Mesnevî-i Şerîf’te Hazreti Mevlâna, hakîki sevgiliyi şöyle dile getirir:
“İster bu cihanın aşkı olsun, ister o cihanın aşkı. Hakîki mâşukta suret yoktur.”
Hazreti Pîr, aşkın surete duyulan bir sevgi olmadığını, aklların alacağı şekilde ve çok çarpıcı bir delille şöyle açıklar:
“Hakîkaten surete âşıksan, sevgili ölünce onu niye terk ediyorsun? Onun sureti yine yerinde, bu terk ediş neden?”
Mesnevî’de Hazreti Mevlâna, bizleri gönül evimizden yakalar, hakîki mâşuğu arama gayreti verir:
“Âşık, iyice ara, mâşukun kim?”
“Ey temiz ve saf kişi, neden bir kerpice gönül veriyorsun? Ebedî olan bir aslı iste.”
Hazreti Şems, Makalât’ta aşk ve sevdânın bakışımızı nasıl muazzam bir hâle getireceğini şöyle dile getirir:
“Eğer sende aşk ve sevda gâlib ise, ona baktığın zaman sana bambaşka bir deniz görünür. Sende aşk gâlib ise, Allah’ın da gâlib olduğunu anlarsın.”
Yine Makalât’ta, Tanrı’nın âleminin nasıl bir güzellik âlemi olduğunu şöyle açıklar Hazreti Şems:
“Tanrı’nın âlemi nur içinde nurdur, lezzet içinde lezzettir, kudret içinde kudrettir, kerem içinde keremdir. Bu gördüğümüz gölge âlem ise hep dünyadır; hep kötülük, çirkinlik, fânîlik ve zevksizlik âlemidir.”
Hazreti Şems, suret için de şunları buyurur:
“Suret çok iyi olabilir ama mânâ ile birlik olursa. Yoksa surette söylenen sözlerin mânâ ile bir ilgisi olmazsa neye yarar? Mevlâna’nın sözlerini anlayabilmek için çok dikkat gerektir. Çünkü bunlarda büyük bir şaka ve lâtife kokusu vardır.”
Kasîde:
“Uzun zamandan beri, yukarılardan toprağımıza damla damla öyle bir şarap döktü ki, toprağımızın her zerresi feryâd etmeğe başladı.
Göğsümüz yarıldı, açıldı, oraya ilâhî nur doldu. Gönül de dile geldi. Aşktan bahsetmeye başladı. Hakk’ın mânâ kadehi ile aşıklarına sunulan şarap, tortularından ayrıldı, şişe içinde saf bir hâle geldi.
Hakîkat çiçekleri açıldı, kem gözler görmez oldu. Gayret aşka geldi de bana; ‘Ağzını yalama da şarap içmeğe başla!’ dedi.
Ey can, görünür görünmez canımı da, gönlümü de kaptın, aldın. Senin aşkına karşı, benim canımın da, gönlümün de değeri yoktu. Ama, sen onları kapıp aldığın için, şimdi onlar da kirlendi.
Sen öyle mübârek bir varlıksın ki, bulutun yeşillikler yağdırır, cevrin, ıstırabın hayat bağışlar. Şarabının tortusu bile hoştur.
Sana nasıl Ay diyebilirim ki, Ay hastalığa tutulmuş, sapsarı olmuş, zayıflanmış, tüllenmiş; selvi desem, bu benzetiş boyuna uygun düşer, yerindedir amma
Selvi de ateşe dayanamaz, yanar. Ay da son üç gece görünmez olur. Canların canından başka hiçbir şeyin aslı yok
Dediler ki, bütün dostların öldü, gitti, yok oldu. Hayır Allah’ı seven, ona candan bağlanan yok olmaz.”