HAZRETİ MEVLÂNA’DA NEFS VE İNSAN – 5

Hazreti Mevlâna, kötü huylarını değiştiren kişiyi şöyle anlatır, nefsini vesveselerden boşaltan kişinin tarifini yapar:

“İnsanın mîzacı toprak yemeye alışırsa rengi sararır, kötüleşir. İnsan hastalanır, düşkün bir hâle gelir. Fakat kötü mîzacı değişirse kötülüğü gider, yüzü çerağ gibi parlar. Akılla gönlün boğazında fikir kalmadı mı midenin hazmına muhtaç olmayan bakir rızkı bulur.”

Mesnevî’de, nefsin sakinliğinden, ölü gibi görünmesinden asla emîn olmamamızı buyuran Hazreti Mevlâna, nefsi bizlere şöyle tanıtır ve nasıl davranmamız gerektiğinin detaylarını verir:

“Ejderhâyı ayrılık karı içinde tut, sakın onu ırak güneşinin altına getirme. Ejderhân donmuş bir hâlde iken selâmettesin; fakat kurtuldu, kendine geldi mi ona lokma olursun. Onu mat et de, mat olmaktan emîn ol. Ona pek acıma, o iyilik edilecek kişi değildir.”

Hazreti Mevlâna, bizlerden nefsle mücâdele etmemizi ister, bunun sonucunda Tanrı ile vuslat müjdesi vardır:

“Ercesine onu savaşa çek, baba yiğitçe onunla vuruş… Allah sana vuslatıyla karşılık versin! Sen ona zahmet, eziyet vermeden uslu, rahat ve vefâkâr bir hâlde tutmayı mı umuyorsun?”

“Nefsini öldür de âlemi dirilt” diyen Hazreti Pîr, ten öküzünü öldürenin akıl olduğunu söyler:

“Akıl bir esirdir, zahmetsizce rızıklanması kötülüğün aslı olan ten öküzünün öldürülmesine bağlıdır.”

Acaba aklımızı nefsimizden üstün bir hâle getirmenin yolu nedir? Bu cevabı yine Mesnevî veriyor:

“Şeyh sana dost oldu mu aklın, köpek nefse gâlib olur. Nefs, yüzlerce hileye sahip bir ejderhâdır fakat şeyhin yüzü, o ejderhanın gözüne karşı tutulan bir zümrüttür. Nefs, şeyhle adım attığını, ona uyduğunu görünce zorla sana tâbî olur. Nefs, Allah velîsine yaklaşırsa dili yüz metre kısalır. Onun yüz dili vardır, her dilinde yüz lügât, hilesi, riyâsı anlatılamaz ki!”

Kasîde:

“Ben ölü idim, dirildim; ağlardım, güldüm. Aşkın devleti geldi, ben ebedî devlet oldum. 

Benim tok gözüm vardır, cesaretli canım vardır, arslan yüreği gibi bir yüreğim var. Ben parlak Zühre yıldızı oldum. 

Dedi ki: ‘Sen dîvâne değilsin. Bu eve lâyık değilsin.’ Ben de gittim dîvâne olup zinciriyle bağlandım. 

Dedi ki: ‘Sen sermest değilsin, git!’ Ben de gittim sermest olup neşe ile doldum. 

Dedi ki: ‘Sen öldürülmemişsin, neşe ve müzik ilgin yok!’ Can bağışlayan yüzüne karşı şehid oldum. 

Dedi ki: ‘Sen zeki bir kişisin, hayal ve şüphenin sarhoşusun.’ Ben hemen abdallaştım, hayal ve şüpheden sıyrıldım. 

Dedi ki: ‘Sen mum oldun, meclisin kıblesi oldun.’ Ben mum değilim! dedim, yandım, yakıldım, duman oldum. 

Dedi ki: ‘Sen şeyhsin, önde gidenlerdensin, yol gösterensin.’ Hayır! Ben şeyh değilim! dedim. Önde gidenlerden de değilim. Kimseye de yol gösterdiğim yok. Ben senin emrine kul olmuş bir zavallıyım.

Sen güneşin kaynağısın, ben söğüt ağacının gölgesi düşen yerim. Sen benim başucuma gelince, alçalır, erir, yok olur giderim. 

Gönlüm canın parıltısını buldu. Dünyanın nuruna nâil oldu. Gönlüm yeni bir atlas buldu da bu hırkaya düşman kesildi. 

Hakk ârifi, ‘Ben her şeyden hikmet dersi aldım. Yedi kat göğün üstünde parıldayan yıldız oldum’ diye şükreder.”

00

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.