MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (204)

Bizler burada toplanıyoruz ve Hakk sohbetleri yapıyoruz. Hepimizin tek bir gayesi var, o da daha güzel ve iyi bir şekilde yaşamak, mutlu olmak ve insanları da mutlu etmek. Sevgi, bağlılık, saygı, doğruluk, öfke, utanç ve kaygı gibi duygularımızı nasıl kontrol edebiliriz ve nasıl yaparsak daha kaliteli yaşarız diye bir arayış içindeyiz. Bu hayatta sonsuz ahiret ve huzuru öğrenmek için, deniliyor ki: “Kendinizi keşfetmeniz lazım. Bunun için de aşka yakalanmak gerekli.” Aşka yakalanmayan bir kişi gerçekten kendisini keşfedemez mi, ne dersiniz?

Eğer bir insan isyanlarda, küfürlerde yaşıyorsa bu demektir ki, bu kişi hala ikrar verdiği yere teslim olmamış. Söz ile ikrar vermiş ve tekrar akıla düşmüş. Akıla düştüğü için de kolay kolay rahata ve huzura kavuşamaz.

“Kafir de istemeyerek Allah’a tapar ama onun maksadı başkadır. Padişahın kalesini yapar amam beylik dâvasındadır. Kale, onun malı olsun diye isyan eder, fakat nihayet kale, padişahın eline geçer. Müminse o kaleyi padişah için tamir eder, makam sahibi, mevki sahibi olmak için değil. Çirkin, ‘Ey çirkini de yaratan padişah, sen güzeli de yaratmaya kadirsin, çirkini de’ der. Güzel de ‘Ey güzellik padişahı, beni bütün ayıplardan arıttın’ der.” (Mesnevi, II/2545)

Peki kendini bilen bir insan nasıl davranır? Bizlere en güzel örnek Hazreti Ali Efendimizdir. Sizlere şöyle bir hikaye anlatayım: Bir gün Hazreti Ali, yanında çalışan kölesine atları hazırlamasını, yola koyulacaklarını söyledi. Köle cevap vermedi ve başını sallamakla yetindi. Hazreti Ali Efendimiz kendi işlerini tamamlayıp tekrar ahıra gelince bir de baktı ki atlar hala hazır değil. Hemen kölesine seslendi, “Neden atları hazırlamadın? Ben sana atları hazırlamanı buyurmuştum.” Köle ona şöyle bir cevap verdi: “Efendi Hazretleri, ben kasten atları hazırlamadım. Seni kızdırmak istedim.” Hazreti Ali Efendimiz, kölenin bu cevabı üzerine, hemen bir tebessümde bulundu. Onu böyle gülerken gören köle şaşkınlıkla, “Efendi Hazretleri şimdi neden böyle gülüyorsun?” diye sordu. Hazreti Ali, “Neden gülmeyeyim? Senin içinde biri var beni kızdırmak istiyor, isyanlara düşürmek istiyor, işte ben de senin o içindeki kızdırmak için gülüyorum.”

“Sizin sözleriniz savaşa, nifaka sebep olur. Fakat benim sözüm, sizleri birleştirir. Siz susun, dinleyin de konuşma hususunda diliniz ben olayım. Sizin sözünüz yüz türlüdür, eseriyse ancak savaş ve kızgınlıktan ibaret. Şeyhin sözü, insana cemiyet-i hâtır verir, hasetçilerin nefesi ise tefrika.” (Mesnevi, II/3691)

Bizler mademki tasavvuf yolundayız, Hazreti Ali Efendimizin yolundayız demektir. O, bütün Piran’ın başıdır. İşte Cenab-ı Mevlana şöyle buyurur: “Velilerde, nebilerde gören göz Ali’dir.” Bütün hakikatler Hazreti Ali Efendimizle sunuldu. Peygamber Efendimiz, sahip olduğu o hakikatleri çevresindeki topluma sunamazdı, çünkü o toplumun çoğunluğu cahildi. Bu yüzden o binbir sırrın anahtarını Ali’ye verdi, bütün hakikatleri verdi. Hazreti Ali Efendimiz bu hakikatleri öğrendikten sonra, O da kendine bir sırdaş aramaya koyuldu, fakat bulamadı. Çünkü bu hakikatler insanın içinde birikim yapar ve insan kendisini anlayacak birisiyle bunları paylaşmak, muhabbet etmek ister. Peki ne yaptı Hazreti Ali? Yemen’e gittiğinde bir kuyu başına geldi, kuyunun başına oturdu ve bütün sırları o kuyuya söyledi ve biraz olsun rahatladı. İşte o kuyuda daha sonraları bir saz meydana geldi. Veysel Karani Hazretleri de, develerini otlatırken, o kuyunun etrafında toplar ve onlara su verirdi. Bir gün yine develerine su vermek için o kuyunun başına geldi ve bir de baktı ki kuyuda bir saz suret bulmuş. Veysel Karani Hazretleri o sazı kesti ve kaval yaptı. Develerini otlatırken o kavala üfledi. Kavaldan çıkan o yanık ses develere tesir etti ve kıyam zikrine kalktılar. O kaval bugünlere gelene kadar yenilendi ve Mevlevilerde ney halini aldı.

“Yok olanın yolu, başka yoldur; çünkü aklı başında olmak da başka bir günahtır. Aklı başında oluş, geçmişleri hatırlamaktan ileri gelir. Geçmişin de Allah’a perdedir, geleceğin de. Her ikisini de ateşe vur. Bu ikisi yüzünden ne vakte kadar ney gibi boğum boğum olacaksın? Neyde boğum bulundukça sırdaş değildir; dudağın, sesin mahremi olamaz. Sen, kendi tarafından tavaf edip durdukça nasıl tavafta olursun, kendinde oldukça nasıl olur da Kâbe’ye gelmiş sayılırsın?” (Mesnevi, I/2200)

Bütün dava bulunduğumuz yerin kıymetini bilmektir, nereye teslim olduğumuzu bilmektir, kimi kendimize baş ettiğimizi bilmektir. İnsan bu bilinçle yola koyulmalıdır, yoksa ufak bir şeyden birbirine kızmak, kavga etmek doğru değildir. İşte yine Cenab-ı Mevlana şöyle der: “Bu alemde kusursuz kul aramayın. Çünkü bu alemde kusursuz bir kul yoktur. Eğer yaşamınızı güzel geçirmek isterseniz, herkesin iyi taraflarına bakın ve öyle yaşamınızı sürdürün.”

“Biz, ben diye varlığa düşerek dostu incitme de kimse, düşmanın olmasın! Allah için halka hayır yap, yahut kendi canın için herkese hayırda bulun da. Daima gözüne dost görünsün… gönlüne kin yüzünden çirkin suretler gelmesin!” (Mesnevi, IV/1977)

Bakın Peygamber Efendimiz, akşamları istirahate çekilmeden evvel tam yetmişbeş sefer ‘Estağfurullah’ çekiyor ve bilerek ya da bilmeyerek birine kırıcı bir söz söylemiş ise içindeki Rabbine sığınıyor ki onu affetsin.

Benim nazarıma göre teslimiyette yaşayan bir kişi hiçbir zaman kimseye kırıcı sözler sarfetmez, kırıcı konuşana dahi tebessümle karşılık verir. Yine Mevlana der ki: “Eğer zekat vermek için paran yoksa, bir güler yüz tutarsan o da zekat sayılır.”

00

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.