MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (185)

Allah’ta yok olmalı diyorsunuz. Peki bunu nasıl yapacağız? Yokluğa nasıl erilir?

Allah’ta yok olmak, diğer yokluklar gibi değildir. Yok olduğumuz varlık, yani Allah, ebedi ve ezeli olduğu için, biz de onunla birlikte ebedi ve baki oluruz. İnsanın her zerresi göz olursa, ondan artık birşey gizlenmez. O, artık güneşten de üstün olur. İnsanın her zerresi kulak olursa, o da artık herşeyden haberdardır, herşeyi işitir.

“Oğul, ne kabul edilmeyi düşün, ne reddedilmeyi. Sen daima emri, nehyi gör, gözet. Derken cezbe kuşu , birden bire çerden çöpten yapılmış yuvasından uçar, görünüverir. Onu gördün mü sabah oldu demektir, mumu o vakit söndür. Gözler , perdeleri delip hakikati görmeye başladı mı bu nur, onun nurudur artık. Bu nura sahip olan , dışa bakar, içi görür. Zerrede ebedî varlık güneşini görür, katrada bütün denizi.” (Mesnevi, VI/1479)

Biz, ‘Ben biliyorum!’, ‘Ben yapıyorum!’ dediğimiz için, bizi çevreleyen Kudret’in meydana çıkmasına engel oluyoruz. Bu öyle bir kanundur ki, biz ‘Benim!’ derken, o Kudret çekilip gider; biz, bizliğimizle ortada kala kalırız. Kendimize yine kendimiz engel oluyoruz.

“Bize ne geliyorsa bizden geliyor! Ey uykusuz gönül, biz bundan eminiz. Çünkü bekçi gibi dam üstünde elimizde sopa beklemekteyiz. Cevizlerimiz, bu değirmende kırıldı, derdimize ait ne söylesen azdır. Ey bizi kınayan, bu macerayı ne vakte dek dinleyip duracağız? Bundan böyle artık deliye az öğüt ver. Ben artık ayrılık işvesine ait sözleri duymak istemem. Bunu sınadım, ne vakte dek sınamaya devam edeceğim. Bu yolda coşup köpürmekten, deli divane olmaktan başka ne varsa uzaklıktır, yabancılıktır.” (Mesnevi, VI/604)

Bizler, eğer Hazreti Mevlana’nın, selam olsun üzerine, güzel huylarıyla huylanmaya çalışırsak, bize de o güzellikler bulaşır ve işte o zaman bizler de güzel birer insan olmaya yola koyuluruz.

“Yoldaşlar, sevgili, yolları bağladı. Biz topal ceylanlarız, o avlanan bir aslan. Ona teslim olmak, emrine boyun eğmekten başka, böyle bir kan döken erkek aslana karşı ne çaremiz var? O, güneş gibi ne uyumakta, ne bir şey yemekte. Ruhları da uyutmamakta, ruhlara da bir şey yedirmemekte. Gel demekte, ya ben ol, ya benim huyumla huylan da sana tecelli edeyim, yüzümü gör.” (Mesnevi, VI/576)

Şu dünyada yaşayan insanlar, hep ‘ben’ ve ‘biz’ deyip duruyorlar. Şu yüz binlerce ben ve biz içinde acaba ‘Ben’ nasıl bir ‘Ben’im? İnsan kalabalığından gelen gürültüye kulak ver! ‘Ben’i konuşturmamak için elini ağzıma koyma!

“Çocuk, oyuna öyle bir dalar ki külahı, gömleği aklına bile gelmez. Gece gelir çatar bir türlü oyunu bırakamaz. Eve bir türlü yüz çeviremez. Duymadın mı, ‘Dünya ancak bir oyundan ibarettir’ denmiştir. Sense oyuna daldın, elbiseni yele verdin, şimdi korkuya düştün. Gece gelmeden elbiseni ara, gündüzü dedikoduyla zayi etme. Hasılı ben de ovada kendime halvet bir yer seçtim, halkı elbise hırsızı gördüm. Ömrün yarısı, sevgili isteğiyle geçti, yarısı düşmanların derdiyle. O, cüppeyi aldı götürdü, bu, külâhı. Biz de küçücük çocuklar gibi oyuna daldık; derken ecel gecesi yaklaştı. Artık bırak şu oyunu, yeter dönme oyuna gayrı. Tövbe atına binde hırsıza yetiş, hırsızdan elbiselerini al, geri dön. Tövbe atı acayip bir attır. Bir anda şu aşağılık alemden ta göğün üstüne kadar sıçrayıp çıkar. Fakat atını da hırsızdan gözet ha. Biliyorsun ya, o, gizlice elbiseni de çaldı. Aman şu atımı gözet de hırsız çalmasın.” (Mesnevi, VI/455)

 

00

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.