İnsan, her nefeste her an ölüyor ve diriliyor. Yani bu demek oluyor ki, ölüm şimdi, şu anda gerçekleşiyor. Ve deniliyor ki: Ölümden korkuyorsan aşık olamazsın. Aşktan korkuyorsan manevi dünyaya giremezsin. Siz bu konuda ne dersiniz Hasan Dede?
Nefes, insanın ağzından çıkarken der ki: Ben kimim? Bizler de ruhen diyoruz ki: Rabbimsin. O da tekrar sana geri dönüyor. Yani devamlı Rabbimizle bir alışveriş içindeyiz. O nefesle hayattayız.
“Suret suretsizlikten çıktı, yine suretsizliğe döndü. Zira biz yine Allah’a döneceğiz. Şu halde sen her göz açıp kapamada ölüyor, diriliyorsun. Mustafa, ‘Dünya bir andan ibarettir’ buyurdu. Bizim fikrimiz havada bir oktur. Havada nasıl durur? Allah’a gelir. Her nefeste dünya yenilenir. Fakat biz, dünyayı öylece durur gördüğümüzden bu yenilenmeden haberdar değiliz. Ömür su gibi yeniden yeniye akıp gider. Fakat cesette bir daimilik gösterir. Elinde hızlı hızlı oynattığın ucu ateşli bir sopa nasıl upuzun ve tek bir ateş hattı gibi görünürse ömür de pek çabuk akıp geçtiğinden daimi bir şekilde görünür. Ateşli çöpü sallasan ateş gözüne upuzun görünür. Bu ömür uzunluğunu da Allah’ın tez tez halketmesindendir. Allah’ın yeniden yeniye ve süratle halketmesi, ömrü öyle uzun ve daimi gösterir. Bu sırrı bilmek isteyen, pek büyük ve derin bir alim bile olsa kendiliğinden bilemez, ona de ki: İşte Hüsameddin buracıktadır. O yüce bir kitaptır ondan öğren…” (Mesnevi, I/1141)
Bir insanın bedeninde korkular suret bulursa, bunun sebebi imansızlıktır. Fakat ehl-i iman sahibi bir insanda korku namına bir şey yoktur. Bizim, ehl-i iman sahibi dendiğinde, aklımıza ilk gelen kişi Hazreti Ali Efendimizdir. O, Hazreti Muhammed Efendimizin uğruna her an canını vermeye hazırdı. Kılıcıyla pervane gibi döner ve bütün düşmanları ortadan kaldırırdı. Aslında hakikatte o kimseyi öldürmemiştir, onun öldürmesi diriltmektir. Ali’nin kılıcı dirilik verir, öldürmez. Hakikate göre, bir nefsi ortadan kaldırmaktaydı ve Rahman sıfatına yüceltmekteydi. Bunu da ancak iman yaptırabilir.
“Ali dedi ki: ‘Ben kılıcı Allah için vuruyorum. Allah kuluyum ten memuru değil! Allah aslanıyım heva heves aslanı değil… İşim, dinime şahittir. Ben ‘Attığın zaman sen atmadın, Allah attı’ sırrına mazharım. Ben kılıç gibiyim, vuran o güneştir. Ben; pılımı pırtımı yoldan kaldırdım; Allah’dan gayrısını yok bildim. Bir gölgeyim sahibim güneş… Ona hacibim hicap değil. Kılıç gibi vuslat incileriyle doluyum; savaşta diriltirim, öldürmem. Kılıcımın gevherini kan örtmez. Rüzgar nasıl olur da bulutumu yerinden teprendirebilir? Saman çöpü değil; hilim, sabır ve adalet dağıyım. Kasırga dağı kımıldatabilir mi? Ben dağım; varlığım, onun binasıdır. Hatta saman çöpüne benzesem bile rüzgarım, onun rüzgarıdır. Benim hareketim, ancak onun rüzgarıyladır. Askerimin başbuğu, ancak tek Allah’ın aşkıdır. Hiddet, padişahlara bile padişahlık eder, fakat bize köledir. Ben hiddete gem vurmuş, üstüne binmişimdir. Hilim kılıcım, kızgınlığımın boynunu vurmuştur. Allah hışmıysa bence rahmettir. Tavanım, damım yıkıldı ama nura gark oldum. Toprağın atası, Ebu Turab oldumsa da bahçe kesildim. Benim sakınmam da ancak Allah içindir. Vermem de… Tamamı ile Allah’ınım, başkasının değil. Allah için ne yapıyorsam bu yapışım, taklit değildir; hayale kapılarak, şüpheye düşerek de değil. Yaptığımı, işlediğimi, ancak görerek yapıyor, görerek işliyorum. Hüküm çıkarmadan arayıp taramadan kurtuldum. Elimle Allah eteğine yapıştım. Uçarsam uçtuğum yeri görmekteyim, dönersem döndüğüm yeri. Bir yük taşıyorsam nereye götüreceğimi biliyorum. Ben ayım, önümde güneş, kılavuzuyum. Halka bundan fazla söylemeye imkan yok; denizin ırmağa sığması mümkün değildir.” (Mesnevi, I/3786)
Bir kişide iman ve teslimiyet yoksa derinlere dalamaz. Aynı şekilde bir kişi yüzmeyi bilmiyorsa o da derinlere dalamaz. Ama eğer yüzmeyi biliyorsa, su isterse yüzlerce metre derinlikte olsun, isterse sadece bir metre derinlikte olsun, suyun üzerinde durur.
“Katra, aslı olan denize kavuştu mu güneşin hararetinden de kurtulur, yelden, topraktan da! Zahiri, denizde yok olur ama zatı yok olmaz, ebedileşir, iyileşir! Kendine gel ey katra da pişman olmaksızın varlığım ver, ver de bir katra ya karşılık uçsuz bucaksız denizi bul!” (Mesnevi, IV/2617)
Sende aşk varsa, iman varsa mutlaka güzel bir yere varırsın. O zaman senin başındaki akıl da iman ettiğin yerin aklıdır, senden tecelli eden o güzellikler de yine iman ettiğin yere aittir, çünkü bize ait hiçbir şey yoktur. Biz, O’nun gölgesiyiz. Bizden önce onlar gölgelik yapmaktaydılar. Onların o ruhunu, o taşıdıkları güzellikleri, hiç şeksiz şüphesiz şimdi biz taşımaktayız. Katiyyen O’nun dışında değiliz ve şimdi bugüne göre sizlere konuşmaktayız.
“Ey sevenler, niyaza başlayın, şad olun, bu kapıda yalvarın… çünkü bu kapı, bugün açılacak! Sen safran evleğisin, safran ol… başka sebzelerle karışıp uzlaşma! Ey safran, sudan gıdanı al da safran ol, zerdeye gir! Şalgam evleğine girip ağzını açma da onunla aynı tabiatta, aynı huya sahip olma!” (Mesnevi, IV/1083)