DEM-İ HAZRETİ MEVLÂNA – 5

Yüce Sultan Hüdâvendigâr Mevlâna, Peygamberimizin “Ben kimin Efendisi isem, Ali de onun Efendisidir” hadîsini yorumlarken Efendiyi şöyle tarif ediyor:

“Efendi kimdir? Seni azâd eden ve ayağından esâret bağını koparandır.”

Yüce Peygamberimiz Hazreti Muhammed, “Âlimler, peygamberlerin vârisidir” buyurmuşlardır. İşte Allah’ın Efendisi Mevlâna Muhammed Celâleddin Molla-yi Rumî, Hazreti Muhammed’in eksiksiz, en olgun vârisiydi.

Hazreti Mevlâna, kendi ilmini, Hazreti Muhammed’in ilminde; irfânını, Hazreti Muhammed’in irfânında; benliğini, Hazreti Muhammed’in benliğinde; hâsılı bütün varlığını, O’nun varlığında yok ederek mânevî hüviyetinin parlak meşalesi nurundan yakıp uyandırdı.

Kulun, Hakk’a olan yakınlık mertebesini müjdeleyen “Ben onun kulağı, gözü, kalbi oldum” kudsî hadîsindeki işâret üzere O’nunla baktı, O’nunla gördü, O’nunla düşündü, O’nunla söyledi; kalbi hep O’nun aşkıyla yandı.

Hakk yolundaki bütün emirleri, bütün işleri kendinin değil, Muhammed Ali’nindi. Hattâ gazellerinin bir ksımının sonlarında, kendine hitâb ederek, “Sen sus, O söylesin” der.

Bir yerde de, “Bütün hastalar, iyileşmeyi umarlar” diye buyuran Hazreti Mevlâna, yine şöyle seslenir, “Hâlbuki aşk hastası, aman, derdimi artırın diye sızlanır.”

“Bu zehirden daha güzel, daha hoş bir şerbet görmedim. Bu hastalıktan daha iyi bir sıhhat olamaz. Bu suçtan daha iyi bir ibâdet yoktur. Bu yüzden cehennem, aşığın ateşinden söner. Der ki: Ey ulu er, çabuk geç, yoksa ateşinden ateşim sönecek. Cennet de ona der ki: Yel gibi geç, yoksa neyim varsa mahvolup gidecek.”

Mesnevî’de, aşk hakkında, “Ondan cehennem de titrer, cennetler de. Ondan ne buna aman vardır, ne ona” diye buyuran Hazreti Mevlâna, sözü yine sevgilinin suretine getirir ve bizlere mânâ aşkına ulaşmamız için aşacağımız yolların ip uçlarından bahseder.

“Derken sevgili aşıktan gizlendi. Aşık da sevgilinin mânâsıyla eş oldu. Ben bedenden soyundum, o hayalden soyundu. Vuslat makâmının en ilerisinde salınmaktayım” derken, sözü burada durdurarak daha fazla söyleyemeyeceğini anlatır ve, “Bu bahisler buraya kadar söylenebilir. Bundan sonra ne zuhûra gelirse gizlenmesi gerektir. Söylersen de faydasız. Yüzbinlerce gayret göstersen de anlatmaya çalışsan yine açığa çıkmaz” diye buyurur.

Rubâi:

“Ey başımızın üstünde dönüp duran gökler! Siz de o mânâ güneşinin aşkına tutulmuşsunuz.

Siz de, benim giydiğim gibi aşk hırkasını giymişsiniz. Sizler de benim gibi aşıksınız.

Vallahi aşıksınız. Bunu nereden anladığımı söyleyeyim: İçiniz de, dışınız da pırıl pırıl, lekesiz, ter ü taze yem yeşil…”

00

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.