MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 37

BAŞIMI VERECEĞİM🌹

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Bir gün Hazreti Mevlâna’nın huzûrunda birisi üzülüyor, ağlıyor. Mevlâna, onun neden üzüldüğünü soruyor. Adam diyor ki: “Keşke Şems Hazretleri hayatta olsaydı da, kendisini görebilseydim!” Bunun üzerine Mevlâna diyor ki: “Yazıklar olsun, benim her sakalımın teli bir Şems olmuştur!” 

Fakat şöyle bir şey daha var; Hazreti Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr’de diyor ki: “Dokuz felekle, yüce babalar anlamına gelen âbâ-yi urbîyyede Zuhâl, Müşteri, Merih, Utarit, Zühre, Neptün, Uranüs ve iki Kutup Yıldızı, her felekte bir müddet kalmak sûretiyle düşüp kaldım. Yıldızlarla beraber burçlarda nice seneler döndüm durdum. 

Bir müddet görülmedim, onunla beraber bir yerde bulundum. O zaman Hakk’a en yakın olma, ‘Ev-ednâ’ mülkünde idim. Orada ne gördümse gördüm. Ben ana karnındaki çocuk gibi besiyi Hakk’tan aldım. 

Âdemoğlu bir kere doğar, ben çok kereler doğdum. Ten hırkasında yıllarca bulundum. Bir çok işler gördüm. Kendi elimle bu hırkayı hayli yırttım. Zâhidlerle muhabbetlerde birçok geceler sabahladım. Kâfirlerle de puthânelerde putların önünde yattım, uyudum. 

Hem dolaşan kurnaz hırsızlardanım, hem inleyen hastaların elemleriyim. Ben hem bulutum, hem yağmur, bağlara yağar dururum. 

Ey dilenci! Benim eteğime asla fânîlik tozu bulaşmamıştır. Ben bekâ bağında ve bostanında bol bol güller topladım. Benim aslım sudan, ateşten, asabî rüzgârlardan, nakışlı topraklardan değildir. Ben bunların hepsine karşı gülmüşüm. 

Evlâd! Ben Şems-i Tebrizî değilim… Eğer beni görürsen, sakın kimseye gördüm deme, o ben değilim, ben tertemiz nurum.” 

Yani Mevlâna, bir yerde, ‘Benim sakalımın her teli bir Şems’tir’ diyor, diğer tarafta da, ‘Ben, Şems-i Tebrizî değilim’ diyor. Ne dersiniz Hasan Dede?

Hasan Dede (Hasan Çıkar): Cenab-ı Mevlâna, selâm olsun üzerine, bütün bu söylediklerinin hepsinde vardır ve her sözü doğrudur. 

Çünkü Hazreti Mevlâna, bir yerde bizlere şöyle seslenir: 

“Âdem, daha balçık hâlindeyken, ben Nebîydim.”

Hazreti Mevlâna, baştan aşağı O idi. Yani Yaratıcı ile tamamen birleşmiş ve O olmuştu. Onu birinin âşikâr etmesi gerekiyordu. Ne babası, Sultan’ül Ulemâ Hazretleri, ne de ilk şeyhi Seyyid Burhâneddin Efendi, onu âşikâr edemedi. Mevlâna, onların yanında devamlı gizli kaldı. Ne zaman Şems-i Tebrizî ile karşılaştılar, Şems onun kim olduğunu keşfetti ve Mevlâna’ya Hakk olarak nazâr etti ve Şems’in bu nazârıyla Mevlâna bir volkan gibi patlama yaptı ve bütün dünyayı hakîkatlerle donattı. 

Ve Hazreti Şems, Hazreti Mevlâna’nın bu hâlini görünce, şöyle bir seslenişte bulundu: 

“Ben, Mevlâna’yı bir sefer irşâd ettim, o beni sayısız sefer irşâd etti.” 

Şems ile Mevlâna, üç ay hâlvete girdiklerinde, hâlvet boyunca sadece üç simit yemişlerdir, yani öyle ballar, baklavalar, börekler yok. Hâlvetten çıktıkları zaman ikisi de bir deri bir kemik hâlindeydiler. Allah’ın bütün güzellikleri ikisinin gözünde apaçık görünmekteydi. 

Hazreti Mevlâna, kendisini anlayacak, onu tanıyacak, onun gönlünü okuyacak birisini bulmak için sayısız defalar devrân yapmıştır bu âlemde. Şems-i Tebrizî Hazretleri de, Mevlâna gibi bir Hakk dostunu ararken Allah’a münâcatta bulunmuştur ve demiştir ki: “Allah’ım, bu dünyada senin sayısız gizli velîlerin vardır, bana onlardan birisini göster de gideyim ona gönlümü açayım.”

Cenâb-ı Hakk’tan Şems’e şöyle nidâ gelir: “Sana bir mürşid göstereceğim, karşılığında bana ne vereceksin?” Şems-i Tebriz, “Başımı vereceğim!” diye cevap verince, Hakk: “O zaman Rumeli diyârına gideceksin, orada Mevlâna Celâleddin Rumî’yi bulacaksın. O senin mürşidindir” diye seslenmiştir. 

Eğer onlar buluşmasalardı, Mevlâna’nın güzellikleri ortaya çıkmayacaktı. Şimdi bakacak olsanız; Mevlâna, Şems ile anılır; Şems de Mevlâna ile anılır. 

Ve dikkat edin! Hazreti Mevlâna , selâm olsun üzerine, son deminde rûhunu, ne babasına ne de bir başkasına teslîm etmiştir; Şems’e teslîm etmiştir. 

O günlerinde Şeyh Sadreddin Efendi Mevlâna’ya şifâ dilemek için ziyâretine geliyor; Mevlâna ona dönüp: “Sakın bana şifâ dileme” diyor ve devam ediyor: “Nûrun nûra kavuşmasına bir soğan zâresi kadar mesafe kalmıştır. Neyler üflensin, kudûmler vurulsun. Bu akşam benim düğün gecem; Yâr ile buluşma gecem.” 

Bugün, Hazreti Mevlâna’nın bu mânevî düğünü seyretmek için, Şeb-i Arûs’da, bütün dünyadan yüzbinlerce insan geliyor. Hazreti Mevlâna, bu konuda bizlere de büyük bir ders veriyor. Bizler de imanımızı güçlendirelim, kimliğimize ulaşalım, iyi bir insan olalım ve onlara lâyık birer kul olalım, çünkü ömür su gibi gidiyor.

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MANEVİ MENKIBELER – 92

HÜRMET…

Hazreti Peygamber, dar’ül-beka’ya yürüdükten sonra, Hattapoğlu Ömer, Ali’nin hakkını yedi, hilafete Ebubekir’i getirdi.

Getirdikten sonra, Ebubekir-i Sıddık, Cuma hutbesini okumaya çıktığı zaman, Hazreti Peygambere hürmet etti, Hazreti Peygamberin basamağından bir basamak aşağıda hutbeyi okudu.

Gün geldi, üç sene sonra Ebubekir de Hakk’ın rahmetine yürüdü, yerine Ömer geçti.

Ömer de hutbeyi okurken, hem Hazreti Peygamberin hem de Ebubekir’in basamağına hürmeten, ikisinin aşağısında hutbeyi okudu.

Onbir sene sonra, Ömer de namazda katledildi, Osman-ı Zinnuri hilafete geçti.

Osman-ı Zinnuri hilafete geçince, hem Ömer’in basamağına bastı geçti, hem Ebubekir’in, direk Resuallah’ın basamağına geçti, orada diz çöktü, tefekkürde durdu. O tefekkürdeyken cami nurlandı. Bir vakitten sonra hutbeyi okudu.

Hutbeden sonra sordular, “Neden sen hürmet etmedin Hazreti Peygamberin makamına, Ebubekir’in, Ömer’in makamına? Çıktın Hazreti Peygamberin makamından hutbeyi okudun?”

İşte Osman’ın verdiği cevap… “Başımdaki taç, Resulallah’ı temsil ediyor, ben onu aşağı basamaklarda tutamam. O tacın hürmetine Resuallah’ın basamağına çıktım.”

Cemaat o zaman anladı, neden camiyi nur kapladı…

Şimdi gelelim Molla-i Cami’ye.

Molla-i Cami, büyük bir bilgin. Mevlâna için der ki: “O, Ali Cenab’ın vasfı hakkında ne söyleyebilirim? Peygamber değildir, fakat Kitabı vardır.”

Hazreti Mevlâna da dar’ül-beka’ya yürüdüğü zaman, Hüsamettin Çelebi geçti yerine.

Molla-i Cami taziyeye geldi, yanında kırk tane bilginle birlikte. O devirde o da isim yapmış.

Çelebi Hüsameddin’e dedi ki: “Öğle namazında imamiyete sen çık.”

Çelebi Hüsameddin, “Biz imamiyete çıkmıyoruz” dedi, “biz cemaatimize arka çeviremeyiz. Biz İmam Ali gibi vazifeliyiz. O kırklara arka çevirmedi. Hazreti Resulallah, üçyüzaltmışaltı ashab-ı suffe’ye arka çevirmedi. Namazdan sonra geldi, onların huzurunda oturdu, onlara cemalini tuttu. Biz de cemal tutmaktayız, arka çevirmiyoruz.”

Ee, sen misin bunu söyleyen?.. Başladı Molla-i Cami, “Senden” dedi, “istiyorum, Allah aşkına, Muhammed aşkına, üstadım Mevlâna aşkına, İmam Ali aşkına, imamiyete çık.”

Hüsameddin Çelebi baktı ki yeminler çok büyük, çıktı imamiyete. Tekbir çekti.

Tekbir çektikten sonra ayet okumadı, şiir okudu. Güzel bir şiir okudu ve tekbir çekti. Hepsi rükuya vardılar, rükudan secdeye… Şiirlerle namazı tamamladı.

Kırk tane bilgin, döndüler Molla-i Cami’ye, “Yazık oldu bizim namazımıza” dediler, “Şiirle hiç namaz kılınır mı? Namaz kazaya gitmeden sen geç imamiyete. Biz bu yaşa geldik, bu kadar bilgi tahsil ettik, hiç duymadık şiirlerle namaz kılınsın.”

Molla-i Cami Hazretleri dönüp onlara dedi ki: “Ben de duymadım ama, onun kadar Allah’ı metheden şiirler de işitmedim. Bu yüzden, bu namaz kabul edilmezse Hakk’ın huzurunda, hiçbir namaz kabul edilmez.”

Kıldırmadı ve aldı cemaatini geldi Türbe-i Saadet’e, Mevlâna’nın makamını ziyaret edecek.

İyi ama… Mevlâna’nın ruhaniyeti, daha kapıdan girer girmez Molla-i Cami’nin bütün vücudunu sardı.

Molla-i Cami çıkardı ayakkabılarını, dört ayak üstüne geldi, kuzu gibi yürümeye başladı. Cemaati hayretler içinde kaldı. 

Molla-i Cami, böyle geldi Hazreti Pir’in kuburu başına, orada eğildi, tefekküre daldı. Hemen ilham geldi, talebelerinden birine dönüp, “Alın kalemi ve kağıdı, şimdi içimden gelen ilhamı dile getireceğim” dedi.

Aldılar kalemi, kağıdı, “Buyrun Efendi Hazretleri…”

Molla-i Cami, Mevlâna’ya seslendi…

“Hülya-yı Kübra mısın? Kabe-yi Beytullah mısın? Asuman ferk eylemedi.. Mevlâ mısın, Mevlâna mısın?”

Bu sözler, Türbe-i Saadet’de yazılıdır.

Onun için, Pirimiz yüce bir varlıktır.

Dünyamızda, manen ziyaret edilen ilk Hadra-yi Kubbe, Kudüs’tedir, kırksekiz Peygamber yatar. Oranın da kubbesi yeşildir. İkincisi Hazreti Peygamber ziyaret edilir. Üçüncüsü Cenab-ı Mevlâna.

Cenab-ı Mevlâna’yı ziyaret etmek, Hazreti Muhammed’i ziyaret etmektir ve kırksekiz Peygamberi ziyaret etmektir.

Kırksekiz Peygamberi ziyaret etmek, Hazreti Muhammed’i ziyaret etmektir ve Mevlâna’yı ziyaret etmektir.

Hazreti Muhammed’i ziyaret etmek, kırksekiz Peygamberi ziyaret etmek ve Mevlâna’yı ziyaret etmektir.

Dünyada üç tane Hadra-yi Kubbe var, Yeşil Kubbe.

Peki manası nedir bunun? Bunun manası, bu zat’lar insanı insana söyleyenlerdir, irşad edicilerdir…

MANEVİ MENKIBELER – 68

DEVELERİ KOVALIYORUM…

Abbasi hükümdarı Harun Raşid bir gün yorgan altına girmiş, Allah’ı düşünüyor. Kardeşi Behlül-i Dânâ Hazretleri de onun gönlünü keşfediyor. Sarayın tavanına çıkıyor, sağa sola koşarak gürültü yapıyor. Harun Raşid’in bütün düşünceleri bozuluyor.

“Kim var tavanda, nedir bu gürültüler?”

“Develeri kovalıyorum.”

“Devenin ne işi var sarayın tavanında?”

“Allah’ın da ne işi var ipekli yorgan altında?”

Başka bir gün, Behlül-i Dânâ Hazretleri saraya geliyor. Bakıyor ki ağabeyinin tahtı boş, geçiyor oturuyor. O sırada da, Harun Raşid’in misafirleri gelmek üzere, görüşüp ziyarette bulunucaklar. Hükümdarın adamları Behlül’e, “Burayı terk et!” diye ikazda bulunuyorlar. Behlül kalkmayınca azarlıyorlar, birkaç da kırbaç vuruyorlar. 

O sırada Harun Raşid geliyor, “Ne yapıyorsunuz?” diye soruyor, anlatıyorlar. Bu sırada Behlül gülüyor. “Niye gülüyorsun?” diye soruyor Harun Raşid, Behlül’e.

“Yahu” diyor Behlül, “beş dakika oturdum bir sürü kırbaç yedim. Nasıl gülmeyeyim. Sen yıllardır oturuyorsun, kim bilir ne kırbaçlar yiyorsun?”

Bu sözleriyle Harun Raşid’i irşad eden Behlül-i Dânâ Hazretleri yaşadığı devirde bir velîydi.

MANEVİ MENKIBELER – 57

HAZRETİ MEVLANA’NIN DERVİŞİ EMİN…

Hazreti Mevlana’nın Emin isminde bir dervişi vardı, tam otuz senedir yanında hizmet ediyordu ve Mevlana’nın her sohbetinin sonunda dönüp ona, “Ah benim Efendim, bugün ne kadar güzel konuştun” diyordu. 

Mevlana, ona dönüp, “Beni dinle Emin” diye cevap veriyordu. 

Camiye gidiyor, hatibi dinliyor, tekrar Mevlana’ya gelerek, “Ya Mevlana, hatib bugün çok güzel konuştu” diyordu.

Mevlana, yine ona diyordu: “Onu dinle Emin.” 

Böylece, beni dinle, onu dinle derken otuz sene gelip geçti.

Yine bir gün, Mevlana, yine yanında dervişi Emin ile birlikte bir cenazeye katıldılar. Cenaze sahipleri Mevlana’dan bir duada bulunmasını istediler. Mevlana da kaldırdı ellerini ve duada bulundu. O esnada, bütün kabirlerden eller çıktı dışarıya, hepsi amin diyorlardı. 

Emin bunları görünce birden kendini kaybetti. Hazreti Mevlana duasını bitirdikten sonra yürümeye başladı. Cemaat de onunla beraber yürüdüler. Emin geride kaldı. Mevlana, onun geride kaldığını görünce tekrar döndü Emin’in yanına, “Hadi Emin yürü yavrum, bu ne hal böyle?” diye sordu. 

Emin şaşkın bir vaziyette, “Ya Efendim” dedi, “Sen bir duada bulundun, bütün kabirlerden eller dışarı çıktı, amin dediler.”

Mevlana, çok sakin bir şekilde ona cevap verdi: “Sebep oldu bu can da hepsine beraat verdik.” 

Emin, ondan sonra artık emin oldu ve Mevlana’dan bir an dahi ayrılmadı.

Rubai:

“Ey Efendi! Söyle, köle misin? Hür müsün?.. Ey ellerini kaldırıp dua eden, isteklerde bulunan kişi istemek gücünü, dilek için kaldırdığın eli sana kim verdi? Kendi muradından, isteklerinden vazgeç de, asıl O’nu iste! Muradın yalnız O olsun.” Hazreti Mevlana

MANEVİ MENKIBELER – 56

HÜNKAR HACI BEKTAŞ-İ VELİ’NİN SARI HAFIZ’I…

Sarı Hafız da, durmadan Hünkar Hacı Bektaş-i Veli’nin namazına niyazına karışmaktaydı. Hünkar, dönüp ona, “Benim bir kitabım vardı, onu Hazreti Mevlana’ya vermiştim, namaz kılarken aklım ona takılıyor, o yüzden namazı tam kılamıyorum. Bari sen git Mevlana’ya o kitabı iste ondan da ikimiz de rahat edelim” diye buyurdu. 

Sarı Hafız, kalktı Mevlana’nın huzuruna geldi, Efendisinin kitabını istedi. 

Hazreti Mevlana da ona şu cevabı verdi: “Ah evladım, sen onun manevi işlerine neden karışıyorsun? O bir an dahi Hakk’ın dışından değildir, o her an Hakk ile yaşamaktadır. Ben sana kitab falan vermeyeceğim, o kitab onun kendisidir.” 

Sarı Hafız, bunu duyunca koşarak geldi Efendisinin ayaklarına kapandı, ellerini öptü ve o da böylece irşad oldu.

Rubai:

“Ey özden, içten haberi olmayan, dış görünüşe aldanan, madde ile gurura kapılan, aklını başına al! 

Senin ruhunda, gönlünün içinde bir dost var. Duygu senin teninin özüdür, duygunun özü ise, senin canındır. 

Fakat, tenden, duygudan ve candan öteye geçersen her şeyin yalnız O olduğunu anlarsın.” Hazreti Mevlana

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 97

“Kendini rahat ettirmek için dününü, yarınınla mukayese et. Çok şey elde etmek için kendini üzüntü ve sıkıntıya sokma.”

Hazreti Muhammed Efendimiz, “İki günü bir olan benden değildir” diye buyurur. Cenab-ı Mevlana da, “Dünle beraber gitti cancağızım düne ait ne varsa, şimdi yeni şeyler söylemek gerek” der.

Misal olarak diyelim ki bir an geldi sıkıldın, ama bakarsın yarın oldu mu hiç beklemediğin bir neşe doğar içine, huzur bulursun. Onun için diyor Hazreti Ali Efendimiz, selam olsun üzerine, “Kendini rahat ettirmek için dününü yarınınla mukayese et.” Yani geçmişle bugününü birleştirirsen bakarsın dünkü sıkıntın gider bugünkü rahatlık gelir ve sen de bugüne göre yola koyulursun.

Nasıl ki, eski giysileri çıkarmadıkça yenileri giyemezsiniz, giyseniz de üzerinize oturmazlar, sizi sıkıp rahatsız ederler; insanın da her dakika kendini yenilemesi, iyiliğe, güzelliğe doğru yol alması gerek. Kendimizi güzelleştirmek için gayret sarfetmekten vazgeçmeyelim. İnsandan insana yol alalım, insana layık bir yaşam sürelim.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 92

“Aslı iyi olmayan kimseden iyilik bekleme, zira zehir ağacı tatlı meyva vermez.”

İnsanı bütün güzelliklerden uzak eden küçük aklıdır. Böyle bir kişi kendi aklını beğenir ve başkalarını hor görür. İnsan olabilmek için de bir İnsan-ı Kamil’i kendine ayna etmek gerektir, ayna ile yola çıkan kişi güzel konuşur. Eskiler güzel konuşan bir insan gördüklerinde, “Maşallah, ne güzel konuşuyor, aynaya yüz tutmuş” derlerdi. Bu ne demektir? Güzel konuşuyor, çünkü bir mürşidi var. Mürşidini ayna etmiş kendine, ondan yansıyan güzelliklerle konuşuyor, etrafına güzellik sunuyor. Bazı kişileri de duyarsınız devamlı küfürlü konuşur, onun için de derler, “Aynasız!” Yani, bir aynaya yüz tutmamış, mürşidi yok, kendi aklıyla yola çıkıyor, kendini beğeniyor, kötü konuşuyor, işte o kişiden her şey beklenir. Böyle bir kişi için hidayet dilemek gerekir ki, bir mürşide ulaşsın da, insanlığa kavuşsun.

Adem sıfatında hem Hazreti Muhammed, hem Ebu Cehil var. Nasıl belli olacak? Biri benlikte, küfürde; öbürü hep tevazuda, lütufda, oradan anlarsın. Allah erleri daima tevazudadır, yokluktadır. Onların her sözü bilinçlidir, irşattır.

Her insan hem iyilik, hem de kötülük kaynağıdır. Aklı nerede ise kendisi de odur. Her zaman söylüyoruz, yine söyleyelim: Bizim yolumuz sevgi yoludur; bu yolda incineceksin, incitmeyeceksin. Dilini daima tatlı tutmaya çalışacaksın ki bu yolda ayağın sürçmesin. Birisi sana karşı kötü bir söz sarf ettiğinde sen beş sözle karşılık verirsen, onun kisvesine girmiş olursun. Hiçbir zaman Hakk’a yakın olamazsın.

Allah’tan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Allah’ın lütfundan mahrumdur. Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 67

“Vakit kıymetlidir, fakat insanlar bunu bilmiyorlar.”

Hüdavendigar Mevlana diyor ki: “Bu beden bir mektuptur postalanmış Padişaha; layık ise postala, layık değil ise yırt, yenisini yaz; çünkü zaman az.”

Bir saat sonra var mıyız, yok muyuz, bilemeyiz. Öyleyse neden o dostla her nefeste hazır olmayalım? O bizi çok seviyor, sayıyor; yerine göre arkadaş, yerine göre nasihat sahibi bir ulu oluyor; her şey O. Nasıl ondan arka çeviririz? Her an bizim iyiliğimizi istiyor, bütün kötülüklerden koruyor.

Bu devirde, bir saat bir dakika oldu, o kadar hızlı geçiyor ki hayat, gün adeta saat oldu. Gününü nasıl yaşıyorsun, temeli maneviyat olan bir yere bağlılığın, sevgin var mı? Maddeye ait her şey fanidir. Kişi bir Hakk ehline yüz tutup, oraya gönlünü bağlar, orayla yaşamını sürdürürse, onun yaşamı boşa gitmemiş olur. Hakk’la yola çıkmış, Hakk’la yürüyor, Hakk’la konuşuyor. Onun her şeyi maneviyat zenginliği ile doludur ama maddeyi gönlüne koyarsa, o anda sıkıntı, gam, kasavet, hüzün başlar. Çünkü Allah’ın dışında her şey fani.

Bu beden bir testidir, yolun sonunda da sonsuz güzelliklerle dolu bir okyanus var. Testi kırılınca, vücuttaki ruh, su misali, gider hedefine ulaşır. Fakat hiç Allah’ı zikretmeden, hep dünya muhabbetleri ile ömür geçirilirse, testi kırılınca, o su toprağa gider. Toprağa gidince ayak altı olur, yani bütün ömrü zayi olmuş olur.

Hüdavendigar Mevlana, şöyle buyurur ve bizlere sorar: “Ey insan! Sen dört anasırın sahibisin. Birinci anasır, vücudundaki hararet, güneşe ait. İkinci anasır, vücudundaki hava, semavata ait. Üçüncü anasır, vücudundaki su, okyanusa ait. Dördüncü anasır, deri ile kemik, o da toprağa ait. Bir gün gelecek bu dördü aslına gidecek, peki sen nereye gideceksin?”

Bu alemde neyi temsil ettiysen, gidişin de orayadır. Hakk’ı temsil edersen, gam yeme, dünya durdukça bakisin.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 59

“Zora çağrılsam kolaylığı sunarım da, zorbalığa çağrılsam asla cevap vermem.”

Bakın dikkat edin, Hazreti Ali Efendimiz burada ne kadar anlamlı bir söz söylüyor.

Diyelim ki, diyor, bir zor işle uğraşıyorsun, ama başa çıkamıyorsun, gücün yetmiyor; eğer beni çağırırsan hemen gelirim, hem de bütün işlerini kolaylaştırırım senin, diyor. Ama eğer beni zorbalığa çağırırsan, benim kulaklarım o işe sağırdır, o sözleri işitmem, gelmem.

Demek ki güzel işe, ağır bir iş de olsa hemen koşuyor Hazreti Ali, ama zorbalığa katiyen gelmem, diyor. Demek ki ya birinin yolunu keseceğiz, ya birinin hakkına gireceğiz; ben o işte yokum, diyor.

Bazen de, bazı kişiler insanı sinire, hırsa sürükler. Bir estağfurullah çeker yaptığın şeyden nadim olursan tekrar güzelliğe girersin. Konunun üzerinde durup, ben haklıyım, v.s. diye ısrar edersen, sen özünden çıkmış, karşı tarafın konusu ile muhabbettesin, Hakk’ı bırakmışsın onun zikrediyorsun, demektir. Bu sana ateş verir, hüzün, sıkıntı verir. Orada durma, bundan kurtul, özüne geri dön. “Hasbinallah ve nimel vekil – Allah bana yeter, O ne güzel vekildir” de. Bunun manası, Allah’ım sana güvendim seni vekil ettim işimi sana bırakıyorum, demektir.

Şöyle bir deyiş vardır; zaman zaman söylüyoruz, yine söyleyelim: Kul, duvara dayanır, duvar yıkılır; insana dayanır, bir gün gelir ölür; fakat kul, Allah’a dayanıp güvendi mi, sonsuza dek huzur bulur, çünkü O ölümsüzdür, sonu yoktur. O’ne yıkılır, ne de yokolur… O, her daim diridir, hem daim ‘Hay’dır.

Hazreti Muhammed, Hazreti Ali, Hüdavendigar Mevlana ve Evliyalar, hepsi menfaatsiz dostturlar. İnsan, onlara yüz tuttu mu, onlara imanla baktı mı rahata, huzura kavuşur, her işi düzgün gider, sıkıntı yaşamaz.

Bu alemde insanın meyli nereye ise, gidişi orayadır. Hakk’ı bildiysen, O’nu kendinde bulduysan gam yeme, dünya durdukça bakisin.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 48

“Zorluklara tahammül eden kolaylıklarla karşılaşır.”

Hazreti Ali Efendimizin sözleri her zaman yerindedir. Bir insan zorluklarla karşılaşınca isyanlara düşmeyecek, sabrını arttıracak. Ona ne ikram edilirse biraz daha derin düşünecek. Bunların hepsi Yaratıcı tarafından sunuluyor, beni imtihana tutuyor; acaba isyan edecek miyim, kırıcı bir şey konuşacak mıyım diye beni sınıyor, diye düşünecek.

Böyle yapan bir kişi, ne kadar sabrını gösterirse, en sonunda aydınlığa ulaşır. Cenab-ı Hakk o zorlukları kolaylıklara yönlendirir. Fakat kalktı mı o zorluklar içinde isyanlara düşsün, o vakit o zorluklar daha da artar ve kolay kolay başı dertten kurtulamaz.

Hazreti Resulallah, her daim Allah’ın birliğinden konuştu ve sevgi sundu. Onun çektiği cefaları kimse çekmedi.

Hazreti Muhammed beşer görünüyordu ama o bir hidrojendi. Çok büyük sabır göstererek bizlere örnek oldu: Sizin de başınıza çok şeyler gelebilir. Birden bire küfüre, isyana düşmeyin, başınızı derde sokmayın. Karşı taraf yaptıklarına pişman olacaktır. Madem ki beni seviyorsunuz sabırlı olun, mesajını verdi.

İnsan olmak çok zor. O derdi veren de, dermanı veren de Allah. Mademki Hakk’ı temsil ediyorsun, o halde her şeye katlanacaksın. O, seni imtihana tutuyor, ben yapamam, edemem demek yok.

Velilerin başlarından neler geçmiş… Veliler, Nebiler büyük imtihanlardan geçerek insanlara örnek oldular. O’nun aşkına, O’nun hatırına her şeyi yaptılar. Halklarından isyanlara uğradılar ama hiç imanlarını bozmadılar.