
Cenab-ı Şems bir sohbetinde diyor ki; “Bayezid- i Bestami Hazretleri zamanında, bir şeyhin aşık bir müridi vardı. Bu mürid bir gün şeyhine dedi ki; ‘Ben her gün yetmiş defa Tanrı’yı açıkça görüyorum.’ Şeyhi de ona şöyle cevap verdi; ‘Senin bir kere Bayezid-i Bestami’yi görmen, Tanrı’yı yetmiş defa görmenden daha iyidir.’ Şeyhinin bu cevabı üzerine mürid dışarı çıktı ve Bayezid-i Bestami’yi gördüğünde düşüp öldü.” Hazreti Şems bununla ilgili şöyle buyuruyor; “O, sevgili yolunda canını verdi, kendinde bir parça dahi nefs kalmamıştı, onu da feda etti.” Bunu nasıl yorumlarsınız Hasan Dede?
Şimdi bu mürid başka hayali Tanrı’lar peşindeydi, putları çoktu. Ne zaman Bayezid-i Bestami’nin, selam olsun üzerine, hakiki yüzünü gördü, o zaman kendinden geçti ve artık dünyada daha fazla kirlenmemek için de Hakk’a yürüdü. Aslında bütün dava şu; bir mürid sıdkı bütün imanla ikrar verdiği yere bağlanırsa, gönlünü tamamiyle bağlandığı yere verirse, Peygamberini, Tanrı’yı ve Tanrı’nın sevgililerini ikrar verdiği yerde görürse, yavaş yavaş artık onda perdeler kalkar, çok şeyler görünür ve artık kimsenin sözü ona tesir etmez. Hazreti Mevlana’yı ele alalım, Divan-ı Kebir’inde öylesine kasideler dile getiriyor ki, akıllar duruyor. Hazreti Mevlana henüz yedi yaşındayken Cenab-ı Hakk bir sefer ona yüzünü gösterdi. Mevlana bununla yetinmedi, büyük bir aşkla o yüzün peşinde koştu ve onun sayısız sefer değişik yüzünü gördü ve onda yandı. Şimdi herkesin anlayabilmesi için şöyle bir örnek dile getirelim; dünyada altıbuçuk milyar insan var, ve bunun birbuçuk milyarında Hazreti Muhammed’in nuruyla nurlanmış güzel yüz var diyelim. Şimdi o birbuçuk milyar nurlu yüzü bir cemalde toplayalım, acaba kendi aklınızla bu cemale bakabilir misiniz? Bakamazsınız, çünkü anında erir ve su haline gelirsiniz.
Cenab-ı Mevlana buyurur der ki: “Ben hakiki yüzümü gösterecek olsam, başta güneş, ay ve yıldızlar yerinden oynar ve dünyanın nizamı alemi bozulur.”
Onlar, bizler gibi, sıradan bir insan suretine bürünmüşler ve örtmüşler hakiki yüzlerini. Ancak bunu anlıyacak olan yolcudur, yani müriddir. Bir mürid daha önce de söylediğim gibi sıdkı bütün bir imanla ve pürüzsüz bir sevgiyle ve aşkla bağlanırsa ikrar verdiği yere, işte o zaman manasında kabı taşıdığı kadar açarlar yüzlerini ve mürid o yüzde yanar, aşık olur ve artık hep o yüzün peşinde koşar. Bütün Evliyaullah, hepsinin selam olsun üzerlerine, kapları taşıdıkları kadar geceleri Hazreti Muhammed’in yüzünü gördüler ve onun aşkında yandılar. Şimdi, kimse cübbeye, bilgiye veya ilme aşık olamaz, ama hakiki yüzü gördü mü sevgisi artar ve aşka dönüşür.
Hazreti Ali de, selam olsun üzerine, şöyle buyurur: “Ben görmediğim Allah’a ne inanırım, ne de iman ederim.”
Hazreti Ali Efendimiz, Hazreti Muhammed Efendimizin terbiyesinde büyüdü, onun her sözüne inandı ve iman etti. Hazreti Ali, Hakk’ın nurunu Hazreti Muhammed’de gördü. Mürşid-i Kamil’ler de Hazreti Muhammed Efendimizin varisleridirler, onu kendilerine bende etmişlerdir ve onu temsil ederler.