MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (153)

A’raf suresinin 143. ayetinde, Hazreti Musa diyor ki: “Rabbim bana kendini göster.” Cenab-ı Hakk da ona: “Sen beni göremezsin, ya Musa. Beni görmek istiyorsan, dağa bak” diye cevap veriyor ve Cenab-ı Hakk, dağa tecelli edince, dağ dağılıveriyor. Bunun üzerine Hazreti Musa kendinden geçiyor ve diyor ki: “Sana tövbe ettim ve ben mümin kullarının ilkiyim.” Hazreti Ali Efendimiz de, “Ben görmediğim Allah’a ibadet etmem” diye buyuruyor. Cenab-ı Hakk, bir peygamber olan Hazreti Musa’ya görünmüyor, fakat Hazreti Muhammed Efendimizin gözdesi olan Hazreti Ali Efendimize görünüyor. Burada ne gibi bir hikmet vardır?

Hazreti Musa, selam olsun üzerine, ismi üstünde, Musa Kelamullah’tır. Yani, Allah’tan söz ediyor. Allah, onun her zerresini sarmış fakat onun bundan haberi yok. Hazreti Ali Efendimiz ise, selam olsun üzerine, Hazreti Peygamber Efendimizin eğitiminde yetişmiştir. Zaten bebekliğinde, annesinin memesi yerine, ilk önce Hazreti Peygamber Efendimizin dilini emmiştir. Peygamber Efendimiz, daha sonra onun ağzını kulağına götürmüştür ve Hazreti Ali’nin nefsinden birçok güzellikler dinlemiştir. Daha sonra büyüyüp kemalata erince gördü ki, Hazreti Muhammed Efendimizin söylediği her söz suret buluyor, böylece O’na karşı inancı her geçen gün daha da arttı ve en sonunda Peygamber Efendimize iman etti.

“O, beşikte de, yetişkin çağında da insanlarla konuşacak, salihlerden olacaktır (Al-i İmran, 46)

İman etmek ne demektir? Sen Allah’sın, senden görünen Hakk’tır, demektir. Yani Hazreti Ali Efendimizin buyurduğu gibi: “Ben görmediğim Allah’a ne inanırım, ne iman ederim” demektir.

“Görmeyenle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?” (En’am, 50)

Hazreti Ali, Hazreti Muhammed Efendimizde Allah’ın nurunu gördü, O’nun sözlerine inandı ve O’na iman etti. Hazreti Musa ise, Allah’ı kendi dışında aradı ve bu yüzden de Cenab-ı Allah, nurunu ona, bir dağa tecelli ederek gösterdi. Hazreti Musa, bu tecelli karşısında tam kırk gün kendine gelemedi. Ama Hazreti Ali Efendimiz, Allah’ı her an Hazreti Muhammed’de gördü, dinledi ve bir an olsun O’nun yanından ayrılmadı. Hatta her an O’na canını vermeye hazırdı.

Herkes bir yere kadar Hazreti Peygamber için hizmetlerde bulundular ama bir zaman geldi geri adım attılar.

“Şüphesiz, aranızda öyle kimseler var ki, onların her biri savaşa gitme konusunda hakikaten pek ağır davranır. Eğer savaşanların başına bir musibet gelirse, ‘Allah lütfetti de onlarla beraber bulunmadım’ der.” (Nisa, 72)

Ama Hazreti Ali Efendimiz, hiç geri adım atmadı, hep ön saflarda savaştı, yeter ki Hazreti Muhammed’e bir zarar gelmesin, O’na bir kılıç, bir ok isabet etmesin diye hep kendini O’na siper etti.

“Saf bağlayıp duranlara, haykırarak sevk edenlere ve Allah’ın kelamını okuyanlara andolsun ki, sizin ilahınız gerçekten bir tek ilahtır.” (Saffat, 4)

“Şüphesiz biz saf duranlarız.” (Saffat, 165)

Hazreti Ali’nin bir lakabı vardır: Allah’ın arslanı. Fakat hakikatte o, Hazreti Muhammed Efendimizin arslanıdır. Arslan, ateşten kaçar ama bu arslan öyle değil, o hiç sakınmaz, ateşe de dalar Sevgilisi için.

“La feta illa Ali, ya seyfe illa Zülfikar.” (Hadis-i Şerif)

00

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.