MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 13

🌹“Öyle bir şaraptan sarhoşum ki, kadehinin süsü aşktır. Öyle bir ata binmişim ki, dizgini aşktır. Benim Ay yüzlü sevgilimin aşkı gerçi büyük bir iştir, ama ben öyle bir Şâh’ın kuluyum ki, aşk O’nun kölesidir.”

Bil ki, Allah’a yükselme yürüyüşünde ar, büyük bir engeldir. Bu söz, garâzsız ivâsız bir sözdür. Bunu iç açıklığıyla kabul et.

Düşün; Mecnûn neden o bin türlü dîvâneliği gösterdi? O seçkin çılgın neden binlerce ah etti, figânını yükseltti?… Bazen esvâbını yırttı, bazen dağlara koştu, bazen zehir attı, bazen fânîliği göze aldı.

Leylâ’nın çehresinin aşkı o değerde olursa, asıl Leylâ olan Tanrı’nın, kulunu geceleyin aşkında yürütmesi nasıl olur?…

Örümcek öyle büyük avlar tutarsa, her şeyden üstün olan Rabbimin kuvvetli ağı, düşün neler avlamaz?…

Sen âşıklardan Veysel’nin, Râmin’in dîvânlarını görmedin mi? Vâmık’ın, Azrâ’nın hikâyelerini okumadın mı?…

Aşk yolu bütün mestlik, bütün kendini aşağılamaktır. Zîrâ görmez misin? Sel aşağıya akar, yukarıya çıkmaz.

Denize girerken, ıslanmaması için, esvâbını soyunsan, istediğin kadar dalmak senin elinde olur.

Efendi! Sen ne kadar nâçiz bir kulsan, âşıklar halkasında o kadar, yüzük taşı gibi olup kıymetlenirsin. Nasıl ki, bu toprak arz, göğe esirdir; nasıl ki, tenin her uzvu rûha esirdir.

Gel bana söyle, bu toprak, bu bağlılıktan ne ziyân etti? Akıl tenin, her cüzüne ne iyiliklerde bulunmamıştır?…

Can kulağıyla dinle; Tanrı müştâklarının gizli gizli feryâdından şu yeşil kubbenin boşluğuna ne gürültüler aksetmiştir…

Evlât! Davulu kilim içine sarıp çalmak gerekmez. Aşk sahrâsının ortasına, kahramanlar gibi sancak dik.

Aşk, sarhoşluğundan, ipek esvâbının bağını çözüp de nûr vücudunu gösteriverince, sen o zaman meleklerin hayhuyunu dinle; hûrîlerin hayretlerini gör…

Âlemin altında ve üstünde aşktan bu ıstırap nedir?… Hâlbuki, aşk, alttan, üstten beridir. Güneş doğunca gece kalır mı? Allah’ın yardım ordusu yetişince güçlük kalır mı?

Ben sustum; ey canın canânın canı! Sen söyle ki, senin güzel yüzünün şevkinden, bütün vücudum zerre zerre söyler oldu.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 12

“Ey gönül! Sen güzelsin, o Hüsrev’in yüzünden büsbütün güzelleş, eğer hoş bir Hüsrev isen, o güzel Şirin’in Hüsrev’i isen gerçek aşka düş de Ferhat ol!”🌹

Kerem ile Aslı’ya bak, Ferhat ile Şirin’e bak.

O zamanlarda, Ferhat ile Şirin aynı sarayda yaşamaktaydı. Ferhat da sarayda hizmetli olarak çalışmaktaydı. Bir gün aşk çıkageldi ve Ferhat’la Şirin’i âşık etti. Bunun üzerine Ferhat babasından padişahın huzûruna çıkıp Şirin’i ondan istemesini rica etti. Padişah, Ferhat’ı kızına lâyık bulmadı, ama istemedi gönüller kırılsın, işi zora koşmak için;

“Şu dağı delip su çıkarırsan, Şirin’i sana veririm” dedi.

Ferhat aşkı uğruna, gece gün dağı delmeye başladı. En sonunda su fışkırdı. Su, Ferhat’ı altına alıp boğdu. Şirin, Ferhat’ın onun uğruna rûhunu verdiğini öğrenince, o da hançerini çıkarıp kalbine sapladı.

İşte aşk neler yaptırıyor.

Bu yoldaki Dedeler, biri Mevlevî canı olmak için geldiği zaman, “Hiç âşık oldun mu?” diye sorarlarmış. Eğer, “Olmadım” derse, “Ben seni nasıl derviş alacağım? Sana aşktan sevgiden nasıl söz edeceğim? Git bir şeyi sev, öyle gel” derlermiş.

“Birisinin destanı, aşk hikâyesi beni coşturdu, bana el çırptırdı. Beni canımdan etti, beni utanmaz, göremez, düşünemez bir hâlde yollara düşürdü. Hâsılı onun gönlü, benim gönlümü evirdi, çevirdi, istediği hâle, istediği şekle soktu.”🌹

Bir gün Abbasî Padişahı Harun-u Raşid, kendi soyundan olan Mecnûn’u aşk yüzünden düştüğü hâllerden kurtarmak için bir çare düşündü ve Mecnûn’u saraya çağırttı. Aynı zamanda Leylâ’yı da saraya getirtti ve bir odada bekletti.

Padişah Mecnûn’a sordu;

“Yâ Kays (Efendi), nedir senin bu hâlin? Şimdi sana bir sürü güzel kızlar göstereceğim, onlardan birini seç ve evlen, Leylâ’dan da vazgeç.”

Birbirinden güzel kızlar Mecnûn’a sunuldu. Mecnûn hepsini gözden geçirdikten sonra, çekildi kenara ve eğdi başını önüne;

“Ben yine Leylâ’mı isterim” dedi sessizce iç geçirerek.

Harun-u Raşid bu cevap karşısında şaşırdı kaldı. Hizmetlilerine seslendi ve;

“Getirin Leylâ’yı buraya” diye emir buyurdu.

Biraz sonra içeri kara kuru, pek de güzel olmayan, hattâ bir kömür sopasını andıran Leylâ girdi.

Padişah hayretle sordu;

“Yâ Mecnûn” dedi, “sen bunun neresine âşık oldun?”

Mecnûn kaldırdı başını, padişahın gözlerinin içine baktı ve dedi ki;

“Şevketli padişahım, sen senin gözlerinle göremezsin Leylâ’nın güzelliğini. Eğer ki benim gözlerimle bakabilsen, görürsün Leylâ’nın gerçek yüzünü. Âşık olursun da o zaman hak verirsin bana.”

Mecnûn, Leylâ’nın aşkına dalmış ve bu hâle gelmiş. Başkalarında da göz vardı, yüz vardı, dudak vardı, burun vardı; onda ne görmüştü de bu hâle gelmişti?

Güzellik gözdedir, nesnede değil.. Bir şeyi güzel gösteren istektir, aşktır. İsteksiz bakışa güzel de çirkin görünür. Bu yüzden Leylâ’yı sen başka görürsün Mecnûn başka görür. O hâlde güzele kendi aşksız gözünle bakmayı bırak, Mecnûn’un tutuşmuş gözleriyle bak.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 11

“Güzelim aşkın, kan dökmeye kasdetti mi, canım, beden kafesinden uçar gider… Şekerlere benzeyen dudaklarını öpme suçunu işlemeye imkân bulan, bu günâha girmezse kâfir olur.”🌹

Dün gece gönül sırrını; taş yürekli, lâl dudaklı, kâfirliğe bile iman bağışlayan, küfrün bile imanını arttıran bir dilberin yüzünde gördüm.

Böyle bir sevgilinin yanında kim kalkar da candan, gönülden bahseder? Böyle gümüş bedenli bir güzelin huzûrunda kim altından, gümüşten söz açar?

Aşkın ağzı olsaydı bütün dünya bir lokma olurdu. Aşkın kapısı olsaydı padişahların canları o kapıda bekçilik ederdi.

Ben de duyardım, gönül gönül derlerdi; şimdi başıma geldi de anladım, ey güzelliğine karşı gönlün de, canın da utanıp kaldığı güzel; ey aşkıyla Düldül’ün bile bir eşek gibi çamura saplanıp kaldığı dilber.

Ey can, gel de inciler topla. Ey gönül, gel de güzelliği seyret. Aman bu afetten, bu belâdan ey Müslümanlar.

Beden nedir ki onun gam süvârilerinin ayakları altına serilsin? Baş nedir ki öyle bir padişahın huzûrunda yerlere kapansın?

İşte bak sevgilimin vuslat demi gibi tatlı, onun lâl dudakları gibi şirin, güzel ilkbahar gelip çattı; artık âlem yeşerecek, yemyeşil olacak.

Yüzü her an bana, benim gibi güzel yüzlü bir sevgilin var mı diyor. Gönlüm her an ona, benim gibi bir kulun var mı diyor.

Dostlar, bahar geldi, kalkın, gül bahçesine gidelim; fakat benim baharım sensin, başka bir şeye bakmam ben.

Çiçeklerin, meyvelerin edâları var, şiveleri var; biz de senin gül bahçesine benzeyen yüzünde açmış bir nilüferiz sanki.

Bülbül, çalgıcı gibi tef çalmada, ağaçların yaprakları el çırpmada. Her gonca, benim gibi hoş, benim gibi güzel, benim gibi terütaze bir gonca var mı demede.

Bahçe bezensin, kuş kanatlansın, uçsun diye o merhametli, o yemyeşil ilkbahar salına salına, eteğini sürüye sürüye gelip çattı.

Halk hayran olsun, yüzünü göremeyen körün, sözünü duymayan sağırın inadına sevgilimiz canımıza can kesilsin diye ilkbahar geldi.

Bir yerde padişah O olursa bütün padişahlar kul olurlar; bir yerde sevgili O olursa her gönül âşık otu kesilir.

Sevgilimin hayali, gönülde salına salına yürümede, sonsuz yüceliğe sahip, güzel mi güzel bir ay, lütuf ve ihsân sahibi, debdebeli bir padişah sanki.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 10

“Allah göklerin ve yerin nûrudur. Duvarda ve içinde bir hücre, hücre içinde bir kandil, kandil bir cam fanus içinde, fanus inci gibi parlayan bir yıldız, mübârek bir zeytin ağacından tutuşur, ağacın yağı, ateş deymese de tutuşur. İşte o velî, nûru üstüne nûrdur. Allah dilediğini nûruna eriştirir.” (Nûr Sûresi, 35. Âyet)🌹

Yaya düzgün ok lâzımdır. Yay ne kadar güçlü çekilirse çekilsin düz olmayan ok uzağa gidemez. O hâlde ey Hakk yolunun yolcusu! Sen de niyetinle amelinle bu yolda ok gibi dümdüz ol! Ta ki üstâdın bir yay gibi seni ötelerin ötesine ulaştırsın.

Susuz kişinin dudağı tatlı suya hasrettir. Ama su da susamış dudakları özler. Çocuk memeye âşıktır, memeyse kendisini emecek bebeğe. Muhtaç olan cömert bir el peşindedir, cömert ise kendisinden isteyecek elleri gözler. Yani fakrın gereği istemek zenginliğin şânı vermektir. Beriki ne kadar almaya muhtaçsa Hakk eri de o kadar vermeye müştâktır. Cömertlerin en cömerdi olan Cenâb-ı Hakk ise: “Yok mu benden isteyen”, diye kullarını kendisine davet eder.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 9

“Ey gönül! Âşık olmuşsun, sevdan kutlu olsun. Yerden de mekândan da kurtuldun, o yerin kutlu olsun. İki cihandan geç. Yalnız yürü… Ey yalnız kalan âşık! O sevgili yanında olsun. Ey yükselmek isteyen insan! Yükselişin kutlu olsun…”🌹

İyiliğin daima alnı ak, aynası parlaktır. Düşkün başkasını da düşürmek, kara başkasına da is çalmak ister. Ama istediği kadar tütsün, külhânın dumanından güneşe ne gam. Güneşin alnına kara çalmaya kalkan kendi alnını karartır. Karga istediği kadar arkasından gaklasın, o gak guk sesini Ankâ’nın rûhu bile duymaz. İnsanlar arasında da kimisi güneş gibi kimisi külhân; Ankâ tabîatlı olan da var karga huylu olan da.

Peygamber ve velîler güneş ve Ankâ gibi bütün karalamaların ve ayıplamaların üzerindedir. Işığı çamurda sürünüyor diye Ay’ın kirlendiğini sanma. Ay yücelere taht kurmuş oturmaktadır. Işığını göndermesi onun aczinden değil kereminden, cömertliğindendir. Ay gibi yücelere taht kurmuş Hakk erlerinin de düşkün insanlara el uzatmakla eli kirlenmez. Onlar güneş gibi, yağmur gibi, ay gibi insanlara rahmettir.

Allah’ın velîleri, ümit ağacı gibidir. Öyle bir ağacın gölgesine sığın! Bu akıllı kişinin gölgesi yeryüzünde Kâf Dağı’na benzer. Rûhu ise çok yücelerde uçan Zümrüd-ü Ankâ gibidir.

Güneş, velîlerin görünümüne bürünerek yüzünü örtmüştür. İnsan kıyafetinde gizlenmiştir.

Hakk, onun eline, “Kendi elimdir” demiştir. Velîlerin huzûrundan uzaklaşırsan hakîkatte Tanrı’dan uzaklaşırsın.

Ey gönül! Seninle nûrlanan yere, belâlardan sana siper olanların meclisine git! Sana canlarında yer verenlerin, seni şarapla dopdolu bir kadeh hâline getirenlerin yanına git! Sana sövse bile, öyle bir kişinin sövmesi, sapıkların sövmesinden iyidir.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 8

“Ey Sevgilim, seninle kol kola gül bahçesinde dolaşırken, bir gül yaprağının gölgesi yanağına düşse, seni o yaprağın gölgesinden kıskanırım.”🌹

Aşkın olduğu yerde, kin, nefret, öfke, haset barınamaz. Aşkın olduğu yerde, her zaman güzellikler, hoşluklar ve Hakk’ın nûru vardır.

Aşk okyanus gibidir. Hiç karşı koymadan hareketsizce durduğunda, o zaman aşk seni alır, seni senle tanıştırır, sana kimliğini kazandırır. Senden yepyeni bir insan yaratır. Seni kendine katar. O andan itibaren artık okyanusla bir olursun. O okyanus artık sensindir, sen yoksundur artık, var olan okyanusdur.

Sen sevgiline Rabbim, dinim, imanım diyemezsen, senin aşkın sahî değildir.

Âşıkları görmek istersen, sararmış yüzlere, kurumuş dudaklara bak. Binlerce kişi arasından kendini gösterir.

“Ey güzel yüzüne cihan güzelleri hasret çeken! Ey iki kaşları âşıklara kıble olan! Senin güzellik ırmağında çırçıplak dalmak için, ben bütün kendi sıfatlarımdan soyundum.”🌹

Gönülden feryâd et de, yâ Rabbi de, gece gündüz benimlesin, bana onlardan yüz göstermedesin; hem de soluktan soluğa, gizli ve açık. Yine de lütfet de büyük velîlere gösterdiğin yüzü göster, bizi de onlara kat; bizi de dervişler bölüğüne ver de, onlar gibi has olalım, o büyük kavuşma sarayında oturalım.

Bize kendini, aşk ehline, tertemiz kullarına gösterdiğin gibi göster. Göster de o kavuşmaya şükredelim; o zan, o şüphe perdesinden çıkalım, tam inanç dünyasında yürüyelim. Köksüz-yersiz âlemde koşalım, hepimiz de can olalım, can bağışlayalım; yoksula paha biçilmez defineler ihsân edelim.

Kulluğu bırakalım da padişah olalım; el tutar bir hâle gelip düşenlere yardım edelim, cihanın sığındığı kişiler olalım. Felek hükmümüzde dönsün; erlerin padişahlığı bunun da yüzlerce mislidir.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 7

“Mürşid-i Kâmil, sende olan eğrilikleri düzeltir de,

Sende eğrilik kalmaz.

Ey yolcu!

Sen topraksın, kâmil mürşid bahardır.

Onunla buluşunca,

Yemyeşil olur, güllerle çiçeklerle süslenirsin.

Sen ölüsün, o zamanın İsa’sıdır.

Mürşid-i Kâmil’in nefesinin feyziyle ebedî hayata erersin. 

Seni ten gıdasından kesse de,

Sana devamlı olarak Hakîkat Şarabı’nın gıdasını verir. 

Seni azıksız bir azık yapar da, o sana gıda olur.

Ve işte bu suretle ki,

Senin canın Allah ile bâkî olur.”🌹

Gerçek bir mürşid-i kâmilin huzûruna geldiğiniz zaman, önce yadırgarsın, çünkü şimdiye kadar alışmış olduğun kalıpların dışındadır o. Hem bu âlemden hem de senin bilmediğin başka âlemlerdendir. O, put kırıcıdır, can bağışlayandır. Ve bu yola baş koyduğunda senin de bu kalıpları kırmanı bekler senden. Yürekli olmanı, mert olmanı ister, çünkü zorlu bir yoldur bu, kolay değildir. Engeller vardır, düşmanlar vardır. Türlü türlü yüzlerle çıkar karşına, yolundan döndürmeye çalışır.

Aşk, teslîmiyettir. Kendini aşka teslîm etmektir. Kendinden yok olmalısındır, öyle ister aşk. Sadece o olmalıdır, sevmez öyle seni paylaşmak. Gönlüne taht kurmak ister. Allah o kadar kıskanç ki, hep o sevilsin ister. Her şey ona ait olduğu için başka bir yere bakarsan onunla bakmanı, onun sevgisi ile sevmeni ister.

O gafletlerle gamlarla yıpranmış, incinmiş gönlünü alır, sırça saray hâline getirir. Gönlünün padişâhı olur.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 6

“Her zerrenin gönlünde bir saray var, fakat kapısını açmadıkça kapalı kalır sana.”🌹

Cenâb-ı Mevlâna, “İnsan insanın cennetidir, insan insanın cehennemidir” der. Hazreti Mevlâna bir aşk peygamberidir. Çünkü aşkı onun kadar güzel anlatan biri daha gelmemiştir bu âleme. “Sevgisiz ve aşksız geçen ömrü, ömür sayma”, diye söylerken, mecâzı buraya katmamıştır. Bir kızın bir erkeğe, bir erkeğin bir kıza duyduğu aşkı, muhabbeti, buraya sokmamıştır.

Mecâz dediğimiz geçici aşk, Hazreti Mevlâna’nın söylediği o güzel aşka gelmek için bir köprüdür. O aşkta yaşadığımız tutkuyla Hakk’a yüz tutmamız gerekir.

İnsanı Rabbine en kısa yoldan ulaştıracak vasıta aşktır.

Mevlâna diyor ki: “Ben, aşkı durmadan öğsem, yüzlerce kıyâmet gelir geçer de onun vasfı bitmez. Çünkü kıyâmet tarihi için sınır vardır. Allah’ın vasfı için ise sınır ne gezer.”

Mevlâna’nın bu sözünden anlıyoruz ki, aşk ve âşıklık Allah’ın vasfıdır. Onun için Hakk Kur’ân’da sevgiyi, kendine ve sevgili kullarına izâfe etmek suretiyle vasfetti.

Mevlâna, Peygamberimizin yolu, izi aşktır, diyor.

Hazreti Muhammed, aşkta ve âşıklıkta tek olduğu için aşk âleminin Sultanı oldu. Peygamberlerin Peygamberi, bütün insanlığın, bütün beşerîyetin Efendisi oldu.

Mevlâna, Hazreti Muhammed’in gerek feyiz yönünden ve gerek aşk yönünden tam vârisi olduğu içindir ki, Şems-i Tebrizî’nin sohbetiyle beliren gönlündeki hakîki, ilâhî ve Muhammedi aşkı dâima kendinde devam etti. Gün geçtikçe arttı, sevgili Allah’ının ta hâriminin aşkına ulaştı ve orada onunla birleşti de aşk, âşık ve mâşuk bir oldu.

Mevlâna, kendindeki hakîki aşkı beyânda diyor ki: “Allah’ım! Beni ezelde yarattığın zaman, aşkım kemâlde idi. Ne yer vardı, ne gök vardı, ne güneş vardı, ne ay vardı, ne bir insan başı ne de onun bir serpuşu vardı. Ta o zaman, benim duamı işittin de beni seçkinlerinin içinden kendi aşkın için seçtin.”

Mevlâna ile Şems-i Tebrizî, hakîki aşkın kemâlinde, Hazreti Muhammed’in sevgisinde ve ilâhî maarif ve hakîkatlerin telekkîsinde, aynı meşrebde idiler. Onun için birbirleriyle can ve gönülden enîs ve hemsohbet oldular. Biz, Şems’in Muhammedî neş’esi içinde, Mevlâna’nın, rûhumuza sinen feyizkâr aynı neş’esini, hissediyoruz.

Şems-i Tebrizî, Tekvîr Sûresindeki, ‘Vemâ teşâune illâ en yeşâ Allahû Rabb-ül âlemin’ âyetini, Makalât’ında şöyle tefsîr ediyor.

“Hakk buyuruyor ki: Ey benim Peygamberim, Mustafa! Sen ne ki istersen o, âlemlerin Rabbi olan Allah’ın isteğidir. Nefsin, hevâ ve hevesin isteği değildir.”

Allah’ın sırlar hazinesine ait her işin hall-ü akdi, düzenlenmesi yalnız Hazreti Muhammed’in irâde eline ve gönlüne verilmiştir.

Aşk, Allah’ın ismidir. Hazreti Muhammed, cismidir. Hakîkat-i Muhammedîye, tek olan Kibriyâ-i Zât-ı Mahbûbiyetidir.

Mevlâna, bir şiirinde aşk için bakınız ne diyor:

“Ben aşkı gördüm,

Ne söylediğini bilmez bir hâlde mest olmuş şöyle diyordu, 

Ben belâyım, ben belâyım, belâ…

Hayır ben o nûrum ki Tûvâ vadisinde,

Musa Peygamber’e: ‘Ben Allah’ım, ben Allah’ım, Allah’ım dedi.”

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 5

“Hayalin gözümde, adın ağzımda, anışın gönlümde; söyle ben nereye mektup yazayım?”🌹

Madem ki hayalin gözü durak edinmiş, adın ağızdan gitmiyor; anışın can evinde; peki, mektubu kime yazayım; buralarda dolaşıp duruyorsun sen dedi de kalemi kırdı, kağıdı yırttı.

Ben kendimden boşaldım, Mevlâna ile doldum. Sedef gibi onun incisiyle doldum.

Ey çılgın âşık! Gel, bu güzel lezzetli şarabı iç de coşmaya bak. Sen bu şarabı içtin mi, adamakıllı mest olursun ve mâşukun yüzünden nikâbı açarsın. Mâşukun yüzünde asla nikâb yoktur ama sen, mest olmadıkça perde içindesin. Can gözüne aklın perdedir de onun için mâşuk senden gizlidir. Evet, can gözüne aklın perde oldu. Yoksa mâşuk güneşten daha parlaktır.

Bu akıl perdesi ne vakit açılır biliyor musun? Can, aşk şarabının kadehinden sarhoş ve âşık olduğu zaman. Aşk şarabıyla can mest oldu mu, âşık, akıl perdesinden kurtulur. Akıl perdesi kara bulut gibidir. Onun arkasından mâşuk ay gibi parlar.

Tanrı’nın aşkı fırtınalı bir rüzgâr hâlinde esti mi, akıl bulutunu aradan sıyırır. Sen yakînen bil ki, o zaman canın mâşuku gökte parıldayan ay gibi görünür. Hakk’ın aşk rüzgârı eğer sana eserse akıl bulutu ortada görünmez.

Haydi gel, sen o rüzgârın isteklisi ol da akıl perdesinden kurtul, sevin. Yoksa mâşuk parlak aydan açıktır ama, aklını Hakk yolunda kendine rehber sayan akıllılar, akıl bulutunun altında kalmışlardır.

Tanrı’nın velîlerinden aşk ilmini öğrenirsen, Hakk sana o rüzgârları gönderir. Aşk ilmiyle meşgûl ol ki, o rüzgârlar sana essin. Aşk ilmi senin can gözünü açar, aşk ilmi seni altın madeni yapar. Âşıklardan aşk ilmini okursan, ebedî hayatla dirilirsin.

Bu dünyada herkes bir defa doğar; Hakk erleri ise iki defa. İlk doğum için sebepler vesîleler lâzım. Anasız babasız doğum olmaz. Lâkin bu doğum sanki bir hapishâneye doğmaktır. Bu sebep-sonuç âleminde insanı iç içe  kuşatan binbir kafes vardır. Sonra bazı Hakk erleri maddî âlemden yeni bir âleme doğar da bütün bu zarûrî bağlardan kurtulur, hepsini ayaklarının altına alırlar.

Aslında bu ikinci doğuş Yunus’un: “Her dem yeni doğarız, bizden kim usanas” diye tarif ettiği dâimî bir doğuştur. Doğuşun gerçekleştiği âşıkların gönlü bir süt gölüdür. Bu yeni âlem çekişmelerden, zıtlıklardan uzaktır; orada güller solmaz, bülbüller susmaz, baharlar kışa dönmez. Bu ikinci doğuştan sonra kişinin eski kimliğinden geriye sadece bir gölge kalır.

Gece ve gündüz gönül doğruluğuyla meşgûl ol. Tanrı’nın ârifi ve makbûlü ol. Bu, irfân denizidir. Bu denizin yüzgeci ol. Zîrâ bu deniz kıymetli incilerle doludur.

Ey Hakk’ın sırlarını öğrenmek isteyen! Haydi gel, bu aşk bahçesinde gezinmeye bak ki, aşk sırlarıyle sevinesin. Bizim gül bahçemiz şarap kadehleri devreden bir aşk bahçesidir. Bu gül bahçesi, bülbüllerin yuvasıdır, cihan farelerine lâyık bir yer değildir.

Burada tûtî kuşlarına şekerler, susayanlara âb-ı hayat vardır. Sanki bu, nisan yağmurudur. Bazen zehir gibi acı, bazen kıymetli inci olur. Müttekîler sedef gibi inci ile dolarlar. Şakîler yılan gibi zehirle dolarlar.

Tevhid ilmi tasavvuf ehline, hâl ehline nasîptir, fıskdan, fücûrdan uzaklaşmayan kimse, mürşitlerin sözlerinden uzak kalır…

Kendinden ve âlemin dedikodusundan geçmiş olan kimsedir ki, Tevhid ilminin meyvesini yer. Hakk âşıklarının hâli Tevhid ilmidir. Hevâ ve heves ehlinden olan, Tevhid sırrını nereden anlayacak. Nakil ilminin hakîkatine akıl ulaşamaz. Tevhidin nüktesini akıl anlayamaz.

Her ne kadar Tevhid, güneşten daha parlaktır ama, zekâsına ve aklına güvenene perdedir. Aşk şarabıyla mest olmayan, aklın sersemliğinden asla kurtulamaz. Öyle bir kimse âşıklara nereden mahrem olacak. Akıl aşka ulaşamaz.

Âşıkın önünde evvel ve âhir birdir. Âşıkın gözünde zâhir ve bâtın birdir. Aşk kadehinin devamlı sarhoşu olan kimse, aşkın tuzağına tutulmuş, aşkın isteğine râm olmuştur.

Âşıklar, adsız, sansızdırlar, dostun cemâlinden aldıkları zevk ile hayrandırlar. Âşıkların gözünde, iki cihanın zerre kadar değeri yoktur.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 3

“Aşk bir padişahtır, bayrağı görülmez. Tanrı Kur’ân’ıdır, âyetleri bilinmez. Her âşık bu avcıdan bir ok yemiştir. Kanlar akar durur fakat yarası görünmez.”🌹

Aşk denince akla Mevlâna gelir. Aşk, Mevlâna’nın özüdür. Aşk’ın adı Mevlâna’dır.

Mevlâna, öyle bir aşk okyanusudur ki, ucu bucağı yoktur, başı sonu yoktur. Derinliklerine dalar gidersin, ve ne kadar derine dalarsan o kadar çok vurgun yersin. Başın döner, aşkla kendinden geçersin.

O âşıkları yağmur damlalarına benzetir. Yağmur damlaları okyanusa bir düştüler mi, artık onlar damla olmaktan çıkar okyanusun kendisi olurlar.

Mevlâna’nın mânevî varlığı, en güzel ve en câzibeli bir aşk edâsıdır, düşünüşü bir aşk hamlesi, yürüyüşü bir aşk salınışıdır. Onun sesi gönülleri çeken bir aşk sesi, onun sözü ruhlara ebedî hayat veren bir aşk sözüdür. O Âb-ı Hayat’tır.

Onun sözleri Allah edebiyatıdır, Kur’ân edebiyatıdır, aşk edebiyatıdır. O tüm âlemlerin ve bütün zamanların aşk peygamberidir.

Tasavvuf, Mevlâna’nın sözünde bir bilgi olmaktan çıktı, bilinmiş oldu. Şiir, Mevlâna’nın dilinde bir şiir güzelliğini geçti, güzelliği canlandıran bir ilhâm güneşi oldu. Aşk, Mevlâna’nın gönlünde aşkın gökünü aştı, mâşuka ulaştı…

Mevlâna, Hazreti Muhammed’in mâşukluk ışığında yandı. Gönlünün kandilini o ışıktan yakıp uyandırdı. Ondaki nûr, o nûrdur.

Mevlâna çok geniş bir söz söylemek kudretiyle, ilhâm azâmetiyle yaratılmıştır. Mevlâna, hayatında yalnız söylerken değil, susarken de söylerdi. Hattâ susarken söylediği sözler, söylerken söylediği sözlerden de derindi. O, söylerken kulaklardan kalbe nûr akıttı; susarken kalbin kadehine şarap, rûhun ağzına âb-ı hayat akıttı…

Mevlâna’nın sözlerinde, birbirine nispetle, güzellikçe, derinlik ve belâgatça bir fark olsa dahî değil mi ki, o sözler hep aynı rûhtan, hep aynı gönülden çıkmıştır, hepsi nûr, hepsi de ilâhîdir. Çünkü Mevlâna şiirlerinde Kur’ân’ın özünü ve Peygamberimizin sözünün rûhunu terennüm etmiştir.

Bir şiirinde dediği gibi;

“Ben söylemiyorum, fakat Allah’ın (Nâhn-ü nefahnâ) biz üfledik, nefesi içimde söylüyor da ben coşuyorum. İniltilerim ta Süreyya’ya kadar yükseliyor. Zîrâ azîz, ulu Tanrı, bu tenimin ney’ini yokluk kamışlığından kesti, yonttu, üflüyor…”

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…