MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 18

🌹“Bağı çöz hür ol. Ne vakte kadar altın ve gümüş kaydıyla bağlanıp kalacaksın?..”

Aşk ile kanat aç da can doğanı lâmekâna uçsun. Aşağılık dünyanın Hakk’dan gaflet veren ve gönül aldatan alâyişinden temizlen ki şeytanın tuzağına tutulup acze düşmeyesin. Aşkından esvâbını yırtan bir mest olursan insana yaraşmayan vasıflardan kurtulur, temizlenirsin. Gönül kuşunu aşk tuzağında rahat ettirmeye bak, aşk şarabı kadehinden sermest olmaya bak.

🌹“Bütün mâşuktur, âşık perdedir. Diri mâşuktur, âşık ölüdür…”

Sevgili ışık gibi yüzünü parıldatınca, âşık kendini pervâne gibi yaktı. Mâşukun işi görünerek cömertlik etmek, lütfeylemektir. Âşıkın işi yokluktur, kendindeki varlığı gidermektir. Mâşukun işi cefâ ile âşık öldürmektir. Âşıkın işi kendinden geçmek, bihûş olmaktır. Aşkta, mâşuku istemek yolunda, âşık doğru davranmak, edebi korumak yolunda da can fedâ etmektedir.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 17

🌹“O’nun Kibriyâsının çatısının altında öyle Allah dostları vardır ki, melekleri avlarlar, Peygamberleri ganîmet alır, tuzaklarında Allah’ı tutarlar…”

Hazreti Ahmet’in bedeni ve bedenine ait sıfatları şu an Medine toprakları altında uyumakta fakat onun doğruluk makâmındaki o ulu huyu, ve bâkî olan rûhu apaydın bir güneş gibidir! O bâkî rûh hiç değişmez, hiç başka bir hâle gelmez. O uykuya ihtiyacı olmayan bir arslandır, fakat kendini öylece uyur gösterir… Hayvanî duyguyla bakanlar, sahîden uyuyor, hattâ ölmüş sanırlar!

Pak ve tertemiz aşk, Muhammed’le eşti. Tanrı aşk yüzünden O’na “Sen olmasaydın, gökleri yaratmazdım…” dedi. Çünkü O aşkta tekti. Onun için, Tanrı O’nu peygamberler içinden seçti.

Senin nûrun olmadıkça aydın gün bile gecedir… Sana sığınmadıkça arslan bile tavşan kesilir! Ey Mustafa, bu nûr denizinde bizlere kaptanlık et… Akıllılara bir yol gösterici lâzım… Hele yol, deniz yolu olursa!

Doğru yolu gösterenin işi budur; sen de doğru yolu gösterensin… Âhir zamanın yasına neşesin sen!

Ey benim ulu peygamberim, sen vaktin İsrâfil’isin; kim kıyâmet nerde derse a güzelim, kendini göster, işte kıyâmet benim de! Bu kıyâmetten yüzlerce âlem kopmada!

🌹“Zülfünün uçları gibi perişanız elinden. Hem güzelsin, hem de öyle zülfün var… Biz artık senin olduk. Her nerede bulunsak sofrandayız. Senin yolcun, senin konuğun, yalnız senin konuğun olduk…”

Allah’ın armağanları olan rûhlar, peygamberler şâhının yoluna toprak kesilmişlerdir.

Tahtı, mekânsızlık âlemi olan o padişâhın süpürgecileridir Hakk’a en yakın olan melekler bile.

Öyle bir padişâhtır ki Ay bile ayağını öpmek için parçalanmıştır, yıldıza dönmüştür.

Cebrâil, onun nimetinin bir habercisidir; Mikâil, onun vekîlharcıdır.

Tertemiz zâtı, “Sen olmasaydın” sözüyle övülmüştür; sıfatları, Kur’ân’a zarf ve mazrûf olmuştur; Kur’ân, onun sıfatlarını bildirir; sıfatlarıysa Kur’ân’da mevcuttur.

Sayvanının kapısı, “Kâbe kavseyn”dir; iki âlemin bilgileri, ayağının altına döşenmiştir.

Mertebesi arş gibi yüce olan Melekût padişâhıdır; derecesi ferş olan Ceberût ayıdır.

Yaratılışı, varlık âleminin yaratılışına sebep; ümmeti, ilim sırrının mirasçısı.

Allah’ın birlik aynası, tümden, olduğu gibi, onun vücudunun aynasıdır. Gerçek inançtan haberin olsun; sana bir Allah’la bir peygamber yeter.

Misk gibi simsiyah olan İsrâ gecesi, onun peygamberlik fermânındaki tuğradır, Tanrı mühürüdür, Tanrı tasdîki.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 6

“Her zerrenin gönlünde bir saray var, fakat kapısını açmadıkça kapalı kalır sana.”🌹

Cenâb-ı Mevlâna, “İnsan insanın cennetidir, insan insanın cehennemidir” der. Hazreti Mevlâna bir aşk peygamberidir. Çünkü aşkı onun kadar güzel anlatan biri daha gelmemiştir bu âleme. “Sevgisiz ve aşksız geçen ömrü, ömür sayma”, diye söylerken, mecâzı buraya katmamıştır. Bir kızın bir erkeğe, bir erkeğin bir kıza duyduğu aşkı, muhabbeti, buraya sokmamıştır.

Mecâz dediğimiz geçici aşk, Hazreti Mevlâna’nın söylediği o güzel aşka gelmek için bir köprüdür. O aşkta yaşadığımız tutkuyla Hakk’a yüz tutmamız gerekir.

İnsanı Rabbine en kısa yoldan ulaştıracak vasıta aşktır.

Mevlâna diyor ki: “Ben, aşkı durmadan öğsem, yüzlerce kıyâmet gelir geçer de onun vasfı bitmez. Çünkü kıyâmet tarihi için sınır vardır. Allah’ın vasfı için ise sınır ne gezer.”

Mevlâna’nın bu sözünden anlıyoruz ki, aşk ve âşıklık Allah’ın vasfıdır. Onun için Hakk Kur’ân’da sevgiyi, kendine ve sevgili kullarına izâfe etmek suretiyle vasfetti.

Mevlâna, Peygamberimizin yolu, izi aşktır, diyor.

Hazreti Muhammed, aşkta ve âşıklıkta tek olduğu için aşk âleminin Sultanı oldu. Peygamberlerin Peygamberi, bütün insanlığın, bütün beşerîyetin Efendisi oldu.

Mevlâna, Hazreti Muhammed’in gerek feyiz yönünden ve gerek aşk yönünden tam vârisi olduğu içindir ki, Şems-i Tebrizî’nin sohbetiyle beliren gönlündeki hakîki, ilâhî ve Muhammedi aşkı dâima kendinde devam etti. Gün geçtikçe arttı, sevgili Allah’ının ta hâriminin aşkına ulaştı ve orada onunla birleşti de aşk, âşık ve mâşuk bir oldu.

Mevlâna, kendindeki hakîki aşkı beyânda diyor ki: “Allah’ım! Beni ezelde yarattığın zaman, aşkım kemâlde idi. Ne yer vardı, ne gök vardı, ne güneş vardı, ne ay vardı, ne bir insan başı ne de onun bir serpuşu vardı. Ta o zaman, benim duamı işittin de beni seçkinlerinin içinden kendi aşkın için seçtin.”

Mevlâna ile Şems-i Tebrizî, hakîki aşkın kemâlinde, Hazreti Muhammed’in sevgisinde ve ilâhî maarif ve hakîkatlerin telekkîsinde, aynı meşrebde idiler. Onun için birbirleriyle can ve gönülden enîs ve hemsohbet oldular. Biz, Şems’in Muhammedî neş’esi içinde, Mevlâna’nın, rûhumuza sinen feyizkâr aynı neş’esini, hissediyoruz.

Şems-i Tebrizî, Tekvîr Sûresindeki, ‘Vemâ teşâune illâ en yeşâ Allahû Rabb-ül âlemin’ âyetini, Makalât’ında şöyle tefsîr ediyor.

“Hakk buyuruyor ki: Ey benim Peygamberim, Mustafa! Sen ne ki istersen o, âlemlerin Rabbi olan Allah’ın isteğidir. Nefsin, hevâ ve hevesin isteği değildir.”

Allah’ın sırlar hazinesine ait her işin hall-ü akdi, düzenlenmesi yalnız Hazreti Muhammed’in irâde eline ve gönlüne verilmiştir.

Aşk, Allah’ın ismidir. Hazreti Muhammed, cismidir. Hakîkat-i Muhammedîye, tek olan Kibriyâ-i Zât-ı Mahbûbiyetidir.

Mevlâna, bir şiirinde aşk için bakınız ne diyor:

“Ben aşkı gördüm,

Ne söylediğini bilmez bir hâlde mest olmuş şöyle diyordu, 

Ben belâyım, ben belâyım, belâ…

Hayır ben o nûrum ki Tûvâ vadisinde,

Musa Peygamber’e: ‘Ben Allah’ım, ben Allah’ım, Allah’ım dedi.”

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 56

HAMDIM, PİŞTİM, YANDIM…🌹

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Dede, biz hakîkatleri sizin bu sohbetlerinizi dinleyerek mi anlayacağız? Yani dini sâlih olunca mı, yoksa özümüzü pisliklerden arındırarak ve belli bir ahlakî seviyeye gelerek özümüzün ortaya çıkmasıyla mı olgunlaşacağız? İçimizde saklı olan kendi hakîkatimizi ortaya çıkarmamız mı gerekiyor? Bunu nasıl yapacağız?

Hasan Dede (Hasan Çıkar): En önemli dava, bizim iç âlemimizi bütün pisliklerden boşaltmamız ve tertemiz bir hâle getirmemizdir. İç âlemimizde bir nebze dahî dünyaya ait bir varlık bırakmamamız lâzımdır. O kabı, dünya nimetlerinden, nefsî arzulardan tam mânâsıyla temizlemiş olduğumuz an, o sonsuz Güzel bizlerde varlığını gösterir ve bizim de hâlimiz anında değişir.

Şimdi bu sohbetlerde sözler çok güzel ve mânâlarına eriyoruz, fakat bir türlü temizlenemiyoruz. Temizlenemedikten sonra da hiçbir şekilde o güzelliklere ulaşamıyoruz. Bu iş akılla olmaz, yemekle içmekle, keyif etmekle olmaz, katiyyen. 

Derin düşüneceksin! Sen kiminle dirisin? O, senden ne istiyor? Düşününce göreceksin ki, O, O’nu sevmeni istiyor, O’nu sahiplenmeni istiyor. Sana, “Temizle o sarayı!” diyor, “Ne zaman ki o saray benim muhabbetimle mahmur olmuş ise, o zaman ben sende konuk olurum!” 

Ama sen, ‘Ben namaz kıldım, zikir yaptım, hâtim indirdim’ dersen, bunların hepsi hikâyedir. Katiyyen insan bunları yapmakla temizlenemez. İnsan bunlarla kendini kandırmış olur. Ve hattâ gurura da kapılır. 

O kadar incedir ki bu yol, dünya varlıklarının hepsinden temizlenmen gerekir, hattâ evlâdının, karının veya kocanın bile yeri yoktur orada. O, senin gönlünde kendisinden başka hiçbir varlığın olmasını istemez. Bu derece büyük bir sevgi ister bizlerden. Ancak bütün bunlar yerine geldiği zaman, O gösterir yüzünü.

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Cenâb-ı Mevlâna, bu nedenle buyuruyor: “Hamdım, piştim, yandım..” Öyle değil mi?

Hasan Dede (Hasan Çıkar): Evet, doğru. Eğer pişmeseydi Mevlâna, Mevlâna olamazdı. Peki Mevlâna bu sözüyle ne demek istemiştir? “Hamdım” dedi, yani zâhir ilimi tahsîl ettim; şeref sahibi, ilim sahibi, gurur sahibi oldum, fakat bana bir fayda vermedi, demek istedi. Sonra, “Piştim” dedi, yani Şems, benim O olduğumu söyledi, ama ben bu noktada kalsaydım, benlikte kalmış olurdum, demek istedi. En sonunda da, “Yandım” dedi, bu sözüyle de şunu anlatmak istedi: Sevgili, âşığına her dakika değişik bir yüzle zuhûrunu gösterir ve onu yakar. İşte Mevlâna yandı. Aşk, yanmaktır.

Hazreti Muhammed Efendimiz, sayısız sefer iç âleminin güzelliklerini gördüğü için her an aşktaydı, sevgideydi.

Bu yolun güzelliklerinin sonu yoktur. 

Hazreti Mevlâna’ya bir soru soruyorlar: “Senin yolun nedir yâ Mevlâna? Bu yolun başı var mıdır?”

Mevlâna şu cevabı veriyor: “Bu yolun başı olsaydı, sonu da olurdu. Benim yolum baştan aşağıya güzelliklerle doludur.” 

İnsan, kendini bir defa o güzelliklere verdiği zaman, artık o yolun sarhoşu olur ve akıl artık işlemez. Yolun ne başını ne de sonunu sorabilir.

Mecâz aşkı örnek alalım. Bir erkek bir kızı görüyor veya bir kız bir erkeği görüyor, birbirlerine âşık oluyorlar. Aşk, aşktır. Ama konu mânevî aşka gelince, hiçbir şey onun yerini tutamaz. Fakat o aşka ermek için de içimizdeki bütün kirlerden arınmamız lâzım.

Hazreti Şems, selâm olsun üzerine, Mevlâna’ya bunu yapmıştır, demiştir ki: “Sen yola çıkacaksın ve bana geleceksin. Peki beni tanıyabilecek misin?” 

İşte Mevlâna, Şems’e şu cevabı vermiştir: “İster Yemen kumaşı giy, Yemenli gibi çık; ister Hint kumaşı giy, bir Hintli gibi çık; ister Batı kumaşı giy, Batılı gibi çık; her nasıl çıkarsan çık, seni tanırım!” 

Şems, “Peki nerden tanırsın?” dedi. 

Mevlâna yine cevap verdi: “Sesinden tanırım!” 

Bakın, Şems’i ne güzel yakalıyor. Şems, ona sayısız elbiselerle çıkıyor, ama Mevlâna tuzağa düşmüyor. Bulmuş Nokta-yi Hakk’ı!

Hakk âşığı olmak kolay değildir, hem de hiç kolay değildir… Ancak öbür yüzünü gösterecek ki âşık olacaksın. Bunun için de dediğimiz gibi, Hakk’ın dışında ne varsa gönlünde, hepsinden kurtulacaksın. Sen, o aşkta yanıp kendinden yok olunca, işte o zaman Hakk senden yüzünü gösterecek. Ve Hakk ile Hakk olup, dünya durdukça Onunla bâkî kalacaksın!..

“Her şey yanıp yok olunca, Allah’ın vechi ortaya çıkar!” Kasas, 88

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 55

NUH’UN GEMİSİ…🌹

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Hazreti Mevlâna, Mesnevî-i Şerîf’de buyuruyor ki: “Rûh deryâsına atılmakta ve hakîkat âleminde sefer eylemekte yüzücülüğüne güvenme. Akıl ile yol almak ve ümidi aklın fetvâlarına bağlamak hiç mi hiçtir. Bu yolda Nuh’un gemisine girmekten başka çare yoktur.” Nuh’un gemisinden maksat nedir? Ne mânâya gelmektedir?

Hasan Dede (Hasan Çıkar): Nuh’un gemisinden maksat, senin bedenindir. Eğer sen, O olmuş isen, başka deryâlara ne diye atasın kendini? O zaman sen kimliğinden çıkmış olursun. O, sende var etmiş kendini ve senden sayısız hakîkatler sunuyor. Onlar artık seninle diri, çünkü sen onlarla dirildin. Ama sen kalkarsan kendini rûh âlemine atasın, kendini boşluğa atmış sayılırsın. Sen, kendinde bulduktan sonra o sevgiliyi, senin bedenin artık Nuh’un gemisidir. Sen de o gemide sevgilinle beraber seyir edersin. Ve sana hiçbir tufan işlemez. 

“Sonu olmayan güzel,

Bütün güzelliklere sahip olan güzel,

Hakk dedik adına,

Hakk için can verir gerçek âşıklar,

Yıkık vîrânede cevher bulurlar,

Hakk’ta fânî olur aşka gark olan,

Dalga ile dost olur deryâya dalan,

İnci arayanlar dibe dalarlar,

Sonsuz güzelin okundan kaçmaz âşıklar…

Ey gönül sefâyı tercih edersen,

Asla kurtulamazsın vesveselerden,

Sendeki istekler günbegün artar,

İstekten geçmeni bekler oysa yâr,

Onun tek bakışı yüz aya bedel,

Helâldir uğruna can vermeye gel…

Âşıkın hayatı ölümündedir,

Gönlü bulmak için gönül verir,

Can vermeye koşan âşık bir kuldur,

Hakk’a bir can verdik,

Yüz bin can bulduk,

O sonsuz güzelin demine HU…”

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 51

MÂNÂ EHLİ…🌹

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Mısrî Niyâzî Hazretleri bir deyişinde şöyle buyuruyor: “Şol ki gafletle yatup etmez talep, gövdesinde yok mu ola canı aceb. İşte vahdet gülleri açıldı hep, bülbülün efgân edecek çağıdır.” Yani bir kimse ki, gafletle yatıp kalkar ve hiçbir şeyi dert etmez. Onun gövdesinde acaba can yok mudur? diye söylemektedir. Çünkü bir âyet-i celîlede Cenâb-ı Hakk, “Her şey Hakk’ı tesbih eder”, yani canlı veya cansız bütün her şey Hakk’ı anar, diye buyuruyor. İnsanın vücudu da Allah’ı anar ve kalbi ‘Allah! Allah!’ der, zîrâ her şeyin Zât’ı zikri vardır. Fakat insan vücudunun zikrinden habersizdir. Sorum şu: Biz her zerredeki bu zikri nasıl görüp, anlayacağız Dede?

Hasan Dede (Hasan Çıkar): Dünya ehli tamamen gaflettedir ve onun her zerresi maddeyi zikretmektedir. Böyle olduğu için de bütün vücudu onu dünyaya, yani maddeye sürüklemektedir. Mânâ ehline gelince, o da tamamen Allah âşıkıdır, Resûlallah âşıkıdır. Resûlallah’ın âşıkı olduğu için ve O’nun nûrunu mânâda keşfettiği için, onun da bütün âzâları O’nunla yanar. Nereye baksa baksın, nereye giderse gitsin, hep O’nu zikreder. 

Bir mânâ erinin yüzü gülerdir, dili tatlıdır ve daima huzur içindedir. Madde erinin ise, yüzü asıktır, gam içindedir, sıkıntı içindedir ve onun muhabbetleri hep maddeye yöneliktir. Böyle olduğu için de vücudunda hiç hafiflik, neşe ve huzur yoktur. 

Gâlib Dede Hazretleri, selâm olsun üzerine, şöyle der: 

“Âşıkta gam, keder, gaflet ne eyler? Gam, keder ve gaflet dünya ehlinindir.”

Bizler bu yüzden burada devamlı, Hazreti Muhammed Efendimizi, Hazreti Mevlâna’mızı, İmam Ali Efendimizi ve bütün Pîrân Efendilerimizi, hepsinin selâm olsun üzerlerine, ‘sünnet’imiz olarak anıyoruz, çünkü bizler onların farzlarıyız. Onlardan sonra geldik ve onların muhabbetlerini yapıyoruz. Nasıl aşklarla, nasıl sevgilerle yola koyulduklarını sizlere anlatarak, yol gösteriyoruz.

Bütün dava, sevgilerimizi maddeye yönlendirmemek ve gönlümüzü maddeye bağlamamaktır. Eğer sevginizi dünyaya verirseniz, işte o zaman her zerreniz de dünyaya bağlanmış olur. Bizlere sunulmuş olan en büyük nimet akıldır. Ama eğer o akıl çamura saplanırsa, vücudu da peşinden sürükler, çamura batırır. Fakat aklımızı güzelliklere yönlendirirsek, o güzellikler sayesinde bizleri devamlı aşağılara çeken çamurlardan kurtuluruz. 

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 45

MÂNEVÎ AŞK HER ŞEYİN ÜSTÜNDEDİR…🌹

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Dede, Cenâb-ı Mevlâna Hazretleri buyuruyor ki: “Eğer vuslat gününde o dildârdan başka görürsen, o dildâr başkadır, ben başkayım. O gördüğün dildâr benim mâşuğum değildir, yoksa ikimizi bir görecektin.” Ne buyurursunuz?

Hasan Dede (Hasan Çıkar): Hazreti Mevlâna’mız her ne söyler ise hep yerinde söylüyor. Bakın bir kere şu beyitlerinde nasıl birliyor her şeyi: 

“Âşık yoktur bu âlemde, âşık ölmüştür. Âşık olan kişide varolan mâşuktur.” 

Burada ikilik kalkmıştır, artık sen ben yoktur. Şimdi, bu toplumda böyle bir aşk yaşanmadığı için bu güzelliklere varamıyorlar. 

Dilerseniz Leylâ ile Mecnûn’dan bir örnek verelim: Mecnûn’un bir gün dişi ağrımış, dişçiye gitmiş. O devirde diş hekimliğini berberler yaparmış. Berber hekim, Mecnûn’un dişine bakmış ve dişini çekmesi gerektiğini söylemiş. Mecnûn, tabî adı üstünde, mecnûn bir hâlde olduğu için hiç cevap vermemiş, sessizce dinlemiş. Hekim de Mecnûn’un bu hâlinden zannetmiş ki, Mecnûn dişinin çekilmesini kabul etti, almış kerpeteni eline, tam çekecekken, Mecnûn kendine gelmiş ve uzanmış hekimin elinden yakalamış, demiş ki: “Ne yapıyorsun?” 

Hekim demiş: “Dişini çekiyorum.” 

Mecnûn, “Müsaade yok!” diye karşı çıkmış. 

Hekim, “Neden?” diye sormuş. 

Mecnûn’un cevap vermiş: “Korkarım, Leylâ’mın çenesi incinmesin!” 

Hekim bu cevabı duyunca şaşırarak, “Leylâ nerede, sen nerede? Onunla senin aranızda dağlar kadar fark var, nasıl incinecek?” 

İşte Mecnûn’un verdiği cevap: “Bende bana ait hiçbir şey yok, her şey ona ait.” 

Aşka bakın bir kere… Yine bir gün Leylâ’ya bir mektup yazmak istemiş, şu satırları yazmış kağıda: “Kalbimde tevhid oldun, dilimde zikir oldun. Her zerremi muhabbetin sardı, ben bu mektubu kimden kime yazayım?” Yazamıyor bakın, mektup dahî yazamıyor… 

Bunlar geçici aşk, peki ya mânevî aşk? Mânevî aşk her şeyin üstündedir.

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 31

ÖZGÜR VE HÜR YAŞAMAK NE DEMEKTİR?..🌹

Mahmut Efendi: İnsanlar belirli fikirler içindeler ve bunlara hapsolmuş durumdalar, gerçekleri bulamıyorlar ve karanlıktalar. Hazreti İsa Aleyhisselâm’ın bir sözü var, şöyle diyor: “Gerçeği bilin ve gerçek sizi özgür kılsın. Gerçek, ilâhî güzelliktir; mevcuttur ama varlığı yoktur. Bütün rûhunla arınman gereklidir. Tam bir özgürlük içinde aramazsan bulamazsın. Kimsin sen? Neden yaşıyorsun? Yaşamanın amacı nedir? Evren nedir? Niye varoldum? Hayatımı nasıl yaşamalıyım? Neredeyim? Nereye gidiyorum? Bu sorular bir insanda zuhûr eder de cevaplarını bulmaya çaba sarfederse insan gelişir, değişir ve özgürleşir. Bu güne kadar etrafımızın geliştirdiği baskılardan kurtulmak ve içimizdeki saklı olan hakîkatleri bulmamız gereklidir.” Siz ne buyurursunuz Dede?

Hasan Dede: Toplumun fikirleri öyle yerlere saplanmış ki, hüzünlerden, gamlardan, sıkıntılardan hiçbir türlü kurtulamıyorlar. Ne kadar Allah’ı da zikretseler, ibâdet de yapsalar, özgürlüğe ve temiz bir rûhanîyete kendilerini veremiyorlar. Peki bunun sebebi nedir? Bunun sebebi iman zayıflığıdır. Neden iman zayıflığıdır? Bir insanın bağlandığı yere imanı gerçek ise, o insan gama sıkıntıya düşmez, çünkü kendinde yaşamaz. Gönlünü vermiştir Pîrine ve Pîriyle Hazreti Muhammed’e, ona inanmış ve ona iman etmiştir, onunla içini güzelliklerle donatmıştır, oranın güzelliklerine kendini kaptırmıştır. Ve işte bu kişi özgürlüğüne kavuşmuş sayılmaktadır. 

İşte Hazreti Mevlâna, selâm olsun üzerine, şöyle buyuruyor: 

“Komşunun her sabah tasında bal, zeytin, peynir bulunur. Benim ise önümde tuz ve bir tas da ayranım vardır. Benim ayran tasım, soframdaki tuzum bana her şeyin üstünde bir tat vermektedir, sayısız cihanlar bağışlansa da hürriyetimden bir zerre satmam.” 

Herkes kendi fikrince inandığını savunur, kendi imanını güçlü bilir. Ama belki de kendimizi avutuyoruz, çünkü sıkıntılar bir türlü gitmiyor. Ehli iman sahibinde katiyyen gam gasabet yoktur. 

İşte Şeyh Gâlib Dede Hazretleri, selâm olsun üzerine, şöyle der: 

“Gam ve keder halk-ı cihanındır, âşıkta gam keder neyler?” 

İnsan iman ettiği yerin güzelliklerini gördükten sonra artık gönül oraya verilmiştir, o kişide artık kimlik yoktur. Ama bunlar yok ise, ne kadar bilgiye sahip olursan ol, sen ancak meyvanın kabuğuna erersin, tadına varamazsın. Bilgiye sahip bir insan gurura kapılırsa, başkalarını hor hakîr görürse, o benlikle mahvolup gitmeye mahkûmdur. Ama tevazûya inip, yoklukta durursa, ona ait hiçbir şeyin olmadığını, bütün sahip olduklarının Yaratıcı’dan olduğunu bilir ve her ân şükrederek niyâzlarda bulunarak yaşarsa, o kişi hiçbir zaman mahkûm olmaz, özgür olur ve hür yaşar.

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MANEVİ MENKIBELER – 16

Aşka bakın…

Şimdi size Mevlana ile Hüsameddin Çelebi’nin arasındaki aşkı dile getireyim…

Hüsameddin Çelebi evlenmiş, aradan seneler geçmiş. Bir gün hanımı hastalanmış. Dönüp Mevlana’ya demiş, “Efendi Hazretleri, izin verir misin, ayinden sonra gideyim biraz eşimin yanına, bir iki gün kalayım? Evde ona bakacak biri yok.”

“Tamam” demiş Mevlana, “sana dört gün izin veriyorum, haydi git, kızımız iyi olsun kalksın ayağa.”

Gelmiş Hüsameddin eve, hizmet ediyor eşine. İkinci akşam özlemiş Mevlana Hüsameddin’i. Kar da yağıyor. Hemen Sultan Veled’e ve dervişlere, “Bana müsaade ben gidiyorum” demiş, “Hüsameddin’i ziyarete.”

Çıkmış tekkeden yatsıdan sonra, gelmiş Hüsameddin Çelebi’nin evinin kapısına, bakıyor Hüsameddin Çelebi’nin odasında lambası dinmiş. Demek ki uyumuşlar, lamba kısık yanıyor, diye düşünmüş Mevlana. Rahatsız etmeyim, demiş. 

Şimdi aşka bakın…

Evinin kapısından biraz uzakta, Mevlana bağlamış ellerini, Hüsameddin’le rabıta kurmuş duruyor. Sabah ezanları okunmaya başlıyor. Hanımı sabah kalkmış, Hüsameddin’i uğurlarken, “Aaa” demiş, “Efendi Hazretleri, çocuklar ne zaman kardan adam yaptılar? Kar yatsıdan sonra yağmaya başladı.”

“Dur” demiş Hüsameddin Çelebi, “gideyim bakayım.”

Ne zaman gitmiş, bakmış ki o kardan adam değil, Mevlana… Hüsameddin Çelebi hayretler içinde kalmış.

“Efendi Hazretleri” demiş, “bu hal ne?”

İşte Mevlana, “Ey ruhumun mertebesi, geceden bu ana kadar hep buradayım, seni bekledim…”

Şimdi ne der tasavvuf ehli… Bir mürşid, müridine böyle aşık olursa, müridin ne yapması lazım mürşidi için?..

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 94

“Sesini meleklerim özler, onlara sesini duyursan, günahların o an bağışlanmıştır.”

İnsan, melekleri aramasın kendi dışında. Peki neden aramayacağız kendi dışımızda? Çünkü Cebrail insanın emrinde, Mikail insanın emrinde, İsrafil insanın emrinde, Azrail insanın emrinde; e diğer melekler de çoktan bizim emrimizde.

Burada Cenab-ı Ali, selam olsun üzerine, diyor ki: Bütün kötü duygulardan arın, kendini güzelliklere ver ve öyle konuş, melekler o sesi özlemiştir, diyor. Güzel konuş ki onlar da huzur bulsun, senden de günahlar gitsin.

Misal olarak secdeye vardığımızda da, secde tamamen yokluk alemidir, ben yokum sen varsın demektir. Secdeye vardığımızda ne diyoruz? Sübhâne Rabbiyel alâ, Sübhâne Rabbiyel alâ, Sübhâne Rabbiyel alâ… Bu sözü söylediğin zaman kulakların işitiyor; Sübhâne Rabbiyel alâ derken Allah’a sesleniyorsun, diyorsun ki: Allah’ım ne kadar güzelsin, ne kadar alâsın, ne kadar temizsin, senin güzelliğini tarife imkan yok, sonsuz güzelliklere sahipsin. Allah da sana yine senin dilinden diyor ki: O sensin… Ona göre artık topluma bak ve konuş, o güzellikleri ben sana verdim.

Ama maalesef bu güzel sözlerin manasına inilmediği için ve sahiplenilmediği için insanlar kimliklerinden habersiz bir şekilde yaşayıp gidiyorlar. Allah insandan dile geliyor, insandan konuşuyor, senden yine sana sesleniyor; yok ki insandan başka biri Allah’ı dile getiren. Ama sen yine onu bırakıp başka yerlerde arıyorsun.

Cenab-ı Mevlana’ya bir gün soruyorlar: “Allah ne kadar büyüktür?” Mevlana şöyle cevap veriyor: “Allah’ın büyüklüğü insanın boyu kadardır.” Bu yanıtı alanlar: “Aman ya Mevlana, sen insanın Hakk olduğunu mu söylüyorsun?” diye soruyorlar. Mevlana yine cevap veriyor: “Evet, öyle söylüyorum. İnsan olmasaydı, Allah bilinmeyecekti. Allah, kainatı yarattı, en son insanı yarattı ve insanda kendini yarattı. İnsan ile hem semâvattaki varlıkları, hem yeryüzündeki varlıkları isimlendirdi ve kendi büyüklüğünü de yine insanla dile getirdi.”

Arif olana aşıklar defterinden bir harf bile kâfidir.