları anımsayamaz ve bulanık görürler. Rûhlardan bir azınlıkta, algılama yetkisi daha az bir orandadır, bazılarında da anımsama ve akıl yetkisi vardır. Güzel kavramının değerlendirilmesi, sevgi kavramına götürmüştür. Sevgi, ölümlülerde bir ölümsüzlük çabasıdır.” Ne buyurursunuz?

Hasan Dede: Bedenimiz olmazsa, Hakk’ın büyüklüğü, güzellikleri, dili sunulamaz; Hakk kendini bu insan bedeniyle tüm bunları dile getiriyor. Biraz önce buyurduğunuz gibi Mahmut Efendi; Eflatûn demiş, birçok kişinin gözleri bulanık görür; fakat sadece o gün değil, bugün bile hâlâ birçok kimsenin gözleri bulanık görmeye devam ediyor. Neden? Çünkü içini temizlememiş, içinde bir sürü dünya muhabbeti var. Böyle kimselerin gözleri hakîkati göremez, körce yaşar, bulanık görür. 

Hazreti Muhammed Efendimizi gelince, selâm olsun üzerine, o da diyor ki: 

“Bana bende olan, beni toplumda methîye kılan o kişi gelmiş geçmiş nebîlerden evlâdır.” 

Bakın bizlere nasıl bir mesaj veriyor ve güzel bir rütbe veriyor. Bugün geçmişlerden alırız mesajı, fakat bugün bizler sizlere mesaj vermekle mükellefiz. Güzel mesajlar vererek sizleri güzel yaşamlara sürüklemekle mükellefiz. Sizlerin yarınların birer aydınları olarak topluma çıkmanızı sağlamak bizlerin vazîfesidir. Biz her zaman şunu deriz; Hazreti Muhammed Efendimiz, İmam Ali Efendimiz, Ehlibeyt Efendilerimiz, yüce Mevlâna’mız ve Pîrân Efendilerimiz bizim sünnetlerimizdir, bizleri de sizlere farz kılmışlar. Onların yüzleri bizden görünür, onların dilleri bizden dile gelir; hiçbiri kabirden dile gelmez. İşte bir Mürşid-i Kâmil kâinattır ve yüzyirmidörtbin nebînin ve sayısız velînin vârisidir. Sizler hakîkate ulaştığınız zaman, kimliğinizi bildiğiniz zaman, kimliğinizle yola koyulduğunuz zaman, sizler işte o zaman zengin bir kişiliğe sahip olursunuz. Peki zenginlik nedir? Benim en büyük varlığım, Mürşidimin vasıtasıyla Pîrim’dir, en büyük varlığım odur. Hazreti Muhammed de orada, İmam Ali de orada, Ehlibeyt de orada, Pîrân da orada; hepsi oradadırlar. Ben orayı kendime rûh ettim, orayı kendime ışık ettim. Gökyüzündeki güneşin ışığı onların ışığının yanında sönük kalır. Sizlerinde günün aydın kişileri olmanızı istemekteyiz. Öyle, Allah ceza verir, cehennemde yakar, gibi sohbetler burada yoktur. Burada insandan söylettiriyor, insana dinlettiriyor. Bakın Hazreti Muhammed, “İkre” diyor, Hazreti Mevlâna diyor, “Bişnev”. Biri “Oku” diyor, diğeri “Dinle”. Dinledin, işittin, oradan can buldun, o zaman tefekkürde dur, onlar ne ikrâm ederlerse, bilin ki mutlaka güzel şeyler ikrâm ederler; onların ikrâmı hiçbir zaman çirkin değildir. Hem senin vücuduna faydası olur, hem de karşı tarafa faydası olur. 

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…


MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 23

İLÂHÎ AŞK…🌹

Mahmut Efendi: Evet, Hazreti Ali Efendimizin bir sözü vardır, der ki, “Ben Hazreti Muhammed’in yanında büyüdüm. Ama hayatım boyunca bir kez olsun yüzüne bakamadım.” Bir hadîs-i şerîfte Hazreti Muhammed Efendimiz buyuruyor ki, “Biriniz din kardeşini seviyorsa, ona bildiğini öğretsin.” Cenâb-ı Hakk da Asr sûresinde, “Birbirinize Hakk’ı tavsiye ediniz” buyuruyor. İnsanın değeri ve mânevî güzelliği, onun ilâhî mârifetten elde ettiği değer kadardır. Çirkinliği de bundan mahrûmîyeti yüzündendir. Ne dersiniz Hasan Dede?

Hasan Dede: Bir insan ne kadar güzelliklere bürünürse, onun iç âleminin güzelliği yüzüne vurur. Biri de ne kadar karamsar düşüncelerde olursa, bu kişinin de yüzünde çirkinlikler zuhûra gelir. Bu nedenle üstâdımız Mevlâna, her zaman huzurlu olmamız için bizlere dâima kendimizi güzel düşüncelerde tutmamızı öğütler. Kendini dâima güzel düşüncelerde tutan kişi, bahçesi güllerle, nergislerle, sümbüllerle dolu olan bir eve benzer. O evin sahibi, gecenin hangi vaktinde ışığı uyandırsa, bahçesinde o gülistanı görür. Karamsar düşüncelerde olan kişiler de, bahçesi dikenlerle, akreplerle, yılanlarla dolu olan bir eve benzer. Evin sahibi ışığı yaktığında bahçesinde o çirkinlikleri görür. İnsan düşünceden ibârettir. Bizlere en güzel örnek Hazreti Muhammed Efendimizdir. 

Ne dediniz biraz önce? Hazreti Ali, Peygamber Efendimizin yüzüne bakamazdı, dediniz. Hazreti Ali Efendimiz, Resûlallah’a âşıktı, hayrandı. Hazreti Mevlâna ve Hazreti Şems’in aralarındaki ilâhî aşk gibi. Esâsen, O’nun da cemâli en az Resûlallah kadar nûrluydu. Pembebeyaz yanakları vardı, gözleri de resimlerde gösterildiği gibi siyah değildi, Pîrimiz Mevlâna’nın gözleri gibi elâ renkteydi. Hazreti Muhammed Efendimizin gözleri ise kahverengiydi. Hazreti Hasan’ın da kahverengiydi, ama Hazreti Hüseyin’in gözleri yine elâydı. Ama hepsinde Hazreti Muhammed Efendimizin nûru vardı. Onların cemâllerine bakmak kendinden geçmektir. Bu yüzden filmlerde onların yüzlerini göstermezler, neden? Çünkü onların yüzlerine benzeyen yüz yok kimsede. Onlar tamamen nûrdurlar. 

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…


MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 22

HAZRETİ MUHAMMED’İN NÛRU…🌹

Mahmut Efendi: Cenâb-ı Hakk, Âl-i İmrân sûresinin 191. âyetinde, yerin ve göklerin nasıl yaratıldığını düşünmemizi emrediyor. Yerin ve göklerin yaratılmasının sebebi nedir, araştırın diyor. Velîyullah diyor ki, yerin ve göklerin yaratılmasına sebeb, Hazreti Muhammed Efendimizin vücûd-u şerîfleridir. Nitekim bir hadîs-i kudsîde şöyle buyruluyor, “Ey Habîbim, eğer Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım.” Burada hitâb, bütün kâinatı temsîlen Hazreti Fahr-i Âlem’edir. O hâlde, âlemin yaratılma sebebi insandır, insanın yaratılma sebebi de Hakk’ın görünme ve bilinmesidir, çünkü Hakk insanda âşikâr olmuştur. O hâlde bizim kendi hakîkatimizi aramamız bir emri ilâhî değil midir?

Hasan Dede: Cenâb-ı Hakk, bu kâinatı Hazreti Muhammed’in yüzü hürmetine yaratmıştır ve “Sen olmasaydın ben bu âlemi yaratmazdım” demiştir. Allah, bu âlemi Kendisinin bilinmesi için, güzelliklerinin dile gelmesi için yaratmıştır. Hazreti Allah’ı da en güzel dile getiren Hazreti Peygamber Efendimiz olmuştur ve bizlere sunduğu her kelâmı bencilce değil tamamen yokluğa bürünerek dile getirmiştir. Onun dilinden zuhûra gelmiş olan bütün güzellikler Yaratıcının sözleridir. Hazreti Muhammed, Akl- ı Küll’dür. Ve Hazreti Ali Efendimiz olsun, Hazreti Mevlâna olsun ve bütün Pîrân Efendilerimiz de Akl-ı Küll idiler. Bunun mânâsı, onların her zerresinden akıl fışkırmaktadır. Çünkü onlar akıllarını Hazreti Muhammed Efendimizin aklıyla büyütmüşlerdir ve söyledikleri her söz bu sebeple bal şerbet gibidir. Onlar her zaman topluma tebessümlü yüzleriyle ve birleyici sözleriyle çıkmışlardır. Ve insanlara bu şekilde örnek olmuşlardır ki, onların sözleriyle akıllarını büyütmüş olan, onları kendilerine rûh etmiş olan kişilerle dünya durdukça anılmaya devam etsinler. Yani sonuç olarak, başta da söylemiş olduğumuz gibi, insan her şeyden üstün bir varlıktır. İnsan demek kâinat demek, kâinat demek insan demektir. Nûrlu bir insanın cemâli Ay’ı andırır. Gözlerindeki ışık çoğaldığı zaman da, o insan Ay’dan Şems hâline döner. Misâl olarak, Yusuf Aleyhisselâm’ın yüzünün nûru o kadar parlaktı ki, gece yürüdüğü yollardaki evlerde oturan insanlar, onun nûru evlerine yansıma yapsın diye pencerelerini açarlardı. 

Hazreti Mevlâna’mız da buyurur der ki: 

“Hazreti Muhammed’in yüzünün nûru nice Yusuf’un nûruna bedeldir.” 

Yani Yusuf Aleyhisselâm’ın yüzündeki o nûr da, Hazreti Muhammed Efendimizin nûrunun ancak bir yansımasıydı. Hazreti Muhammed Efendimiz, bu kâinatın yaratılışına sebep olan nûrdur. O iki cihanın Güneşidir.

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…