İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 70

“Atım arka bacağından yara almaz savaşta, yaralanırsa göğsünden yara alır.”

Bundan daha güzel daha açık ne ararsın?.. Ali kaçmadı ki kimseden, arkasından bir ok atsınlar, atını bacağından vursunlar ya da kalçasından. Hep önde gitti, hep şahlandı atıyla. Atım yara alırsa göğsünden yara alır diyor, almaz arkasından. Arka çeviren bir zat değil o, şahlanan bir zat. Kendisinin ne kadar iman dolu bir kişi olduğunu, ne kadar korkusuz bir kişi olduğunu söylüyor burada Hazreti Ali.

Bakın Kur’an’da çok güzel bir ayet vardır, şöyle buyurur: “İman edenler ancak, Peygamberine inanan, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru kimselerin ta kendileridir.” (Hucurat, 15)

Herkes bir yere kadar Hazreti Peygamber için hizmetlerde bulundular ama bir zaman geldi geri adım attılar. Ama Hazreti Ali Efendimiz, hiç geri adım atmadı, hep ön saflarda savaştı, yeter ki Hazreti Muhammed’e bir zarar gelmesin, O’na bir kılıç, bir ok isabet etmesin diye hep kendini O’na siper etti.

Hazreti Ali’nin bir lakabı vardır: Allah’ın arslanı. Fakat hakikatte o, Hazreti Muhammed Efendimizin arslanıdır. Arslan, ateşten kaçar ama bu arslan öyle değil, o hiç sakınmaz, ateşe de dalar Sevgilisi için.

Nitekim Hazreti Muhammed, bir hadisinde şöyle buyurur ve der ki: “La feta illa Ali, la seyfe illa Zülfikar – Ali’den daha yiğit er, Zülfikar’dan daha keskin kılıç yoktur…”

Hüdavendigar Mevlana da şöyle bir açıklamada bulunur: “Hazreti Ali’nin Zülfikar’ı ne kadar keskinse, ilmi ondan daha keskindir.”

Hazreti Ali, çocukluğundan itibaren Hazreti Muhammed Efendimizin eğitiminde yetişti. Hazreti Muhammed kırk yaşında, Peygamberliğini ilan ettiği zaman Hazreti Ali yirmi yaşlarındaydı. Hazreti Muhammed’in Allah’ın güzelliklerini yad edişi, çok hoşuna gittiği için bir gün ona sordu, “Ya Resulallah” dedi, “Sen, Allah’tan çok güzel tebligat veriyorsun, O’nu çok güzel anlatıyorsun, neden şimdiye kadar halkı, Hakk’a davet etmedin?” İşte Hazreti Muhammed’in verdiği cevap: “Ben doğuştan hem Nebiyim hem Veliyim… Dini beraber yayalım diye seni bekledim ya Ali!”

Hazreti Ali, Hazreti Muhammed’e olan imanından aldı gücünü ve her zaman O’nun yanında yer aldı, O’nu canı pahasına korudu. Dikkat ederseniz Zülfikar, iki başlıdır, ama gövdesi birdir; Hazreti Muhammed ile Hazreti Ali de iki görünürler ama hakikatte onlar bir nurun bir ruhun varisleridirler.


İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 69

“Görünüşümün bunca yumuşaklığının nedeni, göçüp gittiğimde bu dünyadan, ardımda dua edecek insanları çoğaltmak, kırgın insan bırakmamaktır.”

İmam Ali Efendimiz burada bizlere çok güzel bir bilgi sunuyor. Nefsine hep galip gel, hiçbir zaman nefsine esir olma, kimseye kırıcı bir söz söyleme, hep birleyici hep yapıcı hep sevici sözler söyle ki, bu alemden göç ettikten sonra seni rahmetle ansınlar, iyi bir dille ansınlar; arkandan “şeytan el çekti” demesinler.

Çok güzel bir nasihat vermiş Hazreti Ali Efendimiz…

Dil tatlı olacak ama, göz de güzele bakacak ki dil tatlı olsun. Bahçede ne kadar çiçek olursa olsun sen gözünü gülden ayırma.

Sonra ne güzel yaratmış, hem gülü hem dikeni. Diken ne için sığındı güle bilir misiniz?.. Diken güle sığınmıştır ki, ateşe atılmaması için. Gülü atmazlar ateşe, gördükleri yerde kaldırırlar koyarlar bir kenara, orada kurur gider, ama ateşe atmazlar gülü. İşte diken de ateşe atılmamak için güle sığınmıştır. Gül olmasa dikeni ateşe atarlar. Gül onu kabul ettiği için diken de bekçilik yapar güle. Dikkatsiz biri onu koparmaya kalkarsa o da batar ona, korur gülü; ister ki aklını kullansın da öyle alsın gülü.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 65

“Gözü doğuştan sürmeli bir güzele aşık oldum. Çünkü gözünde minnetin sürmesini görmedim.”

Hazreti Ali Efendimiz bundan daha güzel bir söz söyleyemezdi. Hazreti Ali Efendimizin, selam olsun üzerine, söylediği gözler Hazreti Muhammed Efendimizde vardı. Ve ayrıca Hazreti Muhammed Efendimiz kimseye de minnet etmemiştir. Kimseyi menfaat için sevmemiştir, hepsini Allah için sevmiştir. Hazreti Ali Efendimiz de oraya aşık olduğu için onu dile getiriyor bu sözleriyle.

Zaten toplumda şöyle bir dil sarfedilir; ne denir? Hazreti Muhammed Habibullah. Yani Habibullah, Allah’ın sevgilisi demektir. Bu nedenle, Hazreti Ali Efendimiz hiç toz kondurmaz Hazreti Muhammed’e.

Hazreti Ali, her an O’nun yanındaydı. Hazreti Muhammed’in dinini beraber yaydılar topluma. O devirde Hazreti Muhammed 40 yaşlarında, Hazreti Ali ise 20 yaşlarındaydı. Hazreti Ali, bir gün Hazreti Muhammed’e dönüp, “Ya Resulallah ne güzel konuşuyorsun. Neden topluma çıkıp halka konuşmuyorsun? Nebi olduğunu söyleyip, ilan etmiyorsun? Herkes senin bu güzel sözlerini duysun” dedi. Hazreti Muhammed Efendimiz, Hazreti Ali’nin bu sözleri üzerine, “Seni bekledim ya Ali” dedi, “Ben, anadan doğma hem Nebiyim, hem Veliyim. Şimdi gel beraber bu güzellikleri topluma yayalım.”

Hazreti Muhammed’in sözleri hiçbir Peygamberde yoktur. Hazreti Ali, Hazreti Muhammed’in fedaisi oldu. O, dinini yayarken Hazreti Ali hep O’nun yanındaydı.

Ne Hazreti İsa’ya, ne Hazreti Musa’ya ne Hazreti Davud’a fedai gerekmedi. Neden? Çünkü onlar sadece kendi cemaatlerine seslendiler. Hazreti Muhammed ise bütün aleme seslendi. Hazreti Muhammed Efendimiz kainatın rahmetidir. O’ndaki sözler hiçbir Peygamberde yoktur. Hazreti Ali, bu nedenle hep O’nun yanında yürüdü.

Hazreti Muhammed Efendimiz, binbir sırrın anahtarını Hazreti Ali’ye verdi. O sırlar içinde neler söyledi Ali’ye?..

Misal olarak, Hazreti Muhammed Efendimiz, bir gece vitr-i vacip namazının 13. rekatında kıyamda dururken, gözlerinden perde kalktı ve bütün alemin, hatta en yakınlarının bile nasıl varlıklar olduğunu gördü. Ve dedi, “Allahuekber… Allah’ım sana sığınıyorum.”

Dolayısıyla insanları kimliklerine kavuşturmak için zaman ister. Hazreti İsa da gördü, fakat o sadece güldü. Neden güldü? Çünkü o Allah’a gönül vermiş, her tarafı cennet görüyordu. Bütün insanları hangi kimliklerde iseler, onları öyle görüyor öyle kabul ediyordu. Hazreti Yahya da hep ağlamıştır. Ona sordular, “Neden ağlıyorsun bu kadar? Hiçbir Peygamber senin kadar ağlamadı.” O da şu cevabı verdi: “Benim gördüklerimi siz görmüş olsaydınız belki benden daha fazla ağlardınız.”

Üzerinde çok düşünmemiz lazım, çünkü üzerimizdeki insan elbisesi. Bu elbisenin kıymetini bilmemiz lazım. Önümüzde çok güzel örneklerimiz var, onlar gibi olmaya çalışalım ki onlarla dünya durdukça anılalım.


İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 64

“En büyük adam hırstan, kinden, intikamdan uzak olan kimsedir.”

Hüdavendigar Mevlana der ki: “Hasmını hor görme.” Sorarlar, “Neden ya Mevlana?” “Size karşı kini azalır” der.

Nemrut benliğe kapıldı. Tanrı benim, diyordu ama, bir topal sineğe yenildi. Kimseyi hakir görme, tatlı dili de ağzından bırakma, fetihler senin olur. Hep söylüyorum; Allah kimseye ceza vermez, daima mazlumun yanındadır.

Toplumda kızınca “Allah belanı versin” derler, bu çok yanlıştır. Allah kimseye bela vermez. Allah bütün belalardan, kötülüklerden münezzehtir. Kişi, Allah’ın emirlerine uymaz, isyanlarda yürür, nefsinde yaşar, kendi kendini kazaya atar. Kişi nefsinin kazasına tutulur cezalara gider, yine sevenleri üzülür.

Allah kahırla çıkmaz. Kişi kahır esmasında yaşar, o esma ona hoş gelir. İçer, sokakta yatar, küfür eder, onun hali bize çirkin görünür ama hor görmeyiz, kurtulsun diye dua ederiz.

Cenab-ı Allah, bütün güzelliklerin sahibi, şefkat, rahmet, güzellik doludur. Onda zerre kadar üzücü bir şey yoktur. Çünkü Allah, Hazreti Muhammed, Hazreti Mevlana, Veliler ile en güzel simalarını göstermiştir. Simaları hep rahmeti ilahi. Hazreti Muhammed de bela okumak yoktu.

Peygamber Efendimiz en çok çile çeken Peygamberdir. Ebu Leheb ve karısı, Hazreti Muhammed’e büyük ıstırap verdiler. Çalı çırpı, dikenleri toplar, kumların içine atıp, üstlerini kumlarla örterlerdi. Hazreti Muhammed, çıplak ayakla sabah namazına giderken gömdükleri dikenler ayaklarına batardı, dikenleri çıkarmak için oturunca da baldırlarına batardı. O, beddua etmez, “Allah hidayet versin” derdi.

Bir gün ağzından küfür çıksın diye, Hazreti Muhammed secdede iken, bir koyun işkembesini içindeki pisliklerle üstüne attılar. Mübarek başını kaldırıp, “Allah sizden razı olsun” dedi.

Taif halkı onu taşladı, dizleri üstüne çöktü. Allah’tan hidayet istedi. Allah’tan hep iyilik istedi. Bana yardım et, bunlar bana zarar veriyor ortadan kaldır, demedi, beddua etmedi. Biz öyle bir Peygamberin madem ki ümmetiyiz. Ümmetin manası çok incedir. Çünkü Hazreti Muhammed, selam olsun üzerine, der ki: “Benim ümmetim gelmiş geçmiş bütün Peygamberlerden üstündür.”

Ümmet ne demektir? Bütün faydasız bilgilerden arınıp, Hazreti Muhammed’i kendine bilgi edinen, bu alemde her şeyden çok onu seven, her yerde onu metheden, onu başında akıl, vücudunda ruh yapan, gönlünde en güzel yeri ona vererek bu alemdeki bütün güzelliklerin üstünde onu tutan demektir. O, senin her şeyin olursa, o zaman sana ümmet sıfatı verilir. Bu hale gelmedikten sonra yaptığın ibadetlerle, ben Ümmet-i Muhammed’im, diyemezsin. Kişi, Hazreti Muhammed’i nefsinden üstün tutmazsa, Hazreti Muhammed’e ümmet olamaz.


İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 61

“Haddini bilen helak olmaz.”

Hüdavendigar Mevlana, bizleri bize en güzel şekilde bildirdi. Bizler derinliklere inip, kişiliğimizi arayacağımıza nefsi arzularımızın peşinde koştuğumuz için sıkıntılardan, hüzünlerden kolay kolay kurtulamıyoruz.

Yunus Emre’nin buyurduğu gibi: “İlim, ilim bilmektir, ilim kendini bilmektir. Sen kendini bilemezsen, bu nice okumaktır?”

İnsan yeryüzünde en mukaddes varlıktır. Bütün varlıklar insanla dile gelmiştir, Allah’ın bütün güzellikleri insanla bildirilmiştir. Öyleyse aynaya bakıyoruz ve kendimizi insan görüyoruz da neden insanlığı öğrenmeye çalışmıyoruz?..

Akıl, güzel bir yerden aşı almışsa, insanı çok güzel yerlere götürür, almamışsa neuzübillah isyanlara düşürür.

Allah, insanı bu kadar mukaddes kılmış, cihana hakim kılmış, kendisine temsilci seçmiş. İnsan kişiliğini bulursa hatalara düşmez.

Ne güzel buyuruyor Yüce Mevlana ve diyor ki: “Senin yanındayım, beni uzak görme! Benim yanımdasın, benden ayrılma! Kendini yaratandan uzak düşen kişinin işi yolunda, uygun olur mu? Benim gözümle neşelenen göz parlar, keskinleşir, öteleri, gaybı görür. Duyduğu manevi zevkden ötürü mahmurlaşır. İçinde benim rüzgarımın estiği, sevgimin dolaştığı gönülde, manevi güller açar, nurlarla dolu gül bahçesi olur…”

İnsan, kimliğini bilmediği için küfürdedir, hatadadır, isyandadır, benliktedir. Bu nedenle hüzünlerden de kolay kolay kurtulamaz. Bir kere kendine sorsa; ben kimim, ne yapıyorum, neden bu hallere düşüyorum, bu yaptığım işlerden ne bekliyorum? Biraz düşünse, elini ayağını çeker. Düşüncesizce hareket ediyor, sonra başına bir sürü iş geliyor. İnsan bir düşünürdür, insandan düşünce alındı mı deriyle kemik kalır.

Madem ki biz Hazreti Muhammed’e, Hazreti Mevlana’ya gönül verdik, daima onların büyüklüğünü düşünmemiz, onların güzelliklerini kendimizde çoğaltmamız, onlarla yola çıkmamız, onların diliyle topluma konuşmamız, onları gönlümüzde taşımamız lazım. O zaman onların ruhları bizimle şad olur, biz de onlarla şad oluruz.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 60

“Yürekleri kurumaya yüz tutmuş insanlardan geçme, onlarla selamlaş. Yakınlığınla yürekleri insana dönecektir. Unutma ki, kötü deri iyi bir sepicinin elinde işe yarar.”

Zaten bütün Evliyalar kırık kalplerin mimarlarıdırlar, tamircileridirler. Bu yüzden kırık kalpleri kim tamir ederse, o kişi dünyaları fethetmiş olur. Bir insan, bir insanın kalbini kırsa, binlerce sefer hacca gitse de haccı kabul olmaz. Ne der Cenab-ı Mevlana… “Kabe’yi yık, minberi ateşe ver, ama sakın bir insan kalbi kırma, çünkü tamircisi yoktur.”

İnsan, Allah’ın varisidir, O’nun temsilcisidir. Hele bir müminin kalbini incitirsen, Allah’ın kalbini incitmiş sayılırsın. Neden? Çünkü müminin kalbinde Beytullah var, Allah var.

Diyelim ki bir insan daima senin iyiliğini istiyor sana yakınlık gösteriyor, ama sen muhabbet esnasında ona karşı biraz kırıcı konuşuyorsun. İşte o zaman iyiliğe kötülükle muamele etmiş oluyorsun. Kalp incitiyorsun. Bu yüzden biz hep kırık kalpleri tamire çıkarız.

Kalpler en çok aşktan kırılır. Mevlanamız da bir aşk peygamberidir. O nasihat vermez, çünkü Allah akıl vermiştir. İnsan kendini bilir; iyi bir işte bulunursa ona zarar gelmez, ama kötü bir işte bulunursa zarar gelir. Onun için biz burada hep sevgiden aşktan bahsediyoruz.

Mevlana bir sevgi kaynağıdır. O’nun sözüdür… “Sevgiden acılar tatlılaşır, bakırlar altınlaşır sevgiden. Sevgiden tortular saflaşıp, berraklaşır, dertler ilaç olur sevgiden.”

İlimlerin en büyüğü sevgi ilmidir. Sevgi hayattır, yaşamın kaynağıdır. Sevgi düşünceyle başlar, sözlerle suret bulur, davranışlarla yol alır. Küçücük bir tohumun hayat bulması gibi, beslenir ve beslendikçe büyür.

Peygamber Efendimizin şu sözüne kulak verelim, O da şöyle buyurur: “Birisine, güler yüz ve tatlı dil gösterdin ise, bunu dahi, değersiz sayma. Aman aman, üzerinizdeki örtünün uçlarının, gelişi güzel yerlere doğru salıverilmesinden sakınınız.”

Gerek Hazreti Muhammed, gerek Cenab-ı Mevlana ve diğer bütün Velilerin hepsi Hakk ile Hakk oldular, hep Hakk’ı yadettiler ve gönüllerde yer aldılar. Şimdi bizlere de düşen onlar gibi olmaya çalışmak, onları ruhumuzda bende etmek, onlar gibi toplumu aydınlatmak ve hem kendimizi hem de onları yaşatacak güzel işlere sürüklemek, güzel hizmetlerde bulunmak, güler yüzlü, tatlı dilli olmak, kimseyi hor görmemek, nefsimize hakim olmak ve kırıcı olmamaktır.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 58

“Hiçbir işte aceleci olma, ilerisini düşünerek acelesiz hareket edenler kendilerini bir çıkmaza girmekten kurtarırlar.”

Peygamber Efendimiz, bir hadis-i şerifinde, “Her hususta ihtiyat Allah’tan, acele etmek de şeytandandır” diye buyurur.

Hüdavendigar Mevlanamız da buyurur, der ki: “Hilalle dolunay birdir. İkilikten, noksandan, gidilmeden uzaktır onlar. Hilal hakikatte noksan kabul etmez, görünüşteki noksan, yavaş yavaş dolunay haline gelmek, kemal bulmaktır. Geceleyin geceye yavaşlık hususunda ders verir. Sıkıntının yavaş yavaş açılacağını gösterir. Yavaşlıkla ey ham aceleci der, dama dayanan merdivenden basamak basamak çıkılır. Tencereye yavaş ve ustaca kayna, delice kaynayan yemekten hayır gelmez, der. Allah, alemi bir kere Kün demekle yaratmaya kadir mi değildi? Bunda şüphe mi var? Peki neden bu yaratış, altı gün sürdü; her gün de tam bin yıl kadardı? Neden çocuk dokuz ayda yaratılmada? Çünkü padişahların adeti bir şeyi yavaşlıkla yapmaktır.”

Allah sayısız nimet ihsan etti. Bütün nimetlerden en üstün nimet olarak akıl verdi, onu da başa koydu. Bir insan cüz’i akılla yola çıkarsa her zaman hüzünlere, kaygılara düşebilir.

Şimdi, bütün nimetlerin en üstünü olan aklın yöneticisi de yine insandır. Sayısız Nebi, sayısız Veli geldi bu aleme. Bir insan aklını kullanıp araştırırsa, mantığına uyan, gönlünü, ruhunu hoş eden, aydınlığa götüren bilgiyi mutlaka bulur.

Onun için, gönlümüzü büyütmemiz, imanımızı güçlendirmemiz lazım. Ne olursa olsun ben yokum, benden işleyen, hizmet eden bütün o güzellikleri sunan bir kudret sahibi iman ettiğim yer var, diye düşünmemiz lazım.

Hazreti Muhammed’in, Hazreti Mevlana’nın, Velilerin akılları tasavvufta akl-ı külldür. Onlar akıllarını Hakk’ta yok ettiler. Hakk’ı gönüllerinin en güzel yerine koyarak, onunla yola çıktıkları için aklın büyüğü onlardadır. Bizler de eğer onların aklını başımıza taç edersek, o vakit bizim aklımız da güzelleşir, ışık olur. Benliğinde kalmış, bir Hakk dostuna yüz tutmamış, onun fikirlerini, güzelliğini benimsememiş bir kişinin yaşantısı boştur, her köşede bir çıkmaza girer.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 57

“Kötü huyu terket, Hakk’ın hikmetine mazhar olursun.”

Peygamber Efendimiz, “Hiçbir kötü niyet beslemeyerek, din kardeşlerini sevmek, hiçbir nefsani duyguya kapılmaksızın, kinden arınmak, göklerin ve yerlerin sahibi Hazreti Allah’a göre, en sevilen insani amellerdendir” diye buyurur.

İnsanda haset var, inat var, gurur var, kibir ve öfke var… Bir insanın iç alemi bu huylarla bozuk olunca, hiçbir şey ona huzur vermez. Arif-i billah olan Allah dostları hep vücutlarında ihtilal yaptılar ve nefslerini bütün kötülüklerden arındırdılar. İnsanın vücudundaki kiri su temizler, fakat insanın içindeki kiri su temizleyemez.

Bir gün Mevlana’ya sormuşlar, “Ya Mevlana! Senin müridlerin hiç kirlenmezler mi?”

Mevlana cevap vermiş, “Eğer nefslerine uyup dünyaya meyil verirlerse kirlenirler.”

Yine sormuşlar, “Peki onlar nasıl temizlenir?”

İşte Mevlana’nın verdiği cevap, “Ancak beni gönüllerine koyarlarsa, ben onları temizlerim.”

Bir kimse ruhunu temizlemek, benliğinden ve kötü huylarından arınıp güzel bir insan olmak ve Hakk’ı bulmak istiyorsa bir mürşid-i kamile gelmeli ve ikrar vermeli. Çıktığı yolculuğunda mürşidine sevgiyle, aşkla, imanla bakmalı ve tam bir teslimiyet içinde olmalı. Böyle olursa, zamanla güzel bir insan olur, benliğinden ve sıkıntılarından kurtulur ve refaha erer. Ve belki bir gün bir de bakar, kabı taşıdığı kadar Hakk’ın güzellikleri onda tecellisini gösterir.

Hüdavendigar Mevlana, yine buyurur der ki: “Bizim ilmimiz sevgi ilmidir. Bizler bütün varlıklara sevgi ile bakarız. Cihan benim tekkemdir, alem de medresem. Sevgi ilmini öğrenmek isteyen, bize gelsin.”

Bakın bizlere nasıl güzel bir mesaj veriyor. Evet, geçmişlerden alırız mesajı, fakat bugün bizler sizlere mesaj vermekle mükellefiz. Güzel mesajlar vererek sizleri güzel yaşamlara sürüklemekle mükellefiz. Sizlerin, yarınların aydınları olarak topluma çıkmanızı sağlamak bizlerin vazifesidir.

Bu nedenle bizler ne kadar Hazreti Muhammed Efendimizi, Pirimiz Mevlana’mızı bedenimizde ruh edersek, onların bilgileriyle kendimizi büyütürsek, onların gözüyle çevremize bakmaya çalışırsak, o nispetle topluma ve kendimize faydalı güzel insanlar oluruz. Sizler hakikate ulaştığınız zaman, kimliğinizi bildiğiniz zaman, kimliğinizle yola koyulduğunuz zaman, sizler işte o zaman zengin bir kişiliğe sahip olursunuz.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 55

“Akıllı kişi ne sırrını ifşa eder, ne de başkasının sırrını sorar.”

Hazreti Ali Efendimizin bu sözü çok yerinde bir sözdür. Peygamber Efendimiz, selam olsun üzerine, buyurur der ki: “Bir insan kendi işiyle uğraşmaz da, başkalarının işleri ile uğraşırsa, o kişi benden değildir.”

Bir insan kendi işiyle uğraşmayıp başkalarının yaptıklarıyla uğraşırsa, bu kişi Hazreti Peygamber Efendimizin ahlakına uygun değildir.

Toplum içinde böyle kişilere “Adem eti yiyor” denir. Böyle kişiler Yaratıcı’dan söz etmezler, dedikoduyla beslenirler. Bu bir insan için çok kötü bir huydur. Onun için kimsenin aleyhinde konuşmamak gerekir.

Cenab-ı Mevlanamız da buyurur der ki: “Kusursuz insan arama bu alemde, çünkü kusursuz insan yoktur. Herkesin iyi tarafına bak ki, senin de güzel ve huzurlu bir yaşamın olsun.”

Burada da Hazreti Ali Efendimiz, selam olsun üzerine, ne sırrını açar birine ne de başkasına sırrını sormaz. Kime sır açılır? Bir insan ancak kendine bir sırdaş bulursa sırrını açar. Bulamazsa da açmaz. Ayrıca o başkasının sırrıyla da ilgilenmez.

Onun için, yapacaksak bir dedikodu, Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, Cenab-ı Mevlana’nın, Evliyaullah’ın dedikodusunu yapalım. Çünkü onları anmak insanın ruhuna ferahlık verir, insanı güzelliklere aydınlıklara sürükler.

Bakın, Peygamber Efendimiz yine ne güzel buyurur… “Birisi” der, “size bir şey söylediğinde, kimseye söylememeniz için tenbihte bulunmasa dahi, o söz işitene emanettir.”

Zaten Hakk ile Hakk olmuş, yani Muhammedi’leşmiş bir kişide dedikodu yoktur, haset yoktur, kin ve nefret yoktur. O, emin, güvenilir ve edepli bir kişidir. Böyle bir kişiye söylenmiş bir söz, sır olmasa dahi, artık onun emaneti sayılır. Zaten onun derdi Allah’tan başkası değildir ki, onun işi gücü Allah’tır; başkalarının yaptıklarıyla ve söyledikleriyle uğraşmaz.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 52

“Sükut, yalan söylemekten, başkalarını çekiştirmekten evladır.”

Küfür, benlik, isyan, hor görme, bunlar insana ait vasıflar değildir. Bütün bu çirkinlikler, edeb dışı hareketler, nefsi arzular, kimliğine vakıf olamamış kişilerde görülür. Kin, inat, onun bunun arkasından konuşmak, bunlar insana yakışmayan şeylerdir.

Pekala insana yakışan şeyler nedir? Hazreti Muhammed’i örnek almamız lazım; nasıl konuşmuş, nasıl yaşamış? Diğer Peygamberlere, Velilere bakmamız lazım; onların dilinde, isyan, küfür, benlik, onu bunu hakir görme, onun bunun arkasından konuşma var mı? Hiçbiri yoktur.

Diline sahip olan küfürlü muhabbetlerde, isyanlarda bulunmaz. İnsan, kimseyle alaylı tarzda konuşmadan, kimseyi hakir görmeden, bütün çirkin işlerden kendini uzak tutarsa, kendini muhafazaya almış, edebiyle yaşıyor, demektir.

Yalana gelince… Hazreti Muhammed’e sorarlar, “Senin ümmetin yalan söyler mi?” “Benim ümmetim zor durumlara düşebilir, aç kalabilir ama yalan söylemez. Yalan söylediği zaman benden değildir” diye cevap verir.

Bütün Peygamberler ve Veliler sevgi sunmayı, şefkatle kucaklamayı nasihat etmişlerdir. Nimetlerin en büyüğü akıldır. Aklımızı kullanır, dilimizi hoş tutarsak mesele kalmaz. Bunun aksi davranışlar insan olana yakışmaz.

Konuşurken ağzımızdan çıkacak her sözü, Muhakeme-i Kübra’dan, yani akıl süzgecinden, geçirmemiz lazım. Sarfettiğimiz sözler kulağımıza hoş geliyor ise başkalarına da hoş gelir, o zaman ikram edebiliriz. Kırıcı, tenkit edici sözler sarfetmek, başkalarını çekiştirmek doğru değildir. Malum; söz gümüşse, sükut altındır.