Hazreti Mevlâna, Mektubat’ında, Hazreti Muhammed’in has kulları hakkında buyurduklarını şöyle aktarır:
“Gerçekler padişahı gerçek Peygamber şöyle buyuruyor: Ahir zamanda bunaldınız mı, dileğinizi has kullarımdan umun; hem de apaçık umun. Karanlıklarda kalanların şüpheli bekleyişleri gibi değil.
Ümmetim için her zaman bir tufan var, her zaman bir Nuh.
Her zamanın Kutbu, o zamanın halîfesidir. Nuh’un gemisi odur. Onun eteğine yapışan tufandan kurtulur.”
Yine Mektubat’ta Hazreti Mevlâna şöyle söyler:
“Peygamber demiştir ki: Gerçekten de, Allah’ın kadri yüce kulları vardır; yeryüzünde onlar, yağmura benzerler; karaya düşerlerse hayır bitirirler, denize düşerlerse inci çıkarırlar.”
Bir kasîdesinde Hazreti Mevlâna bu konu ile ilgili şöyle buyurur:
“Tanrı erleri gönül gibi göklere sefer ederler. Ey Hakk’ın velîlerini Hakk’tan ayrı sayan! Velîlere iyi zan beslesen ne olur? Bundan sonra bizden ayrılmasan, ne olur?”
Hazreti Mevlâna, Peygamberin evlâtlarının bütün âlemdekilere haklarının geçtiğini dile getirir ve Mektubat’ta Hazreti Muhammed ve Hazreti Ali arasında geçen şu konuşmayı nakleder:
“Peygamber, Hazreti Ali’ye, ‘Ciğerimi yeryüzünde emekliyor görsen ne yaparsın?’ diye sordu.
Hazreti Ali, ‘Bu soruya cevap veremem, ancak göz çukurumu yurt olarak ona bağışların; onu yüreğimin içine sokarım. Bunları yapmakla beraber, kendimi yine de suçlu ve kusurlu sayarım.’
Bunun üzerine Peygamber buyurdu ki, ‘Fatıma bedenimin bir parçasıdır. Evlâtlarımız ciğerlerimizin parçalarıdır, yeryüzünde yürüyen ciğerpârelerimizdir.”