Hazreti Mevlâna’nın yakınmalarından biri, dinin şekle, insanın da kalıba teslim edilmesidir. Bal taşımak için vasıta olan bir kavanozu, içine hiç parmak daldırmadan, bir ömür boyu yalayıp durmaktır.
Gönül, gerçeği gören göz, samîmiyet, ölümsüzlük ve aşktır.
Gönül, Hakk’ın dinden ve insandan maksadıdır.
Gönülden habersiz bir din oyalamadır, gaflettir.
Hazreti Mevlâna şöyle seslenir:
“Ömrün boyunca gönül remzinden bir harfin bile kokusunu alamadın, a Kur’ân okuyan, ehilsin ama bu böyledir.”
Gönülsüz okuduğunda Allah’ın rahmeti olan Kur’ân bile kinlenir.
Gönülden uzak düşmüş bir iman da yerini inada bırakır. Bu inat, iman adı altında sahneye sürülürse, aydınlatma yerini karartma, yapma yerini yıkma, ıslah yerini bozmaya bırakır.
Hazreti Mevlâna yine şöyle seslenir:
“Gönlünü yıkayıp arıtmamışsın, yüzünü yıkamaktan ne fayda var sana? Hırstan, doymazlıktan süpürgeye dönmüşsün, daima toz-toprak içindesin.”
Özü bırakıp, kalıp ve kabuğa mahkum olanlar dini bir sayı sayma hâline getirirler. Allah’ı sayılara mahkum etmeye kalkanlara Hazreti Mevlâna şöyle seslenir:
“Herkesi boğ, şu sayılardan kurtar bizi… Sayıların tadına düşmüşüz, başka bir tat ver bize.”
Bu kişiler bir testi suyu, Dicle’nin sahibi Sultana hediye götürmek gibi bir gaflete düşerler. Bunun yerine boş bir testiyle huzura çıkıp hiçliğini göstermek gerekir. Günâhkâr olarak boyun bükmek, sayı sayarak benliğe düşmekten yeğdir. Ama buna da bir gönül nasîbi gerektir.
Rubaî:
“Gönül gözünü aç da ruhlara bak; nasıl geldiler, ne oldular, ne çileler çektiler, nasıl gidiyorlar.
Mâdem ki, aşk yoluna düştün gidiyorsun, eteğini topla; çünkü bu yolun toprağı kanla yoğrulmuştur.”