Hazreti Mevlana’nın aşkın kemali olduğunu söylediniz. Hatta Hazreti Mevlana’nın bir ismi de ‘Aşk Peygamberi’. Siz de O’nun bendesi olarak bizlere aşkı anlatır mısınız? Aşkın, bir insanda kemal bulması ne anlama gelmektedir?
Aşk, Allah’ın elidir. Aşk’a tutulan, Allah’a tutulmuştur. Aşıklık, kendi varlığından, benliğinden söz etmemektir. Daima bir aşıkla düşüp kalkmak ve daima aşıklığı seçmek gerektir. Aşık olmayanlarla bir dakika bile beraber oturmak haram sayılır. Allah herkese ‘Aşık olun’ diyor, o yolu bizlere açıyor. Ama bu nimeti istemeyenden de derhal alır.
“Toprak beden, aşktan göklere çıktı; dağ oynamaya başladı, çevikleşti. Ey âşık! Aşk, Tûr’un canı oldu. Tûr sarhoş, Mûsa da düşüp bayılmış! Zamanımı beraber geçirdiğim arkadaşımın dudağına eş olsaydım ney gibi ben de söylenecek şeyleri söylerdim. Dildeşinden ayrı düşen, yüz türlü nağmesi olsa bile dilsizdir. Gül solup mevsim geçince artık bülbülden maceralar işitemezsin.” (Mesnevi, I/25)
Hazreti Mevlana’ya, ‘Aşkı bize söyler misin, aşk nasıldır?’ diye sormuşlar. ‘Nasıl söyleyeyim, benim gibi ol da anla’ demiş. İnsan kolay kolay duygusunu ortaya koyamaz, o duygu onu alır, başka alemde tutar. Onun için tatmayana aşkı anlatamayız. Kim tatmışsa aşkı, onunla rahat konuşulur. Akıllıda akıl bırakmaz, akılsızı da akıllı yapar. Tanrı herşeyin üstündedir. Kişi ona yönelirse o aşkla üstünden gaflet gider, Hakk’ın güzellikleri aşıkta görülür.
“Aşığın hastalığı bütün hastalıklardan ayrıdır. Aşk, Tanrı sırlarının usturlâbıdır. Aşıklık, ister o cihetten olsun, ister bu cihetten… akibet bizim için o tarafa kılavuzdur. Aşkı şerh etmek ve anlatmak için ne söylersem söyliyeyim… asıl aşka gelince o sözlerden mahcup olurum. Dilin tefsiri gerçi pek aydınlatıcıdır, fakat dile düşmeyen aşk daha aydındır. Çünkü kalem, yazmada koşup durmaktadır, ama aşk bahsine gelince; çatlar, aciz kalır.” (Mesnevi, I/ 110)
Aşk her şeyin aslıdır. İlimleri doğuran, akılları ihya eden aşktır. Hazreti Muhammed Efendimizin bir diğer adı Habibullah’dır, yani Allah’ın sevgilisi. Herşey sevgiye, aşka, imana, kendini sevdiğin yere perçinlemeye dayanıyor. Bunları yapabildin mi, sende Hakk’ın güzellikleri meydana tecelli etmeye başlar. Biz en son yaratıldık ama, Yaratan da bizde yaratıldı.
“Güneş, gerçi tektir, fakat onun mislini tasvir etmek mümkündür. Ama kendisinden esîr var olan güneş, öyle bir güneştir ki, ona zihinde de, dışarda da benzer olamaz.Nerede tasavvurda onun sığacağı bir yer ki misli tasvir edilebilsin! Şemseddin’in sözü gelince dördüncü kat göğün güneşi başını çekti, gizlendi.” (Mesnevi, I/120)
İçimizdeki varlık ‘Ve nefahtü fihi min ruhi – Kendi ruhumdan üfledim’ gıdasını alır; aldıkça iştahı artar. İşte bu iştaha ‘aşk’ denir. Aşk insanın gönlüne hem gözden, hem de kulaktan girip doğabilir. Aklın sabahına ulaşmak için gönülü illa bir ‘Gönül’e katmak lazım. Çünkü mayasız hamurdan ekmek pişirilmez.
“Keşke varlığın bir dili olsaydı da varlardan perdeyi kaldırsa, hakikati anlatsaydı! Ey varlık nefesi, ona ait ne söylersen bil ki onun üstüne bir perde daha örttün. Onu anlamanın âfeti, sözdür, haldir; kanı kanla yıkamanın imkânı yok! Ben, onun sevdalılarının mahremiyim… gece, gündüz kafes içinde ondan bahsetmedeyim!” (Mesnevi, III/4725)