Peygamber Efendimizin, Kur’an-ı Kerim’de bahsettiği Cebrail, bir diğer adıyla Cibril Emin akıl mıdır?
Peygamberin ‘Cebrail’ diyerek anlatmak istediği şey akıldır. Akıl o alemde şaşkına döner. O alemin sultanı aşktır. Aşka teslim olup gözümüzü o alemde açınca bir de bakarız ki, ne dediğimiz gibiymiş ne de duyduğumuz gibi. Bir şeyi tamamıyla bilen bir insan için öğrenmek, yani ‘ilim’ denen şey kalır mı? İçimiz yanıp da ‘Ah’ deyince, ilim, bu ‘Ah’ın yani ‘Aşk’ın arkasında ve ona hizmetçi olarak kalır.
“Akıl, bu ne aşktır, bu ne haldir… onun ayrılığına mı şaşmalı, kavuşmasına mı… hangisi daha ziyade şaşılacak şey diye hayran olmuştu. Gök, o anda kıyametnameyi okumuş, saman uğrusuna kadar elbisesini yırtmıştı! Aşk, iki âleme de yabancıdır; aşkta yetmiş iki türlü divanelik var! Aşk, pek gizlidir ama şaşkınlığı meydanda… Padişahların canları bile ona hasret çekmektedir. Aşk dini, aşk mezhebi, yetmiş iki şeriatta da dışarıdır. Padişahların tahtları, aşka karşı alelade bir tahta parçasından ibarettir. Aşk çalgıcısı, sema vaktinde şunu çalar: Kulluk bir bağdır, efendilik baş ağrısı! Şu halde aşk nedir? Yokluk deryası! Aklın ayağı, orada kırıktır! Kulluk da malûm sultanlık da… aşıklık bu iki perdeden gizli!” (Mesnevi, III/4717)
Aşk her şeyi saran bir kudrettir, vücudu görülmeyen bir kudret… Onun kudreti, yine aşkla görülür. Aşkı olmayan insan aşkı bilemez. Aşk kudreti herkese verilmiştir. Mürşid-i kamilin terbiyesi olmadan insanlar, bu aşk kudretini herhangi bir şeye veya bir eğlenceye sarfeder, yitirirler; sonra da ‘Allah bize nasip etmemiş’ derler. Halbuki bize verilen bu aşk kudretini, o aşkın kaynağını, hazinesini aramak için sarfedersek, aradığımızı mutlaka buluruz. O hazineyi bulup orada yok olmak en büyük devlettir. Bizi bu aşka ancak tefekkür götürür. Tefekkür bize yokluğumuzu, hiçliğimizi öğretir.
“Evi yık! Hazine, ev altındadır, ev yıkılmadıkça ele geçmesine çare yok, evi yıkmaktan ürkme, durma! Çünkü bu hazinenin ele geçecek bir parasıyla zahmetsiz, meşakkatsiz binlerce ev yapılabilir. Nihayet bu ev zaten viran olacak, altındaki hazine de apaçık meydana çıkacak! Fakat o vakit hazine senin olmaz, çünkü o ele geçen ganimet, ruhun evi yıkma ücretidir.” (Mesnevi, IV/2540)
“Kendine gel ey katra da bu şerefi bul, denizin avucuna düş, o avuçta telef olmaktan emin ol! Böyle bir devlet, kimin eline düşmüştür! Bir deniz, bir katrayı dilemekte, istemekte! Allah hakkı için Allah hakkı için çabuk sat ve satın al… bir katrayı ver, incilerle dolu denizi elde et! Allah hakkı için, Allah hakkı için hiç geciktirme… bu söz, lütuf denizinden gelmede!” (Mesnevi, IV/2620)
Bizim yapmamız gereken, ahlakımızdaki kirleri, kibri, buğzu, yalanı, riya ve hasedi temizlemektir. Çünkü zevk-i ilahi, bunların arkasındadır. Ama bunların hepsine galip olan aşktır. Onlarla mücadeleye gücümüz yetmez. Aşk için yalvaralım. Ne diyor bir Tanrısal ilham? “İmdat senden, ya Hazreti Aşk, yetiş!”
“Ma remeye iz remeyte; iyi bil. Canın nesi varsa canlar canındandır. Elini tutan, yükünü yüklenen odur. Her an, her nefes, o anı, o nefesi ondan um! Onun feyzine geç mazhar olduysan gam yeme. Bilirsin ki ihmal etmez, imhal eder. Allah rahmeti geç erişir ama adamakıllı erişir, seni bir an bile huzurundan ayırmaz, her an seninledir. Bu vuslatın, bu muhabbetin şerhini duymak istersen adamakıllı düşünerek ‘Vedduha’ suresini okuyuver!..” (Mesnevi, II/2530)