İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 58

“Hiçbir işte aceleci olma, ilerisini düşünerek acelesiz hareket edenler kendilerini bir çıkmaza girmekten kurtarırlar.”

Peygamber Efendimiz, bir hadis-i şerifinde, “Her hususta ihtiyat Allah’tan, acele etmek de şeytandandır” diye buyurur.

Hüdavendigar Mevlanamız da buyurur, der ki: “Hilalle dolunay birdir. İkilikten, noksandan, gidilmeden uzaktır onlar. Hilal hakikatte noksan kabul etmez, görünüşteki noksan, yavaş yavaş dolunay haline gelmek, kemal bulmaktır. Geceleyin geceye yavaşlık hususunda ders verir. Sıkıntının yavaş yavaş açılacağını gösterir. Yavaşlıkla ey ham aceleci der, dama dayanan merdivenden basamak basamak çıkılır. Tencereye yavaş ve ustaca kayna, delice kaynayan yemekten hayır gelmez, der. Allah, alemi bir kere Kün demekle yaratmaya kadir mi değildi? Bunda şüphe mi var? Peki neden bu yaratış, altı gün sürdü; her gün de tam bin yıl kadardı? Neden çocuk dokuz ayda yaratılmada? Çünkü padişahların adeti bir şeyi yavaşlıkla yapmaktır.”

Allah sayısız nimet ihsan etti. Bütün nimetlerden en üstün nimet olarak akıl verdi, onu da başa koydu. Bir insan cüz’i akılla yola çıkarsa her zaman hüzünlere, kaygılara düşebilir.

Şimdi, bütün nimetlerin en üstünü olan aklın yöneticisi de yine insandır. Sayısız Nebi, sayısız Veli geldi bu aleme. Bir insan aklını kullanıp araştırırsa, mantığına uyan, gönlünü, ruhunu hoş eden, aydınlığa götüren bilgiyi mutlaka bulur.

Onun için, gönlümüzü büyütmemiz, imanımızı güçlendirmemiz lazım. Ne olursa olsun ben yokum, benden işleyen, hizmet eden bütün o güzellikleri sunan bir kudret sahibi iman ettiğim yer var, diye düşünmemiz lazım.

Hazreti Muhammed’in, Hazreti Mevlana’nın, Velilerin akılları tasavvufta akl-ı külldür. Onlar akıllarını Hakk’ta yok ettiler. Hakk’ı gönüllerinin en güzel yerine koyarak, onunla yola çıktıkları için aklın büyüğü onlardadır. Bizler de eğer onların aklını başımıza taç edersek, o vakit bizim aklımız da güzelleşir, ışık olur. Benliğinde kalmış, bir Hakk dostuna yüz tutmamış, onun fikirlerini, güzelliğini benimsememiş bir kişinin yaşantısı boştur, her köşede bir çıkmaza girer.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 57

“Kötü huyu terket, Hakk’ın hikmetine mazhar olursun.”

Peygamber Efendimiz, “Hiçbir kötü niyet beslemeyerek, din kardeşlerini sevmek, hiçbir nefsani duyguya kapılmaksızın, kinden arınmak, göklerin ve yerlerin sahibi Hazreti Allah’a göre, en sevilen insani amellerdendir” diye buyurur.

İnsanda haset var, inat var, gurur var, kibir ve öfke var… Bir insanın iç alemi bu huylarla bozuk olunca, hiçbir şey ona huzur vermez. Arif-i billah olan Allah dostları hep vücutlarında ihtilal yaptılar ve nefslerini bütün kötülüklerden arındırdılar. İnsanın vücudundaki kiri su temizler, fakat insanın içindeki kiri su temizleyemez.

Bir gün Mevlana’ya sormuşlar, “Ya Mevlana! Senin müridlerin hiç kirlenmezler mi?”

Mevlana cevap vermiş, “Eğer nefslerine uyup dünyaya meyil verirlerse kirlenirler.”

Yine sormuşlar, “Peki onlar nasıl temizlenir?”

İşte Mevlana’nın verdiği cevap, “Ancak beni gönüllerine koyarlarsa, ben onları temizlerim.”

Bir kimse ruhunu temizlemek, benliğinden ve kötü huylarından arınıp güzel bir insan olmak ve Hakk’ı bulmak istiyorsa bir mürşid-i kamile gelmeli ve ikrar vermeli. Çıktığı yolculuğunda mürşidine sevgiyle, aşkla, imanla bakmalı ve tam bir teslimiyet içinde olmalı. Böyle olursa, zamanla güzel bir insan olur, benliğinden ve sıkıntılarından kurtulur ve refaha erer. Ve belki bir gün bir de bakar, kabı taşıdığı kadar Hakk’ın güzellikleri onda tecellisini gösterir.

Hüdavendigar Mevlana, yine buyurur der ki: “Bizim ilmimiz sevgi ilmidir. Bizler bütün varlıklara sevgi ile bakarız. Cihan benim tekkemdir, alem de medresem. Sevgi ilmini öğrenmek isteyen, bize gelsin.”

Bakın bizlere nasıl güzel bir mesaj veriyor. Evet, geçmişlerden alırız mesajı, fakat bugün bizler sizlere mesaj vermekle mükellefiz. Güzel mesajlar vererek sizleri güzel yaşamlara sürüklemekle mükellefiz. Sizlerin, yarınların aydınları olarak topluma çıkmanızı sağlamak bizlerin vazifesidir.

Bu nedenle bizler ne kadar Hazreti Muhammed Efendimizi, Pirimiz Mevlana’mızı bedenimizde ruh edersek, onların bilgileriyle kendimizi büyütürsek, onların gözüyle çevremize bakmaya çalışırsak, o nispetle topluma ve kendimize faydalı güzel insanlar oluruz. Sizler hakikate ulaştığınız zaman, kimliğinizi bildiğiniz zaman, kimliğinizle yola koyulduğunuz zaman, sizler işte o zaman zengin bir kişiliğe sahip olursunuz.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 55

“Akıllı kişi ne sırrını ifşa eder, ne de başkasının sırrını sorar.”

Hazreti Ali Efendimizin bu sözü çok yerinde bir sözdür. Peygamber Efendimiz, selam olsun üzerine, buyurur der ki: “Bir insan kendi işiyle uğraşmaz da, başkalarının işleri ile uğraşırsa, o kişi benden değildir.”

Bir insan kendi işiyle uğraşmayıp başkalarının yaptıklarıyla uğraşırsa, bu kişi Hazreti Peygamber Efendimizin ahlakına uygun değildir.

Toplum içinde böyle kişilere “Adem eti yiyor” denir. Böyle kişiler Yaratıcı’dan söz etmezler, dedikoduyla beslenirler. Bu bir insan için çok kötü bir huydur. Onun için kimsenin aleyhinde konuşmamak gerekir.

Cenab-ı Mevlanamız da buyurur der ki: “Kusursuz insan arama bu alemde, çünkü kusursuz insan yoktur. Herkesin iyi tarafına bak ki, senin de güzel ve huzurlu bir yaşamın olsun.”

Burada da Hazreti Ali Efendimiz, selam olsun üzerine, ne sırrını açar birine ne de başkasına sırrını sormaz. Kime sır açılır? Bir insan ancak kendine bir sırdaş bulursa sırrını açar. Bulamazsa da açmaz. Ayrıca o başkasının sırrıyla da ilgilenmez.

Onun için, yapacaksak bir dedikodu, Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, Cenab-ı Mevlana’nın, Evliyaullah’ın dedikodusunu yapalım. Çünkü onları anmak insanın ruhuna ferahlık verir, insanı güzelliklere aydınlıklara sürükler.

Bakın, Peygamber Efendimiz yine ne güzel buyurur… “Birisi” der, “size bir şey söylediğinde, kimseye söylememeniz için tenbihte bulunmasa dahi, o söz işitene emanettir.”

Zaten Hakk ile Hakk olmuş, yani Muhammedi’leşmiş bir kişide dedikodu yoktur, haset yoktur, kin ve nefret yoktur. O, emin, güvenilir ve edepli bir kişidir. Böyle bir kişiye söylenmiş bir söz, sır olmasa dahi, artık onun emaneti sayılır. Zaten onun derdi Allah’tan başkası değildir ki, onun işi gücü Allah’tır; başkalarının yaptıklarıyla ve söyledikleriyle uğraşmaz.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 54

“Sen rızkını aradığın gibi, rızkın da seni arar.”

Rızıkların en değerlisi, en güzeli manevi rızıktır.

Hüdavendigar Mevlana, bu rızkı ab-ı hayata, ab-ı hayat kaynağını da mürşid-i kamile benzetir ve şöyle buyurur: “Allah’ı çağırın, ağlayıp inlemeyi bırakmayın ki Allah’ın merhameti sizlere erişsin. Baş kesmek ne demektir? Dünyada nefsi öldürmek, nefsin dileklerini terk etmek. Nefsi, mürşid-i kamilin gölgesinden başka hiçbir şey öldürmez. O nefis öldürenin eteğine sımsıkı sarıl. O, ab-ı hayattır. Bu sudan ayrılırsan, ayrılık seni paramparça eder. Vakit henüz varken, bu ırmaktan su içmeye bak…”

Susamış kişi Hakk’ı arayan yolcudur, suyun kaynağı da mürşid-i kamildir. Mürşid-i kamil, susamış kişiye ab-ı hayattır. Çünkü bir mürşid-i kamil, Kur’an-ı Natık’tır, Hazreti Muhammed’in bütün nurlarına ve hakikatlerine sahiptir. Onun sohbetleri vasıtasıyla tüm bu hakikatleri öğrenirsin, aydınlanırsın.

Hüdavendigar Mevlana bir beyitinde de şöyle buyurur: “Demir gönlüm yandı aşkla, alındı masivadan; tertemiz bir ayna oldu, onun güzel hayalini düşürdü içime. Cevirler vefa oldu, duruldu bozbulanık sıfatlar. Beşerlik fena buldu, Hüda sıfatı geldi. Getirin çömlekleri, doldurun tulumları; ab-ı hayat geldi, ilahi saka geldi…”

Hüdavendigar Mevlana’nın, her zerresi aşktan sarhoştu ve tamamen teslimiyetteydi. Ne dünya ile ne de ahiret ile bir pazarı vardı. Onun pazarı tamamen Allah ileydi. Hazreti Mevlana patlamaya hazır bir volkan gibiydi ve bu patlamayı yapacak bir kıvılcım bekliyordu. İşte Hazreti Şems, Mevlana’nın kıvılcımı oldu. Cenab-ı Mevlana, Hazreti Şems’in ateşinde öyle bir parladı ki, hem Şems yandı hem de bütün dünya onun muhabbet ateşinin nuruyla aydınlandı.

Mevlana’nın sakası, yani gönül sakisi Şems’ti; şimdi de bizim muhabbetlerimiz hep o ilahi sakadan, Mevlana’dan. Bizlerden işleyen hep O’dur.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 53

“Kendini beğenen, fazilet ve saadetten uzak kalır.”

İnsanı bütün güzelliklerden uzak eden küçük aklıdır. Böyle bir kişi kendi aklını beğenir ve başkalarını hor görür.

Hüdavendigar Mevlana, Hazreti Şems’in elinde piştikten ve bir güneş gibi parladıktan sonra bakın ne diyor: “Ey insan! Kusursuz kul bu alemde arama. Kusursuz insan yoktur bu alemde, herkeste bir kusur vardır. İnsanlarla iyi geçinmek istersen, herkesin iyi taraflarına bak, o zaman huzurlu olursun.”

İnsan, başkalarında kusur ararken kendi kusurlarını görmez, ama kişi önce kendi kusurlarını görür de, başkalarında kusur aramayı bırakırsa, işte o zaman daha mutlu bir yaşam sürer.

İşte Yüce Mevlana yine şöyle buyurur: “Ne kadar bilgin olursan ol, bir mürşid-i kamile baş kesmedin mi, edindiğin o bilgi ile sen ancak meyvanın kabuğuna varırsın, ama tadını alamazsın.” Neden? Çünkü egonda, benliğinde yaşadın, kendi zahiri bilgini beğendin, başka kimseyi beğenmedin, hor gördün.

Eskiler güzel konuşan bir insan gördüklerinde, “Maşallah, ne güzel konuşuyor, aynaya yüz tutmuş” derlerdi. Bu ne demektir, güzel konuşuyor, çünkü bir Mürşidi var. Mürşidini ayna etmiş kendine, ondan yansıyan güzelliklerle konuşuyor, etrafına güzellik sunuyor. Bazı kişileri de duyarsınız devamlı küfürlü konuşur, onun için de derler, “Aynasız”. Yani, bir aynaya yüz tutmamış, Mürşidi yok, kendi aklıyla yola çıkıyor, kendini beğeniyor, kötü konuşuyor, işte o kişiden her şey beklenir. Böyle bir kişi için hidayet dilemek gerekir ki, bir Mürşide ulaşsın da, insanlığa kavuşsun.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 52

“Sükut, yalan söylemekten, başkalarını çekiştirmekten evladır.”

Küfür, benlik, isyan, hor görme, bunlar insana ait vasıflar değildir. Bütün bu çirkinlikler, edeb dışı hareketler, nefsi arzular, kimliğine vakıf olamamış kişilerde görülür. Kin, inat, onun bunun arkasından konuşmak, bunlar insana yakışmayan şeylerdir.

Pekala insana yakışan şeyler nedir? Hazreti Muhammed’i örnek almamız lazım; nasıl konuşmuş, nasıl yaşamış? Diğer Peygamberlere, Velilere bakmamız lazım; onların dilinde, isyan, küfür, benlik, onu bunu hakir görme, onun bunun arkasından konuşma var mı? Hiçbiri yoktur.

Diline sahip olan küfürlü muhabbetlerde, isyanlarda bulunmaz. İnsan, kimseyle alaylı tarzda konuşmadan, kimseyi hakir görmeden, bütün çirkin işlerden kendini uzak tutarsa, kendini muhafazaya almış, edebiyle yaşıyor, demektir.

Yalana gelince… Hazreti Muhammed’e sorarlar, “Senin ümmetin yalan söyler mi?” “Benim ümmetim zor durumlara düşebilir, aç kalabilir ama yalan söylemez. Yalan söylediği zaman benden değildir” diye cevap verir.

Bütün Peygamberler ve Veliler sevgi sunmayı, şefkatle kucaklamayı nasihat etmişlerdir. Nimetlerin en büyüğü akıldır. Aklımızı kullanır, dilimizi hoş tutarsak mesele kalmaz. Bunun aksi davranışlar insan olana yakışmaz.

Konuşurken ağzımızdan çıkacak her sözü, Muhakeme-i Kübra’dan, yani akıl süzgecinden, geçirmemiz lazım. Sarfettiğimiz sözler kulağımıza hoş geliyor ise başkalarına da hoş gelir, o zaman ikram edebiliriz. Kırıcı, tenkit edici sözler sarfetmek, başkalarını çekiştirmek doğru değildir. Malum; söz gümüşse, sükut altındır.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 51

“Seni inciten kimse itiraf ederse, kabul et. Kin tutma.”

Her zaman hoşgöreceksin, fakat kin tutmayacaksın. Çünkü kin tutmak insana yaraşır bir davranış değildir. Hoşgörünün ismi üstünde, hoş görülecek şeyleri hoş görürsün. Hoş görülmeyecek şeyleri hoş görmez, gözünü yumar, gidersin. Bir şey söylemez, o çirkinliğin sahibi olmazsın.

Hüdavendigar Mevlana, hep güzel şeyleri hoş gördü. Ona sordular: “Senin yolunun başı var mıdır?” Dedi ki: “Benim yolumun başı olsaydı sonu da olurdu. Benim yolum baştan aşağı güzelliktir, başı sonu yoktur. Kendini ne kadar güzelliklere verirsen o güzelliklerle sarhoş olur, kendinden geçersin.”

Güzellik kaynağı bir yol, bu güzellik kaynağında çirkin bir şey nasıl aranır?

Hüdavendigar Mevlana şöyle bir seslenişte bulunuyor: “Şefkati merhamette güneş gibi ol. Başkalarının kusurunu örtmekte gece gibi ol. Cömertlikte akarsu gibi ol. Hiddeti asabiyette ölü gibi ol. Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol. Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol.”

Hüdavendigar Mevlana hoş olmayan bir şey gördüğünde, onu örttü; iyi yaptınız demedi.

Adamın biri bir türlü iş bulamamış, çocukları aç kalmış. Mevlana’nın bulunduğu yerden bir halı çalayım, yakalansam da Mevlana bağışlar, diye düşünmüş. Hüdavendigar Mevlana’ya saraydan hediye edilen en kıymetli halıyı çalıp, satmak için pazara götürmüş. Saray adamları halıyı tanımışlar, adamı halıyla birlikte Hüdavendigar Mevlana’nın huzuruna getirmişler.

“Ya Mevlana! Bu adam sizin halınızı çalmış. Halıyı getirdik, adamı da cezalandıracağız” demişler. Mevlana’nın verdiği cevap; “Sakın bu zatı suçlamayın. Bunun ihtiyacı vardı, aldı.” Çaldı, dememiş. İç alemini biliyor. “Benim hatırım için bağışlayın, ben bir hediyede bulunayım” diyerek adamı göndermiş.

Başka birine böyle bir şey yapılsa sen nasıl alırsın diyerek tekme tokat karakola götürür. Şimdi buna hoşgörü diyemeyiz.

Hüdavendigar Mevlana’nın burada rahmeti, şefkati büyük, fakat çirkinlik yapana da, ne güzel yapmışsın, diyemeyiz. Hoş olan şeye hoş deriz, hoş olmayana nahoş deriz. Bağışlarız, hidayet dileriz, fakat kin tutmayız. Bizim yolumuzda incinmek var, incitmek yok.

İnsana layık olan, Hazreti Muhammed’in, Ehlibeyt’in, Hazreti Mevlana’nın ahlakı ile ahlaklanmak, onların haline bürünmek, onların güzelliklerini benimsemek, kişiliğinden ayrılıp sevdiğin yeri kendinde kişilik kılmaktır.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 50

“Bana, beni sorarsan, ben zamanın bütün olaylarına sabırla direnirim.”

Hüdavendigar Mevlana, “Mana gözetenlerin kıblesi sabırdır, surete tapanların kıblesi taştan yapılan suret” diye buyurur.

Her zaman söylediğimiz gibi, Hazreti Muhammed Efendimiz kadar zulümlere maruz kalan ve çileler çeken bir Peygamber daha gelmemiştir bu aleme. Fakat O, bütün bu çektiği çilelere rağmen hep sabır göstermiş ve bir an dahi Allah’ı anmaktan vazgeçmemiştir, hatta kendisine zulüm edenlere hidayet dilemiştir. İmam Ali Efendimize baktığımızda ise, O da henüz çocuk yaştayken, müşrikler Hazreti Resulallah’ı ortadan kaldırmak için evine girdiklerinde, O’nun yerine yatağına yatarak, canı pahasına Resullallah’a siper olmuştur.

Hüdavendigar Mevlana’nın yatağına uzanıp da bütün gece uyku uyuduğuna dair hiçbir eserde bir belge yoktur. Çünkü Mevlana hep diz üstünde otururdu ve devamlı tefekkür halindeydi, her an Rabbine niyazda dururdu. Şems-i Tebriz Hazretlerine baktığımızda, o da bir tuğlayı kendine yastık yapmış onun üstünde başını dinlendirirdi. Yani hep ıstırap çekmişler, hiç rahatlarına düşkün olmamışlardır.

Sizlere yine Mevlana’mızdan bir misal vereyim…

Hüdavendigar Mevlana bir gün hamama gider. Deriyle kemik haline bürünmüş vücudunu ovarken, kaburgaları ellerine dokunur. Bu sırada Allah’tan nida gelir: “Ey benim sevgili Efendim Celaleddin! Bu beden sana verdiğim bir ilahi emanet, orada gizli olan ben idim. Neden bakmadın, bu hale getirdin? Bu bedeni ne kadar zayıf düşürmüşsün.”

Hüdavendigar Mevlana bakın nasıl bir yanıt veriyor: “Bedenimde hem sen varsın, hem nefsim var. Nefsimin isteklerine düşmeyerek, sabır gösterdim, bedenimi bu hale getirdim. Ne kadar şükretsem az, seni aşikar gördüm. Eğer nefsimin isteklerine hürmette bulunup sabretmeseydim, başıma belalar gelecek ve seni de göremeyecektim, bunu senin için yaptım.”

Peygamber Efendimiz de iki günde bir lokma yerdi, hatta zayıflığından dolayı elbisesi üzerinde düzgün durmadığı için karnına taş bağlardı.

Onun için, Allah yolunun başı da sonu da sabırdır. Bu kolay bir yol değildir, ama karınca misali olsa da yine yol alınır. Sabır göstermeden yol alınmaz, ama sabırla ve sebatla yola çıkıldığında er geç güzelliklere kavuşursun.

Ne güzel der Mevlana… “Ey sabır, varlığın anahtarıdır sırrının Emiri, bu kervanı güzel güzel ta Hacca kadar çek, götür!”

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 41

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

“Nice kimselere vefa gösterdin, lakin onlardan vefa görmedin. Bununla beraber hiçbir vefakarlıktan vazgeçmedin.”

Hazreti Ali Efendimize kim uyarsa vefayı elden bırakmaz. Çünkü Hazreti Ali Efendimiz, selam olsun üzerine, bütün kötülüklere rağmen daima iyilikle muamele etmiştir, katiyyen ters bir muamelesi yoktur.

Peygamber Efendimiz bir gün sahabesini karşısına almış, onlara sormuş: “Biri size bir kötülük yaparsa, siz onlara nasıl davranırsınız?” “İyilikle muamele ederiz” demişler. “Bir daha yaparsa” demiş Hazreti Peygamber, yine “İyilikle muamele ederiz ya Resulallah” demişler. “Peki bir daha size kötülük yaparsa o zaman ne yaparsınız?” Bu defa susmuşlar cevap verememişler. O sırada, Hazreti Ali Efendimiz dışarıdan gelmiş, selam vermiş ve yerine oturmuş. Sonra dönüp Hazreti Resulallah’a sormuş, “Ya Resulallah sohbetiniz neredendi?” Hazreti Peygamber, “Ya Ali tam zamanında geldin. Şimdi aynı soruyu sana da soracağım. Ya Ali, sana biri kötülük yaparsa sen ne yaparsın?” “İyilikle muamele ederim” demiş. “Yine kötülük yaparsa?” “Yine iyilikle muamele ederim.” “Peki bir daha kötülük yaparsa sana, o zaman ne yaparsın?” “Ne kadar kötülük yaparsa yapsın hep iyilikle muamele ederim.” “Peki neden bu kadar kötülüğe rağmen daima iyilikle davranıyorsun ya Ali?” Hazreti Ali Efendimiz, “Ya Resulallah” demiş, “ben onları tanıyorum, kim olduklarını da biliyorum. Onlar beni bilmedikleri için bu kötülükleri yapıyorlar, bilseler hiç biri yapmaz. Onlar büyük bir cehalette, hakikati gözleri görmüyor. Görmedikleri için de içlerinde hep çirkinlik bulunuyor. Bu yüzden de etraflarına kötü duygular besliyorlar, kötü davranıyorlar.”

Şimdi dikkat edelim, bakın Hazreti Ali Efendimiz hiç kötü muamelelere girmemiştir. Hazreti Resulullah Efendimiz de onun bu sözlerine hoş bakıp kabul etmiştir. Neden? Çünkü en büyük kötülükler Hazreti Muhammed’e yapıldı. Bütün Peygamberler arasında en büyük çileleri çeken ve kendisine yapılan onca kötülüğe rağmen hep iyilikle muamele eden O’dur. İşte Hazreti Ali Efendimiz de Hazreti Muhammed’in yanında, O’nun eğitiminde yetiştiği için, O’ndan gördüğü bütün bu güzellikleri kendisinde bende etti ve O’nun gibi çıktı. O’nun gibi, “Bana da ne kadar kötülükler yapılırsa, ben de Resulallah gibi hep iyilikle muamele ederim” diye cevap verdi.

Fakat bunu yapmak herkesin harcı değildir, üzerinde çok düşünmemiz lazım. Hazreti Ali’yi sevmek Hazreti Muhammed’i sevmektir; Hazreti Muhammed’i sevmek Hazreti Ali’yi sevmektir. Madem ki biz onlara büyük bir muhabbet verdik, onları kendimizde ruh edindik; isterse kaya parçaları atsınlar başımıza, biz yine başımıza eğeriz, cevap vermeyiz gideriz Eğer cevap verirsek onun haline bürünmüş oluruz. İnsan olmak çok ağırdır, fakat sonunda büyük bir kurtuluş vardır. Çünkü Hazreti Muhammed Efendimizin, selam olsun üzerine, güzelliklerine eren bütün Veliler, en başta Şahımız Ali, o güzellikler karşısında mest bir halde kalmışlardır.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 40

“İyi işler görmek ömrü bereketlendirir.”

İnsanın ameli, yeryüzünde yaptığı işlerdir. İnsanlara sevgiyle, saygıyla davranan, Allah’ın vermiş olduğu rızıktan zor durumda olanlara yardımda bulunan, dilini tatlı tutan ve ömrünü güzel işler yaparak geçiren kişinin ameli salihtir.

Sevgi hayattır, yaşamın kaynağıdır. Sevgi düşünceyle başlar, sözlerle suret bulur, davranışlarla yol alır. Onun için koşulsuz ve sınırsız sevmekle başlar her şey…

Ne güzel buyuruyor Pirimiz Hüdavendigar Mevlana, diyor ki: “Sevgiden acılar tatlılaşır, sevgiden bakırlar altın kesilir. Sevgi yüzünden tortular durulur, arınır. Sevgiden dertler şifa bulur, sevgi yüzünden padişah kul kesilir.”

Ağacın yaprakları, çiçekleri kökten haber verir. İnsanın sözleri, davranışları, yaşayışı da onun özünün delilleridir. Sevgi tomurcukları sevgi ağacından yeşerir, o halde kalbinize kulak verin; o size doğruları söyler.

Bir annenin çocuğuna olan davranışlarına bakın. Onu güler yüzle tatlı dille sever, besler, avutur. Hastalığında yanındadır. Bir annenin şefkati böyle iken Yaratıcı baştan aşağı şefkat ve merhamet doludur.

Bir gün biri Hazreti Peygamber Efendimizin huzuruna gelir ve, “Ya Resulullah, sana bir sorum olacak” der. Peygamber Efendimiz bakar ve hemen adamın bir sıkıntısı olduğunu anlar. “Buyur, sor.” der. Adam devam eder, “Bilerek bilmeyerek hatalara düştüm, suç işledim. Yarın bir gün Hakk’a yürüyünce, korkuyorum, cehennemde yanacak mıyım?” Tam o sırada da, karşıdan bir anneyle çocuğu geçer. Hazreti Peygamber’imiz cevap verir, “Şu anneyle çocuğunu görüyor musun?” “Evet” der adam “Görüyorum.” Hazreti Resulullah devam eder, “O anne ister mi çocuğu ateşte yansın?” “İstemez” der adam. “Peki”, der “çocuk ateşe düşse annesi ne yapar?” Adam yine cevap verir, “Anne hemen atar kendini ateşe.” “Neden?” diye sorar Hazreti Peygamber. “Çünkü” der adam, “Anne şefkat doludur.” Peygamber Efendimiz gülümseyerek devam eder, “İlahi Hakk! Annede bu kadar şefkat varsa, Allah baştan aşağı şefkattir.”

Hazreti Muhammed ve bütün Veliler hep sevgiden söz ettiler. Sevgi ile kendilerini kazandırdılar, ölüm onlardan uzaklaştı. Onlar sevenleri ile dünya durdukça yaşayacaklar. Onun için bizler de sevgi sözlerini çoğaltalım, birbirimizi kırmayalım. Sevgide saygıda kusur etmeyelim. Çünkü bizim yolumuz gönül tamircisi olmak, sevgiden söz etmek ve sevgide yaşatmaktır.