Bir hadis-i şerifte şöyle söyleniyor: “Cenab-ı Hakk, ahirette gerçek yüzünü gösterecek. Fakat herkesin zannı farklı olduğu için, herkes diyecek ki, ‘Senden biz Allah’a sığınırız, sen bizim Allah’ımız değilsin.’ Bundan dolayı Cenab-ı Allah, herkese kendi zannına göre tecelli edecek ve herkes ‘Sen bizim Rabbimizsin’ diyerek secdeye kapanacak.” Yine başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyruluyor: “Alem-i ahirette Rabbinizin yüzünü mehtabı seyreder gibi seyredeceksiniz.” Ne buyurursunuz Hasan Dede?
Cenab-ı Mevlana, bizlere şöyle bir dil sarfeder: “Mahşeri görmek isterseniz gündüze bakın, ahireti görmek isterseniz geceye bakın.” Çünkü sabah oldu mu bütün insanlar uyanırlar ve vazifelerinin peşine koşarlar. Çoğu zaman birbirlerine selam vermeye bile vakit bulamazlar. İşte size mahşer… Ve gece oldu mu, mahşer günü geçmiş, artık dükkanlar kapanmış, müşteriler yok, koşuşturma yok. İşte size ahiret… Gece, aşıkların en zengin varlığıdır. Allah’ı kendilerine sevgili edinmiş olan aşıklar, kalb gözleri açık olduğundan geceleri Allah’ı tefekkür ederler, O’nunla konuşurlar, O’nu zikrederler.
“Eğer gece olmasaydı bütün halk, hırstan, isteklerinin üstüne titremeden kendilerini yakar, helâk ederlerdi. Herkes bir şey elde etmek, bir kâr kazanmak hevesiyle bedenini ateşlere atmış, yanıp yakılmıştır. Bir müddet hırslarından kurtulsunlar diye gece, Allah rahmeti gibi zuhur etti.” (Mesnevi, III/3731)
Fakat çoğumuzun ahiretleri boş geçmektedir. Neden? Çünkü dükkanlar hiç kapatılmıyor, evlerde de iş peşinde koşuluyor, sabahlara kadar televizyon karşısında oturuluyor, diziler, filmler seyrediliyor, bir vakitten sonra da gaflet basıyor, uyku basıyor. Ertesi gün tekrar yeni bir mahşer gününe uyanılıyor ve böylece günler, haftalar, yıllar geçip gidiyor. İnsanların her günü gam, keder, gasabet dolu, yüzleri hiç gülmüyor. Hiç kimse asıl ihtiyaçları olan o manevi güzelliklere bir türlü ulaşamıyor. Peki suç kimde? Tabii ki bizlerde. Mürşidi suçlayamayız, Peygamberi suçlayamayız, Allah’ı suçlayamayız. Çünkü onlar hep insanları uyandırmaya çalıştılar, kurtarmaya çalıştılar, insanları hep güzelliklere çekmeye çalıştılar, yol gösterdiler.
“Allah huzurunda, gözyaşları dökerek ayakta durmak, kıyamet gününde kabirden kalkıp mahşer yerinde dikilmeye benzer. Hakk, “ Sana bunca zamandır mühlet verdim, bana ne getirdin? Ömrünü neyle bitirdin, verdiğim gıdayı, ihsan ettiğim kuvveti ne uğruna mahvettin, gözünün nurunu nerelerde tükettin, beş duygunu nerelerde yıprattın? Gözünü, kulağını, aklını, arşa ait bütün cevherlerini harcadın… ferş âleminden bunlara karşılık ne satın aldın? Sana kazma ve bel gibi el ve ayak verdim. Onları sana bizzat ben bağışlamıştım, ne yaptın onları?” der.” (Mesnevi, III/2148)
Bakın Cenab-ı Mevlana’nın yatağına uzanıp da bütün gece uyku uyuduğuna dair hiçbir eserde bir belge yoktur. Çünkü Mevlana hep diz üstünde otururdu ve devamlı tefekkür halindeydi, her an Rabbine niyazda dururdu. Şems-i Tebriz Hazretlerine baktığımızda, o da bir tuğlayı kendine yastık yapmış onun üstünde başını dinlendirirdi. Yani hep nefslerine ıstırap vermişlerdir, hiç rahatlarına düşkün olmamışlardır. Hatta Cenab-ı Mevlana bizlere şöyle seslenir: “Eğer biz uyursak dünya üzerinde uykuda olanları kim koruyacak.” Yani eğer güneş uyursa yüzünü göstermezse dünyada hayat biter, yaşam olmaz.
“Ey ulumuz, rehberimiz, kıyamette bizi bırakmaz diyoruz, ümidimiz sende. Mahşer günü tahtı bezedikleri zaman o şiddetli günde bize sen şefaat edersin diyoruz. Öyle bir amansız günde senin ihsanına ümit bağlamışız. Hiçbir mücrime aman verilmeyen o gün el bizim, etek senin!” (Mesnevi, III/1779)
Beden uyur ama ruh uyumaz. Aşk ne demektir? Kendinden geçmektir. Aşk, sevgilide ölmektir. Tek varlık olarak O’nu bilmektir. Eğer bir insan hep bu şekilde yaşamını sürdürürse, devamlı Allah’ı anar, onunla yaşar ve yaşatırsa, Allah ona yüzünü göstermeyecek de kime gösterecek? İnşallah hepimiz böyle aşıklar oluruz. Allah, bizleri Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehl-i Beyt Efendilerimizin, Piran Efendilerimizin muhabbetlerinden, onların aşklarından bir an dahi mahrum etmesin.
“Naz ederek baş gözlerini yummuş ama arş da gözlerinin önünde, ferş de! Gözleri açık, fakat gönlü uykuda nice adamlar var… zaten su ve toprak ehli olanın gözü ne görebilir ki? Fakat gönlü uyanık olanın baş gözü uyusa bile gönlünde yüzlerce göz açılır. Gönül ehli değilsen uyanık ol, uyuma. Bir gönül iste, mücadeleye giriş. Gönlün uyandı mı güzelce uyu. Gayri gözünden ne yedi kat gök kaybolur, ne altı cihet! Peygamber, “Gözüm uyur ama kalbim nasıl uyur, buna imkan mı var?” dedi. Gönül gözleri açık olduğu halde uyuyanlara can feda! Ey mânevi er, gönül uyanıklığını anlatmaya kalkışsam binlerce Mesnevî’ye sığmaz.” (Mesnevi, III/1221)