
“İhsan ve ikramı, layık olmayan kimseye yapmak aynı zulümdür.”
Hazreti Ali Efendimizin bu sözü çok yerindedir. Eğer bir kişi münafık ise ve daima etrafa ikilik tohumları saçıyorsa, insanları birbirine kırdırıyorsa, hep zulüm verecek fikirler üretiyorsa, böyle bir kişiyle karşılaştığın zaman ihsan ve ikramlarda bulunmaya kalkışmayacaksın. Eğer kalkışırsan, sen de zulüm işlemiş olursun. Böyle kimselere ihsanda, ikramda bulunmayacaksın, sessizliğe bürüneceksin, hatta selam vermek bile doğru sayılmaz.
Hazreti Ali Efendimizin menkıbeleri ile Hazreti Muhammed Efendimizin menkıbeleri arasında hiçbir fark yoktur. İkisi de bir nurun bir ruhun varisleridirler.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, “Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka Velileriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz” (Hud, 113) buyrulmaktadır.
Hüdavendigar Mevlanamız da Mesnevi-i Şerif’inde şöyle buyurur: “İhsan sahipleri öldüler, ihsanları kaldı… ne mutlu o kişiye ki bu merkebi sürdü! Zalimler de ölüp gittiler, fakat yaptıkları zulümler kaldı… vay o cana ki bu hileyi, bu kötülüğü yaptı! Peygamber ‘Ne mutlu o adama ki dünyadan gitti de ondan iyi bir iş kaldı’ demiştir. İhsan sahibi öldü ama ihsanı ölmedi ki… Tanrı indinde din ve ihsan, küçük ve değersiz bir şey değildir! Eyvahlar olsun o kişiye ki kendisi öldü de isyanı kaldı… sakın, öldü de canını kurtardı sanma ha!..” (Cilt IV, 1201-1205)
“Zulüm nedir? Bir şeyi layık olduğu yere koymamak. Sen de onu, ona layık olan yerden başka bir yere koyup zayi etme.” (Cilt VI, 1558)