Hazreti Mevlâna, bir kasîdesinde, canımızın zevk ile dolmasının yolunu şöyle gösterir:
“Kimde dünya sevgisini bırakıp Hakk’a yönelme isteği varsa, o nefsini yendiği için şaşılacak bir kişidir. Kendinden, kendi varlığından kurtulmuş bir canda, zevk içinde zevk vardır.”
Makalât’ta Hazreti Şems şöyle der:
“Unutmayın ki, siz hep kendi mektubunuzu okudunuz. Hele dostun mektubundan bir şeyler okuyun. Size bu daha faydalı olur. Bütün bu sıkıntılarınız, sizin hep kendi mektubunuzu okuyup da sevgilinin nağmesini okumamanızdan ileri geliyor.”
Mesnevî’de, her devirde peygamber yerinde bir velî olduğunu söyleyen Hazreti Mevlâna, “Bu sınama kıyâmete kadar devam eder” der ve Peygamber yerine, aynı vazifeyi üstlenen velînin özelliklerini şöyle açıklar:
“İşte diri ve faal imam o velîdir. Yol arayan için mehdî odur. Hem gizlidir, hem de senin karşında oturmaktadır. O, nura benzer; akıl onun Cebrâil’idir.”
Hakk erinin, yol arayanlar için sayısız tesirleri vardır. O tesirlerden ve etkilerden bir tanesi, onun nazârıdır.
Hazreti Mevlâna, Hakk erinin bakışına o derece önem verir ki, yükselmemiz için sadece o bakışı dahî yeterli görür ve, “Fakîri yükselten bir nazârdan başka bir şey değildir. İşte o nazâr seni kulluk âlemine götürür” der.
Âriflerin Menkîbeleri’nde velîlerin nazârı ile ilgili Sultan Veled Hazretleri’nin anlattığı şöyle bir olay nakledilir:
“Hazreti Mevlâna, bir gün hâlvetinde bedeninden sıyrılıp çıkmış ve birkaç saat o istiğrâk içinde kalmıştı. Sultan Veled bu hâli anlatmasını istediğinde şöyle buyurdu: Bağdat’ta birçok yıllar riyâzât ile meşgul olan zayıf bedenli, ince boyunlu ve sarı yüzlü bir şahıs gördüm. Ağlayıp sızlıyordu. Onun büyük bir derdi olduğunu anladım. Öyle bir dereceye gelmişti ki, Dicle nehri üzerinde seccâde serip namaz kılıyordu.
Bütün bu Allah’a olan yakınlığına ve kudretine rağmen Allah’tan: Ey Rabbim! Bana bu hâlimden daha iyi bir hâl ve hayret ver; çünkü bunların bana hiçbir faydası yoktur, diye ricâda bulunuyordu.
Ben de hemen o anda onun kulağına: Bizim Şemseddinimiz, şu anda Şam’da kalabalıkların etrafını dolaşıyor ve halkı seyrediyor. Şimdi oraya git de o aşk padişahı seni bu hâlde görsün ve senin bu ağlayıp sızlamana gülsün de, istediğine kavuşasın ve aradığın hâl bir anda, senin içinde peydâ olsun, dedim.
O gönlü yaralı derviş benim nasihatimi kabul edip hemen yola koyuldu. Şam’da Şemseddin Hazretleri’ne ulaştığı vakit, o zayıf dervişin şekli ve kıyafeti Şems’in mübârek gözüne hoş göründü ve derhâl gülümsedi. Hemen o anda dervişin içinde gayb âleminden bir nur ve heyecan baş gösterip dönmeye başladı, yüksek menzillere ve olgunluğa kavuştu.”
Kasîde:
“Ey gönlümüzü yağma eden, her şeyimizi alıp götüren azîz varlık! Bizim canımızda binlerce can da sana av olsun, sana fedâ olsun; al, al hepsini al!
Zaten senin aşıkları öldürmekten başka ne işin var? Bilmiyorum ki sana gönül verenleri öldürmekten başka ne ile uğraşırsın?
Öldür, durma öldür! Elin var olsun! Dünyadakilerin canları sana karşı saçılsın, dökülsün, yok olsun!
Ben senin mahmur gözlerinin bakışı ile dirilmiş ne kadar çok şehid gördüm.
Ben senin kararı olmayan, sönmeden daima yanıp duran aşkının ateşinde karar edemeyen ne kadar çok aşık gördüm.
Tenezzül eder de aşk şehitlerinin mezarlarını ziyâret edersen, toprak içinde bir tek ölü bile kalmaz, hepsi dirilir.
Senin kenarı olmayan, kıyısı bulunmayan varlığının kucağına ulaşma ümidi ile can her an senin ayağının bastığı toprağı öper durur.”