Hasan Dede, deniliyor ki, yalnızca bir türlü aşk vardır. Ama görüntüleri binlerce türlüdür. Aşkın bir çeşidi şudur ki, aşk beşeridir. Şaka ile başlar, sorumluluk getirir, gözden girer, gönülde yaşar. Surete meyledenler ziyandadır. İkinci çeşidine gelince, aşk platoniktir. Sohbetle başlar, zahmet getirir, zihinden girer, gönülde yaşar. İçini süslemeyenler yolu şaşırır. Üçüncü çeşit aşk ise şöyledir ki, aşk ilahidir, imanla başlar, vahdete götürür, gönülde doğar, gönülde yaşar. Sırrı saklamayanlar başını verir. Ne dersiniz?
Öncelikle, mecaz aşklar hiçbir zaman kişiye huzur vermez. Bir an gelir güzellik verir, bir an gelir insanı kıskanmalara, hasetlere, kavgalara sürükler. Fakat mecaz aşk, ilahi aşka dönüştüğü zaman, ruh ferahlığa ulaşır, insanın bu ilahi aşkla aklı büyür ve namütenahi güzelliklere kavuşur. İlahi aşkın dışındaki aşklarda, ister platonik olsun, ister mecaz, hepsinde kavga vardır, naz vardır, niyaz vardır.
“Vehim; vasıflardan, hadlerden doğar. Hakk ise doğmamıştır, doğurmaz. Kendi tasvir ettiği şeye, kendi vehmine aşık olan kişi, nereden nimet ve ihsan sahibi Allah aşıklarından olacak? O vehme aşık olan, doğrucuysa mecazi sevgisi, kendisini nihayet hakikate çeker, götürür. Bu sözü iyice anlatmak, açmak lazım; fakat eski düşüncelilerden, onların köhne anlayışlarından korkuyorum. Kısa görüşlü köhne anlayışlar, fikre yüz türlü kötü hayaller getirirler. Herkesin doğru işitmeye kudreti yoktur. Her kuşcağız, bir inciri bütün olarak yutamaz. Hele ölmüş, çürümüş, hayallere dalmış kör bir kuş olursa… Bu hamamlardaki resimler camekanın dışından bakılırsa elbiseler gibidir; cansız, hareketsiz durup durmaktadırlar. Sen, ancak dışardan elbiseleri görürsün. Elbiseni çıkar, soyun da bir içeriye gir arkadaş!..” (Mesnevi, I/2758)
Şöyle bir misal verelim: Bir gün, Mısır hükümdarına, Musul hükümdarının cariyesini methederler ve resmini gösterip derler ki, “Bu kız ayın ondördü gibi ve resimde böyle güzel görünüyor, kendisini görseniz bu resimden bin kat daha güzeldir.” Mısır hükümdarı, kızın resmini görür görmez, seçkin komutanlarının emrine binlerce asker verir ve cariyeyi kendisine getirmeleri için Musul’a gönderir. Komutanlar kalkıp giderler. Fakat Musul hükümdarı der ki, “Bütün hazinemi veririm ama o cariyemi vermem.” Bunun üzerine saldırıya geçerler ve cariyeyi alıp Mısır hükümdarının huzuruna getirirler.
“O ahmak Hükümdar da bir zaman o güzel cariyeye kapıldı, onunla gönül eğledi işte. Tut ki bütün doğuyu, batıyı zaptettin, her tarafın saltanatına sahip oldun. Mademki bu saltanat, kalmayacak, sen onu bir şimşek farzet, çaktı, söndü. Ebedi kalmayacak mülkü, gönül, bir rüya bil! Cellat gibi boğazına yapışan debdebeyi, şan ve şöhreti ne yapacaksın ki? Bil ki bu alemde de bir emniyet bucağı vardır.” (Mesnevi, V/3925)
Yani mecaz aşklarda çok savaşlar ve kavgalar olmuştur, çok canlar da boşu boşuna gitmiştir. Ama manevi aşka girildiği zaman, artık denizdeki dalgalar durulur, daima ehadiyette varlığını gösterir. Bizlere huzur veren manevi aşktır. Hazreti Muhammed Efendimiz, Pirimiz Hazreti Mevlana ve Piran Efendilerimiz, hepsi mecazdan çıkmışlar, ilahi aşka tutulmuşlardır.
“Dolabın dönüşünü ne vakte dek göreceksin? Başını çevir de hızlı ve coşkun coşkun akan suyu da gör. Görüyorum deyip duruyorsun ama onu görmenin birçok ayan beyan nişaneleri vardır. Şöyle denizin köpüğünü görüverdin mi hayran olman lazım ki denizi de göresin. Köpüğü gören, sırlar söyler. Fakat denizi gören şaşırır kalır. Köpüğü gören, niyetlerde bulunur; denizi gören, gönlünü deniz haline getirir. Köpükleri gören, onları sayar döker. Denizi görenin irade ve ihtiyarı kalmaz. Köpüğü gören dönüp dolaşmaya düşer. Denizi görende hiçbir gıllugış kalmaz.” (Mesnevi, V/2905)
Bakın Yunus Emre, yaz mevsiminde bir gece kalkıp Hazreti Mevlana’nın huzuruna gelmiş. Mevlana da o saatte gül bahçesini dolaşmaktaymış. Yunus Emre niyaz etmiş, Mevlana’da perdeler kalkık olduğundan, daha onun kim olduğunu görmeden, “Hoşgeldin Yunus” diye cevap vermiş. Musaffaha yapıp, kucaklaşmışlar. Mevlana hemen Yunus’a dönüp, “Bana aşkı söyle Yunus” diye hitab etmiş. Yunus da başlamış sevgiden, aşktan, yandığı yerden söz etmeye; ne zaman durmaya kalksa Mevlana ona seslenmiş, “Biraz daha, biraz daha, biraz daha…” Ve böylece sabah ezanına kadar aşkı yadetmişler. Beraberce sabah namazını eda ettikten Mevlana’nın odasına gelmişler. Yunus bakmış ki rihalenin üstünde Mesnevi-i Şerif duruyor, hemen alıp okumaya başlamış ve birçok mana görmüş, dönüp Mevlana’ya, “İnsanın ömrü yetmez bu Mesnevi’yi okumaya” diye buyurmuş. İşte Mevlana ona şu cevabı vermiş: “Ete kemiğe büründün, Yunus diye göründün, herkesi kendin gibi mi sanırsın, ey Yunus!”
“O şarab ki padişahların başına sıçrar da sakinin başına altın taç koyarlar. O şarab ki fitneler, kargaşalıklar çıkarır, kullarla padişahları birbirine katar. O şarab ki kemikleri eritir de tamamiyle can yapar, o zaman tahtayla taht bir olur. Ayıkken kulla padişah suyla yağ gibidir ama sarhoşluk vaktinde tendeki cana dönerler. Heriseye benzerler, artık farkları kalmaz. Fakat bu makama varıp gark olmıyan bunu fark edemez.” (Mesnevi, V/3456)
Yunus Emre, Hazreti Mevlana’nın yanında dört sene hizmet etti. Ne zaman ki, Hazreti Mevlana Hakk’a yürüdü, altı ay daha Sultan Veled ile beraber kaldı. Ama aynı havayı bulamayınca ordan ayrıldı. Yunus Emre, Mevlana’ya hitaben şöyle bir dil sarfetmiştir: “Yetmişiki damarımda dolaşan kan, hep sen imişsin; gönlümdeki muhabbet ve aşk, ya Hüdavendigar! Hep sen imişsin…”
“Aşk, Allah sırlarının usturlabıdır. Aşıklık, ister o cihetten olsun, ister bu cihetten… akıbet bizim için o tarafa kılavuzdur. Aşkı şerh etmek ve anlatmak için ne söylersem söyliyeyim… asıl aşka gelince o sözlerden mahcup olurum. Dilin tefsiri gerçi pek aydınlatıcıdır, fakat dile düşmeyen aşk daha aydındır. Çünkü kalem, yazmada koşup durmaktadır, ama aşk bahsine gelince; çatlar, aciz kalır. Aşkın şerhinde akıl, çamura saplanmış eşek gibi yattı kaldı. Aşkı, aşıklığı yine aşk şerh etti.” (Mesnevi, I/110)
Hello May you please tell me where this painting comes from and too when it has been done thank uou
Hi Christina, sorry for the late answer, but thank you for your interest. The painting belongs to my miniature painting teacher, Gülçin Anmaç, who is well known as a traditional miniature painting artist.
Thank you and take care…
Sibel Safiye Avcı